avustralya'da yayımlanan bir yarışma programı. Programı kazanmak için insanlar kilo kaybetmeye bakıyor. Daha çok kilo kaybeden kazanıyor. http://murcasa.blogspot.com/
şimdi agalar mesele şu; gittigidiyor , sahibinden gibi sitelerde aklımı çelen albenisi yüksek ürünler oluyor. bu ürünleri almak istediğim fiyatları örneğin Tritium anahtarlık beğendim almak istedim fiyatı 44 tl. ama internette araştırınca tanesinin 8.5 dolar olduğunu öğrendim. aşağıda linki var. http://www.dealextreme.com/details.dx/sku.8922
hadi 10 dolar olsun bu 15 lira yapar ki dolar şimdi 1.44 falan.
kargo, gümrük vergileri falan derken adam 44 tl'ye satıyor ki bu fiyatta adamın karı da içinde.
bu zinciri kırmak istiyorum ya vergileri çok olmamalı ki alayım bu adamdan ya da bir yolu olmalı kişisel kullanım için mal getirtebileyim.
evet; bu konu hakkında herhangi bir mevzuata da rastlamadım ki okuyarak anlıyayım. nedir yani uluslararası ticaret günah mı? birilerinin tekelinde mi?
sade vatandaş olarak 15 liralık (en fazla) icada 44 lira mı bayılayım. hadi vergi, kargo 15 olsun 30 a tamam ama 44'e olmaz!
mavi köşede james bond'luğunu 6 kez yapan yüzündeki kırışıklar nefessiz kalmalar iyice belli olana kadar son anına kadar rolünün hakkını veren bir adam: roger moore!
kırmızı köşede herhangi bir aksiyona gerek kalmadan bakışıyla bütün işi halledebilecek, aslında öküz gibi bir adam olmasına rağmen iç dünyasında kedi gibi bir adam: recep ivedik!
ve işte beklenen an; roger moore ve recep ivedik'in karşılaşması.
şimdi olay şöyle agalar, dükkana geldim; homur homur takılıyorum etrafta. sonra bişi geldi aklıma bi eleman dün akşam benden bir format cd'si istemişti. onu almak için eve telefon açtım. balkondan attılar. sonra cd çantasından müziklerimi buldum daha doğrusu arşivlerimi.
michael jackson, chuck berry, modern talking, abba, sezen aksu, teoman vs. vs. hepsi birer diskografiydi ve hemen ana bilgisayara attım. bi de baktım abba'yı hemen açtım ve çaldığım ilk şarkı lay all your love on me idi. inanılmaz bir haz muhteşem bir müzik şöleni oldu.
gerçtekten tavsiye edilesi...
ha, güne merhaba bu saatte mi olur derseniz; gece 1'de dükkan kapatıyorum olsun o kadar da!
sözlükler büyüdükçe içlerindeki yazarların birbirilerini tanıma oranları iyice düşüyor. daha düşük popülasyonlu bir yerde yazınca tanıyanlar daha fazla oluyor tabi. daha doğrusu insanlar birbirlerine daha yakın oluyor. hiç değilse seni bi yerden hatırlıyorum diyebiliyorlar.
+ ne alakası var?
bir film izliyordum jonah hex diye. başrolünü falan hatırlamıyorum şimdi, sıkıldım yarısında bıraktım. msn, facebook gibi sosyalite güçlendirici(!) şeylerle uğraşmaya başladım. sonra müzik açtım; onur akın albümlerinden bir liste yaptım winamp denen taş devrinden kalma programla (ne varsa eskilerde var!) dinlemeye başladım.
saklı sevdiğim'le biraz hızlı başladık; bir iki şarkı sonra teyzem aradı, ne yapıyorsun diyordu, sonra durdu ve dedi ki burada deprem oluyor. içerden anneanneme seslendi: "evet anne, deprem oldu, korkma!"
bir iki saniye duraksadım. teyzemin sesinden çok şiddetli olmadığını anlamıştım ama ne bileyim deprem sonuçta bu. yerin altında binlere tonluk kayalar, topraklar kayıyor.
...
msn'de bir kaç kişi vardı. biri hariç diğerlerini o küçük sözlükte tanımıştım. biri meşgul bir diğeri gereksizliğini koruyor ve o dışarda'ydı.
onun resmine baktım biraz. işte o zaman hüzünlenmeye başladım; kulaklarıma onur akın "Şimdi uzak bir kenttesin Ve yağmur yağıyorsa, Düşüyorsam yüreğine tane tane Gelirim, serilirim kıyılarına Gelirim, karışırım çığlıklarına" diye o sesiyle fısıldıyordu. hüzünlenme daha da artmıştı. tüylerim diken diken olmaya başladı. kollarıma sanki bir melek dokunmuştu, uyuşmaya başladı bir anda. gözlerimin bilinçsizce kocaman olduğunu hissediyordum ve hala dışarda'kinden bir cevap yoktu.
o dışarda'ki lazımdı bana, ona teyzemin beni arayıp deprem olduğunu söylediğimi ilettim ve ekledim "orada bir şey var mı?"
cevap gelmedi.
fotoğrafına bakmayı sürdürdüm.
birden msn'i gidip geldi ve o uygun duruma gelmişti.
kimsenin burnunun bile kanamayacağı bir küçük depremdi bu; hafif bir sallantıydı.
üstelik onur akın'ı çok dinliyordum; neredeyse ezbere biliyorum o şarkıları.
bu da yetmezmiş gibi o msn'dekini ben belki de aşkın doruk noktasında bıraktım. (gurur duymuyorum!)
kısacası her şey normalmiş gibiydi ve bir an yaşadığım şeyler gözlerimin önüne geldi. eski bir anı nasıl unutulmaz olduysa bir insanda, bende o anılar sürüsü vardı ve unutmak istediysem de kendilerini hasıraltı edip zaman zaman ortaya çıkıyorlardı. işte o an; aslında zamanın durduğu ama içinde zamanın geçtiğini neden sonra saate baktığımda anladığım o an aniden hüzünledim.
bugün olmuş 2010'a girmiş; kıyamet'e 2 kala dünya insanlığının teknolojisinden bi haber facebook'ta an be an odam kireç tutmuyor diye yazan hatta üşenmeyip şarkı paylaşan nice insanın sorunudur.
bu bir modern zamanlar trajedisi olmaktan çok şehir insanın içdünyasıyla doğa ana arasındaki savaştır!
an geldi sentetik boya bulduk.
an geldi kirlenmeyen hatta kendini yağmurda yıkayan boyalar bulduk. ama bir türlü odalara kireç tutturamadık.
nedir bu ülkesel hatta global başarısızlığın sebebi?
ah sözlük, çok üzgünüm; yıllardır boya kimya endüstrilerinin çözemediği hatta kanayan yara dedikleri bölgeye parmak basarak aslında kendi odamın kireç tutmayışını; tutamayışını ağlayarak ve de bilimum insani özelliklerle donatılmış bedenimde daha çok acı hatta elem-keder-ızdıraba yakın hislerle karşılamış olaya bu açıdan bakarak çeşitli reaksiyonlar vermiş bulunmaktayım.
en azından bu duruma gelmek büyük bir tiryakiliktir ve kişi vucüdunda gözle görülmese bile iç organlarında inanılmaz büyük zararlar ortaya çıkarmış olabilir.
sabah gazetesine göre adalar ilçe müftülüğü yaptığı vakitten kelli serveti hissedilir bir şekilde arttığı iddia edilen emlak kralı lakabı takılan şimdiki sancaktepe müftüsü.
buraya kadar her şey düzgün falan değil. şimdi bu adam kim olursa olsun; ulusal yayım yapan bir gazete bir kişiyi işaret, hedef olarak göstermemeli kaldı ki suçluluğu ispatlanana kadar bu adam kanunen suçsuzdur.
umarım yanılmıyorlardır
ya da yanılsınlar
alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste!
(bakalım mazlum hangisi çıkacak!)
şu an frank rijkaard'ın tercümanlığını yapan mustafa yücedağ'ın bir kaç hatasını bulup bunu büyük haber olarak sunan adam.
ya kabül iyi bulmuşsun ama büyük haber değil bu!
hindastan'daki kast sisteminin özentileri mi bunlar yoksa babadan oğla geçen zanaat mıdır bilemiyorum ama tek teker arif adıyla tanıdığımız arif razgartlıoğlu'nun oğlu (oğlunun oğlu diye gidiyor bu aile ama razgartlı kim, bilen yok!) 'dur kendisi.
ntvspor.net'te kendisi için yıldız adayı denilmiş.
haberi ilk gördüğümde 14 yaşındaki velete kim böyle bir şey için izin verir dedim ama tek teker arif sağolsun, yetiştirmiş oğlunu...
hadi bakalım, inşallah kendisi iyi bir yarışçı olur.
tff kendisini gol makinası olarak şimdiden atfetmiş durumda. ülkemizde nice gol makinası var. bunlardan biri de guiza. başka bir tanım mı kullansak ne?
bu arada çocukcağız daha 1990 doğumlu.
efendim lost izleyenler bilirler; bu radyoda da sürekli fısıltılar, claire'in saçmalıkları black smoke'tan inciler; samuraidan havada karada yalanlar... hepsi bu radyo'da!
108.0 radyo lost!