callofcu
1673 (johannes kepler)
yedinci nesil yazar 242 takipçi 2693.67 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    oğuz arda sel kütüphanesinin açılışı

    1.
  1. ***
    (bkz: oğuz arda sel kütüphanesi)
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1734283/+

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1734287/+

    Çorlu'daki vahim tren kazasında Çok küçük yaşında hayatını kaybeden kardeşimiz oğuz arda'nın adına mersin'in mut ilçesi şehit sedat damburacı ilkokulunda açılması için el verdiğimiz proje.

    projemizin duyurusu.

    "oğuz arda’nın en büyük hayali galatasaray forması giymekti. elim bir kaza onu bu hayalinden alıkoydu.
    bizler de oğuz’un hayalinin bir kütüphanede yaşamasını istedik.

    sizler de oğuz’un adının bir kütüphanede yaşaması projesine katkıda bulunmak ister misiniz?"

    ziraat bankası mut şubesi
    hesap no: 74677831-5001
    iban numarası: tr30 0001 0002 1174 6778 3150 01
    hesap sahibi: mut şehit sedat damburacı ortaokulu aile birliği.

    edit: arkadaşlar, kütüphanemize ilkokul ve ortaokul seviyesinde kitaplar da yollayabilirsiniz. kitap yolladıktan sonra veya yollamadan önce bizimle iletişime geçebilirsiniz. kitap dışında puzzle gibi z kütüphanesine uygun materyaller de gönderebilirsiniz.

    edit 2: nakdi yardımlar için dekontu benimle paylasabilirseniz çok iyi olur arkadaşlar.. 1 paket sigara parası bile olsa bir çocuğun hayatını değiştirebilecek bir kitap hediye etmiş olabilirsiniz..

    https://mobile.twitter.co.../1037010440910512130?s=21



    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1734283/+
    ****

    Bu güzel proje kalbi temiz insanların katkısıyla hayata geçirilmek üzere.

    Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler..
    8 ...
  2. oğuz arda sel kütüphanesi

    2.
  3. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1734287/+

    Bir çocuğun özellikle hayatını kaybeden bir çocuğun hayallerini gerceklestiremesek de isminin güzelce anılmasına vesile olmak, diğer çocuklara okuma aşkını kazandırmak amacıyla yapılan bu güzel projeye destek olalım uludağ sözlük ailesi.

    kitap, dergi, satranç takımı, puzzle vb eğitici oyunlar göndermek isteyen yardımsever arkadaslar;

    sedat damburacı ilkokulu
    deveci mahallesi
    fakülte caddesi
    no:1
    mut/mersin

    dipnot: ptt kargo ile gönderirseniz kitaplar için fiyat yüzde 50 indirimli oluyor arkadaşlar.
    17 ...
  4. charles langbridge morgan

    1.
  5. 22 ocak 1894 ingiltere doğumlu oyun ve roman yazarı.

    the fountain isimli en çok satan romanı "kaynak" ismiyle türkçe ye de çevrilmiştir.
    2 ...
  6. evde düşük bütçeli scarface çekmek

    1.
  7. uzun zamandır uzattığım sakallarımı kesme kararı almamla başladı her şey. bir anda tüm sakalı kesip ibibik yavrusu gibi ortalıkta dolanmak istemediğim için önce bıyık bırakayım dedim.

    tabi bıyık bırakınca insan otomatik olarak Burak özçivit olacağını sanıyor. Sanmayın arkadaşlar ben sandım siz sanmayın.
    yani az biraz şu tipe benzemek isterken https://galeri.uludagsozluk.com/r/1205492/+
    şu tipe benzemiş bulundum. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1205500/+

    ki bıyık bırakırken traş makinemi kullanmış ve şarjını bitirmiştim. Hemen derhal bıyıkları kesmeliydim.

    evin yakınında sadece bim olduğu için bimin en iyi traş bıçağını çok ucuza alıp evin yolunu tuttum. kasiyerin karşısında bıyıklarımı elimle gizlerken utandım tabi.

    eve geldim, banyoya girdim, sabunladım yüzümü. 3 bıçaklı oynamaz başlıklı traş bıçağını sürttüm ki. sürtmez olaydım. her yer kan oldu aq. testere filminde görülmeyen kan miktarı kadar kan oldu her yer.

    ve son halim ise şener şen in vapurda "en iyi cilet budur. dünyanın bütün meşhurları bununla traş olur. ingiltere kralı,rahmetli başkan kennedy, taçsız kral pele, beckenbauer, kaleci mayer, nadia komanachi, bridget bardot, fenerbahçeli cemil.."dedikten sonra adamın suratını kestiği sahnedeki adam" gibiydi. banyodan çıkarken şöyle düşündüm, al pacino görse gözleri dolardı lan..

    siz siz olun durduk yere lan şu sakalları keseyim diye maceraya girmeyin sevgili gönül dostları. iyi akşamlar.
    10 ...
  8. şükela butonu geri gelsin kampanyası

    1.
  9. An itibariyle başlattığım kampanya.

    Eğer gelmezse yazarlığı bırakırım.

    Var mı destekleyen?
    8 ...
  10. terk eden sevgiliyi fetö üyesi diye ihbar etmek

    1.
  11. yapmayı düşündüğüm eylem.

    zamanında feto dersanelerine gitmisligi vardi.

    yapayim mi yapmamayayim mi akil verin iki dakika.

    Edit: olum şaka mısınız? Ciddiye alınacak bir başlık mi bu simdi?
    10 ...
  12. volkan şen vs yasin öztekin

    1.
  13. aşağı yukarı aynı kalibredeki iki kanat oyuncusunun karşılaştırilmasi.

    halbuki fener taraftarina göre volkan bir yıldız iken galatasaray taraftarina göre yasin bir kazmadır.
    7 ...
  14. o kitabın filmi var boş yere okuma diyen arkadaş

    1.
  15. sağda solda sürekli denk gelen arkadaştır.

    - kankaa ne anlatıyor o kitap okuyup duruyon?
    + gregor diye bir herif var, sabah kalkınca dev bir örümceğe dönüşüyor.
    - Haa olum o örümcek adam lan. filmi var boş yere okuma kitabı. hatta yenisi çıktı başrolde bir kız var taş taş.
    7 ...
  16. deprem çantasına sevilen kızın fotoğrafını koymak

    1.
  17. ilkokul 3 te yaptığım eylem.

    ahmet mete ışıkara yı deprem dede olarak tanıdığımız zamanlardı. deprem olursa ne yapmalıyız şeklinde broşürler falan dağıtılırdı okulda.

    öğretmenimiz de herkese deprem çantası hazırlamasını söylemişti, ben de eve gidince aklımca hazırladım. içini cinoyla leblebi tozuyla doldurmuştum. ki sonra bu cinoları lan deprem falan olmaz diye teker teker yiyordum.

    bir de deprem çantasına sevdiğim kızın fotoğrafını koymuştum.
    fotoğrafını dediysem sınıf fotoğrafından kestiğim bir parçaydı. bir de yamuk kesmişim kızın yüzünün bir kısmı yoktu anasını satıyım.

    deprem olurken ölmeden önce son kez bakarım diye düşünmüştüm.
    51 ...
  18. vodafone un engelli insanımıza yaptığı büyük ayıp

    19.
  19. Vodafone özür dilemis arkadaslar, bu basliga yazan, twitter da ilgili tweet i rtleyen herkese teşekkürler.

    Zuhal Başbülbül
    Vodafonedan aradılar biraz önce.
    Özür dilediler.
    "mental engel" ile ilgili kelime etmediler bu kez.
    Yine "eksik evrak" dediler önce.
    Daha sonra da "vasi belgesi de almamız gerekiyor ama vasisi kimse" dediler.
    "böyle bir şey varsa en baştan ilk belgeleri teslim ettiğimizde söylemeniz gerekmiyor muydu, ayıp ettiniz" dedim,
    "haklısınız" dedi kadın sadece.
    Bugün hat açılacakmış. 15 gün içinde de bu vasi belgesi denen belgeyi vermemiz gerekiyormuş.

    Ama eminim.. bu emsal oldu onlara. Böyle bir kısıtları yoktu aslında.

    Sesimizi duyurmamıza yardım ettiğiniz ve hep destek olduğunuz çokkkkk teşekkür ediyorum.
    Sizler olmasaydınız bir kuru özür bile duyamazdık bunlardan, bundan da adım gibi eminim.""
    2 ...
  20. uyuyan güzel elif

    1.
  21. ilkokul yıllarımda, 4 . sınıftaydım. sınıfta elif diye sarı saçlı yeşil gözlü dünyalar güzeli bir kız vardı ki o sene okula ilk gittiğimde yeni gelmişti. sınıfın en güzel kızıydı belki okulun belki türkiye nin ve hatta evrenin.

    küçükken fazlasıyla utangaçtım. utangaç olmam sebebiyle kızın yanına bile gitsem elim ayağım birbirine dolaştığından sadece arka sırasında oturarak derslerde saçını izlemekle yetinirdim.

    bir gün beklediğim fırsat ayağıma geldi. çünkü ilerleyen haftalarda sınıfımızda "uyuyan güzel" adlı masalı canlandıracaktık.

    beni heyecan basmıştı. mutlaka prens ben olmalıydım ve uyuyan güzeli uyandırmalıydım. sınıfta uyuyan güzel olabilecek tek kız elif ti tabi ki. ben de prens olursam bu iş tamamdı. belki evlenebilirdik bile. bu duygularla okula gitmiştim. öğretmen sınıfa girdi ve uyuyan güzel için seçme yapacaktı. şöyle bir bakındı gözü tam bir prenses arıyordu ki elif i işaret ederek,

    + sen uyuyan güzel olacaksın, dedi.

    elif tamam anlamında başını salladı. saçları da dalgalanıyordu ne güzeldi. beni iyice ter basmıştı. ya seçilemezsem kaygısı içimi kaplamıştı. zira sınıfta prens olmak isteyen başkaları da olabilirdi. öğretmenimiz şöyle dedi,

    + prensesi seçtik peki, prens için istekli olan var mı?
    - beeeebeeennn.

    diye atıldım, biraz afallamıştım. o sıralar acayip utangaçtım ki" ben istiyorum" bile diyememiştim.

    öğretmen yanlış anlamıştı.

    + sen istemiyorsun demek callo, dedi.
    - hayır.

    yine yanlış anladı öğretmen,

    + tamam seni seçmeyeceğim o zaman, dedi.

    bu sefer biraz da yüksek sesle "ben olmak istiyorum öğretmenim" dedim. öğretmen "artık bir karar ver callo." dedi. "tamam." dedim "prens ben olacağım." öğretmen "tamam sen ol bakalım." dedi.

    neyse seçilmiştim seçilmesine ama nasıl oynayacaktım. fazla sevinçli biraz da dertliydim. çünkü onu gördüğümde dahi elim ayağım birbirine dolaşıyordu.

    büyük gün geldi çattı. zaten rolüm çok kısaydı.

    uyuyan güzel uyuyor orada bir iki söz ediyorum sonrasında beklenen son, uyuyan güzeli öpüyorum ve kız uyanıyor. fakat aklıma bir bir şey takılmıştı. kızı neresinden öpecektim. öğretmene sordum "tabi ki yanağından." dedi. biraz rahatlamıştım ki utangaç hallerim yine gelmişti aklıma. "öğretmenim ben utanırım." dedim kısık bir sesle. öğretmen de yanaklarımın kızarmasından anlamış olacak ki,

    " tamam o zaman elinden öp." dedi.

    bu sefer kesin olarak rahatlamıştım.

    oyun başladı. uyuyan güzel elif uyuyor bense rolümün gelmesini bekliyordum. sahne arkasından öğretmenim işaret verdi ve sahneye çıktım. ezberlediğim iki cümleyi söyledikten sonra uyuyan güzel elif in yumuşacık ellerini alıp dudağıma götürdüm. sonrasında büyük bir yanlışlık yaptığımı seyircilerden gelen kahkahalardan anladım.

    o zamana kadar annemin babamın babannemin dedemin yani büyük olan akrabalarımın elini öpmüştüm. elini öptükten sonra saygı gereği alına koyulur.

    ben ilk kez bir kızın elini öpüyordum ki elini öpüp alnıma doğru götürdüm. sınıftakiler kahkahalara boğuldu. çok utanmıştım. neyse ki elif bunu görmemişti ama belki de hissetmişti.

    böyle bir utançla yaşadım bir süre. sonra unutulmuştu çocuktuk ya, unuttuk..

    yaz tatili sonrası 5. sınıfa geçtiğimizde ben yine elif in yollarını gözlüyordum. 1 sene önce o kadar prens olma çabalarıma rağmen hala beni görmüyordu. arada gıcık gıcık birbirimize laf sokardık. ben onun çok geveze olduğunu söylerdim o benim yaramaz olduğumu. öyle günler geçti. her fırsatta elif in sarı saçlarını gözlerdim. onu çok seviyordum ama o oralı bile olmuyordu. ben de ona bir türlü açılamamıştım.

    günler günleri kovaladı usulca, ben elif i kovaladım sessizce.. 5. sınıfın ortalarında sınıfa televizyon alındı. ben sınıf başkanı olarak tvden sorumluydum. bazen elif gelir getirdiği şarkı dolu cd yi oynatmamı isterdi. sırf o istedi diye tv dolabını açar ve vcd yi çalıştırırdım.

    5. sınıfın sonuna doğru sınıf öğretmeninden ayrılacağımız için dersler boş geçmeye başladı. yine o günlerden birinde elif yine bir müzik cd si getirmişti. bu kez derste dinledik şarkıları. herkes birbirini dansa kaldırmaya başlamıştı..

    ayna grubunun severek ayrılanlar şarkısı çalarken ben de elif i kaldırdım dansa.. kabul etti. dans etmeyi pek bilmiyorum ya kızın ayağına basıp duruyorum. sürekli de özür diliyorum.

    elif in gözlerine dalmışım, başka istediğim bir şey yok o an. tam bu sırada elif şöyle dedi,

    - callo biz gidiyoruz.
    + efendim elif..
    - gidiyoruz biz.
    + nereye?
    - taşınacağız, mamak diye bir yerden ev aldık..
    + hadi ya..
    - öyle işte.
    + seni seviyordum ben.
    - biliyorum..

    lan gözlerim nasıl dolmuştu anlatamam. elif in gözlerine baktım. onun da gözleri dolmuştu, kızarmıştı. öyle bir kere sarıldım elif e. ondan sonra ders bitti, evlere dağıldık..

    okullar bitti, elif in ailesi taşınıyordu haberini almıştım yunus diye bir arkadaşımdan. enes samet ben bisikletlerimizle elif in evlerinin önüne gittiğimizde eşyalarını yükledikleri kamyonun arkasında elif ler arabalarıyla gidiyorlardı.

    bütün gücümle pedalları çevirdim. önce samet sonra enes arkamda kaldılar.

    otobana çıkışa kadar takip ettim elif i.

    sonra durdum kenarda. gözlerimden kaybolana dek ardından baktım elif in. saçları arabanın arka camından dahi parlıyordu..

    aradan yıllar geçti, ben ne o şarkıyı unuttum elif, ne de sen giderken parıldayan saçlarını.
    35 ...
  22. akasya durağı izleyen baba vurdumduymazlığı

    1.
  23. herhangi bir maçı izliyoruz babamla. tüm maçlar babamın "kırmızılı takım manşester yünaytıd mı?" lafından sonra başlar. mavili takım, turunculu takım, kel hakem vb. bunlardır değişmeyen futbol terimlerimiz.

    top taça çıkınca babam kanalı değiştirir, siyaset programı açar.
    1-0 yenik duruma düşünce moralim bozuluyor bunlar yüzünden deyip siyaset programı açar.
    2-0 olunca maç bitti zaten aq deyip kapatır maçı, siyaset programı açar..

    vb maçta ne olursa olsun babam siyaset programına yöneltir tvyi. kupa törenini dahi izlemez, zira siyaset programı her zaman hazırda beklemektedir. zaten kupayı alan takım belli olduğu için kupa törenini izlemeye gerek yoktur babama göre..

    neyse günlerden bir gün vizeler bitmiş, ankaraya dönmüşüm. yıllardır belirgin bir uyku düzenim olmadığı için baba ocağında da düzenin tutturamamış gece 12 de girdiğim yataktan 2 gibi uyuyamadan kalkmışım.

    tabi kalkmama çişimin önlenemez gelişi de sebep olmuştu. yatmadan önce içtiğim 1 litre suyun mesanemin kapasitesinin çok üstünde olduğu apaçıktı. çişe gittim, salondan gelen ruhani ışıkla irkildim. koridordan bakılınca salon sırlar dünyasında geçen bir sahneyi andırmaktaydı.

    girdim salona, tv de yakın çekimde akasya durağında oynayan sarı bıyıklı kendine osman aga diye bir amca vardı.

    tv yi izleyen ise babamdı. yıllardır milli maç dışında maç izlerken bana aman vermemiş ille de siyaset programı diye tutturmuş babam akasya durağı izlyordu..

    hayallerim yıkılmıştı yalanım yok. zira babamı böyle diziler izlerken hiç görmemiştim. babam maksimum kartal belgeseli izler, hatta youtube da kartalla domuz avı videolarına yorumlar yapardı.. ama ya akasya durağı...

    - baba sen bunu mu izliyorsun?
    + osman aga çok komik ya tipe bak.

    hemen odama koştum bu bir rüya olmalıydı. yatağa yattım, uyumaya çalıştım. hayır uyuyamadım. geri döndüm salona. babam hala akasya durağı izliyordu..

    o günden sonra babamla ne zaman maç izlesek ve oyun dursa "baba akasya durağını açayım mı?" diye dalga geçerim.

    babam da siyaset programı açmayı teklif edemez, teklif etmeyi dahi düşünemez..
    9 ...
  24. salıncakta tek başına sallanamama hüznü

    1.
  25. kimselerin tahmin edemeyeceği bir hüzündür..
    11 ...
  26. topun rakibe çarparak gol olması güzel gol olur mu

    1.
  27. Bir sorunsal. Arkadaşlar bir kereligine formati birakalim. Cok önemli bir sorun çünkü.

    Sizce rakibe çarparak 90 a giden topun güzel gol olduğundan bahsedilebilir mi?

    Ev arkadasimla kavga edeceğiz beyler bu sebepten. Sizce olur mu olmaz mı?

    Edit: ben olmaz diyorum beyler.
    3 ...
  28. akp ye sorulacak 3 soru

    1.
  29. Malum vahim terör olayları sebebiyle hükümet olduğu için sorumlu bulunan akp ye sorulacak sorulardır.

    1) komşularla sıfır sorun politikası bu mudur?

    2) gezi olaylarında ankarada bile guvenparkin oradan geçenlere kimlik sorulurken canli bomba karşısında neden bu gibi tedbirler alınmadı.

    3) surililerin ülkemize girislerinde neden secicilik uygulanmadi? Ya da Ne kadar uygulandi?
    5 ...
  30. sözlüğün en uzun özgün entrysi

    1.
  31. (bkz: beşik kertmesini tekmeyle beşikten düşürmek)

    özgün müdür bilmem ama uzun epey.

    Edit: başlık başıma başım başlığa.

    Henüz yazilmamis olandir.
    8 ...
  32. 3 arkadaş birleşip bulvar gazetesi almak

    1.
  33. Ergenliğe yeni girdiğim zamanlar.

    benimkinin sadece işemeye yaramadığını dehşet bir şekilde öğrendiğim geceden birkaç hafta sonrası. Hafif korkuyorum da tabi. Her an ne yapacağı belli olmayan bir organla yasiyosun sonuçta. Ergen aklimla bundan biraz cesaret payi da kendime cikarmamis degilim de hani.

    ilk olarak o zamanlar 25 kuruş olan bulvar isimli erotik gazetelerle yetiniyoruz. erotik film henüz bizim gibi yeni ergenlerin bir rüyası ütopyası adeta. bulvar gazetesini paraları birleştirip aldığımızdan çok kere kavga ettik gazete sırası bendeydi diye.

    osman: olum gazete bende kalacaktı bugün.
    enes: evde unutmuşum ya yarın getireyim.
    osman: geçen getirdiğinde gazetede bazı sayfalar kabarmıştı bak, .mına koyma gazetenin.
    enes: su dökülmüştü ona.
    osman: hee kesin sudur. sarımsı su mu var amk?

    böyle muhabbetler alır başını giderdi. bir gün ergenliğe biraz daha erken giren sınıf arkadaşlarıyla muhabbet sırasında konu erotik filme geldi. aniden, annesi babası çalışan sınıftakı nadir elemanlardan olan enes in evine gidilip erotik film izleme kararı alındı. ben osman ve mehmet başta olmak üzere epey heyecanlıydık. lakin filmin sonunu tekrarlarıyla 50 kere falan izlemiş olan ergen irisi sınıfın hatta okulun abaza öğrencisi olarak bilinen oktay hiç de heyecanlı görünmüyordu. belli ki o artık bu konularda tecrübe abidesiydi.

    o gün son derslere doğru heyecan iyiden iyiye artmış arka sıralarda oturanların elleri malum yerlerine gitmişti. son zilin çalmasıyla biz 5 kafadar koşa koşa okuldan fırlamıştık.. bu sırada enes in çantasının sırtında olmadığını fark ettim.

    callo: olum çantan?
    enes: ne çantası?
    callo: okul çantası amk ne olacak başka?
    enes: hadii bee. unutmusum lan. napıcaz.
    callo: sen git gel biz bekleriz burda.
    enes: tamamdır hemen geliyorum

    enes gitti, biz okulun arka bahçe duvarına oturduk enes i beklemeye başladık. heyecanla bekledik bekledik ne gelen var ne giden. okulda bir kişi bile kalmamış olduğu belliydi. okula dönüp enesi bulmak için harekete geçtik. enes sınıfta kilitli kalmış meğer. hizmetliye bağırınca adam son anda duymuş da kapıyı açmış enes de çıkmış. o gün erotik film izleyemeyeceğiz diye gerçekten korkmuştuk amk çocuk kafası işte.

    koşarak enesgil in eve doğru gittik. eneslerin dairesinin önünde sanki kerhane sırası bekler gibi sıraya geçmiştik. benimle birlikte tam 5 kişiyiz. çağatay ın arşivine güvenimiz sonsuzdu. tam da hayal ettiğimiz gibi bir şey olacaktı. en azından bir süre bulvar gazetesine ihtiyacımız olmayacaktı. televizyon karşısına geçen tam 5 çocuk videoların her anını kayda almaya hazır vaziyetteydi.

    film başladı. herkesin eli şeyinde malum sahnelerin gelmesini bekliyorduk. önce sarışın çok güzel bir kadın arzı endam etti sahnede. otopark gibi bir yerde yürürken kırmızı eteklerinin altından verilen rüzgarla kadının iç çamaşırı olmadığını anlamıştık. heyecandan kalbimiz duracak gibiydi.

    callo: kanka şu sahneyi geri all.
    enes: yok olum almaya gerek yok birazdan alasını göreceğiz.
    callo: all işte yaa.
    enes: tamam alıyom.

    sahneyi bir daha izlerken tam bu sırada kapıdan sesler gelmez mi?

    enes hızlıca kapıya baktığında anne babasının işten geldiğini görmüş ve bize haber vermişti.

    enes: olum babamlar geldii kapatın şunu.

    bu sırada osman dalmış, eli pantolonunun içinde gidip gelmekteydi.

    enes: lann osmann höstt lan sonra izleriz hadii toplanın.
    osman: lan tam en heyecanlı yeriydi.
    callo: beyler basıldğımızn farkında mısınız? hadi hemen çıkalım burdan.

    ahlak polisi tarafından basılmış fuhuş çetesi gibiydik. ben kapşonumu kafaya geçirdim, aksi bir şey olursa adım böyle bir olayda geçmesin diye. osmansa hala eliyle bir şeyler yapıyordu. hırkasının cebinden sarkan katlanmış bulvar gazetesini elimle çaktırmadan alıp içime kazağımın altında sakladım.

    enesin annesi babası eve girerken biz de başımız önümüzde koşarak evden çıktık.

    evlere dağıldımızda odaya geçip kapıyı kitledıkten sonra bulvar gazetesini çıkartmak istedim. amk gazetesi kazağımın altından kaymış düşmüş olmalıydı. lan acaba eve mi düşürdüm acaba deyip bütün evi aradım. annem işkillenmiş olmalıydı ki;

    anne: neyi arıyorsun oğlum böyle vızır vızır?
    callo: hiç anne ya misketlerim vardı kaybolmuş. (anne oğlun artık eskisi gibi masum değildi, ona bulvar gazetesinden bahsedemezdim)
    anne: yatağının altındaydı misket şişen. ( evet 2,5 litrelik coca cola şisesine koyuyodm)
    callo: tamamdır anne.

    gittim misketleri alıp dışarı çıktım. bu sırada apartmana mı düşürdüm gazeteyi diye arıyorum da bir yandan. eneslerin evine kadar yollara baka baka gittim.

    eneslerin evinin önüne geldiğimde enesin apartmanın bahçe duvarında ağlamakta olduğunu gördüm.

    - enes niye ağlıyorsun olum?
    + babam gördü olum ya. kızdı epey.
    - pornoları mı gördü? dayak falan attı mı?
    + yok lan pornoları çağatay götürmüş bırakır mı hiç?
    - yaa neden kızdı lan?
    + evin koridorunda bulvar gazetesi vardı, bikinili bir kadın vardı tam açık sayfada. satılık tanga yazıyodu az kullanılmş.
    - hadi bee. gazete nerde?
    + babam çöpe attı. bir ton laf etti bana da.
    - unutur kanka ya. boşver. hadi misket oynayıp ütelim şu bebeleri.
    + tamam kanka ütelim.

    akşam ezanına dek güzelce misket oynadık.
    sokağın sonunda görünen bizim binanın en üst katından annem el sallıyordu "eve gell artık baban geldi" diyordu..

    "5 dakika daha anne." deseydim keşke..
    5 ...
  34. ilkokulda şu çocuklarla arkadaş olma diyen anne

    1.
  35. herkesin annesidir bir bakıma..

    hemen hemen her toprak parçasında tangır tungur misketlerin yuvarlandığı yıllardı. ben de mahallenin afacan ama temiz yüzlü çocuklarından biriydim. aradan geçen yılların ardından bende ne hırs ne yaşama sevinci ne de başka bir şey kaldı ya neyse işte.

    mahalledeki piç çocukla takılma sürecini yaşadığım o günlerde mahallenin belalı çocuğu feyzo ile takılıyordum. feyzo ise bilimum itçilerle takılmaktaydı. hani şu tuu kıss kıss kıss diye köpekleri gaza getirip ufak çocukların üstüne köpekleri salan tipler. dolaylı olarak ben de bir belalı çocuk olmaya doğru ilerliyordum. feyzoyla takıldıkça daha çok mahalledeki müstakil evlerdeki dut ağaçlarına dalıyor futbol, misket, saklambaç gibi oyunlar oynamak için fazla fırsat bulamıyordum. bu durumdan her ne kadar rahatsız olsam da feyzoyla takılmak bir nevi aynalı tahirde alişan olmak gibiydi. ee her şöhretin bir can sıkıcı tarafı vardı nihayetinde.

    annem de benim feyzoyla takılmamdan pek memnun değil gibiydi.

    ne zaman dışarı çıkacak olsam "oynama o pis çocuklarla." derdi.

    haklıydı çünkü anneler hep haklıdır. tabi ben annemin haklı olduğunu günlerden bir gün feyzoyla eskimiş yıkık bir gecekonduda varilin içine yakılmış ateşin çevresinde bulunduğumda anladım.

    hiç tanımadığım bir çocuk elindeki poşetin içini kendine çekiyor, bir başkası sigara tüttürüyor hatta sigara 3-4 kişide ağızdan ağıza dolaşıp tekrar başa dönüyordu.

    o zamana dek gayet uslu bir çocuk olduğum için bu tarz ortamlar hakkında duyduğum şeylere göre bir nevi balici tinerci takımının kıyısından da olsa yanındaydım. benim de o pis çocuklardan olmama bir fırt sigara çekişi kadar ramak kalmıştı. o anda feyzoyu dürtüp şöyle dedim;

    callo: feyzo ben gidiyom.
    feyzo: nereye lan.
    callo. dışarıya gel de söyleyeyim.

    beraber dışarı çıktık, varil ateşi gecekonduyu sıcacık yapmıştı zira dışarısı adeta donuyordu.

    callo: lan olum ben yokum artık.
    feyzo: korktun mu lan yoksa?
    callo: bak feyzo seni severim abim sayarım ama.
    feyzo: aması ne?
    callo: bu pis çocuklardan olmayalım kanka.
    feyzo: ben de onlardan biriyim bana pis mi diyorsun.
    callo: yok demiyom ama ben eve gidiyom artık. görüşürüz.
    feyzo: tamam lan beni sattın ha konuşma benle bir daha.
    callo: satmıyom olum eve gidiyom..
    feyzo: sattın sattın siktir git.
    callo: bak küfür etme.
    feyzo: edersem ne olur?

    bir şey demedim, feyzoyla kavga etmek istemiyordum çünkü. zaten kaga etsek ağzımı burnumu kırardı. sadece döndüm arkamı ve eve doğru gittim..

    günler boyunca feyzoyla görüşmedik..

    günlerden bir gün gittiğim ilkokulun bahçesinde top oynuyoruz. üçgen lakaplı okulun oraların belalı çocuğu maçımıza girmek istedi. zaten 4 e 5 oynuyorduk. onu maçımıza almama gibi bir bahanemiz olmadığında mecburen oyun dahil ettik. lakin üçgen çok faullü oynuyordu. annesi onu kasapa doğurmuş olmalıydı. çalım yediğinde kendine yediremiyor koşanın ardından tekme sallıyordu.

    ve o tekmelerden biri benim kıçımda patlayınca ben de "yeterrr lan üçgen." diye bağırdım.

    callo: faullü oynama lan yeter artık.
    üçgen: kız oyunu mu lan mu karı?
    callo: düzgün konuş.
    üçgen: naparsın lan .mcık.

    sinirden titriyordum, kendimden geçmiştim adeta. elimdeki mikasa topu üçgen in suratına doğru abandım. suratında patlayan topla yere düşen üçgenin üstüne atladım, yumrukluyorum bir sağ bir sol. burnunu kırdım elemanın.

    sonra bıraktım, kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. üçgen yerden kalktı, "sen göreceksin olum sen göreceksin." diyerek oradan uzaklaştı.

    aradan birkaç gün geçmişti. bir hafta sonu müzik öğretmenin alın dediği helvacıoğlu markalı flütü almak için kırtasiyeye gitmiştim. kırtasiyeden çıktığımda üçgen saz arkadaşlarıyla birlikte beni bekliyordu..

    5 kişi oldukları için sağlam bir dayak yiyeceğimden emindim. kaçmayı düşündüm ama kırtasiyenin diğer tarafından da üçgen in kankalarından biri geliyordu..

    baktım ki dayaktan kaçış yok, üçgenin üstüne yürüyerek şöyle dedim,

    callo: bu mu lan senin üçgenliğin adam mısın lan sen?
    üçgen: sana mı sorcam lan adamlığı. siz orda 9 kişiydiniz diye sana bir şey yapmadım.
    callo: onlar kavgaya girmedi olum yalan konuşma.
    üçgen: ben sana sen göreceksin demiştim.

    deyip sağ tekmesini bana savurdu. tam o sırada etrafımı çevrelemiş 6 kişi bir anda kalakalmışlardı. yanımızda duran bisikletten inen feyzo dan başkası değildi.

    feyzo: üçgen senin götün iyice kalkmış.
    callo: feyzo.
    üçgen: callo bir ibnelik yaptı sen karışma.
    callo: sensin lan ibne.

    üçgen üstüme doğru yürüyordu. feyzoya baktığımda ise uçuyordu. evet feyzo uçan tekmeyi üçgene yapıştırınca üçgen yere düştü. diğer elemanlarda feyzonun üstüne yürüyecek kadar cesaret yoktu çünkü feyzo hem iriydi hem de çok sağlam dövüşürdü.

    üçgeni yerden kaldırıp götürdüler. biz de feyzoyla kaldık. sarıldım feyzoya.

    feyzo: naber lan hani ben o çocuklardandım?
    callo: olur mu olum sen benim abim gibisin.
    feyzo: bir daha "oynama o pis çocuklarla."

    demişti ve feyzo da artık iyi çocuklardan biriydi..
    9 ...
  36. google earth de köyünün yerini görmek isteyen baba

    1.
  37. benim babamdır.

    sorun şu ki karadenizliyiz. karadenizli olmak sorun değil yanlış anlaşılmasın,

    köyün 2 dağın arasında olmasından mütevellit babamın kendi köyünü gösterdiğime inanmamasıdır..

    - oğlum şu köyü aç hele.
    + baba işim var ya.
    - lan bişey istedik..--küsme numarası-
    + tamam baba açtım gel.
    - kay bakalım. - deyip beni koltuktan kaldırır, mutfaktan sandalye almak zorunda kalırım.
    +geldim baba, bak şimdi giresundayız.
    - şu giresun kalesi değil mi?
    + yok baba o liman, denizin içinde kale mi olur baba.
    - böyle yapacaksan kalkayım ben. --amma da nazlısın baba ya-
    + yok baba, şimdi kaleyi gösteriyorum bak.
    - geç kaleyi de bizim köye gel bakalım.
    + tamam baba, bak bu dereli yolu.
    - köye gel uzatma işim var.
    + tamam baba ahanda geldik. bak şu sizin köy- 5-10 tane ev-
    - oğlum bizim köye benzemiyo burası.
    + yok baba bizim köy işte, daha ne olsun, şu da dedemin evi.
    - bizim ev o kadar küçük müydü yahu?
    + yok baba sizin ev rezidanstı aslında burda küçük çıkmış.
    - köyün rezidansı sayılırdı eşekoğlueşek.
    + haklısın baba.
    - sen şimdi köyümle beni yalnız bırak.
    + haydaaa, iyi 5 dakikaya geliyorum.
    - çık çık, git çay suyu koy. (bkz: bsgçk)
    + tamam baba.

    çay suyu koymaya gittim, geldim kapıyı hafifçe araladım ne göreyim;

    babam laptopun ekranını okşuyo. valla amk.

    40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi babamın böyle yapacağı. duygusal adammışsın meğer...

    entry burada bitse de babamın google earth le hep bir alıp veremediği olmuştur. kendisi cibuti cumhuriyetinin bile (bile derken evet küçümsüyorum aramızdaki cibutili dostlar kusuruma bakmayın) başkentini bildiğinden-dedem hepsini ezberletmiş zamanında-aile komple manyak evet.-coğrafya belgesellerini kaçırmazdı. gerçekten büyük bir merakla bulduğu her coğrafya belgeselini izlemeden bırakmazdı.

    hatta bir keresinde bana nil nehrini kaynağını sormuştu. tabi ki bilemediğimden
    "aç şu mereti de göstereyim iki genel kültür kap sap sap dolaşma ortalıkta." demişti. göstermişti de sağolsun. buradan babama sesleniyorum: beynimi işe yaramaz bilgilerle doldurdun sagol babaa.
    16 ...
  38. sevilen kızın ismini patates baskısıyla yazmak

    1.
  39. asıl başlık, ilkokulda sevilen kızın ismini patates baskısıyla yazmak olacaktı.

    ilkokul 2. sınıftayız. patates baskısını yeni keşfedeceğimiz günler. öğretmen o gün "yarın herkes birer tane patates getirsin, size sürpriz yapacağım." dediğinde sınıfça çok heyecanlanmıştık.

    o zamanlar sınıfın sessiz ama çok tatlı kızlarından birini seviyorum. ama böyle bakıp bakıp duruyorum tüm çocukluğumla. keşke bir şeye ihtiyacı olsa da koşup yapsam diye iç geçiriyorum.

    o gün aklıma bir cinlik geldi. çok parlak zekalı(!)olduğumdan ertesi gün okula giderken biraz fazla patates götürüp öğretmene gösterip patates getirmeyi unutan arkadaşlara ve özellikle sevdiğim kız getirmemiş ise ona verip onu etkilemeye çalışacaktım. evet çok zekiydim amk.

    sabah önlüğümü giydikten sonra çantama yaklaşık 2 kilo patates koydum. evet burada da sivri zekamı konuşturup ne olur ne olmaz diye 1 kilo civarı da soğan koydum. aklımı seveyim. sonuçta sokaktaki satıcılar bile patates soğan 3 kilo 1 milyon diye bağırıyorlardı o günlerde.

    çantayı okula götürene kadar belim çıkmıştı. neyse ki sınıfa girip çantamı bıraktığımda rahatlamıştım. resim dersi geldiğinde öğretmenimiz " şimdi herkes getirdiği patatesleri çıkarsın". dedi.

    tam bu sırada sınıfı iyice kolacan edip sevdiğim kızın patates getirmemiş olmasını görünce atıldım..

    callo: örtmenim örtmenim, ben fazladan patates getirdim.
    örtmen: aferin callo, bak bir arkadaşın getirmeyı unutmus.

    bir arkadaşın dedii benim sevdiğim kızdı. çantamdan 2 kilo patates bulunan poşeti aldığım gibi öğretmene koştum. öğretmenimiz şaşkın görünüyordu.

    örtmen: callo ne kadar getirdin böyle. gerek yoktu ki bu kadar boşuna getirmişsin.
    callo: örtmenim soğan da getirdim. bakın.

    derken çantamdan 1 kiloluk soğan poşetini çıkarmış sallıyordum.

    soğanları gören herkes delicesine gülmeye başladı.

    anınısikim ben de kıpkırmızı olmuştum. herkes domates de var mı amk der gibi bakıyordu çantama doğru.

    öğretmen sınıfı susturdu, 2 tane patatesi torbadan alıp birini sevdiğim kıza verdi birini de kendisine aldı.

    sonra patatesi kesip yıldız şekli yaptı ve sulu boyayla boyayıp resim defterinin kağıdına bastırıp " işte böyle çocuklar, yapamayan söylesin yardım edeyim." dedi.

    ben olayı kavramıştım. utangaçlığım da geçmişti. aklıma başka süpersonik bir fikir geldi. sevdiğim kızın ismini patates baskısıyla yazıp ona gösterecektim.

    öncelikle patatesi ikiye ayırıp bir yarısını kalp şeklinde ortaya çıkardım. kalbin tam içine de sevdiğim kızın ismi olan elif *yazacaktım.

    elif i ters yazmalıydım ki baskı yapınca düz okunsundu. kalbin orta üst tarafına elif yazdım. kırmızıyla boyayıp resim defterime bastığımda kalp içinde elif yazısı çok güzel bir şekilde çıkmıştı. çok hoşuma gitmişti.

    ancak elif kısmı yukarıda kaldığından alt kısım epey boş görünüyordu. ben de elif in soy ismini de yazmaya kadar verdim. elif in soy ismi keşe ydi. keşe yi de yazdıktan sonra bir güzel boyayıp zaten epey dağılmış olan sınıfta elif in yanına öğretmene pek fark ettirmeden yavaşça süzüldüm.

    elif i omzundan dürttüm ve şöyle dedim.

    callo: elif sana bir şey göstereceğim.
    elif: şey teşekkür ederim patates için.
    callo: önemli değil daha istersen var biliyorsun.
    elif: hihihihi yok teşekkür ederim. ne göstereceksin peki?
    callo: bak şimdi.

    deyip elimdeki patatesi elif in resim defterine çattt diye bastırdım. birkaç saniye basılı tuttuktan sonra patatesi kaldırdım.

    aman allahım.

    çok kötü bir şey olmuştu.

    resim defterinde "elif eşek" yazıyordu. bunu gören elif ağlamaya başladı. henüz ikinci sınıftaydık çünkü. böyle bir durumda bir kız ağlardı.

    meğer keşe yi yazarken ters çevirmeyi unutmuşum. halbuki elif i çevirmiştim.

    kaderin bir cilvesiydi belki de. örtmen bana kızdı..

    ve aşık olduğum ilk kızı ağlatmıştım o gün.
    ondan sonra kimi sevdiysem ben ağladım..
    25 ...
  40. dünya dönüyor diyen galileo nun sarhoş olması

    1.
  41. Asıl başlık,

    Siz ne diyorsanız deyin dünya dönüyor diyen galileo nun sarhoş olma ihtimaliydi.

    Bilim dünyasına bomba gibi düşecek olaydır.

    - siz ne diyorsanız deyin dünya dönüyor.
    + hmm ilginç, ya bu oda, Burasi da dönüyor mu?
    - evet siz bile dönüyorsunuz?
    + ASIN şu sarhoşu. Gözüm görmesin.
    6 ...
  42. tencereler hariç bulaşık yıkayan ev arkadaşı

    1.
  43. abi sürekli de unutulmaz ki ama tencereler..

    benim ev arkadaşımdır kendisi. 3 kişi kalıyoruz aslında bulaşık makinesi bozulduğu için bulaşıklar elde yıkanıyor 3 aydır. tamire verdik, adam bunu çöpe atın dedi. biz de atmaya kıyamadık hem yerine koyacak bir şey de yok. ondan öyle duruyor külüstür.

    haftada 7 gün var, 3 e bölünmüyor amk. biz de 2-2-3 şeklinde bulaşıkları yıkayacaktık, kısa kibriti çeken de ben olunca-böyle şanssızlığın ta amk- haftada 3 gün bulaşık yıkıyorum. artık öğrenciliği aştım, kendimi bulaşıkçı gibi görüyorum. dışarıda yemek yiyelim hele "abi bulaşıkhane nerede diyesim" geliyo, pembe bulaşık eldivenlerimi ayırmıyorum hiç.

    durum bu ama mehmet adlı arkadaşım-kendisini pek severim- benden önceki 2gün bulaşık yıkıyo. amk her defasında tencereleri tavaları bırakıyo.

    her defasında soruyorum yıkadın mı diye "aa unuttum olum tencereleri" diyoe.

    abi tencere de kazan gibi mübarek. nasıl unutursun kocaman tencereyi. hayır kaşık unut abi, çay kaşığı unut, çatal unut, bıçak unut da tencere unutma be..
    18 ...
  44. bir umutla belki soğumamıştır denilen çay

    1.
  45. çayı çok seven benim gibi biriyseniz ve bir şeylerle uğraşırken o çayı içmeyi unutuyorsanız işte sizi bitiren bu umuttur arkadaşlar.

    mesela çok güzel bir çay demlediniz, lan şöyle içeyim de mis gibi diye içinizden geçirdiniz.

    sonra çok sıcak olduğu için diliniz yandı. (bkz: kaynar çay wins)

    bir yandan söverken diğer yandan çay azıcık ılısın öyle içeyim diye çayı masanın üstüne bıraktınız.

    o sırada ise filme oyuna diziye kitaba vs dalıp gittiniz.

    aradan belli bir süre sonra "hasiktir çayy." diye irkilip bir umutla lan belki soğumamıştır diye bir yudum çay içtiniz.

    evet o çay buz gibi oldu beyler. ve o umut ise içimizi köreltti.
    22 ...
  46. aptalca harekete oğlum sen aşık mısın diyen baba

    1.
  47. ilkokul 1 e gittiğim sene. baba ve annemle vesikalık çektirmeye gidiyoruz. ön koltukta annem var, ben babamın hemen arkasındayım. gümüşi tempramız var. iyi de gidiyor hani.

    vesikalık çektirdikten sonra babam okula bırakacak beni.

    foto rafet diye bir fotoğrafçı var, hala aynıdır tabelası. babam yaşlarında isminin rafet olduğunu düşündüğüm bir amca beni sandalyeye oturttu ve "buraya bak." dedi. aynen dediği gibi yapsam da 11.denemeye "oldu bu iş." dedi. rahatladım, sıkılmıştım çünkü. "2 gün sonra alırsınız" dedi babama. babam "eyvallah, iyi işler" dedi çıktık foto rafetten.

    arabaya bindim, sıcaktan kavrulmuştu araba. babam kolunu geriye attı, park ettiği yerden çıkardı arabayı. okula gitmek üzere gazladı.

    bu sırada aklıma bir fikir geldi. ellerimle babamın gözlerini kapadım, "bil bakalım ben kimim" dedim sesimi değiştirerek. arabada annem babam ben vardık zaten bu hareketin ne kadar aptalca olduğunu yıllar sonra anladım.

    annem telaşla "oğlum, baban araba kullanıyo ne yapıyorsun?" deyip ellerimi sertçe itti. ben fena bozulmuştum, halbuki bir sürpriz-neyin sürprizi be çocuk- yapmak istemiştim.

    babam da aynadan bana bakarak "oğlum aşık mısın bu ne hareket böyle?" dedi. bir anda kıpkırmızı kesildim. çünkü sınıftan suna diye bir kıza aşıktım. babama söylemeyi bırak kendime bile söyleyemiyordum daha. babam aşık olduğumu da nereden biliyordu. bir şey diyemedim.

    sonra akşam komşulara anlatıldı büyük sürprizim. gülündü kahkahalar atıldı,

    ben ise hala babamın aşık olduğumu nereden anladığını düşünüyordum.
    7 ...
  48. çok sevmişti

    1.
  49. "o doğurdu sen öldürme." diyen şairin bu gece apayrı vuran şiiri..

    (bkz: ceyhun yılmaz)

    https://www.youtube.com/watch?v=G3lqwX2_Ssw
    5 ...
  50. sevgilinin ayrıldığı gün babayla siyaset konuşmak

    1.
  51. zorunda kalmaktır aslında.
    çok zordur, daha önce kız meselelerini dahi konuşmadığınız babanızla o gün siyaset konuşmak durumunda kalırsınız.
    27 ...
  52. umut bulut topu kontrol edemedi

    1.
  53. Galatasaray maçlarında sıkça duyulan bir cümle.

    Burak ofsayt bitti, bu devam ediyor amk.

    Bir maç içinde 20 kere topu kontrol etmeyi nasıl başaramiyor bir forvet oyuncusu? Anlamıyorum. Halısahaya cagirilmaz net.
    4 ...
  54. anaokuluna gitmemiş çocuk hüznü

    1.
  55. bir zamanlar bende olan bir şeydi bu. ilkokulda herkes anlatırdı, anaokulunda şöyle böyle, uyuma saatimiz vardı, boyama yapardık, oyun oynardık falan. tabi çocuğum o zamanlar, cennet gibi bir yer sanmıştım orayı. imrenmiştim fazlasıyla..

    anaokuluna giderken herkes iyi ki ben dışarda misket oynamışım diye şimdilerde seviniyorum..

    ilerde çocuğum olsa cebine misket koyup dışarı yollamayı düşünüyorum. eve gelip beni de üterse o çocuk olmuştur.
    10 ...
  56. yalandan formüller

    2.
  57. beşik kertmesini tekmeyle beşikten düşürmek

    1.
  58. umudun hikayesi..

    anadoluda eski bir adet vardır; bebeğin emeklemekten yürümeye geçeceği anlaşıldığında ayaklarına kalınca bir ip bağlanır gevşek bir biçimde. sonra bebeği, annesi babası ellerinden tutarak ayakta kalmasını sağlarlar. ailede değerli sayılan bir büyük de çocuğun ayaklarının bağını makasla keserek "yürü bakalım." der. annesi ve babası bebeğin kollarını bıraktığından çocuk ya yere kapaklanır ya da hayattaki ilk gerçek adımlarını başarıyla atar..

    benimse ayaklarımın bağını celal amca kesmiş. bir adım atmışım, iki adım atmışım üçüncüsünde yere kapaklanmışım. şimdilerde annem onun gibi yürüdüğümü söyler hep. celal amca ben yürüdükten bir sene sonra vefat etmişti..

    celal amcanın bu dünyadan göçüp gittiğini öğrendiğimde 5 yaşındaydım.. ve hayatım boyunca yaşayacağım tüm hayal kırıklıklarının ilk adımı böyle atılmıştı..

    sonra mevsimler değişti. yıllar aktı. çocuktum anlamadım.

    meğer bir kum saatiymiş ömür. çocukluksa en hızlı düşen kum taneleri..

    5-6 yaşlarındayim, akşama kadar oyun oynamisim dışarıda, annem balkondan misafirliğe gideceğimizi söylerken ben de ter toz pislik içinde eve koşuyorum. annem yıkıyor beni ama fena bastırıyor elleriyle. kıpkırmızı banyodan çıkıp bayramlik kıyafetlerimi giyiyorum. babam bizi disarida bekliyor, arabaya binip gidiyoruz. misafirlikteyken gözlerim kapaniyo ve uyuyakalıyorum salondaki koltuklardan birinde..

    gözlerimi actigimda benim yaşlarımda cok tatlı bir kızı yatagimda görünce kiza tekme atiyorum. kız yataktan firliyo ben ağlıyorum o ağlıyo. sonra bitiyor misafirlik. ilk kez bir kıza tekmeyi böyle basiyorum. terkedilislerimin başlangıç dinamo taşıymiş megerse bu. o günden sonra lanetleniyorum gecikmeli beşik kertmesine tekme atan bir çocuk olarak..

    okula başlamıştım o yıl. sınıf fotografinda ben yoktum hasta olduğum için gidememiştim okula. bir yerlere ait olamayacağımın da farklı bir göstergesi gibiydi bu. ben yine de o zamanki parayla 250 bin verip sınıf fotoğrafıni almıştım. sınıfta benim gibi çocuklar vardı. ama bir tanesi ise öyle farklıydı ki. sapsarı saçları vardı.. işte bu kız sınıf fotoğrafında en altın en son tarafindaydı. yanına kurşun kalemle kendimi çizmeye çalıştım, o gunden beri hep o fotoğraftaki gibi her şeye sonradan dahil olmaya çalışırken buldum kendimi.

    tam "ışık ılık süt iç" fişine gelmiştik . bu kızın ismiyle ışığın ismini değiştirip öyle yazmıştım defterime. bir gün defterimi gösterecektim ona, o gün gelmedi. o günden sonra hiç gelmedi.. bense kaldırımlarda taso oynarken buldum kendimi. misket yuvarlarken buldum toz toprak içinde. ellerim ilk o zaman kirlendi.beri akşam ezanında annem yıkadı ellerimi..

    1. kattaki evimizin balkonuna ulasamayacak kadar küçük olduğum yıllardı .

    eve gidip gelesiye kadar genelde "anneeaaaaa" diye bağırir annemin başının etini yedikten sonra cocukca ne istersem söylerdim.

    - anneee balkondan topumu attt.

    - anneaaa suuuu.

    - anne misketlerim evde kalmiş atsana..

    - annee tasolarimi yollaa.

    anne yüreği işte ne desem yapar, eve çamurlu geldiğimde ellerimi yıkayıp terlikle kicima iki kere cok hafifce vururdu..

    işte bir gün yan apartmana yeni taşınan hikmet amcalarının kızına aşık olmuştum.

    iki apartman arasinda misket oynuyoruz. hikmet amcanin kızı geldi, duvara oturdu bizi izliyor.

    ben de acayip heyecanlandım. iyi oynarsam kızın etkilenicegini düşündüm.

    zaten misket oynamayi iyi bilirdim. lörtler gondikler, başı vurmalar, kuyuda hoplatmalar hep uzmanlık alanimdaydi. ama ya sevmek. işte bunu hep yanlış yapardim..

    oyun bittiginde enes ve samet in elinde misket kalmamıştı. ben de üttüğüm misketleri tekrar bunlara vererek hikmet amcanın kızına doğru bir bakiş firlattim..

    gülümsüyordu.

    öyle de güzel guluyordu ki.

    söylesem misket oynar mıydı acaba benimle diye düşündüm.

    sormadım tabi, balkonda gördüğüm anneme bağırdım, " anneaaa balkondan salçali ekmek atsana."

    annem tamam der gibi naif boynunu buktu, iceri girdi. biraz sonra elinde salcali ekmegi bana gosteriyordu. peçeteye sarmış, ellerime soğur 1 metre boşlukta birakmisti, havada kapmistim ben de. tam salçalı ekmegi yiyecekken hikmet amcanin kızının bana bakmakta olduğunu fark ettim. yanına gidip teklif ettim,

    - al ye.
    - yoo istemem.
    - neden canın çekti. hem göz hakkı diye bir şey var.
    - olsun, sen ne yiyeceksin peki.
    - ben annemden bidaha isterim. sen ye.
    - tamam ama beraber yiyelim.
    - tamam hemen geliyorum.

    balkonun önüne gittim, bağırdım tekrardan, " anneeea." diye. annem çıktı balkona salcali ekmek istedim yine. naptin biraz öncekini dediginde hikmet amcanin kizini gosterdim. gülümsedi. iki dakika içinde yapip getirdi.
    yalnız bu kez ekmek kalmadigi için, iki parca ekmegin arasina sürmüştü salçayı.

    balkondan bana doğru birakirken salçalı ekmek ikiye ayrildi.
    yere dusmesin diye birini tutmaya calisirken diğeri kafama düştü.
    evet saçlarına salça bulastigi için aşık olduğu kızla salcali ekmek yiyemeyen çocuk bendim..
    gözlerim dolmustu, hikmet amcanin kizina bir sey diyemeden eve koştum.

    annem saçlarımı yikadı.

    ellerim kirli kaldı.

    ***

    ilkokulda öğlenci sabahçı sistemi vardı. biz de öğlenciydik.
    erkenden kalkıp sınıf arkadaşlarımla saat 9 buçuk gibi okulun önünde mavi önlüklerimizle yakalıklarımızla hazır bulunuyorduk. genelde chat kola nın şişesiyle maç yapardık. adidas toplarla yapılan maçtan daha zevkli olduğuna eminim.

    işte yine bir gün o şişeyle maç yapıyoruz dar alanda 2 ye 2. sabahçılardan tanıdık 2 çocuğun topunu teneffüste vermek üzere ödünç aldık. dersteyken 40 dakika olarak geçen zaman biz oyun oynarken 40 saniye gibiydi. teneffüs zili çaldı, nöbetçi öğretmen bizi okulun bahçesinden çıkarmak için yanımıza geldi.

    - çocuklar çıkın dışarı, şimdi teneffüs vakti.
    - ama örtmenim yaa.
    - topunuzu alırım ama.
    - tamam örtmenim çıkıyoruz.

    nöbetçi öğretmen arkasını döndü, biz biraz daha oynadık. tam o sırada topun önüme çok güzel geliyor olmasıyla gazlanan ben topa öyle sert vurdum ki okulun hemen giriş kapısından çıkmakta olan bir kızın yüzünde patladı top. kız yere yığıldı. ben ve emre hemen kızın yanına koştuk. yere yığılan kızın yüzü öyle beyazdı ki alnına uzanan damarları görebiliyordum. ve orada o anda o kıza tutulmuştum.

    kız bayıldı, nöbetçi öğretmen bana ayak üstü fırça çektikten sonra kızı alıp polikliniğe götürdüler.

    çocuk kalbim sınırları zorlarken ben o kızı düşünüyordum.

    o gün o kızdan haber gelecek diye okulun duvarından kalkmadım öğlenci öğrencilerin giriş vaktine kadar. yoktu, kesin kötü bir şey olmuştu. ama olmamalıydı melekti o. meleklere bir şey olmazdı nihayetinde. garip duygularla o gün geçti.

    ertesi gün daha erkenden kalktım. büyük bir heyecanla jöleledim ve sağa doğru kaldırdım saçlarımı. babamın düğünden düğüne sıktığı parfümü de boca ettim üstüme. sonra suyla telafi ettim parfüm kutusunu. dişlerimi fırçaladım 2 dakika boyunca, ayakkabımı boyadım yepisyeni oldu adeta. okula gitmek üzere evden çıktım. çok erken çıkmıştım galiba. çünkü karşı komşumuzun ayakkabıları daha duruyordu dışarda. ahmet ti bu amcanın adı, dolmuş şoförüydü. erken giderdi yani. ama bu kez ben öyle erken gitmiştim ki daha sabahçılar okula yeni gidiyordu.

    o çocuk hevesimle dün aşık olduğum kızın yollarını gözleyecektim. okulun giriş kapısının ordaki mermerin üstüne oturdum. bekledim bekledimi herkes geldi, andımız falan okundu. okul çok kalabalık kızı kaçırmayayım diye öyle bakıyorum ki her tarafa ama bulamadım prensesimi.* evet o benim prensesimdi. andımız okundu, sabahçılar önce sırayla sonra rastgele okula girmeye başladılar. bekledim bekledim. yoktu sevdiğim. ilk derse girildi. ilk teneffüse çıkıldı. ben tek başıma o kızı bekledim. ismini bilmeden sevdiğim o kızı bekledim. gelmedi.

    tam 3 ay boyunca o kızı bekledim o mermerin üstünde..
    gelmedi..

    aşkın imkansızlığını küçük yaşımda öğrendim işte.

    aynı galaksilerde farklı gezegenlerde yaşıyorduk sevdiğimizle.

    ve umudun da bazen yetmediğini o küçük yaşımda anladım.

    ***

    sonra geçti yıllar. lise zamanlarında yan sınıftan bir kız benden hoşlanmıştı.. özel bir fen lisesinde burslu okudugumdan o kızin bana fazla geleceğini biliyordum.. küçüklük yaşlarımda öğrenmiştim ki kime baglansam o gidecekti. aslında cok guzel de bir kızdı. ama ben istemedim. o da bana benzeyen başka biriyle sevgili oldu.. ve aradan yıllar geçti. o bana benzeyen çocukla nişanlandı..

    lise 3teyken de başka bir kıza tutuldum. daha dengim olan bir kızdı. yağmurlu pazar gününde saat 6 gibi evden çıktım. anayola mesafe 10 dakika kadardı. her zamanki hızlı adımlarımı tekrarlayarak otobüs beklemeye koyuldum. hiçbir zaman vaktinde gelmeyen otobüs yine vaktinde gelmemişti ve yolun diğer tarafında sıkışan trafik beni karamsar düşünmeye itiyordu.

    ya tam zamanında buluşma yerine gidemezsem ya kız benden umudu kesip beni beklemezse? gibi gıcık ve çalışmadığım yerden gelen sorular o zamana kadar otostop çekmemiş olan beni otostopa zorladı.

    yağmurlu havaya aldırmadan elimi kaldırır kaldırmaz önümde durdu beni sevgilime götürecek araba. hemen arabaya bindim,

    - iş bankasının orda ineceğim abi.
    - tamam kardeş..

    adamın bu sevecen sözleri karşısında etkilenmiştim, hayat zordu kalleşti ama buna karşı iyiliksever adamlar da az sayıda değildi.

    yağmura bakarak sevdiğimi düşünüyor gözlerinde kaybolacağım anı bekliyordum.

    iş bankasını önüne geldik, tam arabadan iniyordum ki o kedi gibi adam canavara dönüşmüştü...

    - hopppp kardeşim parayı vermeden nereye gidiyorsun?
    - ne parası abi?
    - lan bu taksiyi babanın arabası mı sandın?
    - taksi mii?
    - evet 20 lirayı alayım..
    - buyur abi..

    deyip son kalan parayı uzattım. araba uzaklaşırken taksi oldugunu belirten isikli isaret daha yeni yanmaya baslamisti.. o aksam hava karanlık ve yağmurlu olduğundan gelen ticari taksiyi normal bir araba sanmistim. tabi ki sari ışığının yanmamamasi asil sebepti.

    beş parasız kalmış, ilk kez otostop çekecekken elime yüzüme bulaştırmıştım.

    buluşma yerine gidip uzaktan baktım.. sevdiğim sevgilim benibekliyor bir yandan saatine bakıyordu. param yoktu yanına gidemezdim, içeceği kahvenin parasını ona ödettiremezdim..

    üniversite sınavlarına az kalmıştı. gece gündüz internet kafelerde surttugumuz yıllar.. 3 kafa dengi arkadaş takılıyoruz, taylan internet diye bir yerde.. internet kafenin sahibi ali abiyle aramiz cok iyiydi. onu çok severdik. zaten ne zaman dertli olduğumuzu anlasa gelip bize ogutler verirdi. ama hepimizin yaşadıklarını sanki daha önce kendisi yaşamıştı. cok şey görmüş bir adamdı. sınava gunler kala bir dersane çıkışında kendisinin akciğer kanseri olduğunu öğrendik. koskoca adam sağlamıştı yanımızda. aradan 1 ay geçmeden tabutunu taşıdık. ellerimize ölüm bulaştı. yıkayan olmadı..

    **

    üniversite başladı, dersaneden eski arkadaşlarla bulusmalar oluyordu. yarıyıl tatilinde yine bir bulusma ayarladik. her zamanki kafede buluşacaktik. normalde kimseyi bekletmeyi sevmezdim ama biraz da uyuşuk sayilirdim. bulusma saatine dogru evden ciktim. hizli yurusem de bizimkiler meraklanmış olmalıydı çünkü geç bile kalmıştım. yağmur hızlanmıştı, şemsiyemi neden almadım diye düşündüm bir an için. sırılsıklamın da ötesine geçmiştim artık. şifayı kapmak için bu kadar istekli davranmamıştım daha önce. yağmura ayak uyduran adımlarımla hafif yokuş aşağı giden uzun sokakta ilerledim. bir sağa bir sola özensizce park edilen arabaları tekmelemek istedim. yapmadım. önüme bakarak yürümeye devam ettim. yere düşen yağmur damlalarına tek tek basa basa yürüdüm. uzun ve dar sokağın sonundan sola dönüp geniş caddeye çıktım. artık iş çıkışı saatleriydi. cadde her günkünden biraz daha kalabalıktı. rüzgar tam karşımdan hışımla esiyordu..güneş yeniden boy göstermişti kül rengi bulutların arasından..

    arkadaşlarımın bulunduğu kafenin önüne kadar geldim. yağmur yavaşça yağıyor, güneş de yağmur suyunu yavaşça ısıtıyordu. kafenin kapısı açıldı ve dışarıya kahve renginin en güzelini gözlerinde taşıyan bir kız çıktı. o anda sanki tüm yağmur damlaları asılı kalmıştı havada. ve sanki her damlada bir gökkuşağı oluşmuştu. dünya çoktan bırakmıştı dönmeyi. sanki tüm evren benim gözlerimin baktığı yere bakıyordu.. kahverengi saçlarını şöylece sağına doğru attı usulca. arkadaşlarının yanında bir melekti adeta. ve ben ona hayran bir şekilde bakakalmıştım. şapşal bir gülümseme vardı kesin o an yüzümde. ya karşımda; dünyanın en güzel gülümsemesi. bir arkadaşı bir şey anlatıyordu, bu kız da ona gülüyordu galiba. hep gülsündü o, ne güzel gülmekti o öyle..

    aralarında kahve gözlü meleğin de bulunduğu dört beş kişilik grup önümden yavaşça gittiler. ben ise kafenin hemen beş adım önünde saplanmıştım yere.
    dünya durmuştu ya artık ben de durmuştum..

    epey bir zaman öylece kalakalmışım kafenin önünde sırılsıklam bir şekilde. havada asılı duran tüm yağmur damlaları aynı anda harekete geçiyor yer in çekim gücüne karşı koyamayarak. ve dünya yeniden usul usul dönmeye başlıyor. kimse farkında değil belki ama dünya bir duruyor bir dönüyor bu hayatta.

    bir melodi dolaşıyor kulaklarımda, tanıdık bir melodi. cep telefonumun çaldığını geç de olsa anlıyorum ama bir mutluluk ki bütün bedenime yayılmış, yüzümde daha önce görülmemiş bir aptal gülümsemesi.. ve dünya hızla döndükçe ben de normale dönüyorum. arkadaşlarım kafenin dışına çıkmış, şaşkın bir halde bana bakıyorlar. ben ise diyecek bir şey bulamıyorum bu yaşadıklarıma..

    " abi ne oldu?" diye soruyor ahmet.
    "bir şeyim yok, iyiyim." diyorum hafifçe duraksayıp.
    selçuk kolumdan tutup "hadi içeri geçelim, anlat bir şeyler olmuş sana." diyor.
    " tamam kardeşim." diyorum ve iki yanımda iki kol kafeye giriyoruz.

    durumu arkadaşlarıma anlattim. birkac gün o kafede pinekledik. sonra toprak gözlü melek geldiğinde hasbelkader tanıdık arkadaşları araya sokup tanışma firsati elde ettim.

    sonra sevgili olduk..

    3 seneden fazla oldu. 3 seneden fazla süren uzak mesafe ilişkisi. cok yiprandik. kadere mi bu yazilmisti yoksa kendi kaderimi kendim mi çiziyordum? bilmiyordum. ama böylesini çizmeyi asla istemezdim..

    deliler gibi severken sevdiğin kıza dokunamamak, kokusunu hissedememek öyle kötüydü ki. ama hep bir umut taşıdım. sonunun güzel olacağını düşündüm hep.

    bir aralık ayında geldi ayrılık vakti.
    bir ayrılık ayında..

    bu kez ellerim değildi kirlenen.
    kalbimdi..
    24 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük