birebir çevirdiğinizde "kronolojik züppelik" olarak ifade edilebilir fakat kavramın muhtevasını ne kadar karşılar o farklı bir tartışma konusu. ilk defa c.s. lewis ve owen barfield tarafından ortaya atılmıştır ve kısaca bir fikrin sadece çok eski bir tarihte ortaya çıkması nedeniyle yanlış olduğunun iddia edilmesinin yanlış olduğunu ifade etmektedir.
örneğin: tekerlek çok saçma çünkü mö 3500 yılında bulunmuştur.
bir antlaşmanın yalnız taraflar arasında hüküm ifade etmesidir. bir diğer deyişle başkaları arasında yapılan antlaşmalar üçüncü taraflar bakımından hak ve yükümlülük yaratmamaktadır.
mustafa kemal paşa ve heyeti temsiliye üyelerinin 27 aralık 1919'da ankara'ya ilk gelişleri, ankaralılar tarafından "kızıca gün" olarak adlandırılmıştır. yazar nurten arslan'a göre kızılca gün bir beyliğin ya da devletin yıkıldığı gündür. türkler bir beylik yahut devlet yıkılırken o kızılca günde seğmen düzerek yeni bir "bey" seçerler. yani ankaralılar bu bağlamda osmanlı'nın çökeceğini öngörmüşler ve mustafa kemal'i yeni beyleri olarak görmüşlerdir.
yaklaşık 3700 yıl önce avrupa'nın ilk büyük uygarlığının kurulduğu girit adasında yaşamış olan halk. uluslararası ticaretin öncüleri olarak bilinirler.
babası 1. heinrich, "karl der grosse" dan beri devam eden geleneği bozmuş ve ülkeyi oğulları arasında paylaştırmak yerine sadece birinin kral olmasını tercih etmiştir. böylece tarihteki ilk ve gerçek alman krallığı'nın temelleri atılmıştır.
1. otto bugün kuzey-ren westfalya eyaletinin en batısında yer alan aachen şehrinde kral ilan edilmiştir. ortaçağ almanya'sında bir başkent ya da yönetim merkezi olmadığından ve bu nedenle otto'nun yılın 180 günü 2000 kişilik grubuyla tüm almanya'yı dolaşması gerektiğinden, kendisine "yolcu kral" denilmiştir.
1. otto döneminde almanlara en büyük tehidi "magyarlar" (macarlar) oluşturmaktaydı. 10 ağustos 955'te tüm alman savaşçıları macarlara karşı savaşmak için güney almanya'da ki augsburg kentinde toplanmışlar ve sonuç olarak savaşı kazanmışlardır. "lechfeld/augsburg muharebesi" olarak tarihe geçen bu savaş alman kimliğinin ve imparatorluğunun doğumu olarak kabul edilmektedir.
961 yılına gelindiğinde papa 5. johannes, düşmanlarına karşı otto'dan yardım talebinde bulunur ve onu roma'ya davet eder. otto, papa'nın düşmanlarını yener ve 962'de petrus kilisesinde imparator ilan edilir.
1075 tarihinde papa 7. gregor tarafından kaleme alınan 27 maddelik içerik. buna göre; papa, imparatorları tacından etme hakkına sahip olmakla beraber sadece kendisinin dünyada tanrı'nın vekili olduğu ve dolayısıyla tüm yöneticilerden üstün olduğu belirtilmiştir.
'türk milleti zekidir'. kesinlikle. fakat 'türk milleti çalışkandır' sözü en azından günümüz için ne kadar geçerlidir tartışılır. başlıktaki soru gayet açık ve net. cevabı da öyle; disiplinsizlik, hantallık ve organize olma da ki becerisizlik.
türkün bir gün içerisinde en ufak bir işini dahi halletmesi genellikle mümkün değildir (her ne kadar genellemelerden hoşlanmasam da bu seferlik yapacak bir şey yok). nitekim işinizi halletmekle mükellef olan 'don, sir, mr.' (daha aklınıza ne kadar asil unvan geliyorsa) devlet memuru ya da yetkili nedense her işte uzman ancak kendi asli görevinde bir acemi olup, topu başkasına atmakta bir ustadır. tabii bir de gerçekten kendi işinde uzman oldu mu tadından yenmez. o zaman baya bir çekeceğiniz var demektir. çünkü 'o' 'kutsal varlığın' gözünde siz hiçbir şeyden anlamayan ve muhtemelen şu hayatta hiçbir işe yaramayacak acınası bir mahlûkatsınızdır. o isterse işiniz olur, istemezse yine olur ama baya bir ya sabır çektikten sonra. o keyfi isterse size her zaman ulaşabilir ama siz ona asla ulaşamazsınız. mütehammil yani tahammül eden ve müsamaha gösteren o değil siz olmalısınızdır. o olmazsa siz bir hiçsinizdir.
neyse işin lagaluga kısmını bir kenara bırakarak biraz ciddiyetle olayı kısaca ele alalım. yukarıda biraz mübalağa ile anlattığım durum ile birçoğumuz şüphesiz karşı karşıya kalmışızdır. yazdıklarım ile tüm memurları ya da özel kurumlarda çalışanları zan altında bırakmak amacım değil, haddim de değil. nitekim yukarıda zikredilen dengesizler ile eli öpülesi güzide ve aklıselim çalışanların ayırt edilmesi gerekmektedir. benim eleştirmek istediğim grup çok şükür ki küçük bir kısmı oluşturmakta (ya da en azından ben öyle kabullenmek istiyorum). ancak bu küçük grup dahi insana illallah dedirtmekte oldukça başarılı.
yapılması gereken nedir?
hak aramak. hem de sonuna kadar, inatla. ama çoğu kez yaptığımız gibi sövüp, saymakla değil. tamam, ortalığı ayağa kaldıralım kaldırmasına ama bunu yaparken de kantarın topuzunu kaçırıp haklıyken haksız duruma düşmeyelim. her ne kadar şikayette bulunabilecek mercilerin az olması ya da sembolik olmaktan öteye geçememesi ayrı bir sorun teşkil etse de yapan yapanın yanına kar kalmamalı. yapılan her türlü terbiyesizliği sineye çekmek, terbiyesizlerin terbiyesizliklerini meşru görmelerinden başka bir işe yaramaz.
bir de 'yok efendim o kişiler her gün bin bir türlü insanın ağız kokusunu çekmek zorundalar dolayısıyla biraz sinirli olmalarını mazur görmek lazım' mantığı kabul edilemez. maalesef herkes istediği, arzu ettiği iş ile hayatını kazanmıyor. sevmediği bir iş ile meşgul olan olanların sayısı çok. fakat kimse sırf karşısındaki sevmediği bir iş yaptığı için ya da gün içerisinde birçok kişi ile muhatap olma zorunluluğundan kaynaklanan yoğunluk ve stres nedeniyle 'ağız kokusu' çekmek zorunda değil.
çok garipsediğim bir durum. nedense her sunum için genelde bir powerpoint hazırlanır, emek verilir ama en azından benim için hep hüsranla sonuçlanır. çünkü nedense sadece sunum boyunca slaytlara yerleştirilen cümleler okunur ve görsel anlamda adam akıllı bir şey sunulmaz. hayır sadece slayttan okuyacaksan neden sunum yaparsın ki? ver bize fotokopileri biz okuruz sıkıntı yok. daha da enteresan olan hocaların bu duruma her hangi tepki koymamaları. öğrenci çıkar tahtaya slaytlarda ki cümleleri birebir okur ve sunum biter. hoca da eyvallah der geçer.
en somut örnek uzaylılar olurdu herhalde. varlar mı, yoklar mı en azından biz sıradan garibanlar kesin olarak bilemiyoruz ama ne zaman bir dünya dışı varlıktan bahsedilse akla saldırı, istila gibi şeyler geliyor.
avrupa devletler sistemi ile 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başından sonraki dönemde, ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla oluşan devletler sistemi ifade edilmektedir. bu sistem, orta çağın papa ve imparatorun şahsında ifade edilen tek bir hıristiyan ülkesi anlayışının yerine çoğul ulus-devletlerin kurulmasıyla meydana gelmiştir. ilk etapta batı avrupa ülkelerinde gelişen bu sistem, güney ve doğu avrupa'nın da entegre edilmesiyle 17. yüzyılda tüm avrupa'yı kapsamış, avrupa'nın deniz aşırı genişlemesi süreci ile 18. yüzyıl sonunda tüm yerküreyi içine almıştır. avrupa devletler sisteminin genel kabul gören başlıca kurumlar; 'diplomasi, güç dengesi, uluslararası hukuk ve büyük güçler'dir. avrupa devletler sistemi yalnız bu kurumlarla açıklanamayacağı gibi, bu kurumların da sürekli ve değişmez oldukları söylenemez. sistemin tarihsel süreci esnasında savaş, ittifak, vesayet ve bitaraflık gibi başka kurumlar var olmuşsa da en tanımlayıcı kurumlar yukarıdaki dört kurum olmuştur
aslında başlık alevi-sünni, türk-kürt, muhafazakar-laik arasında ki 'soğuk savaş' nasıl biter olacaktı ama malum sınırlı karakterle bu kadar oldu artık idare edin. provokasyon olsun diye değil gerçekten sözlük ahalisinin bu konudaki fikirlerini almak için açtım bu başlığı. her ne kadar 'hepimiz kardeşiz' türkülerini mırıldansak da bu kesimlerin arasında bir 'çatışmanın' olduğu ortada. çatışma belki biraz ağır kaçmış olabilir. bunun yerine 'ayrım' da diyebiliriz. son bir şeyi daha belirteyim. türk-kürt ayrımından kastım türkiye ile malum terör örgütü arasında ki çatışma değil. daha çok insanlar arasında ki var olan ayrım. bir de muhafazakarın karşıtı olarak laik dedim. bireylerin laik olamayacağı gerçeği göz önünde bulundurulursa bu belki doğru bir ifade olmaz ama laik yerine kullanılabilecek olan seküler kavramı da bu zıtlığı tam olarak karşılamayacaktı. daha fazla kafa ütülemeden sorayım, siz ne diyorsunuz ey ahali.
kocaeli üniversitesi, uluslararası ilişkiler bölümü hocalarındandır kendisi. istanbul ve boğaziçi üniversitelerinde eğitim görmüş ve balkanlar üzerine uzmanlaşmıştır. dersleri rahat, sınavları kolaydır. insan olarak ta oldukça rahattır. odasına gidip hiç ezilip büzülmeden muhabbet edebilirsiniz. son olarak ise anlatmaktan çok yazmayı sevdiğini düşündüğüm hocamızın kaleme almış olduğu bir dünya makalesi vardır.
üniversite yıllarındayken (sanki aradan elli yıl geçmiş gibi oldu ama idare edin artık) türk dış politikası dersinde kıbrıs sorununu işliyorduk. Konunun uzmanı olan hocamızı dinlerken aklıma bir soru takıldı ve sordum. fakat hocamızın uzun uzadıya verdiği cevap arasında sorunun cevabı haricinde her şey vardı. Bunları hocamı kötülemek için anlatmıyorum, yanlış anlaşılmasın. anlaşılan o ki ilk defa böyle bir soru ile karşı karşıya kalmıştı ve 'bu konu hakkında maalesef bir bilgim yok' ya da sadece 'bilmiyorum' demek yerine soruma uzaktan yakından alakası olmayan bin bir türlü bilgi ile cevap vermeye çalışmıştı.
maalesef 'bilmiyorum' demek sanki bir acizlik göstergesiymiş gibi algılanmakta. bir konu hakkında en ufak bir bilgi ya da fikrimiz olmasa dahi lafı dolandırıp dolandırıp bir şekilde cevap vermeyi, kısaca bilmiyorum demeye tercih ediyoruz. sanki bilmemek ayıp bir şeymiş gibi.
bu durum komplo teorilerine olan düşkünlüğümüzü de biraz açıklar gibi sanki. bilmediğimiz, açıklayamadığımız olayları anında amerikaya (arkasında da zaten israil var) ya da ona buna bağlamayı adet haline getirdik. tamam, sırf kendi savımı güçlendirmek adına 'tüm komplo teorileri saçmalıktır kardeşim' diyemeyeceğim fakat her bilinmeyen karşısında desteksiz sallamanın ve işin kolayına kaçmanın bir manası yok. kısacası bilmemek acizlik değil, hele hele ayıp hiç değil. bilmiyorsak bilmiyoruzdur. araştırır, öğreniriz. ne demiş büyüklerimiz 'bilmiyorum demek, ilmin yarısıdır'. hey gidi heyyy.
'adeta devlet', 'devlet benzeri', 'hemen hemen devlet' anlamına gelen latince kökenli politik kavram. bu 'devletimsi devletler' hukuki açıdan meşruiyete sahip olmakla beraber uluslararası camiada da devlet olarak kabul edilirler ancak bu tür devletlerin hukuku ve iktidarı düzenleyen kurumsal yapıları yoktur. insan hakları ve toplumsal refahı koruyup sağlayacak bir anayasal ve siyasal yapıya sahip değillerdir. örnek: afganistan, sierra leone, ırak.
sloganı 'önce türkiye cumhuriyeti' olan aylık siyaset ve kültür dergisidir. internet ortamında yayınlanmaktadır. muhalif bir çizgisi olmakla beraber hiç bir kişi, kurum ya da kuruluştan ekonomik destek almamaktadır.
ege üniversitesi, uluslararası ilişkiler bölümü hocalarından. kendisi oldukça bilgili, çalışkan ve azimlidir. ayrıca izmir ekonomi üniversitesinde de ders vermektedir. dersten derse, konferanstan konferansa, ülkeden ülkeye sürekli bir aksiyon halindedir. dersleri zevkli, kalabalık ve zordur. ama örnek bir akademisyen midir? evet öyledir.