öyle bir dönemdeyiz ki, insanlara şehirlerde maaşlı işler önerdiler, toprağın insanları, topraklarını terkedip, şehirlerdeki garantili işlere kapağı attılar.
kıdem tazminatı gaspı, maaş zamlarının sürekli düşmesi, devlette çalışanların bile memur kanununun değişmesi ile garantili işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaları gibi olaylarla bu sağlamcı anlayış çökecek.
türkiye'de ilk defa seksenlerin başında kırsal kesimlerde yaşayan insanların sayısı şehirlerde yaşayanların altında kaldı. şimdi artık beşte bir oranına düştü.
özetle, toprağını satan, şehre kapağı attı. şimdiyse, yüksek vergisiyle, kriziyle, bir bardak suyun bile parasız verilmediği acımasız ortamıyla şehirlerde topraklarından uzakta yaşıyor insanlar. hem de dünyada açlığı katlayacak su savaşlarının, gıda darboğazlarının olacağı yeni dönemin başında.
tüy dikecek olan da otoriter rejimlerle yönetilen ülkeler olacak. yalnızca türkiye değil, avrupa'sından amerika'sına, sömürülen afrika'sından parlayan güneş uzak doğu ülkelerine kadar otoriter rejimler yerleşecek. din veya iman sahibi olmak gündemden çıkacak, açla tok arasında bir mücadele başlayacak.
toprağına sahip çık sağ duyu sahibi insanlar oluşturmak amacıyla bu zorlu ortamda verilecek verilecek bir tavsiyedir. elinizde üç kuruş birikiminiz varsa, onunla kendi çapınızda ya da yakınlarınızla, arkadaşlarınız veya akrabalarınızla birlikte, güvenebileceğiniz yerli tohum kullanarak ekim dikim yapabileceğiniz bir toprak parçası edinmeye bakın.
bir yandan kitleleri silindir gibi ezecek bir ekonomik kriz geliyor, öte yandan gıda terörizmi ve küresel gıda tekelinin baskısı zorlamaya başladı.
elinizi çabuk tutun, yoksa en verimli ve sulak arazileri ya tohum ve gıda tekellerine kaptıracağız, ya da gıdasını başka ülkelerden temin eden, türkiye'yi yılda birkaç aylığına turistik amaçlarla kullanacak dünya zenginlerinin rahatlıkla erişebilecekleri konutlar üreten inşaat şirketlerine.
lütfen en azından bu konuda biraz okuyun, inceleyin. kaybedeceğiniz yalnızca birkaç saat olabilir ama kazancınız belki de kuşakların geleceği olacak.*
yaz saati türkiye'de sürekli hale geldiğinde, avrupalı ve amerikan yazılım firmalarının hemen tüm elektronik takvim programları birkaç ay süren program hatalarıyla boğuşmuştu.
en basitinden türk havayollarının gps takip programlarında ekranlar 1 saat geriden gösteriyordu uçuş bilgilerini; 1 ay sonrasında bile.
şimdi benzer birşey diğer ülkelerde 26 mart'ta tekrar yaz saatlerine geçişte ortaya çıkar mı bilmiyorum.
seçsis denilern garabet bu durumdan etkilenir mi bilmiyorum.
ancak böyle bir saat farkının fırsat bulunursa kim tarafından avantaja çevrilmeye çalışılacağını oldukça net biliyorum.*
sibel edmonds'un bir makalesinde son kullanma tarihi dolduğu iddia edilen başbakan recep tayyip erdoğan'a cia tarafından sunulan seçeneklerdir efendim.
--spoiler--
erdoğan'a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız; birincisi, geri adım atacaksın, herşeyi geri saracak, israil'le ilişkilerini düzeltecek, çin'den silah almaktan vazgeçeceksin, şangay'dan uzak duracaksın, gülen'den özür dileyeceksin, bu senin birinci seçeneğin.
ikinci seçeneğin, sessizce istifa edip gideceksin. çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik (ç.n: chp!). şu ana kadar çalıp çırptığın paraları da beraberinde götürebilirsin. senden öncekiler de çaldı, sen de çaldın, ve bunlarla ingiltere'ye gitmene izin vereceğiz.
üçüncü seçeneğin ise bizi beklemek olacaktır ki bu sana iki senaryo sunar; kaddafi gibi, saddam gibi yokedilirsin, seni taksim meydanında, gezi parkı'nda öldürürüz. ikinci senaryo da, mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin, seni ingiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.
işte şu anda, erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. bu seçenekler kaddafi, saddam ve mübarek'e sunulanlarla aynı, cia böyle çalışıyor. senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor.
ve birkaç ay içinde sonucu göreceğiz çünkü bu durum fazla uzun sürmeyecek.
--spoiler--
makalenin tamamına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
dün ananas dediği koç'un ford'una binip gülücükler dağıtıyordu, perhizi de lahana turşusu da belli...
devri geçecek. sadece kendine değil, yandaşına, çoluğuna, çocuğuna sağam zarar vermiş olacak.
o kadar kötü durumda ki, muhalif tek bir sese tahammül edemez duruma geldi. ne cumhurbaşkanı adayıyım diyebiliyor, ne de değilim. nabız yokluyor; malum pabuç pahalı...*
edit 1: yalnızca halkından korkan adamı dün itibariyle ananasçıların açılışında gördük. hem halkından hem ananasçılardan korktuğu için ses gür sanırım... haa bir de ananasçılar ağaoğlu'ndan ihaleyi de kaptılar. demek ki faiz lobisinin eli bükülemeyince öpülüyormuş.
edit 2: eheh, kefenle çıktı, bir milyar avro ile devam etti... öyle değil mi babacık babacık cicikuş cicikuş, ya da diğer mahdumun deyimiyle, popiş?*
13 mayıs 2014 soma maden ocağı kazası sonrası yaralı kurtulan işçinin, kendisini hastaneye taşıyacak ambulans sedyesi kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak istemesine benzer bir durumdur efendim.
halkını korumak ve kollamakla, güvenli ve sağlıklı kılmakla yükümlü devletin hükümeti, üstüne kara çalınmasın diye şu anda bu olayı örtbas etmenin yollarını arıyor.
dün gece 12'ye kadar inatla doğru dürüst bir haber yaptırtmadılar medyaya, bu sabah saat 5'e kadar resmi olarak 17 ölü var dedirttiler.
evet, belki bekledikleri budur; çıkartalım çizmelerimizi, kollarımız bacaklarımız kömür karası, kan kırmızısı ama, biz karaçalmayalım, kirletmeyelim bizi bu durumdan korumak ve kollamakla yükümlü yöneticilerimize!
şurada da bu korkunç cehapeli davranışına karşılık veren başbakan izmirlileri, miting sonrası geldikleri anadolu şehirlerindeki evlerine dönerken görülmektedir*;
muhtemelen yakın dönemde en çok konuşulacak konulardan birisidir.
tanım olarak, tayyip erdoğan'ın özellikle üçüncü başbakanlık dönemi sırasında yapılan eylemlerin tek sorumlusu olarak suçlanacağı dönemde içine gireceği pozisyondur.
obama'nın beyzbol sopasıyla açılışı yaptığı, mehmet barlas, nazlı ılıcak, bülent arınç üçlemesi ve dedikodulardan bilinen fethullah gülen'in çıkışları ile yol alan bir dönemin sonunda görülecektir.
özellikle ikinci paragrafın sonunda bulunan aşağıdaki bölüme dikkatinizi çekmek istiyorum.
"
erdoğan, suriyede belirli hedeflere yönelik sınırlı ve küçük çaplı bir askeri operasyonun tatmin edici olmayacağını vurgulayarak, abd yönetiminin işaret ettiği operasyon tarzı konusunda, kosova olayını burada sergilemeleridir aslolan. yoksa 24 saatte uğra çekil, bu olmaz. aklımda kaldığı kadarıyla 78 gün kosovada bir mücadele sürdü. ondan sonra iş temizlendi. çünkü burada rejimi zayıf düşürmek veya rejimi şu anda artık bu işi bırakma noktasına getirmektir aslolan diye konuştu.
"
demek ki rejimlerin zamanı gelince bıraktırılması gerektiğine inanan bir başbakan tarafından yönetiliyoruz.
darbecilik, sadece kendi ülkesinde askerleri sindirmekle olmuyor demek ki...*
edit: ışık hızıyla canını sıkmışız birilerinin. ee tabi, türkiye'de diktatörlük yok, kürtajından içkisine, eğitim yaşından çocuk sayısına kadar herşeye bir kişi karar vermediği için, aklı karışıyor insanların...*
ikinci edit: "nato'nun libya'da ne işi var" diye kükreyerek verdiği beyanatından bir hafta sonra nato'yu allayıp pullayan başbakandan beklenen tavırdır efendim bu. ayrıca şimdi diktatör olarak lanse ettiği kişiyle boy boy fotoğraf çektiren de kendisidir; o zaman diktatör değil miydi bu adam? azıcık tutarlı olun be, dansözlükten taviz vermemek nasıl bir mide gerektiriyor kim bilir?
ayrıca türkiye'de babadan oğula geçen iktidar değil, refah seviyesi var. hani şu gemiciklerden bahsediyorum. bu da diktatörlük değil midir? haa tabii, bal tutan parmağını yalar...*
kemalistlerle savaşa girmek ile kıyaslandığında, kemalistler'e kara çalanların ne düşündüklerini merak ettiren bir durumdur efendim.
sabahtan akşama kemalistler'e kin, nefret, vb. kusanlar, abd'de ikamet eden zat-ı muhteremin takipçisi olup, hangi yüzle savaşa falan girebilecektir, merak konusudur.*
türkiye'de olası bir iç savaş çıkarsa, ne kadar süreyle devam edeceğine ilişkin tahmindir efendim.
benim tahminim muhtemelen 1 hafta kadar sürer. bu tahmini şu olguya bakarak yapıyorum; polisi askere karşı yetiştiriyorlardı, ancak dün akşam gördük ki polis gezi parkı eylemcilerine bile yetemeyip jandarmadan yardım istemek durumunda kaldı.
ancak bu olay aynı zamanda türkiye'de iç savaş çıkmayacağının da göstergesidir. türk ordusu her daim bu cumhuriyetin ve dışarıdan gelecek tehditlere karşı türk ulusu'nun teminatıdır.
taksim gezi parkı olayları'nın başından beri verdiği demeçler ve yandaş medyanın beslemelerinin iddialarına göre, türkiye cumhuriyeti devleti başbakanı recep tayyip erdoğan'dır.
öyle bir durumdur ki bu, avm yapmak, dış güçlerin hain planlarına karşı çıkmanın yolu olmuşmuş...
şimdi de avm yapılmayacakmış...**
kardeşim, şu başlığa iyi bakın, başından beri adamın iddiası bu.
ee, türk milleti bunu da yeseydi, sizce de komik olmaz mıydı?*
taksim gezi parkı olayları sırasında direnişçiler kadar ürkek de olsa yandaş medya, muhalefet ve bazı iktidar yöneticilerinin, ve hatta cumhurbaşkanının bile yapmaya uğraştığı, başbakanı artık basiretli olmaya davet etme çalışmasıdır.
hele başbakan kuzey afrika'ya giderken basın toplantısında yaptığı konuşma sırasında barınç'ın yüzünü görmek lazımdı, "bin şu uçağa da git artık" der gibi bakıyordu...*
ülkenin çiftçisine ananı da al git diyen başbakana, geçen hafta taksim gezi parkı olayları sırasında yalakalık yapan haber kanallarının habercilik yapmak yerine, penguen belgeseli yayınlamasından mütevellit, söylenebilecek sözdür efendim...*
daha önce oy verdikleri parti ne kadar yanlış yaparsa yapsın desteklemelerinden anlaşılabilecek analizdir efendim.
seçimleri maç sanıp, döşemeye dayalı bir siyasal geleneğin temsilcileri oldukları sürece de, seçtikleri partinin kendilerine döşemesine sonsuza dek ses çıkarmayacakları da aşikardır.*
edit: bu kadar kızmayın yahu... tabi canım tabi güzelim, gelsin başbakan, bizi ona öptürürsün biliyorum...*
