c e o
62 (self sufficient)
yedinci nesil yazar 0 takipçi 2.00 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    gömlek giyen adamlar

    1.
  1. aşağıda bahsi geçen adam da gömlek giyen adamlara örnektir.

    ben çoğu zaman gömlek giyerim ve birden çok gömleğim vardır benim, mesela lacivert ve yakasından beline inen dik çizgileri olan gömleğimle çok iyi ders çalışırım, kütüphanede hayattan bezip uyumaya yeltendiğinde adamı sıcak tutar ayrıca, o gömlek öğrenci kubilayın gömleğidir ve o gömleğimle girdiğim derslerin hiç birinden de kalmam, ayrı bir enerji alırım ondan. bir başka gömleğim vardır onu da bana efendi bir görünüş kattığı için severim, o üzerimdeyken adeta içimdeki istanbul beyefendisini salıveririm dışarıya, yakaları diktir ve bana kendimi güçlü göründüğümü hissettirir, tam nevizade'de rakı içilecek gömlektir hani. gel gelelim bir diğer gömleğim ise dik yakaları olan gömleğimin aksine içimdeki ortam çocuğunu, gece adamını dışarıya çıkartır ki bu adamı/çocuğu ortalarda gören ve beni normalde de tanıyan insan sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmez, normalde de tanıyan dedim çünkü bu gömleğimle beni normalde tanımayan bir kaç yüz kişinin gözlerinin içine bakarak hiçte adetim olmamasına karşın eğ-len-ce diye bağırmışlığım var, detaylarını hatırlamıyorum. ayrıca bu bahsettiğim serseri gömleğinle çok fazla günah işleyebiliyor insan. sıra diğer gömleklerimde, üç adet beyaz bir adet buz mavisi ve açık pembe, beraberinde de bir adet lila rengi gömleğim vardır, bunlar ise "bangacı" kubilay'ın takım elbise giyerken üzerine kravat bağladığı gömleklerdir, duygusallıktan uzak tam bir düzen adamı gösterir bunlar beni ki bu benim çokça hoşuma gider. bu gömleklerim üzerimdeyken genellikle mevduatında milyon türk lirası olan adamlarla telefonda konuşurum tabi bu sırada bir bankanın x şubesinin birinde bir masada inerli çıkarlı koltukta oturuyor olurum. şu anda dolabımda ütüsüz duran bu gömleklerin ütülü halleriyle en fazla elli milyon tl nin yanına yaklaşabilmişimdir bu yüzden dolabımdaki ütüsüz halleriyle beş para edeceklerini sanmıyorum. başka bir gömleğimden bahsetmek istersemde bu gömlek benim türbe yeşili gömleğim olur ki bu gömleğimi ben "depresyon hırkası" niyetine giyerim bana huzur verdiğine inancım hala sonsuzdur ve daha fazla ondan bahsetmek istemiyorum. gelelim bir diğer gömleğime, bu gömleğim ise benim genç girişimici gömleğimdir, hangi vakit yeni işler peşinde koşmaya niyetlensem bu gömleğimle ilişkilerimi sürdürürüm, otelcilikten kitapçılığa, turizimden zeytinyağı üretimine kadar düşündüğüm bütün işlerin ilişkilerini bu gömleğimle yürüttüm, henüz muvaffak olmuş değilim hiç birinde ama ticaret ve sanayi odalarında yahudi para babalarıyla konuşurken yahut hostel yapılmak üzere bir binayı satın alıyor gibi yapıp binanın fiyatını konuştuğum işin kurdu emlakçıların ve tefecilerin karşısında bu gömleğim beni çok iyi taşıyor ona sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. son ve galiba en değerli gömleğim ise benim romantik adam gömleğimdir, ve ondan burada bahsederek değerini yitirmesini istemiyorum. konuyu kapatırken şunu da belirtmek isterim, yakın zamanda kendi kendimi ikna edebilirsem eğer cumartesi günlerine özel saklanan iç çamaşırlarından bahsedicem. öbdüm.
    1 ...
  2. bir kendini beğenmiş adamın hikayesi

    1.
  3. kimi zaman şöyle bir hikaye de olabilir;

    kendim diye söylemiyorum, o kadar herşeye rağmenciyim ki, o kadar herşeyin üstesinden gelme yeteneğine sahibim ki çoğu zaman kendime şaşırmaktan alıkoyamıyorum yine kendimi. küllerinden doğan anka kuşu misali her ne kadar kafdağının ardını planlasam da bu pek mümkün görünmüyor şimdilik benim için, ama o dağın ardına gitmenin bin bir türlü planını da yapmıyor değilim arka planda, içinde bulunduğumuz zaman dilimlerinde yitirsem bile değiştirme şansımı, soluklanıp tekrar denemek ve tekrar denemek ta ki başarana kadar, içgüdülerimde var malesef. hiç kimsenin de gelip 90'ların atari solonu klişesini kulağıma fısıldayıp " geçemiyorsan geçiyim abi" diyeceği yok, bundan mütevellit jeton bitene kadar savaşa devam. yer yer başarısızlıklara, hayal kırıklıklarına uğrasam da silkelenip kendime gelmem o kadar kısa sürede gerçekleşiyor ki ben bile bazen nasıl olur diyorum içimdeki bana.


    rudyard kipling, adam şöyle diyor rahmetli ecevitin çevirisinde, "varını yoğunu yitirsende bir yazı turada yılmaz, yeniden tutabilirsen yolunu" galiba o hikayedeki yılmayan, sıfırdan yolunu tutabilen adam benim. hayat sürekli iniyor çıkıyor, iniyor çıkıyor. indirende çıkartanda benim bu hayatın genel seviyesindeki olumlu olumsuz durumları. bir yandan mutluyken huzurluyken, yine kendi marifetimle huzursuzluğumu, üzüntümü kendi ellerimle besleyip büyütüyorum, mutluluğu tükettikten sonra ise üzüntü, kan şekerine tavan yaptıran bir kaymaklı kadayıf gibi geliyor, baklava da olabilir bittabi. işte bugün gördüm ki bu adam yılmıyor, kaybettiklerini yeniden, sıfırdan yerine ikame edebiliyor. bazen bu işin fırsat maliyeti çokça yüksek oluyor ama olsun..


    çözülemeyecek sorun halledilemeyecek dert yoktur benim lugatımda, sadece çözümlerin tuzlu maliyetleri vardır. mesela diş ağrısının en kesin çözümü ölümdür, öldüğün vakit kesinlikle dişin ağırmaz, bu konuda sizi temin ederim. hangi ölüdür ki diş ağırısı çeksin. işte diş ağrısının çözümünün maliyeti budur, ağırdır zordur ama nihaidir. işte benim kimi sıkıntılarımın çözümleri de böyle oluyor zaman zaman. pire için yorgan yakabiliyorum, ama sonrasında gelen iç rahatlığının verdiği dayanılmaz hafiflik yok mu, bir şişe bordeux şaraba değişmem onu. düşündüm de bordeaux semillon olursa değişmeyi düşünebilirim.


    mühim olan aynı anda üç, bilemedin dört hayatı birden yaşamak. bu hayatların öğrencisi var, sporcusu var, girişimcisi var, gece-gündüz sosyal hayatı var, aşk meşk hayatı ki hakeza aynı şekilde ayrı bir dert. işte işin püf noktası bunların birini, üçünü beşini, aynı anda aynı kararlılıkta olmasa da belli bir stabilitede yürütebilmek, olayı -yazar burda hayatı kastediyor- anlamak konusunda kişiye epey zaman ve tecrübe kazandırıyor, öyle ki bizler de zaman doldurmaya gelmedik mi buralara, gelmiş bulunmadık mı? özel bir görev için dünyaya inmiş olan arkadaşları tenzih ediyorum tabi. ve öbdüm.
    1 ...
  4. on yıl sonraki kendisine öğütler veren adam

    1.
  5. .. not defterlerim vardır benim, not defterleri diyerek çoğul olarak bahsettim onlardan ama aynı anda hep bir tanesini kullanmışımdır. kullanmadığım diğerleri ise ya daha önceden yazılıp çizilmiştir ve sayfaları tükendikten sonra anı dolabına kaldırılmıştır yada tertemiz sayfalarla gelecekte yaşayacaklarımı o sayfalara dökmemi beklemektedir. bu not defterleri ufaktır, kalın karton kapaklıdır ve en fazla elli altmış sayfalıktır. bir basketbol topunu tek eliyle tutabilen hemen hemen herkesin avuç içine sığar, ama o defterin içine bir dönemin hayatları sığmayabilir, neyse.


    ben bu defterleri beyazıttan sahaflar çarşısından alırım, aldığımda da birden çok alırım. kapalıçarşı tarafından sahaflara girdiğinde hemen sol taraftaki ilk tezgahta satılır bunlar ve tanesi bir liradır. satıcısını liseye başladığım 2004 yılından beri bilirim, onun beni tanımamasına karşın tanırım işte onu, tanırım dediysem de adını sanını bilmem ama yüzünü yedi kıtada görsem seçebilirim. ilk alışverişimi liseye başladığımda yapmıştım o adamdan sene 2004 idi, tabi o zamanlar milli eğitim bakanlığı dağıtmıyordu lise ders kitaplarını, çeyiz düzer gibi kitap setleri topluyorduk sahaflardan hem daha ucuza da geliyordu, bir tost parasına coğrafya kitabı almışlığım vardır ordan, kitap boldu o yüzden ucuzdu, hem ne bilelim o zaman arz-talep kanununu, ucuza kapattık diye hemen sıvışalım tasasındaydık.


    işte o vakitler yanından sıvışmaya baktığımız kitapçı adam şimdi benim başımı zaman zaman kendimle derde sokan not defterlerini bana satıyor, hemde sadece bir liradan ! olacak şey değil. öyle düşünüyorum ki kendince o yılların öcünü, bana, başımı derde sokacak not defterlerini şimdi çok ucuza satarak alıyor ve bunu başaramadığını söyleyemem, işinde iyi bir esnaftır kendisi. böyle ince işlerle uğraştığıma göre anılarına takıntılı bir adam olduğu izlenimini varsayılan olarak üzerime alıyorum ve itiraf ediyorum, bu not defterlerine yazdığım kalem bir arşiv kalemidir, mürekkebi su geçirmezdir. şu yüzdendir ki, bu defterlerde tuttuğum notların-yazıların öldüğüm vakit torunum tarafından okunması en büyük temennimdir, hayalimdir. ayrıca çakımı da torunuma bırakıcam tıpkı bendeki taşa sürterek keskinleştirilmiş üzerinde birde çatalı olan "bırakılmış" çakı gibi. neyse...


    biten not defterlerini dolaba kaldırırken onlara şöyle bir en baştan göz atarım, neler dönmüş neler ceo derim kendi kendime. bu sefer de bir göz attım boş son birkaç sayfası kalan mavi kapaklı not defterine ve sağolsun bana kısa bir özet geçti. sayfalardan bir tanesi bana şöyle dedi " ankaraya hoşgeldin", içimden refleks olarak bir hoşbulduk reis diyesim gelmedi değil açıkçası, ama sustum. diğer sayfalar ise bana, izlediğimin üzerinden çokta uzun zamanın geçmiş olmadığı bir film sırasında yazılmış notları haykırıyordu, defterde "bana yelken aç" diyordu... kimi isimlerden sonra soru işaretleri konmuştu bu sayfalarda, ve onlara rağmen ceonun kendi kendisini motive etmeye çalışan notlar düşülüydü saman kağıdından daha hallice olan ama birinci sınıf hamur olmayı da henüz başaramayan kağıtlardan sayfalarına. biraz çakır keyif olunca karalanmış üç beş dize, gezip görülmüşlüğün bıraktığı biraz yorgunluk vardı her bir sayfasında. güzel geçen günler için tarihler atılmıştı bu sayfalardan bir kaçına ve o bir kaçından bir kaçı yırtılıp, kopartılıp atılmıştı bağlı bulunduğu mavi kaplı not defterinin bağırından, belki bir kül tablasında son buldu yolculuğu belki sarhoş bir şair tarafından veli nimet olarak addedildi bilinmez, ama hep iyi olacak değil ya herşey, işler sarpa sardığı vakitlerde de dürüstçe yüzüme gözüme bulaştırdığım işleri bu deftere yazıp altına da kimi arkadaşlarımın padişah tuğrasına benzettiği imzamı adımın baş harfinini gökyüzüne kafa tutar duruşuyla isyankar ama bir o kadar da olanı biteni kabul eden sinmişlikteki yazı karakterinde atabilme cesaretini de gösterebilirim, nitekim gösterdim.


    dediğim gibi mavi kapaklı olan defter bittikten sonra yenisine, kara kaplı olana geçtim ve ilk sayfasına, kendime on yıl sonra vermek istediğim öğüdü yazıverdim. defterin ilk sayfasında artık şöyle yazıyor " adam ol ". on sene sonra kendi kendime, yahu neler dönmüş o zamanlar neler ceom demek için bu kara kaplı not defterini açıp ona şöyle bi göz atarken kendime verdiğim öğüdü görünce şöyle demek, diyebilmek en büyük temennimdir, " oldun oğlum ". her ne kadar olmasakta, olmak istediğimiz kişi olmak için çokça uğraşsakta, olmanın olgunlaşmanın yolundan gittiğimi görmek beni kuvvetle muhtemel sevindirecektir, ve insanın olmak istediği kişi olmasının epey zaman aldığını görmek şaşırtacaktır.
    3 ...
  6. dünyanın hergün söylenen yalanı

    1.
  7. © 2025 uludağ sözlük