O amerikan filmlerinde gördükleri çirkin bety kadar güzel olsalar, talep eğrilerinde sıfırdan uzaklaşma durumuyla karşı karşıya kalacaklarından yine bir haber yaşayan türk kızlarıdır.
Bunun ciddi bir sağlık sorunu olduğunun uygun bir dille anlatılması ve en kısa zamanda bir dahiliye hekimine görünmesini tavsiye edilmesi gereken kadındır.
Küçükken o kadar başarılı bir öğrenciydim ki, ne istersem olabileceğimi söylüyorlardı. Ben de tereddüt etmeden cerrah olacağım diyordum. Şimdi çok başka yerlerdeyim. matematik sandığımdan daha zormuş.
köpek saldırdığı sırasında bisiklet üzerinde yokuş aşağıya iniyorsanız ve köpeklerde karşınızdan geliyorsa yapmanız gereken pek fazla birşey olduğunu sanmıyorum. nitekim başıma geldi ordan aktarıyorum hemen.
spor olsun diye akşamları bisikletimle semtim içinde dolaşırken birazda adrenalin salgılayalım derken tek başıma mezarlığa girdim, aynı zamanda kulağımda kulaklık hayli yüksek sesle çalıyor. mezarlık yolu biraz yokuş aşağı oluverdi bende hızlandım tabi, birde ne göreyim en az yüz metre karşımdan üç tane köpek üzerime son sürat havlayarak koşuyorlar, bu durumda ne yapmalıydım ?
-köpeklerin aksi yönüne kaçmak mı?
mümkün değil bisikleti ters çevirip yokuş yukarıya yüksek vitesle hızlanmak imkansız. o zamana kadar iki defa yetişirler.
-bisiklet üzerinde daha da hızlanıp son sürat aralarından geçmek mi?
bu da pek mümkün değil gibi görünüyo çünkü dokunsalar devrilirsin, o zamanda hem bisikletten düşmüş hemde köpekler tarafından ısırılmış olursun.
ama insan beyni öyle bir varlık ki o an en iyi olanı yaptırıyor insana, bir nevi tehlike anında sen olmaktan çıkıyorsun ve otopilota geçiyosun, tamamen dürtülerin yönlendiriyor seni, tıpkı atalarının ormanlarda yaşarken vahşi hayvanlarla baş ettikleri dürtülere sahip oluyorsun. tamamen savunmacı tamamen ben odaklı oluyosun. kodlarındaki belki milyonlarca yıllık bilgileri kullanıyorsun.
ve benim kodlarımda yazanlar atalarıma teşekür borcu doğurdu bana. bir anda kendimi kucağımda kocaman bisikleti enlemesine kaldırmış, bağırarak hayvanların üzerine koşarken buluyorum. köpeklerde 20 metre kalana kadar havlayarak üzerime koşmaya devam ettiler ki durmasalar ortada giricektik herhalde birbirimize, ben kestiremiyorum yani nolurdu diye. sonuçta ikisi pes etti uzaktan izlemeye başladı beni. biri hala üzerime koşuyo ben onunda pes etmesini beklerken yanımdan geçti gitti meğersem köpekler arkamdaki kemik kamyonetine havlıyorlarmış, dersem nolur bu hikaye bok olur gider. tabiki öyle olmadı. sonuna kadar direnen köpek arkama geçti ordan bi iki havladı ve devam etti yoluna. yolun başında pes eden iki köpeğide ben bisiklet tepesine binerek kovalamaya başladım, yine bağıra bağıra üstlerine sürüyordum bisikleti, onlarda cıyaklaya cıyaklaya mezarlığa kaçtılar.
ama eminim o erken pes edenlerde bana saldırcak cesaret yoktu. hep o arkamdan dolaşan bir tür turan taktiği uygulayan it dolduruşa getirdi onları.
birde şöyle bir tavsiyem var sizlere.
duran bir köpek size havladığında asla koşmaya başlamayın
alkol yapısı itibariyle yağda çözündüğünden ve diüretik etkisi olduğundan alkolik bünyenin dehidrasyona uğraması sonucu ortaya çıkan baş ağrısıdır, çözüm için bol sıvı tüketmek tek çözümdür, gerisini vücuda ve zamana bırakmak gerekir.
aşağıda bahsi geçen adam da gömlek giyen adamlara örnektir.
ben çoğu zaman gömlek giyerim ve birden çok gömleğim vardır benim, mesela lacivert ve yakasından beline inen dik çizgileri olan gömleğimle çok iyi ders çalışırım, kütüphanede hayattan bezip uyumaya yeltendiğinde adamı sıcak tutar ayrıca, o gömlek öğrenci kubilayın gömleğidir ve o gömleğimle girdiğim derslerin hiç birinden de kalmam, ayrı bir enerji alırım ondan. bir başka gömleğim vardır onu da bana efendi bir görünüş kattığı için severim, o üzerimdeyken adeta içimdeki istanbul beyefendisini salıveririm dışarıya, yakaları diktir ve bana kendimi güçlü göründüğümü hissettirir, tam nevizade'de rakı içilecek gömlektir hani. gel gelelim bir diğer gömleğim ise dik yakaları olan gömleğimin aksine içimdeki ortam çocuğunu, gece adamını dışarıya çıkartır ki bu adamı/çocuğu ortalarda gören ve beni normalde de tanıyan insan sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmez, normalde de tanıyan dedim çünkü bu gömleğimle beni normalde tanımayan bir kaç yüz kişinin gözlerinin içine bakarak hiçte adetim olmamasına karşın eğ-len-ce diye bağırmışlığım var, detaylarını hatırlamıyorum. ayrıca bu bahsettiğim serseri gömleğinle çok fazla günah işleyebiliyor insan. sıra diğer gömleklerimde, üç adet beyaz bir adet buz mavisi ve açık pembe, beraberinde de bir adet lila rengi gömleğim vardır, bunlar ise "bangacı" kubilay'ın takım elbise giyerken üzerine kravat bağladığı gömleklerdir, duygusallıktan uzak tam bir düzen adamı gösterir bunlar beni ki bu benim çokça hoşuma gider. bu gömleklerim üzerimdeyken genellikle mevduatında milyon türk lirası olan adamlarla telefonda konuşurum tabi bu sırada bir bankanın x şubesinin birinde bir masada inerli çıkarlı koltukta oturuyor olurum. şu anda dolabımda ütüsüz duran bu gömleklerin ütülü halleriyle en fazla elli milyon tl nin yanına yaklaşabilmişimdir bu yüzden dolabımdaki ütüsüz halleriyle beş para edeceklerini sanmıyorum. başka bir gömleğimden bahsetmek istersemde bu gömlek benim türbe yeşili gömleğim olur ki bu gömleğimi ben "depresyon hırkası" niyetine giyerim bana huzur verdiğine inancım hala sonsuzdur ve daha fazla ondan bahsetmek istemiyorum. gelelim bir diğer gömleğime, bu gömleğim ise benim genç girişimici gömleğimdir, hangi vakit yeni işler peşinde koşmaya niyetlensem bu gömleğimle ilişkilerimi sürdürürüm, otelcilikten kitapçılığa, turizimden zeytinyağı üretimine kadar düşündüğüm bütün işlerin ilişkilerini bu gömleğimle yürüttüm, henüz muvaffak olmuş değilim hiç birinde ama ticaret ve sanayi odalarında yahudi para babalarıyla konuşurken yahut hostel yapılmak üzere bir binayı satın alıyor gibi yapıp binanın fiyatını konuştuğum işin kurdu emlakçıların ve tefecilerin karşısında bu gömleğim beni çok iyi taşıyor ona sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. son ve galiba en değerli gömleğim ise benim romantik adam gömleğimdir, ve ondan burada bahsederek değerini yitirmesini istemiyorum. konuyu kapatırken şunu da belirtmek isterim, yakın zamanda kendi kendimi ikna edebilirsem eğer cumartesi günlerine özel saklanan iç çamaşırlarından bahsedicem. öbdüm.
kendim diye söylemiyorum, o kadar herşeye rağmenciyim ki, o kadar herşeyin üstesinden gelme yeteneğine sahibim ki çoğu zaman kendime şaşırmaktan alıkoyamıyorum yine kendimi. küllerinden doğan anka kuşu misali her ne kadar kafdağının ardını planlasam da bu pek mümkün görünmüyor şimdilik benim için, ama o dağın ardına gitmenin bin bir türlü planını da yapmıyor değilim arka planda, içinde bulunduğumuz zaman dilimlerinde yitirsem bile değiştirme şansımı, soluklanıp tekrar denemek ve tekrar denemek ta ki başarana kadar, içgüdülerimde var malesef. hiç kimsenin de gelip 90'ların atari solonu klişesini kulağıma fısıldayıp " geçemiyorsan geçiyim abi" diyeceği yok, bundan mütevellit jeton bitene kadar savaşa devam. yer yer başarısızlıklara, hayal kırıklıklarına uğrasam da silkelenip kendime gelmem o kadar kısa sürede gerçekleşiyor ki ben bile bazen nasıl olur diyorum içimdeki bana.
rudyard kipling, adam şöyle diyor rahmetli ecevitin çevirisinde, "varını yoğunu yitirsende bir yazı turada yılmaz, yeniden tutabilirsen yolunu" galiba o hikayedeki yılmayan, sıfırdan yolunu tutabilen adam benim. hayat sürekli iniyor çıkıyor, iniyor çıkıyor. indirende çıkartanda benim bu hayatın genel seviyesindeki olumlu olumsuz durumları. bir yandan mutluyken huzurluyken, yine kendi marifetimle huzursuzluğumu, üzüntümü kendi ellerimle besleyip büyütüyorum, mutluluğu tükettikten sonra ise üzüntü, kan şekerine tavan yaptıran bir kaymaklı kadayıf gibi geliyor, baklava da olabilir bittabi. işte bugün gördüm ki bu adam yılmıyor, kaybettiklerini yeniden, sıfırdan yerine ikame edebiliyor. bazen bu işin fırsat maliyeti çokça yüksek oluyor ama olsun..
çözülemeyecek sorun halledilemeyecek dert yoktur benim lugatımda, sadece çözümlerin tuzlu maliyetleri vardır. mesela diş ağrısının en kesin çözümü ölümdür, öldüğün vakit kesinlikle dişin ağırmaz, bu konuda sizi temin ederim. hangi ölüdür ki diş ağırısı çeksin. işte diş ağrısının çözümünün maliyeti budur, ağırdır zordur ama nihaidir. işte benim kimi sıkıntılarımın çözümleri de böyle oluyor zaman zaman. pire için yorgan yakabiliyorum, ama sonrasında gelen iç rahatlığının verdiği dayanılmaz hafiflik yok mu, bir şişe bordeux şaraba değişmem onu. düşündüm de bordeaux semillon olursa değişmeyi düşünebilirim.
mühim olan aynı anda üç, bilemedin dört hayatı birden yaşamak. bu hayatların öğrencisi var, sporcusu var, girişimcisi var, gece-gündüz sosyal hayatı var, aşk meşk hayatı ki hakeza aynı şekilde ayrı bir dert. işte işin püf noktası bunların birini, üçünü beşini, aynı anda aynı kararlılıkta olmasa da belli bir stabilitede yürütebilmek, olayı -yazar burda hayatı kastediyor- anlamak konusunda kişiye epey zaman ve tecrübe kazandırıyor, öyle ki bizler de zaman doldurmaya gelmedik mi buralara, gelmiş bulunmadık mı? özel bir görev için dünyaya inmiş olan arkadaşları tenzih ediyorum tabi. ve öbdüm.