avuçiçi kutsaldır. hasat zamanı gelmezden önce mahsulüne yağmur için tanrı'ya el açan çiftçinin dillendiremediği cümleleridir. yardıma muhtaç bir insanın lal dilinin tercümesi.
bir ayrılık da en son parmaklar değil avuçiçleri ayrılır birbirinden.
avuçiçi kutsaldır. dilekçedir. tüm kutsal eylemler avuçiçleri ile gerçekleştirilir. bu yüzden öpüldüğünde içini ısıtır karşıdakinin. ruhuna masaj yapar.
avuçiçi kutsaldır. tek hissetme mekanizmasıdır. yağmur altında sırılsıklam olan bir insan yağmuru asla ve asla hissetmezken, avuçiçine iki damla yağmur düşse, yağmuru hisseder.
avuçiçi kutsaldır. tövbelerin tanrı'ya dönük yüzüdür. duaların beden dili. yalnızken kişinin kendi karnına yapışıp da almış olduğu cenin pozisyonunun kalkanıdır.
avuçiçi kutsaldır. cennetten kovulan adem, havva'ya yasak meyveyi avuçiçinde sunmuştur. avuçiçi suç aletidir. yasak aşk yaşayan aşıklar birbirlerinin tenlerini, yüzlerini avuçiçleri ile okşarlar.
avuçiçi kandır. somut kanıtların tümleci, somut kanıtların mekanıdır. o yüzden de her şey avuçiçlerine bırakılır. biten bir aşkın ardından geri verilen mektuplar, şiirler, şarkılar... avuçiçlerine bırakılır her şey.
tüm bu bırakılanlar içerisinde ise en kutsalı öpücüktür. bazen bir çocuğun avuçiçi öpülür. bazen annenin. bazense babanın. ama en çok sevdiceğin avuçiçini öpmek huzur verir. hem öpene. hem de öpülene.
turyoldayım. havalar soğuk olunca, fazla kişi çıkmıyor tabi dışarı. ben varım, bir de alman turist var 3-4 tane. fotoğraf çekip gülüyorlar işte. çay ve salep dağıtan adam geldi. ben bi salep aldım. neyse, turistler de salep istemiş. adam tarçın ister misin diye sorucak turistlere. sanırım önce gösterdi tarçını ama adamlar ne olduğunu anlamadı. benim de arkam dönük, göremiyorum tabi. adam o anda nedense bana sordu, biliyo musun sen tarçın ne diye. işin eğlencesinde sordu biraz aslında gülerek. ben de o anda "marshmallow" (şekerleme) dedim kendimden emin bi şekilde. kafamı sikeyim. şu güne kadar da ingilizce konuşurken bi zorluk çekmedim. ama nedense tarçın öyle kalmış aklımda o anda. adam turistlere baktı, "marışmeylovv?" dedi. telaffuzuna koptum adamın ilk anda (tabi daha farketmemiştim yaptığım salaklığı). turistler o anda ne tepki verdi, bilmek bile istemiyorum. birkaç dakika sonra aklıma geldi : cinnamon. sonra gülsem mi bu duruma ağlasam mı diye karar veremedim. ardından inmeden önce turistlerin yanına gittim ve "that brown thing is called cinnamon, that guy tricked you!" dedim. biraz daha sıvamaya kalksam neler olurdu acaba.
bir numaralı şehirden başlıyoruz. o yüzden 1st ekini eklemek gereğini duydum. duyguların ve anıların karışımıyla insana garip anlar yaşatan ama doyulmayan şehir.
hiç bitmeyen trafiği, sürekli bir yerleri kazılmış sokakları ve çoğu zaman insanın içini boğan kalabalığıyla kimilerine yaşanılmaz, hatta katlanılmaz gibi gelse de, vazgeçilemeyen, terk edilemeyen şehir..
nasıl bırakıp gider ki insan..
beşiktaşta çay içmektir gerine gerine güneşin veya yağmurun altında. sabahın köründe henüz daha uyumamışken.
yeniköyde kahvaltı yapmak, denizin suyuyla yıkanarak, tuzuyla yanarak.
vapurda, yarısını yediğiniz simidin diğer yarısını martılara atmaktır bir elinizde sigaranızı tüttürürken.
gecenin bir saati, sarhoş sarhoş koşmaktır taksim sokaklarında.
kadıköyde yenilen bir tatlıdır, kup griyedir, içilen bir kadeh içkidir.
şükrü saraçoğludur, avazın çıkana kadar bağırdığın ya da öyle sessizce oturup ağladığın..
kışın ortasında, her yer kar kaplıyken gecenin bir yarısı ortaköyde bir bankta oturup şarap içmektir.
eminönünde balık ekmek.
sultanahmette ramazanda, elinizde macunla dolaşmaktır kalabalığın arasında.
istiklalde şiir satan adamdır, gazete satan kör adam, sinir bozucu uzaylıdır, her yerden farklı bir notada çalan bir müziktir.
adalarda bir elinize sandviçinizi alıp bisiklete binmektir.
anadolu hisarına yağan ilk kar.
rumeli hisarının üstünde oturup boğaza karşı içilen bir çaydır soğukta.
maçka parkında binilen salıncaktır, hızla dönen.
gümüşsuyu parkında korkarak aşağı doğru koşmaktır acayip merdivenlerden, yüreğiniz ağzınızda.
göztepe parkında kardan adamdır.
güneşlide öğlen sıcağında oturulan bozkıra benzeyen parklardır.
beyazıtta sahafların arasında ne aradığınızı bilmeden dolaşmak.
istinye sahilinde deniz fenerinin altında sabahlamak.
yeşilköyde uçaklara göz kırpmak.
galata köprüsünde bira yudumlamaktır yorgun bir günün ardından.
gülhane parkındaki ceviz ağacı..
süleymaniyede açık havada nargile eşliğinde sabaha kadar izlenen filmlerdir.
kanlıcada denizle birlikte yenen şekerli yoğurt.
taksim meydanında karda çizilen kelebektir.
aşktır, bazen can yakandır ama gidilemeyendir, özlenendir.
kalbinizde bıraktığı tüm anıları, acıları, mutlulukları, mutsuzlukları sebepsizce, vazgeç-e-meden sevmektir.
memleket değildir, memleket gibi de durmaz ama, onun kadar dönülemeyendir.