yazarların başlarından geçen ilginç fal anılarıdır.
-ilk ve son falım-
zaman zaman böyle sakarlıklarım olur. mutfağın rafındaki bardağa uzanınca elim rafta dizili fincanlardan birine takıldı ve fincanlardan biri yere düşüp parçalandı. kırılan ve etrafa dağılan fincan parçacıkları beni yıllar öncesine bir çocukluk anıma götürdü...
ilkokul beşinci sınıfta olmalıydım... kuşların ağaçlarda cıvıldadığı, sokaklarda bisikletli çocukların gezdiği güzel bir ilkbahar günüydü...
annemin misafirleri de gelmişti. bu an benim için de önemli olduğu için hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmak istemiyordum. misafirler salonda yerlerini almış; önce hoşbeş edilmiş, hal hatır sorulmuş, konuşma ve gülüşmelerle sohbet başlamıştı. sohbeti daha da koyulaştırmak için orta şekerli kahve cezvesi ocağın üzerine sürülmüştür. birazdan kahveler içilecek, fincanlar tabağına ters çevrilecek, bir süre bekletildikten sonra fal bakılacaktır. herkes küçük bir fincandan bahtına düşeni mahallemizin en güzel fal bakan teyzesinden öğrenecektir. heyecan içinde bekliyordum. hayallerimi gerçekleştirecek olayı mahallemizin en güzel fal bakan teyzesi bugünden görebilirdi, çocuksu mutluluğuma mutluluk katabilirdi. hayatımda ilk kez ben de falıma bakılsın istiyordum. bu konuda annemi de ikna etmiştim, annem de mahallemizin en güzel bakan teyzesini...
kahveler içildi. ben de annemin fincana koyduğu iki yudumluk kahveden bir yudum içmiş, diğer teyzelerden öğrendiğim gibi fincanı kapağın üzerine ters çevirmiştim... nihayet beklenen an gelmişti. mahallemizin en güzel fal bakan teyzesi kendine uzatılan fincanı eline alıp evirdi, çevirdi, karşısındaki kadının yüzüne anlamlı ve derin bir bakıştan sonra kendine özgü o büyülü anlatımıyla fal yorumuna başladı: ay kızzz senin için daralmış!... içini ferah tut! diyerek onu teselli edici birtakım sözler söyledi. misafir kadınlar da başlarını sallayarak onun sözlerini onayladı. aslında bu fal, bu teyzenin hiç değişmeyecek kaderi gibiydi sanki. içinin daraldığını anlamak için falcı olmaya hiç gerek yoktu. çünkü o her zaman kederlidir, yüzüne şöyle bir baksanız siz de anlardınız. onun için daralmasın da kiminki daralsın. beş çocuk, geçim sıkıntısı, her akşam eve gece yarısı gelen sarhoş bir koca...
mahallemizin en güzel fal bakan teyzesi diğer fincanı uzatan bir kadına: ay kızzz... kısmet görünüyor, kısmet...! dedi ve ekledi: üç vakte kadar mı desem, beş vakte kadar mı desem... falında müjdeli bir haber görünüyor dedi. kadın sevindi, herkes kadının yanında oturan kızına bakıp anlamlı anlamlı gülümsedi, kızcağız utandı, yüzü kızardı. bu falda geçen üç vakte kadar, beş vakte kadar sözüne takılmıştım. büyülü olmasına büyülü bir sözdü ama 3-5 gün müydü, 3-5 ay mıdır,bir türlü çözememiştim. bu söz kafamı kurcalıyordu. ben 3-5 vakti bilmem, benim falım tez vakitte çıkmalıydı... tam sırası diye düşündüm annem mahallenin en güzel fal bakan teyzesine ikinci bir kahve yapmıştı, onu içiyordu. daha fazla dayanamadım, masanın üstünde duran ve beni bekleyen fincanı kaptığım gibi heyecanla ona uzatıyordum ki... bir kaza oldu, yine sakarlığım tuttu. elim kahvesini içen falcı kadının fincanına değdi. kahve kadının bembeyaz elbisesinin üzerine döküldü. falcı teyze can havliyle ayağa fırladı, annem yardımına koştu, beni de bir güzel azarladı, odadan dışarı kovdu. Ben suçlu bir şekilde odayı terkederken dönüp baktığımda gözlerime inanamadım... bu bir mucize olmalıydı. çünkü mahallenin en güzel fal bakan teyzesinin bembeyaz gömleği üzerinde dökülen kahvede, falımda çıkmasını istediğim iyi bir karne getirirsem bana alınacak olan bisikletin tekerleklerini görüyor gibiydim...
üç vakit sonrası: yepissyeniii , gıcır gıcır mavi bisikletimle o zamana kadar hep arkalarından baktıgım çocukların arasına ben de katılmıştım...
çok vakit sonrası: (bugüne gelince) kahveyi pek sevmem ve içmem. şimdiye kadar da hiç falıma baktırmadım, gerek de duymadım.
ama siz kahve içiyorsanız üzerinizde bembeyaz bir gömleğiniz varsa ve içtiğiniz kahve üzerinize dökülmüşse beni çağırın!! ... mahallemizin en güzel fal bakan teyzesinden aklımdan kalan sözleriyle falına bakabilirim. ya da hiç zahmet edip çağırmayın yanınızda bulunan biri bu işi benden iyi yapabilir...
(Bu yazı, bir arkadaşımın ağlayarak yanıma gelmesi, ağlamasında yatan olgunun ise eşinin(bayan) şu televizyonlarda gösterilen ihtişamlı , pohpohlu , alkışlanası yaşantılara (!) özenmiş olduğu ve yine aynı bayanın neden bizlerin de bunlarınki gibi bir hayat yaşayamadığımızı eşine söylemesi üzerine yazılmıştır. )
Toplum, kadın ve erkek arasındaki ilişkileri sekteye uğratacak , harika bir imajla karşımıza çıkıyor.
En büyük imajı da , Herkesin evinde kendine bir yer etmiş.
fişi tak prize. güç butonuna bas. Aç televizyonu. Elinde de kumanda.... Gezin kumandayla televizyonun gözde kanallarında... paparazzi haberleri boy boy..
Reklamın toplumsal etkisindeki paparazzi rüzgarından sıyrıl diyeceğim amma
Yok ama yapamazsın sen , kapılmışsındır bu girdaba... çıkmak da zordur bu girdaptan.. dur dur biz de bu girdaptayız. Yalnız değilsin orada da. Rahat ol...
Reklamlarda yer alan toplumsal misyonun sözde temsilcileri ve aparatları, bizi hassas ve şehvetli görüntü bombardımanına maruz bırakmakta, mükemmel vücutlar ve mutlu insanlar sağanağında boğulmaktadır. Herkes için kompleks ve göz korkutucu, gizli ama bir o kadar da güçlü bir konsensüs hali bu.
Bir de şu ortaya saçılan mükemmel evlilik modelleri yok mu, hani şu modern çiftlerin birbirleriyle her şeyi konuşuyor oldukları açık, toleranslı ve serbest oldukları izlenimini veren fakat gerçeğin hiç de olmadıgı modeller !!! hatta buluşmalar için bir mükemmel model dahi var. aşk okunun herkese saplanabileceğini anlatmaya çalışıyor. Oysa işin aslı bunun gerçekten bir istisna oluşu. Mutlak gerçeklermiş gibi yinelenip duran bu fikirler karşısında, herkes netice olarak idealden çok uzakta ve acınacak durumda oldugunu düşünmeye başlıyor. Ya da bir kez daha , varsayılan fay yarıkları arasında yanlış anlamalar ortaya çıkıyor. Oyuna gelme !
ulu gezegen binlerce dünyaya ev sahipliği yapıyor. herkes bu gezegende kendi dünyasının sesi olmak istiyor. ve bu iç seslerinin dış sesle birleştiği nokta ise kendi dünyalarını döndermeye yetiyor.
herkesi bu gezegende bir dünya olarak görsek de bütün dünyalar burada ayrı birer dünyadır.
neden mi ayrı bir dünyadır? açıklıyorum.
her bir dünyanın dönüş hızı farklıdır. kimileri dünyalarını hızlı bir şekilde döndermeye çalışırken; kimileri ağır adımlarla dönderir...
yalnız hızlı da dönderseler , yavaş da dönderseler bütün dünyaların ortak bir eksende buluştukları noktadaki sloganının adı ‘’ulu gezegende ben de varım ‘’ dır.
sadece dünyaların hızlı ya da yavaş dönüşü mü dünyaları birbirinden ayırır? elbette ki hayır.
dünya diyoruz öyle değil mi?
bu dünya’nın bir de çapı olması gerekir. nitekim bu çapın artması neticesinde dünya’nın bu gezegende daha fazla yer işgal edeceği ve bunun paralelinde de o dünya’nın kalitesinin arttıgını da gözlemleyebilirsin. böyle dünyaların hayata bakış açısı, hayatı algılayış biçimi, vizyon ve zihniyetinin diğer dünyalardan farklı olmasını ancak ve ancak bu kaliteye sahip eşdeğer bir çap daha iyi idrak edebilir. evet, hedef her zaman çapı olabildiğince genişletmek olsa da kimi zaman bunu başaramayız. düşünülmeden kurgulanan yazıların sözde genişletmeye çalıştıgımız çapı bir anda sıfıra da indirebilir. ve artık bu noktadan sonra ne yaparsanız yapın , çapı tekrar yukarı çekmek adına yapmış oldugunuz girişimler sonuçsuz kalabilir. sıfıra indirmiş oldugumuz bu çapın durumunu matematikteki sıfırın yutan elemanlığına özdeş bir duruma da benzetebiliriz. yani değerinizi öyle bir noktaya indirdiğimiz de bu göstergede okunan değer sıfır ise, artık bu değeri sıfırın üzerine çekmek adına yapacagınız eylemler sıfırın üzerinde bir değer taşısa dahi çarpanlardan birinin sıfır olmasından dolayı eyleminiz hiçbir anlam ifade etmeyecektir. sonuç yine sıfır olacaktır.
bu yazıyı okuyup da bu cümleye kadar geldiysen, şimdi senden bir ricam olacak dostum.
yukarıda yazılanları hemen unut. ve aşağıda duran bir cümleyi unutma sakın.
herkes kendi dünyasını dolu-dizgin döndermeye çalışıyor. kim bilir, herkes kendi dünyasının tadında güzeldir.
not: bana da bu dünyaların dönüşünü keyifli gözlerle izlemek kalıyor.
gözlerimde karanlık gözlerin dostum
gözler durur beni
ben limanında
bende olmayan gözlerdeki karanlığın limanında
limanının karanlık gölgesi
yanında , yanıbaşında sessiz
bazen olsun çığlık çığlığa
demir atmış karanlıklara
yakınma dostum yine de gözlerinden
gözlemek çaresizmiş seni bende deme
deme ne olur
çare sensin bende
sensin çaresiz bedenimde çare
kaldırıp başını
Bir bakabilsen gökyüzüne dostum
Bakabilsen keşke
Kaldırmak ne çare ki deme
Deme öyle
Deme ne olursun
Biliyorum gökyüzü sende karanlık
Ama biliyorsun gökyüzüm seninle her daim aydınlık
Yalnız bakmaktan korkuyorsan sen
Korkma sakın
Beraber bakalım gökyüzüne
Karanlığını maviliğe boyayalım
Maviliklerin düşünde...
Sana göre düştü belki bu
Benim için gerçek ama
Biliyorum gerçek işte..
Görüyordun gözlerimi sen dostum
Bu Karanlık gözlerle mi diye sorma
Sorma ne olursun
görürdün işte kalp gözüyle
sendeki bu kalp yok mu dostum
benzemezdi benimkine
benzemezdi işte hiç kimseye
çarpılırdı karanlık çarpıntılarda kalbin usulca
çarpıntısı tutsak olsa da karanlıklarına terk edilen surlara
bu surları aşardın sen yine de aydınlık güneşinle
bugün güneş doğdu dostum memleketine
göremiyorum ben deme
ne olursun deme bana
ağlar sonra güneş damlalarım
ağlatma sakın
bedenimde zaten bir yük var
bedeninin yükü altında bir yük
acıtmıyor mu diye sorma
sorma ne olur
acıtsa da acıtıyor demem
dersem
acıtırım sonra bir beni bir seni
omuzluyorum omuzlarında işte
yükü hafifletircesine sanki omuzlarında
dokunasım gelir o omuzlarına
ama yapar ama yapamaz
kim o dokunan diye sorma
sorma
ne olur
benim ben
karanlığında da
Yanında
yanıbaşında bir ben
Bir ben ki sendeki bir ben...
bendeki bir sen..
dostum benim.