Şu an çocukluğumda koşturduğum, düşüp dizimi kanattığım sokaklara bakıp geride bıraktığım yılları düşünüyorum. Nasıl da geçmiş zaman...
Bugün benim doğum günüm...
Dostluk kavramı denince aklıma sıcak bir düşünce geliyor.
Sanki ılık bir şeyler akıyor yüreğime. Tatlı bir heyecan beni dostluk duygularına yakın tutan.
Tıpkı ilkbaharda açan çiçeğin bana gülümsemesi gibi.
Aslında bazen dostluk öyle kademelere geliyor ki, bir yandaştan çok bir kardeş yerini tutuyor. Onu canın gibi seviyorsun. Eğer bir düşünce varsa kafanda, sıkıntıların seni bunalttıysa ilk aklına gelen şey O’dur. Dostun….
Senin zor gününde yanında olan , olmasa da kalbiyle senin yanında olduğunu hissettiren dostun.
Ben bunu bir kardelen çiçeği gibi değerlendiriyorum. Karların arasından zorluklarla çıkması , sonra renginin o parlak beyazlığa ahenk katması gibi bir şey olmalı bu..
Bu bir duygudur bence . erişilmez bir duygu.
Belki arkadaş bulmak kolaydır; ama dost bulmak kardelen çiçeğinin açması gibi bir şeydir. Erişemezsin dostluğa..
Dostun öldüğünde sanki bedeninin bir yarısı kopmuş da onun acısını çekiyormuş gibi hissedersin kendinde.. artık sen yarım bir insansındır. Her şeyin karmakarışık , yarım yamalak olmuştur. Çünkü canının ve ruhunun yarısını kaybetmişsindir.
Mantığının seni yönettiği yerde duyguların gelir aklına. Susarsın bir süre belki. Derin düşüncelere dalarsın..
Dostunla, canınla yediğin o simitin yarısını düşünürsün.
Nasıl da yağmur yağıyordu o gün…
ikiniz de sırılsıklam olmuştunuz.
Onun üzerindeki montu belki başına alıp koymuşsundur kim bilir. sonuçta bir şeyleri paylaşmışsınızdır. En basitinden Bir simitin yarısını…
Dostluk fedakarlık , anlayış ve sevgidir. Bu üç kavram tıpkı dostunuz gibi birbirinden ayrılmaz. En önemlisi sevgidir. O büyük bağlılık olmasaydı, arkadaşlık adını alan şey ,dostluk sıfatına bürünmezdi zamanla…
Artık siz bir bütünsünüzdür. Sevgi dolu bir bütün. Ayrılması imkansız bir ikili.
Canınız canınızı bütünlese de, bazen yarınız kopsa da içinizden, bu hayatta bir şeyleri paylaşacak bir dostunuz olmalıdır.
Çünkü dostluk candan öte bir candır…
Bilseniz ne kadar severim “cânım” demeyi. Ca’yı şöyle uzatarak... Kısaca söylemenin de bir zevki, bir tatlılığı vardır, bilirim, ama “caaanım” demek daha hoşuma gider benim. Nasıl anlatayım? daha bir âşıkça oluyor, hani “âşık” denince bir de şair anlaşılıyor, işte o mânada, daha doğrusu iki mânasıyla birden. Benim durup dururken: “Cânım...” dediğim de olur. biri duyup da ''kime söylüyorsun, kiminle konuşuyorsun ?'' diye sorarsa şaşırır kalırım. bilemem ne diyeceğimi. gizlemek istediğimden değil, gerçekten bilemem de onun için.
üstat yattığın yerden duyar mısın sesimi ?
güzel söylemeye güzel söylemişsin; ama bir şeyi unutmuşsun.
cümle sonuna ''sen hariç canım annem.'' demeyi
sözlükte kendisiyle geçen kısa bir ''an''ım vardı. hiç unutamam.
aramızda mevzubahis-i geçen bilimsel bir terimin doğru yazımının nasıl olduğuydu.
hidroponi vs hidroponik
(hidroponi ile hidroponik takımları arasındaki maç papatya stadında oynanacaktı. (stada papatya denmesinin nedeni sahanın papatya tarlası olmasından ileri geliyordu. bunu da dipnot olarak düşelim)
güneş ışınlarının dik açıyla geldiği yakıcı sıcaklıkta maçı başlattı '' toprak ana''
sahanın orta noktasından aldık elimize bir papatya
başladık bu papatyanın yapraklarını teker teker koparmaya
o ''hidroponi'' diyerek sarılıyordu yaprağa; ben ise hidroponik diyerek.
bir ''o'' gol atıyor , 5 dakika bile geçmiyor ardından bir golü de kalesinde görüyordu.
papatyada yapraklar azalmaya başladıkça, maç sanki daha da kızışıyordu. yapraklar azaldıkça azaldı..
bunu gören ''toprak ana'' papatyadan dökülen gözyaşlarına daha fazla dayanamadı. maçı iptal etti. maç zaten berabere gidiyordu.
netice itibari ile dostluk kazanmış oldu
insanın içindedir bu sevgi.
ne anlatılır ne de tarife sığar duygular yetmez onu tasvir etmeye. bir kuş misali gönlümüz havada uçar, içimizde olunca sevgi...
ağaçtır sevgi, bir kuştur, bir doğadır, bir aşktır ve bir yeşilliktir bu sevgi denen şey. nerden gelir, nereye gider ve nerede nihayet bulur bilinmez.
bir güle benzer sevgi. gülün yaprakları ağzımızdan çıkan sevgi sözleri gibi taze ve canlıdır. bir de benim anneme, canım anneme olan sevgime benzer gül. kokusu bile onu görmeden beni doyurur. gözlerine her bakışımda bana olan sevgisini ve şefkatini anlarım. canım annem.
acaba ben de ona olan gerçek sevgimi tam anlamıyla ifade edebiliyor muyum?
ne güzel şey sevgi denen şey...
ne güzel sevmek ve sevilmek...
isterdim ki; insanların birbirini sevmesini ve en önemlisi de birbirlerine sevgiyi anlatan sevgi sözcükleri ile yaklaşmalarını....
hayata tat, renk ve güzellik veren şey sevgidir. öyleyse neden hayatımızı biz de biraz renklendirmeyelim?
birbirimizi hep sevelim ve ellerimizi hiç bırakmayalım. çünkü ''hayat sevince güzel''
Düşünce genel anlamda aklın her alanda etkinliğini gösterir. Bu nedenle düşünce bir iş için düşünülen çare veya hüküm anlamına geldiği gibi ; tasa , kuruntu şeklindeki anlamları da çağrıştırabilir. Esasen düşünmek aklın kendi kendisini bilgi konusu yaparak zihin çalışmalarını ve olayları incelemesi olgusudur.
Modern filozofinin öncü temsilcilerinden olan descartes bir sözünde ‘’düşünüyorum o halde varım’’ derken varlığın esasının düşünme olduğunu dolaylı bir şekilde belirtmiştir. Düşünme alışkanlığından yoksun olan bir insan içtepilerinin ve tutkularının kölesi olmaya mahkumdur. Kaba deyimle hayvandan farksızdır. Neden –sonuçlar arasındaki ilintiyi kuramadığından doğa olayları karşısında şaşkın ve böndür. Kararsızlık ve şüphe düşüncenin başlangıcı sayılır. Düşünce kendiliğinden oluşan genel kurallara göre meydana gelmez. Her düşüncenin bir nedeni vardır. Binbir anlamı olan yaşam birbir görünümü olan doğa bir nedenler dünyası da değil midir? Gerçekten duyumları dış dünyaya açık ve normal yaratılışta olan her insan istekli ya da isteksiz bir düşünme hali içindedir. Türlü çelişkilerle iç içe olan çevremiz, hareketli hayat, birbiri ardına akıp giden olaylar, gördüğümüz ve ilgilendiğimiz insanlar , nesneler, her türlü renkli görünümüyle doğa bizi daima düşünceye iter. iradeli veya iradesiz olarak dalıp gitmelerimizin , kuruntularımızın, ferahlamalarımızın, karamsarlıklarımızın esas nedeni de düşünmek değil midir?
..... çocuklar toprağın canlı çiçekleridir. ama bunlar sağlıklı bir beslenmenin olmadığı toprakta yetiştiklerinden erken solan çiçekler görünümündeydiler...
...... zavallı gelecek! insanlar tarafından ona öylesine çok umut besleniyor ki , gerçekleştiğinde de hemen hemen bütün çekiciliğini yitiriyor.....
-koskocaman bir dünya kitap sayfaları arasında bizi bekliyor-
kitaplar yaşayan bir hazinedir. hemde elimizin altında, istediğimiz zaman uzanıvereceğimiz bir hazine.
bu hazineyi neden kullanmıyoruz? aslında bu soruya cevap verecek geçerli bir mazeretimiz yok.
nedenini söyleyelim: üşengeciz, tembeliz bu konuda. aynı zamanda kitap okuma işi bir alışkanlık işidir. demek ki okuma işini bir alışkanlık haline getirmeliyiz. okuma alışkanlığı deyip de geçmeyelim. hele bir edinin bu alışkanlığı sonra eminim ki bırakamayacaksınız elinizden kitapları... siz kitaplara sarılmazsanız, kitaplar da zor günlerde yardımınıza koşmaz.
öğrenciler ! kitap okumaya en elverişli, en uygun zaman şu sıralardır. inanın bu fırsatı kaçırdığınızda bir daha zor bulursunuz bu boş zamanları ve fırsatları. okuyun! okumayı zevk haline getirin, belli bir zaman sonra eminim ki siz de fark edeceksiniz kendinizdeki bu gelişmeyi ve değişmeyi... ufkunuz açılacak, dünyanız genişleyecek, bilginiz artacak, anlayacak ve anlatabileceksiniz her şeyi.
şundan hiç şüpheniz olmasın ki, zamanla bu okuma alışkanlığı yazma alışkanlığına dönüşecek. neden mi? çünkü; okumadan yazan yok da ondan . büyük yazarlar eserlerini yazma gücünü nereden buluyorlar sanıyorsunuz? elbette ki okumalarından , hem de bıkmadan usanmadan okumalarından .
düşünün; bir kişi koskocaman bir dünyayı, duygularını, düşüncelerini bir kitabın sayfalarına sığdırıp ölümsüzleştirebiliyor. bu kitaplar aracılığıyla da bilgiler nesilden nesile akıp gidiyor.
okumakla insan kaybetmez, kazanır. bilgi kazanır, beceri kazanır, kısacası; dünyaları kazanır. aksi takdirde kaybetmeye hazır olmalıyız. kaybederiz de...
demek ki biz; bizi yaşatan bilgileri kitaplar arasında bulduk. o halde biz de kitapları koruyalım, yaşatalım. okuma sevgisi edinelim.
Penceremden bir alev topu gibi doğan güneş, bugün yanaklarımı gıdıklarcasına okşamamıştı. Sebebini bilmeden üzerimdeki örtüyü çekip atmış, parmak uçlarıma basarak perdeye doğru ilerlemiştim. Pencerenin alt kısmından nasıl olmuşsa su sızmış, bu da mermerleri oldukça ıslatmıştı. Öyle ki ben güneşi aramak için pencereye çıplak ayakla yaklaştığım vakit ayaklarımın ıslaklığını dahi fark etmekte güçlük çekmiştim. Buğulu camı ellerimle siliyor ardından bilmediğim düşüncelere yelken açıyordum.
Bilmiyorum zaman nasıl akıp geçti?!...
dalan gözlerim karanlıktan kurtulmuşçasına parlıyordu. Galiba o eski yıllarda olduğu gibi ben güneş açan penceremi yadırgamıştım. Geriye dönüşüm, düşüncelere dalışım da bundan olsa gerekti.
Hiç unutmam bir mart sabahıydı. Her sabah olduğu gibi yine parlak, şefkatli güneşim yanaklarımı okşayarak ‘’günaydın’’ demişti bana .Güzel günlere bayılırdım. Hele de güneşli, penceremin üzerine doğanlara…
işte ne varsa o sabah yaşadım her şeyi. Mutlulukla evden çıkmış, zinde bir şekilde dolmuşa atlamış okuluma gidiyordum. Henüz okuluma varmamış olmama rağmen acelem de yoktu. Birden mart güneşi bir gül gibi soldu, yerini gökte, denizdeki dalgalar gibi ilerleyen griye çalan kara bulutlardan süzülen yağmur aldı. Bu durum neşemi de bozdu. Güzelim günüm aniden kararmış ve ıslanmıştı. ormana açılıyormuş hissi uyandıran kampüsün kıvrımlı yollarından geçerken küçük sevimli bir yavru köpeğin havlamalarını ve kıvrınışlarını gördüm. Hemen dolmuştan inmem gerekirdi . öyle de yaptım. Bugüne dek hayvanlara karşı bir zaafım vardır.bu zaaf o dakika bir evlat şefkatine dönmüştü. Yavaşça ona yaklaştım. Zaten benden kaçacak durumda değildi. Çok korkmuş ve ıslanmıştı. annesi bu minik sevimli yavruyu niçin bırakmıştı ki ? Yalnızlığına terk edilişin çaresizliği üzerine sinmişti adeta.
Hangi his beni ona itti bilmiyorum. Üzerimdeki kıyafetleri hiçe sayıp yağmur altına atlamıştım. Onu kucağıma aldım. Hoş olmayan bir koku burnumda belirdi, üzerindeki kiri ,tozu anlaşılan kendisini ıslatan yağmur bile götürememişti. Bu duruma aldırış etmedim, sıkıca kavradım onu. Titremesi biraz olsun azaldı ve sonunda da dindi. Nasıl dinmesin sevgimi, şevkatimi vermiştim, biraz olsun yanımda bulunan yiyeceklerle de kaynını doyurabilmiştim. Kuyrugunu keyifle sallamaya başladı, ardından da elimi yalamaya başladı. Oynadık yağmurda beraber keyifle…
Artık işe geç kalmakta umurumda filan değildi.
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor olmasına rağmen beni ıslatmıyordu.
Daha doğrusu yağmur bizi ıslatmıyordu.
Birden içimden geçirdiklerimle bir titreme aldı beni. Kısacası titreme sırası sevimli yavrudan sonra bana gelmişti galiba…
iç geçirdiklerim:
Kaderine terk edilmiş binlerce , milyonlarca köpekten sadece biriydi bu.
Ya diğerleri
Neredeler?
nasıl yaşam mücadelesi veriyorlar?
Bugün de mi karınları aç ulaşamadıklarımın ??
Kim başından okşanmak istiyordu, şefkatli ellerle?
Kimin zulmü, işkencesi altında eziliyorsunuz sorarım sizlere?
……
****
Sevimli yavrudan ayrılma zamanım gelmişti artık. ‘’Ayrılıklar zordur’’. Herkes için bu böyledir..
Bırakmak istemedi sevimli yavrucak; ben de öyle…
Ne yapabilirdim ki!
işe gitmek için yola koyulmalıydım artık..
elveda dedik birbirimize…
kampüs yolunda yaklaşık 1 km mesafe yürüdükten sonra iş yerime (okuluma) ulaştım.. 1 saat geç kalmıştım işime..
Terlemiştim. Üzerimde berbat kokuyordu. Danışman hocamın azarını işittim.
‘’Neredesin sen’’ diye bir ses yankılandı kulaklarımı boğarcasına…
Yüzüm bukelamunun renk değiştirmesini andırırcasına bir morardı sonra sarardı. Başımdan geçenleri anlattıktan sonra danışman hocam bir kahkaha attı. Sonra da sararan yüzüm kızarmaya başladı. Benim de yüzümde bir gülümseyiş belirdi.
‘’Evine git haydi bugün izinlisin dedi.’’ Hocam.
Çalışabilirim bu halde de..
ikinci bir ses ‘’Haydi git diyorum sana’’
Başımı sallayıp , onayladıktan sonra, Hocama teşekkür edip, Okuldan ayrıldım.
Otobüse bindim.
Yağmur hala dinmemiş ;ama hafiflemişti.
Otobüsün camını sessizce ıslatıyordu…
(Birazdan yolda olacaklar ise trajedinin bir parçası olacaktı benim için…)
Ana yoldan eve doğru yol alırken, arkamızdan gelip bizim otobüsü hızla geçen bir son model araç bu yolda bir kazaya davetiye çıkarabilirdi dememize kalmadan, yoldan karşıya geçmekte olan tüm bedeni kreme çalan sokak köpeğine hızlıca çarptı. Köpek savruldu. Tüm bunlar gözlerimin önünde bir anda olup bitti. Otobüstekiler olanlara duyarsız kalmıştı, tıpkı köpeğe vuran aracın durmayıp hızla olay yerinden uzaklaşması gibi…
canlıyı kendi kaderine terketmek istemedim yine o an.. ve bir kez daha otobüsten indim.
Tanrı bu günde beni mi sınıyordu ?
neden tanrım !
köpeğe doğru ilerledim
Bu sefer can çekişen bir bedenle karşılaşmıştım. Çelimsiz , yıkık bir şehri andıran köpeğin yerde boylu boyunca uzağındığını görünce yıkılmıştım. Acı acı havlıyordu yorgun, tükenmiş, ölü ; yine de içimi boğan bir sesti bu.
Bir lokmayı midene indireceksin diye ana yoldan karşıya geçmeyi canıyla ödeyen onlarca, yüzlerce kimsesiz, sahipsiz köpekten sadece biriydi bu.
Adın ne bilmiyorum , affet beni. ‘’kimsesiz köpeklerin adı yoktur oysaki’’
Uyan haydi. Yattığın yer bak kırmızıya boyanmış.
Suç sadece sende miydi?
Hayır değil.. inan bana değil..
Ya o yollarda tozu dumana katıp sana vuran kemiksiz bedendeki iki ayaklı sözde canlı nerede şimdi? Başka hangi canları daha almak için yollarda gezer ki? Ey insafsızlar… ey vicdansızlar!!
Tekrar söylüyorum kalk yattığın yerden…
Duymadın mı beni!!
Bu karşıya geçiş için gösterdiğin çaba bir kemik kokusunu burnunda duyduğun için miydi ?
bir kemik uğruna mıydı söyle bana?
Söyleyin onlara !
söyleyin kimi bulduysanız!
Havlayıp durma
Havlamandan başka ses çıkar mı ki senden?
bu ses -basit bir havlama sesini- sözcüklere dönüşse kimbilir neler neler anlatırdınız
ama insanoğlunun sizden duyabildikleri sadece hav hav sesleri.
Daha öteye gitmez.
Sen yine de havla; ama acıyla havlama ne olur..
Dayanamam..
Sabahki bardaktan boşanırcasına yağan yağmur da yağmıyordu; ama biz bu sefer hafif yağmurda bile sırılsıklam ıslanmıştık.
Bedenim ve ruhum bende inşa edilmiş iki eşit kütlenin yapıları gibi derdi. Buna rağmen Bedeni ile ruhunu terazide bir türlü dengelemeyi başaramazdı. Dahası, bedeninin ruhundan daha ağır olduğunu gördükçe ruhsal bir çöküş, ruhunun bedeninden daha ağır olduğunu gördüğü kimi vakit ise bedensel bir yıkım yaşardı.
sen noktasında beliren yalnızlığın değilinin değili, başka noktalarda beliren yalnızlıkların değilinin değiline eşit olduğu sürece ne senin noktan yalnızdır ne de başka noktalar...
''kadın demek, anne demek
kadın demek, 3. dünya ülkelerinde cehalet kokan kalabalıklarda zulüm demek
kadın demek; aldatılan, ağlayan, susan, çile çeken, doğuran fedakar insan demek.''
Herhangi bir gıdayı hazırlayan kişinin gıdayı hazırlamadan önce ellerini iyi bir şekilde yıkamamasından kaynaklanabilir.
Gıdayı hazırlamak için kullanılan ekipmanların yeterince temiz olmamasından kaynaklanabilir.
Süt ürünlerinin buzdolabı dışında başka bir yerlerde uzun süre muhafaza edilmesinden kaynaklanabilir.
Donmuş hazır gıdaların uygun sıcaklıkta saklanmaması durumunda ortaya çıkabilir.
çiğ balık ve istiridye vs. Deniz canlılarının çiğ tüketilmesinden kaynaklanabilir.
iyi yıkanmayan sebze ve mevyeler tüketildiğinde
et ürünlerinin veya yumurtanın tam pişirilmemesinden kaynaklanabilir.
Şehirlerde ve kırsal alanlardaki içme kullanma suyunun iyi arıtılmamasından kaynaklanabilir.
Bu listeyi uzatmanız mümkündür......
Gıda zehirlenmesine neden olan bazı mikroplar (bakteri, virüs, parazit. vs...) ve toksinler
-Cholera
-e. coli enterisis
-toxins in spoiled or tainted fish or shellfish ( bozulmuş ya da kokmuş balık ve kabuklu deniz canlıları toksinleri )
-staphylococcus aureus
-salmonella
-shigella
Gıda zehirlenmesi yaşayan bireylerde görülen simptomlar:
-Karın krampları
-ishal (bazen kanlı ishal de olabilir)
-Yüksek ateş ve titreme
-Baş ağrısı
-Mide bulantısı ve kusma
-Vücudun direncini yitirmesine bağlı vücutta kırgınlık.
bireylerde gıda zehirlenmesine bağlı aşağıdaki belirtiler mevcut ise , en yakın bir sağlık kuruluşuna gitmesinde fayda vardır.
-Dışkıda kan ve irin görüldüğünde
Gıda zehirlenmeleri balık , mantar, ve deniz ürünlerinden kaynaklandıgında
-Çocuklarda gıda zehirlenmesi görüldüğü 12. saatin sonunda hala istifra ediyorsa
-Yetişkin bireylerde ishal 5. Günde de geçmemiş ve hala devam ediyorsa
-Çocuklarda ishal 2. Gününde de geçmemiş ve hala devam ediyorsa
-Çok yüksek ateş görülmesi durumlarında
***
bebekler ve yaşlı insanlarda gıda zehirlenmesi çok büyük bir risk teşkil etmektedir. Bunların dışında ciddi bir sağlık sorunu yaşayan böbrek hastalarında, diabet, kanser, hiv veya aids ve bağışıklık sistemi zayıf olan insanlarda da gıda zehirlenmesi önemli bir sorun oluşturur.
Not: Hamile ve bebeğini emziren annelerin gıda zehirlenmelerinden kaçınmak için ekstra önlemler alması şarttır.
Gıda zehirlenmesinin belirtileri, bireyin (zehirli) gıdayı tüketmesini takiben 2 ila 6 saat arasında görülecektir. Bu süre gıda zehirlenmesinin neyden kaynaklandıgına baglı olarak kısalabilir veya uzayabilir de .
***
Kaynaklar (references)
Schiller LR, Sellin JH. Diarrhea. In: Feldman M, Friedman LS, Brandt LJ, eds.Sleisenger & Fordtran's Gastrointestinal and Liver Disease
Sodha SV, Griffin PM, Hughes JM. Foodborne disease. In: Mandell GL, Bennett JE, Dolin R, eds.Principles and Practice of Infectious Diseases
Craig SA. Gastroenteritis. In Marx JA, Hockberger RS, Walls RM, et al, eds. Rosen's Emergency Medicine: Concepts and Clinical Practice