kapalı öğretim veren üniversitelerde kişilere ancak "açık" şekilde okuma hakkı tanınmasından ötürü(!), onlar da açık öğretim yapan üniversitelerde "kapalı" öğrenim görmek istiyordur belki. kim bilir.
depresiflik kisvesi altında yapamayacakları şey yoktur. mesela depresyonda olduğundan sizi aldatabilir (!) sonra da depresyonların en babasını yaşar. zira çok kötü bir yalancı olduğundan yakayı hemen ele vermiştir. kendine fazla güvenli değildir. hemen ezilen tiplerdir. girişken hiç değildirler. genelde sessiz ve derinden ilerler bunlar. her şeyi önce kendi kafasında kurar, kararları verir ve uygular. sizin ruhunuz bile duymaz. melankolikliği bazen had safhalara ulaşır öyle ki eğer sevgili iseniz sizi de dibe çeker. zira ona yardımcı olmaya çalışırken söylediği onca karamsar ve simsiyah kelimeler sizin de ister istemez dünyanızı karartır. gözleri genelde dışardadır. sizi ne kadar sevdiğini söylerse söylesin, bir kadınla flörtöz durumlara girmesi an meselesidir. kısaca flörtü ve kurları sever. işte ben böyle bir balık tanıdım ve hepinizi aynı potada yaktım. ha ha ha.
neden tek materyaliniz cinsellik ey köhne beyinler? ve neden cinselliği bu kadar amiyane tabirlere sığdırıp, alışverişe döndürüyorsunuz, sorarım? neden bir kadının cinselliğini yaşaması "vermek" diye addediliyor? bu pişkince ifade nerenizden çıkıyor? nasıl bir zihniyettir o? bu sizin varolma sebebiniz be. biraz centilmen olun. insan olun. adam olun be, adam. amsalaklıktan vazgeçin biraz. çok değil lan, biraz.
istanbul bilgi üniversitesi yayınları genel yayın yönetmeni. önemli entelektüellerden. cunta mağduru. vakt-i zamanında dev-genç davasından ötürü arananlardan ve 'halk düşmanı' diye etiketlenenlerinden biri.
ve hatırla sevgili adlı dizinin danışmanlığını yapmakta iken, ' kanlı pazar ' olayı esnasında, ' dizinin tarafsız olma zarureti' hususunda yapımcı tomris giritlioğlu ile düştüğü anlaşmazlık sonucu, bu misyonunu terketmiş aklıselim.
bir türkü. ya da ağıt. gidene. gelmeyene. bir daha. hiç.
'' ellerini çekip benden, yarim bu gün gider oldu
hem sever hem sevilirdik, bu ayrılık neden oldu ''
nedenler münferit. müşterek olmadı, hiç. bilinmedi tarafımdan. tek muhatabım muammalar. ne bileyim ben ayrılığın simgesini. sığdıramam yaşam kutucuklarıma. sorma. sadece yanıtla. kim ortak olacak ahuzarıma?
ruhtan ve yürekten arındırılmış bir beden. saldın kalabalığa. omuzlara çarpa çarpa, bir özürden bile yoksun dil, işte sana.
ne kadar hoyrattın savunurken beni, onlara. ve ne kadar naif ‘ iki kere zenci’ bir çocuğu kucaklarken, insanlığa. bir yangını ağırlarken zihnin bulanık sularında; sönmedi. söndüremedim. acının en can alıcı rengiyle gittin. kıpkırmızı, arsız bir telaş aldı beni. ateşten. bedenim biçare; hasretlere gark olurken. yüreğimden ziyade. zira, o seninle. o seninle. var onda çare. ne dedi türküde; ama senden ayrı gezen, yürek değil beden oldu
işte bu da dillere pelesenk, ahd, dua oldu.
sonra gülay söyledi durdu. yürek hayıflara gark oldu.
uçurtmayı vurmasınlar filminde evvela; koğuş temsilcisi olarak, diğer kadın mahkumlara o gülen gözleriyle ve insanın içini ısıtan gülümsemesiyle dağıttığı mektuplar sayesinde, gözlerimin mütemadiyen takibine maruz kalmış güzel insan.
güzin özipek'e attığı osmanlı tokadının altında yatan sebep ile film esnasında bir kez daha gözümde büyüyen;
sağlam tiyatrocu. asil duruşlu, asil gülüşlü kadın.
gayrı resmi hürrem'de ki rolüyle yılın en başarılı kadın oyuncuları dalında afife jale ödülüne layık görülmüş kişi. ve o da,
şarkı değil ağlama duvarı.
bilmem ben gülmeyi. bu; geceden sabaha dönen gökyüzü bilir ne çektiğimi. saçlarımda kirli bir elin şefkati, dudaklarımda paslanmış bir serzeniş, kulaklarımda gyuli çkimi. ah ulan bu gülmeyi bilmeyen halim, gül koklamasını ne bilsin. ateş midir bundan böyle seni yuyup yıkayacak olan? söyle. çiçek adlarını ismine ikame etsem uzar mı ömrün? gyuli çkimi. kalpte çakan şimşeğin akibeti kırış kırış olmuş bir ruh mudur? cevap ver. gyuli çkimi. aynalardan yüz çevirdim. ağzından çıkan tahrip edici lafzlardır ömrümün tahriş sebebi. gyuli çkimi. bilmem ben gülmeyi. iklim akdeniz olurdu bir gün elbet ama sen çoktan kuraklığımda solmuşsun.
duygusallıktan, romantizmden bi'haber, hödüklüğe doğru emin adımlarla ilerleyen, aşkı kendi meşrebince yaşayan ademoğlunun hissettiğidir efendim.
şöyle ki; er kişimizin yemek yemek ve aşkla olan ilişkisi, çatal-bıçağın yemekle olan ilişkisine taş çıkartır. kalbine giden yol ne de olsa mideden geçmektedir. yine de kalbe giden yollarda yüksek doymamış yağ oranı bulunması hasebiyle tıkanmalar yaşanabilir. kadıncağızımız bir türlü kalbe ulaşamaz. orda ufak çaplı bir bakkal işletildiğinden şüphe etmektedir. bu adamın kendisini, ' ton balığım', 'zeytinyağlı yaprak sarmam', 'macar salamım', 'marmara birlik zeytinim' minvalinde bir hitabet geliştirerek sevmesinden kıl kapan kadıncağızımız, septik bir hal almaya başlamaktadır. hayır, foseptik değil. adam onu sevmiyordur; imgelemeler yanlıştır, o bir zeytinyağlı yaprak sarma olamazdır. bu fikriyata kendini kaptıran kadıncağız günbegün ıramaya başlar erinden. yemekleri yağsız, tatsız ve tutsuz yapmaya başlar. günler günleri kovalar ve akabinde kapıdadır bavullar. işte bu kertede, er kişinin kadınına içler acısı seslenişidir;
şimdi sen kalkıp gidiyorsun. git
gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. gitsinler.
oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
oysa allah bilir bugün iyi uyanmıştık
sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
sanki hiç olmamıştı
oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
istanbullar
şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların
öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik
oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
sonrası iyilik güzellik.
illaki bir mukayese gerekiyorsa, bağlı olmayandan daha çok çekinmek gerekir fikrindeyim. zira anne bu hayatta 'mukayese' kabul etmez, 'en değerli' dir. bu 'değer' e sahip olamamış erkeğin hayatındaki diğer kadınlar hep ikincidir. isimsizdir. nitekim her kadın potansiyel bir annedir.
bir gün uyandığınızda ( ki bu gerçek anlamda olmalı muhakkak ); perdelere usulca yaklaşıp, onları sonsuza kadar açmak için bir hamle yapıp, akabinde gözlerinizin kamaşmasına neden olan o hüzmenin ayırdına vardığınız an, içerinizde oluşan istektir. hayat sizi çağırıyordur. her şey ama her şey geçiyor, unutuluyor, bir kapı kapanıyorsa diğeri muhakkak aralanıyordur! ah, sezen ablamın da dediği gibi;
norveçli yönetmen petter naess'in eseri. keyfin ötesini yaşatıyor. artık; hayvanlar alemine daha sıcak bakıyorum. 'erkek değil misiniz hepiniz aynısınız' sloganlarından kendimi uzak tutuyorum. hayatımı ifade eden en güzel rakamları belirlemeye çalışıyorum. biraz deliliğin kimseye bir zararı olmadığını bilakis hayatı daha yaşanılır hale getirdiğini daha iyi anlıyorum. öyle ki, kahkahamın ekosunu bile değiştirdim. evet, bu sadece bir filmdi lakin filmler hayattan beslenmez mi?
ilkokul sularında cereyan edenler en unutulmazlarıdır.
kız, babasının memur olması hasebiyle sınıfa sonradan dahil olmuştur ve öğretmeni onun bulunduğu kümeye oturtmuştur kızcağızı. ilk tenefüs arasında, isminizi sorar ve elindeki bisküviden size de ikram eder; sonra gülüşmeler, iflah olmaz utangaçlıklar ve 'sınıfa yeni gelen kızı' ilk etapta sindiremeyen kıdemli küçük kızların 'niye geldin' diyen bakışları peyda olur. allahtan bir tanesi pek cana yakındır da, sokuluvermiştir kızın yanına. en yakın arkadaşı olmuştur, girizgahta. hikaye gelişme bölümüne geçer sonra.
en unutulmaz atraksiyonlarından biri ders esnasında, çıkışlarda vesair kağıtlaşmaktır. ' bu gün mevlüt'e beni artık sevmediğini söylemişsin, yalan söyleme. niye tahtaya benim adımı yazmadın o zaman, o kadar da konuştum!?' vari sitemler düşülür notlara. (imtiyazcı sınıf başkanlığı dönemleri). bunların haddi hesabı yoktur. utangaç bünyeler sıra altından ya da kalem açılan çöp başlarında buluşup, verilen kağıtlarla anlaşırlar. sınıfın en uzun çocuğu anlamsız bir biçimde sınıfın en minik kızına tutkundur. ve kızın bu hislere mukabele etmesi işten bile değildir. ikisininde en büyük korkusu, zamansız bir tayinle sınıfa müdahil olan kızın, yine zamansız bir tayinle başka diyarlara gitmesidir. çocuk basketbol ve bando takımının; kız ise türkçe derslerinin, şiir ve kompozisyon yarışmalarının vazgeçilmez ögesidir. böyle anlarda birbirlerini en çoşkulu şekilde alkışlayanlar evvela bu iki pıtırcık olur. bu hissiyatları anlatmak namümkündür. çünkü kelimeler o masumluğun hakkını verememektedir.
bu arada; evet mevlüt'e yalan söylemiştim. n'apıyım, konuşmasaydın o uyuz kızla.
aşkın en umarsız halini anlattığı şiiriyle, beni benden alan şair.
iki taksi çarpıştı az ötemizde ve biz
Katıla katıla güldük
Aşktı bize unutturan dünyayı
Biz ki kimsesiz bir kedi görsek sokakta
Alıp eve getirirdik daha dün
Ey insanlık, anla ve bağışla bizi Felaketlere gülecek kadar
Seviyoruz birbirimizi.
olabilitesi yüksektir. zira kendisi makina programında uludağ sözlüğü zikretmiş ve beğendiğini dile getirmiştir. ama ben yalnızca okur olarak takılıp, yazar kısmını bize bıraktığını düşünmekteyim.
siyasete atılan kadın sayısı bir hayli az olduğu için, haliyle atılanlar da onlarca erkek arasında kadınsılıklarını bence yitirmekte, adeta birer 'erkek fatma' olmaktadırlar. dolayısıyla mecliste kadın var mı yok mu, pek ayırdına varılamamaktadır. bunun önüne geçmek için kadın sayısının artırılması iyi olur. belki hemcinsleriyle daha sık karşılaşıp kadınlıklarını daha sık hatırlarlar da, mecliste kadın var diyebiliriz. *