buny
1720 (johannes kepler)
beşinci nesil yazar 4 takipçi 116.90 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    sözlük yazarlarının instagram hesapları

    62.
  1. sözlükçülerin connected2 me sayfaları

    202.
  2. sözlük yazarlarından denemeler

    27.
  3. sözlük yazarlarından denemeler

    26.
  4. sözlük yazarlarından kısa yazılar

    4.
  5. sevmenin iki yüzü

    1.
  6. ---alıntı---

    şimdi burada sevmenin veya insanın içerisinde hissettiklerinin kimyasal reaksiyonlardan ibaret olduğundan ve sanal bir şey olduğundan bahsetmeyeceğim. bahsedeceğim şey aslında sevginin bitmesi ve tekrar başlaması hakkında.

    bir ilişki esnasında bireyler ne kadar kendini kontrol etmeye çalışsa da ortada bir bağlılık ve bağımlılık söz konusu olur. ve bağımlılık karşınızdaki kişiye daha çok bağlanmanıza sebep olur. bütün zamanınızı onunla geçirebilirsiniz. bütün güzel sözleri ona edebilirsiniz. hatta sanatsal bir yeteneğiniz varsa o sizin ilham kaynağınız olur. tüm eserleriniz de onun için olur. karşılık edilen güzel laflar, beraber geçirilen güzel zamanlar, hatta beraber orgazm olmalar. hepsi onunla olur, hayatınız onunkiyle karışır. iki tarafta iki kişilik bir hayat yaşar, sevgi ömrü uzatır. bunlar güzel, samimi, yaşanası tarafları. işin kötülüğü, iki yüzlülüğü ilişkinin bir başka parçası olan ayrılıkla başlıyor.

    bir ilişkinin nasıl bittiği, yaşanılan olaylar doğrultusundadır ve buna başka bir etken de kişilerin olgunluğudur. illa ki saçmalıklara ev sahipliği yapacağınız olacaktır. olağan görmekteyim. benim derdim birkaç zaman önce sevgi kelebeği olan insanların birbirine lanet etmeleriyle alakalı değil. bunlar kaybetmenin oluşturduğu sinirle yaşanılabilir deyip geçelim. asıl derdim bu ilişki sonrasındaki ilişkimiz ve yaşadıklarımızla ilgili. şöyle ki: bir süre sonra elbet bir başka kadının/erkeğin kollarında hayatı bulacağız. onu seveceğiz, onunla sevişeceğiz. ayrıldığımız kişiden daha çok veya en az onun kadar seveceğiz. bu sefer tüm mahremimiz, tüm güzel laflarımız hayatımıza yeni giren kişinin olacak. bir önceki ilişkimizde ne yapıyorsak aynılarını başka bir seyirci karşısında sergileyeceğiz. tiyatral oyun bir nevi. onu bedenimizin ve mahremimizin başkentine koyacağız. ilişkiler aynı kişiler farklıdır.

    tüm bunları sanki daha önce yapmamışız gibi, tüm o güzel lafları hayatımızda ilk kez ona ediyormuşuz gibi davranacağız. hayatımıza giren bilmem kaçıncı insan veya yatağımıza giren bilmem kaçıncı insan olması önemli değil sanki. biz ona yine ilk defaymış gibi davranacağız. işin daha da kötüsü son birlikteliğimiz sanacağız. ilişkinin iki yüzlü olduğunu gösteren taraf, daha doğrusu ilişkinin bireylerce iki yüzlü hale getirilmesini gösteren taraf bu bence.

    biz bir insan ilk defa dermişcesine 'seni seviyorum' diyeceğiz ve birkaç zaman sonra yine ilk defa dermişcesine bir başka insana 'seni seviyorum' diyeceğiz. hayatımız, kalbimiz sandığımız kişi gittiğinde biz başkasına sarılacağız ve onu kalbimiz yapacağız. duygu yüklediğimiz o güzelim laflar, tarifi imkansız o sevişmeler hiç yaşanılmış gibi biz bir başka kadını soyacağız.

    bu yüzden ilişki ve bu duygusal durum bana her zaman iki yüzlü gelmiştir. hiçbir zaman samimi olduğunu düşünmedim. fakat işleyiş bu şekilde, biz her zaman bir başkasını unutmak için başkalarını arayacağız. sonra onu kaybedeceğiz yine ilk defa seviyormuşcasına bir başkasına sarılacağız. bu kadar samimi kabul edilen bu ilişki çeşidinin bu derece iki yüzlü, tiksindirici olması ayrı bir düşündürmektedir beni.

    ---alıntı---

    http://uc-noktam.blogspot...05/sevmenin-iki-yuzu.html
    1 ...
  7. çocukken ölmeliydin

    1.
  8. ---alıntı---
    ben anlatamıyorum, uzatınız elinizi derinlerime. söküp çıkartınız kapkara zift kaplamış parçamı içimden. ben anlatamıyorum ama siz dinleyiniz. siz karar verin yaram ne kadar derindir. hangi yar bu yarayı tedavi edebilir. siz karar verin ne kadar kanser içim, huyu nasıldır.

    ben anlatamıyorum ama siz dinleyiniz can-ı gönülden beni. belki baksanız gözümün içine, bağırmaktadır o derinlerde. dilini anlayamadığınız bir kuş gibi gelebilir belki size veya güzel bir yazarın betimlemeleriyle yaşatabilir size derdimi.

    ben anlatamıyorum ama dokununuz tenime. korkmayınız derdim, sinirim içimi yemekte olan bir mahluk. zarar vermez size. dokunsanız belki anlarsanız diyemediklerimi, kelimelere veya sözlere dökemediklerimi. dokunsanız belki rahatlarım, içim aydınlar elinizle.

    ben anlatamıyorum ama koklayınız bulunduğumuz ortamı. hayır, derin bir nefes değil demek istediğim. derininizden gelen bir nefesle içinize çekiniz kokuyu. içtiğiniz soğuk suyun ilerleyişini hisseder gibi hissediniz kokunun ciğerlerinize ulaşmasını. belki aynı şeyleri hissettirir bu koku sizlere. belki bir cümlem olursunuz da siz dillendirirsiniz beni.

    ben anlatamıyorum ama duyunuz beni derinlerinizde. belki sesim çıkmaz ama bu sessizliğim de anlatamaz mı iki kelam size? görmenize, hissetmenize gerek yok bilseniz de yetmez mi bazen? ya da siz de susun dert etmem. belki gülerim halimize. ihtiyacımız olan da bu ya zaten güzel bir tebessüm yüzümüzde.

    ben anlatamıyorum ama tadın bu ortamı, tadın bu buhranı. ağzınıza dağılırken bu tatlı duygu, ekşiyecektir elbet. acımasız olmak istemem ama siz istediniz beni dinlemeyi. birazcık dayanın. ben anlatamasam da siz anlayın beni.

    ben anlatamıyorum ama siz anlayın. askerde değil, sokakta bir araba tarafından değil, boynumuza ip geçirmişken değil... çocukken ölmeliydik, bakire kalmalıydı kalbimiz ve bir o kadar mutlu içimiz.

    ---alıntı---
    http://uc-noktam.blogspot.../cocukken-olmeliydin.html
    0 ...
  9. tanrı nın dokunuşu aşk

    1.
  10. ---alıntı---

    -aşık mısın?
    +değilim, yanımda olmanı seviyorum.

    bu ve devamı gelen birkaç sözlerle bir diyalog yaşadım yakın bir zamanda. gereksiz yere düşündüm. hakikaten nedir ki aşk? bu kadar tepe noktaya konulup ulaşılamayan bir şey ne olabilir? bir insan hayatına girip seninle derdini, sevincini, zamanını, mahremini paylaşıyorsa ve bu yaptıkları için büyük fedakarlıklar yapması gerekiyorsa o insan senin için daha ne yapabilir ki? bunun daha üst noktası yoktur. buna bir sıfat takmanın anlamsızlığı ayrı bir konudur. benim merak ettiğim insanlar bundan daha üstün ne arıyor birbirlerinde?

    +aşk nedir ki bu kadar abartıyorsun? tanrı'nın dokunuşu mu?

    böyle düşünüyordum. eski sevgililerimi düşündüm. daha sonra hayatımı en çok etkileyeni, kafamı en çok meşgul edeni. ki o da "aşık olduğum" kadındı. gerçekten aşık olmanın bir farkı var, farkına vardım.

    *sesini duyduğumda kalbim duracak gibi oldu.

    demişti kadının biri. kim bilebilirdi bana tanrı'nın dokunuşunu yapacağını. bu lafı duyunca tanrı'nın kendisi gibi hissetmiştim, bırakın dokunuşu. elimde bir asa, tüm kudret bendeydi sanki. daha sonra onun sesini duymak ilaç oldu, varlığından öte. her lafı sesiyle içime işler, damarlarımda gezer gibi. o konuştuğunda kainatın en güzel müziği çalıyordu kulağımda, kalbimse düzensiz ama gürültülü bir metronom. onu düşündüğümde beynim uyuşuyor, vücudum fazlasıyla endorfin salgılıyordu. cenneti dünyaya getiren kadın.

    kendini özletmese de bana o an yaşadıklarımı üstünden bu kadar sene geçmesine rağmen hatırlatabiliyorsa bu aşktır. ezgilerin en güzelidir sesi, dedikleri dünyanın en güzel romanıdır, bakışları ay'dan güzeldir, dokunuşu o kadar masumdur ki... su kadar berraktır yüzü. bir insan tamamiyle kusursuz olamaz ama bir insanı aşık edebilir ve bu aşk onu kusursuz kişi yapar. ve anladım her şeyi paylaşmanın ötesinde bir şey var. belki bu toyca, çocukça bir şey. belki kişilerin kendini kandırmasındaki hat safha ama var. bazen bir kadın karşınıza çıkıyor ve tanrıça oluyor ve onun dokunuşu, aşk...

    +ben hayatımda bir kere aşık oldum. onda da her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. bir daha aşık olmam, olmak da istemiyorum.

    ---alıntı---

    http://uc-noktam.blogspot.../tanrnn-dokunusu-ask.html
    1 ...
  11. popi

    10.
  12. kürtajın yasaklanması

    4.
  13. hayatın ne kadar ibne olduğunun anlaşıldığı anlar

    439.
  14. --spoiler--
    bazen çok düşünüyorum bu hayatı fazla mı ciddiye alıyorum yoksa fazla mı ciddiye almıyorum diye. bilmiyorum bana pek yaşanası gelmiyor burası, çekilecek gibi değil be abi. bazen işte bir kadın giriyor hayatına, işte o zaman unutuyorsun onu düşünmekten bazı şeyleri düşünmeyi. bir o zaman çekilir gibi geliyor burası. sonra o kadın gidiyor yine aynı şeyler hatta fazlası. zira bir nebze acına acı katıyor giden insanlar sonuçta. bir de becereksiziz ki sorma. o kadın arkadaştan öte olduktan sonraki tüm anlar tekrar arkadaşın olamıyor. hep eksiye gidiyoruz, hep kaybediyoruz yani. bir de şunu anladım ben, herkes fazlasıyla dertli. önceleri "ulan tüm dertli kadınları üstüme mi çekiyorum ben?" derdim. ama anladım ki herkes dertli. herkes geçmişteki dertleri yüzünden şimdi bile mutlu olamıyor, yarın da olamayacaklar. çünkü biz bu dertler yüzünden güzel bir şey yaşamıyoruz. geçen olaylara "geçti" diyemiyoruz. her gün bir dert ekleniyor dert dağarcığımıza.

    ben çok şaşırıyorum biz insanlara. hani bu kadar dert sahibi olup, hala nasıl katlanabiliyoruz ki buraya? tamam gayet optimist insanlar da var ama bunlar azınlıkta, ben kalan kişiler için konuşuyorum. nasıl katlanıyoruz bu bataklık gibi bizi içine çeken yere. her yerimiz çamur oldu be arkadaş yeter, el insaf. biraz bize de temizlik ver.

    hep dertliyiz, hep şikayet ediyoruz. ama biz insanlar çok dayanıklıyız he... maddi manevi tüm bu dertlere göğüs geriyoruz ya. kralı gelsin bizi kesmeye! o yeni bileylenmiş metale gülerek koşmayacaksak ben de bir bok bilmiyorum. gözümüzü o kadar dert bürümüş, o kadar korkusuzuz. hani cesur yürek'te savaş sahnesinde iskoçyalılar götünü açıp, düşman askerleri selamlıyordu ya. biz de götümüzle güleceğiz bir gün o kana susamış dertlerimiz karşısında.

    heh... bir de şunlar döküldü lan ağzımdan, ilginç.

    ah be kadın!
    deniz çok güzel dalgalanıyordu.
    şimdi seninle oturup,
    o denizin kenarında simit yemek vardı,
    martıları seyretmek vardı.
    geçen vapuru görüyor musun kadın?
    insanlar bir yerlere yetişme çabasında.
    yetişmeye çalıştığı yer var ya,
    işte tam burası kadın.
    biraz sevgi, ardından biraz bulut,
    birkaç martı ve deniz.
    herkes mutluluğa yetişme çabasında kadın.
    biz ise mutluluğu bulmuşuz, denize döküyoruz.
    kim bilir belki de deniz bu yüzden bu kadar güzeldir.
    bu deniz çok güzel kadın,
    bu dalgaların muhabbeti çok iyi.
    ben hep buradayım, kayalıklarda.
    elimde simit, dilimde dalgalara anlatılacak birkaç kelam.
    simiti koparıp martılara atan adam varya, o benim işte.
    çabuk doyarım zaten ben.
    deniz beni çağırıyor ama kadın.
    olur da bir gün görmeye gelirsen beni ve yoksam.
    dalgaların davetine icabet ediyor oluyorumdur.
    eğer karnın aç olursa,
    kayalıkların üstüne bıraktığım simit senindir.
    sana almıştım zaten.
    --spoiler--

    kaynak: http://uc-noktam.blogspot...bne-oldugunu-anladgm.html
    0 ...
  15. olamaz mı

    1.
  16. --spoiler--
    insan hiç görmediği birini özleyebilir mi?
    düşünün, kaç kişi geçti hayatınızdan?
    düşünün, siz kaçını sevdiniz?

    bazen ayak altına alınan duyguları yaşarken, bazen hislerinizle bulutların üstünde yaşarsınız ayağınızın altına aldığınız şeyleri. hani hayatınızdan geçen kişi sayısı, sevdiğiniz kişi sayısına eşit değildir. belki de bu yüzden hep kısaydı dertlerinizden uzak kaldığınız anlar. evet dertleriniz! bir yunan tanrısı olan atlas gibi dünyayı sırtınızda taşıdığınızı bile düşündürebilecek şeyler. beyninizdeki huzursuzluk tohumları. ne tuhaftır değil mi biriyle birlikteyken bu huzursuzluklardan soyutlamanız kendinizi, hiç yokmuşcasına. onlar hala beyninizde, belki kıvrımlarınız kemirmeye devam ediyor fakat siz yok sayıyorsunuz istemsiz bir şekilde. hayatınıza giren kişi beyninizde bir kahraman niteliğinde. nasıl olsa sizi her gün eriten şeylerden koruyor.

    bir sürü huzursuzluğunuz var. bunlar yaşadığınız şeyler veya kendi yarattığınız şeyler. bunların, sizi başka kişilerin 'karamsar' diye nitelendirebilecek derecede çok olduğunu düşünün, bu kadar bir sıkılmışlık var üstünüzde veya yalnızlık. yaşıyorsunuz ama yaşadığınız her günün dünden beter. bugünün ise sadece yarından güzel olduğunun farkındasınız. her rüzgar estiğinde, deniz dalgalandığında ölümün sizi çağırdığını düşünüyorsunuz ama sadece yarın neler olacağını merak ettiğiniz için bu çağrılara cevap vermiyorsunuz. şaka gibi değil mi? insanın "kamera nerede?" diye sorası geliyor bazen farkındayım. kimbilir belki de tanrı bizimle dalga geçiyordur. işte tam bu anda çıkar kahramanız. pelerini veya vücut hatlarını belli eden taytı yoktur. sadece normal bir insandır. kendi bile farkında değildir sizin için bir kahraman olduğunu. varlığının bile huzur verdiği insanlar işte. ne tuhaftır böyle bir insanın hayatınıza girmesi ve sizi başka bir dünyaya sürüklemesi. hayatımıza giren insanların hepsi bu tuhaflıklara sebep olmuyor. sanırım sebep olanların da değerini bilemiyoruz. hayır hayır! bunu onlara gösteremiyoruz.

    çok becereksiziz be abi. bu küçük bir çocuğun bir eşya kırma masumluğunda bir şey değil ki her ne kadar amacımız birini kırmak olmasa da. elimiz yüzümüz utanca boyanıyor bazen. kimbilir belki de bu yüzden suçluların bir maskesi veya yüzünü kapatan makyajı vardır.

    bizden adam olmaz azizim, en iyisi ölmek. aşık da ne güzel söylemiş baksana: "benim sadık yarim kara topraktır." bizim ihanet edemediğimiz tek yar topraktır. onun kadar sarıp sarmalayan, koruyan olamaz nasıl olsa. hem terk etme veya terk edilme ihtimali de yoktur. sonsuz bir mutluluğun seni beklediğini düşünsene. mükemmel bir şey olsa gerek düşünecek bir sürü şeyin olmasına rağmen senin düşünememen. toprağa kavuşmak için yaşıyoruz zaten.

    insan hiç tanımadığı birini sevebilir mi?

    hayat da zaten çok tuhaf değil mi? vapurlar falan...
    --spoiler--

    kaynak: http://uc-noktam.blogspot.com/2012/04/olamaz-m.html
    0 ...
  17. ve tanrı ağladı

    5.
  18. yaşama sebebim

    2.
  19. --spoiler--
    günün yorgunluğundan kurtulmak için yatağıma uzanmış müzik dinliyordum. önce piyano baskın giriyor, sonra gitar, bas, bateri katılıyor o cümbüşe. intro bitiyor...

    bir romanda çirkin oldum hep mutsuz, umutsuz oldum.
    hep yarım yanlış okundum; bitmeden unutuldum.

    gözümü kapadım, şarkıyı ben söylüyormuşcasına hayal ettim kendimi. önümde bir sürü izleyen var. böyle şeylerden keyif alabiliyorum bazen. bazense keyifsizliklerim düşündürmeye itiyor ya beni. aklıma girdi bir ses ve bir sebep aradı. sahi ben neden yaşıyorum?

    göründüğünde ne kadar bir basit soru oysa ki. çoğu insan buna düşünmeden cevap verebilir sahip oldukları sebebiyle. birinin çok sevdiği bir insan vardır mesela "ben onun için yaşıyorum" der; başka biri ise inancı sebebiyle yaşadığını söyler, inancı yasaklar ona kendi iradesiyle hayatına son vermesini. bir başkası çocukları için yaşar, bazıları bakmakla yükümlü olduğu insanlar için. bazılarımızın ise bir yaşama sebebi yoktur. belki bir gaziden fazla darbe almıştır hayattan veya bir köleden daha az özgürdür. peki böyleyse neden yaşıyoruz? her şey kötü, dünya her an daha kötüye gidiyor, bizi buraya bağlayan bir kişi, inanç, neden yok. neden buradayız? ilk soruma bu soruyla cevap verebildim ilk olarak her ne kadar soruya soruyla cevap verilmesinden haz etmesem de.

    bir cümlede var oldum; nokta kondum son buldum.

    sahi neden hala buradayım? çoğu zaman şikayet ediyorum her şeyden. her an tokat atıyor bana hayat. -daha bir kaç saat önce bir sille daha yedim mesela.- ne bileyim tüm bu dengesizliklerin denge diye nitelendirilmesi, bu saatte sokağın bir köşesinde ısınamayan bir insan veya alacak bir şeyi olmadığı için açlığını unutmaya çalışan insanlar geliyor aklıma. sahi denge nerede? bu dengesizlikleri kabullenmemiz bizim dengesizliğimizdendir belki de. sevemiyorum ben hayatı. hayat, işi gücü benimle dalga geçmek olan bir varlık gibi geliyor bana. hiç olmadık yerlerde, hiç olmayacak şeyleri gözüme sokuyor mesela ve ben ona sinirleniyorum. hayat ona sinirlenmemizi, onunla ilgilenmenizi bekleyen küçük bir çocuk gibi. kimbilir, belki de hayat bizden ilgi bekliyor.

    oysa "tesadüf" diyebilsem ne kadar kolay olacak veya kaderci olsam. kaderimde varmış! evet, bunu diyebilsem daha kolay olabilirdi her şey. bilmek sorumluluk getirir.

    hala soruyorum kendime, "sebep?"

    yaşamımı sonlandırmaktan alıkoyan bir inancım yok. uğruna yaşamayı göze alabileceğim bir insan yok. yarının daha güzel olacağına da inanmıyorum. öyleyse neden hala nefes alıyorum? varlığım neden hala bir yer kaplıyor bu gerçeklikte? evet evet buldum yaşama sebebimi, merak bu!

    bu bir intihar mektubu olabilirdi ama hayatın bana yarın nasıl bir kazık atacağını merak ediyorum.

    --spoiler--

    kaynak: http://uc-noktam.blogspot...12/04/yasama-sebebim.html
    0 ...
  20. tuval

    75.
  21. sözlük yazarlarından karikatürler

    24.
  22. kendinizi yalnız hissettiğinizde çenenizi kapatın

    1.
  23. kendinizi yalnız hissettiğinizde çenenizi kapatın

    tak taktak tak tak…
    fonda çalan müziğin sesine daktilonun sesi ekleniyordu. güneş henüz doğmaya yeltenmemiş, ay gökyüzünü terk etmemişti. sigarasından derin bir nefes çekti yazar. kül tabağına sigarasını bıraktıktan sonra devam etti yazmaya.
    …
    insanların ortak şikayeti, yakarışıdır yalnızlık. kimse daha yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmeden bundan şikayet eder. çoğu kişiye göre yalnızlık bir hayat arkadaşının olmamasıdır. bazıları ise sadece derdini paylaşamadığı bir arkadaşı olmadığı için yalnız hisseder kendini. onlar sahip olduklarının farkında olmayanlardır. onlar sadece daha fazlasına açtır. kerem ise böylelerini sevmez. zira o koca bir siyahlıkta kendini beyaz toz tanesi olarak görür. diğerleriyle uyum içinde değildir ve bu onu farklı kılar. farklılıklar ise ayrılıkları doğurur; ayrılıklar ise geçmek bilmeyen günlerin çetelesini tutmaya sevk eder. günlerin geçmemesi yalnızlıktır ve zaman geçmedikçe tat alamaz insan hayattan. zira kendini tekrarlayan şeyler zevk vermemeye başlar. sıradanlık ise yalnızlığın uzun bir yoludur.
    …

    Yazar boşalan bardağını, bardağı hemen yanında bulunan şişedeki içkiyle doldurdu. bardağını eline alıp, koltuğa yaslandı. elindeki içkisini içerken düşünüyordu. neydi aslında tam olarak yalnızlık? sadece bir insanın veya insanların eksikliği mi? öyleyse eğer neden bir insan çevresindeki tüm insanların yok sayıp tek başınalığını pekiştirir? elindeki bardağı daktilonun yanına bıraktı yazar ve paketinde kalan son sigarasını yaktı.

    …
    kerem kendi halinde bir insandı. uzun süredir bir ilişkisi yoktu. birkaç tane arkadaşı vardı, onlarla da çok sık görüşmezdi. çevresinde fazla insan olmasını sevmezdi. stüdyo dairesinde tek başına yaşardı. dağınık bir insandı kerem. eski eşyalara meraklı bir insandı. tek değer verdiği şeyler, o’nun için hazine olan şeyler sadece bunlardı. bir pikap, slr fotoğraf makinesi, tahtadan yapılmış oyuncak arabalar…

    ailesiyle arası pek iyi değildi kerem’in. arada sırada kendisini sorumlu hissetmemek için onları arardı, nadiren de yanlarını giderdi. ailenin kutsallığı fikrine katılmıyordu. tüm anneler bir melek değildi onun için, tüm babalar ise bir kahraman. bu yüzden hissettirmeden uzak olmaya çalışıyordu. hayatı sadece kendi ayakları üzerindeyken izlemek hatta rüzgara karşı durmak istiyordu.

    bitmiş sigarasını izmaritlerle dolu kül tablasında söndürdü kerem. ceketini üzerine alıp dairesinden çıktı. arabasına binip bir bara gitti. bardan içeri girip, arkadaşının yanına oturdu. arkadaşı ne içmek istediğini sordu kerem’e. daha sonra bardan iki birayla masaya geri döndü. arkadaşının suratı asıktı. belli ki bir sevgilisinden ayrılmıştı. onun yüklerini hafifletmek adına anlattırdı her şeyi arkadaşına. arkadaşı kendisini yalnız hissettiğini söyledi. her şeyini o kıza bağlamış olacak, onsuz bir kendini boşlukta hissettiğini söylüyordu. bu sırada kerem ise bu durumu düşündü. yani bir kadını hayatımızın merkezine, başkentine sokuyoruz. o bir süre sonra ister istemez iç savaş çıkartıyor ve yetkilerimizi kaybediyoruz kendi topraklarımızda. bu bizi boşluğa sürüklüyor. yüksek bir yerden atlıyoruz ve sürekli düşüyoruz, yere çarpamıyoruz. her şeyi sonlandıracak bir sona erişemiyoruz. sadece süzülüyoruz rüzgar suratımızı yalarken ve içimizde korkuyla sevincin karışık duygusunu hissederken. bu yüzden kendimizi içkiyle veya başka maddelerle uyuşturuyoruz. düşünmemek için beynimizi uyuşturuyoruz. ne kadar aptalca değil mi?

    kerem’in arkadaşı başka masada oturan bir kadının kerem’e baktığını fark etti ve bunu kerem’e söyledi. kerem ise kadına bakmadan onu istemediğini söyledi arkadaşına. bu sefer arkadaşı onun dertlerini dinlemek istiyordu. fakat kerem daha derdini kendini anlatabilmiş değildi, bu yüzden kimseyle paylaşamıyordu bu duyguyu. bu bir boşluktan bile öteydi onun için.
    …

    yazar bir an duraksadı ve ellerini kafasının arkasında birleştirerek düşünmeye çalıştı. bir şeyi hatırlamaya çalışıyor gibiydi. güneş ise kendisini göstermiş ortalığı aydınlatmaya başlamıştı. sandalyesinden kalkan yazar üstünü giyerek dışarı çıktı. bir iki sokak yürüdükten sonra çorbacıya girdi ve boş bir masaya oturdu. bir mercimek çorbası söyledi kendine. çorbasını içtikten sonra oradan kalktı yazar, evine doğru gitmiyordu. biraz yürüdükten sonra bir apartmana girip dördüncü kata çıktı. biraz düşündükten sonra kapıyı çalmaya başladı. kimse bakmadı kapıya tekrar denedi şansını, tekrar çaldı ve bekledi. ama yine açan yoktu iki insanın arasına sokulan bir tahta parçasını. geri dönmeye karar verdi yazar. apartmandan çıkan yazar yolun karşısına geçti. deniz kenarında yürümek istedi. bu ona ilk yazısını hatırlattı. ilk yazısında karakter sahilde yürürken güzel saçlı bir kadın görür ve bu onu sebepsiz yere mutlu ederdi. en sonunda ise yine aynı sahilde yürürken kendisini çağıran dalgalara teslim ederdi karakter. yazar denizi dinlemeye kalkıştı. tüm o dalgaların sesi onun için bir çağırıştı. bir an durup denizi seyretti. oradan geçen bir arkadaşı yazarı gördü ve selam verdi. sabahın köründe işe gidiyordu arkadaşı. biraz konuştuktan sonra arkadaşı yoluna devam etti, yazar da evine doğru yol aldı.

    …
    kerem yorucu bir uykunun ardından uyanmıştı. uykulu bir şekilde kalkarken yatağın diğer tarafında yatan, adını bile hatırlamadığı bir kadın gördü. yarı çıplak bir şekilde sessizce kıyafetleriyle banyoya gitti. banyoda yüzünü yıkayıp, üstünü giydi. banyodan çıkıp odasına geri döndü kerem. çekmecesini açarak çekmeceden bir kağıt parçası aldı ve o kağıt parçasını kadının görebileceği bir yere baktı. kağıtta “işe gidiyorum, uyandırmak istemedim. en yakın zamanda seni arayacağım.” yazıyordu.
    …

    yazar sandalyesinden kalktı. bir sigara yakarak evinin balkonuna çıktı. sigarasını içtikten sonra içeri giren yazar yatağına yattı ve bir süre uyudu.

    yazar akşamüstü olmasına yakın bir zamanda uyandı. uyanır uyanmaz tekrar sigara yaktı. daha sonra telefonunu alarak mutfağa gitti. buzdolabının üstünde yazan telefon numaralarından birini arayarak yemek siparişi verdi. buzdolabını açtı ve son kalan içki şişesini aldı. masasına dönen yazar boş duran bardağını da doldurdu. içkisinden bir yudum aldı. sonra yazmaya devam etti.

    …
    kerem işten evine döndü. kapısını açtıktan sonra evinin toplandığını fark etti. içeri girdi masada ise tabaklar vardı. kerem şaşkın bir şekilde masaya bakarken, sabah yatakta gördüğü kadın geldi elinde yemekle. “hadi otur soğumadan yiyelim” dedi kadın. kerem ise hala şaşkınlığı üstünden atamamıştı. kadın yemeği masaya bırakıp, sandalyeye oturdu ve elini uzatarak “ben demet” dedi. kerem kadının eline sıktı ve “kerem” diyebildi sadece. daha sonra ceketini çıkartıp masaya oturdu. kadın kerem’e yemeğini uzattı. kerem tabağı alıp önüne koydu. “akşama kadar burada mı bekledin?” dedi. kadın “evet, aramayacağını biliyordum ben de beklemek zorunda kaldım.” “aramayacağımı nereden biliyordun” dedi kerem. “çünkü telefon numaramı almamıştın, ismimi bile sormamıştın” diye cevapladı kadın. “ismini bilmeden daha güzeldi.”
    …

    kapı çaldı. yazar sandalyesinden kalkarak kapıya baktı. yazarın sipariş ettiği yemek gelmişti. yazar yemeğini alarak odasına gitti. bu sırada yazarın telefonu çaldı. sabah karşılaştığı arkadaşı arıyordu. akşam buluşmak istediğini söyleyen arkadaşını, işi olduğunu bahane ederek geri çevirdi yazar. daha sonra yemeğini yedi.

    …
    kadın o gece de kerem’de kaldı. kerem sabah uyandığında ilk iş yatağının diğer tarafına baktı, kadın yoktu. yatağından kalktı kerem. banyoda yüzünü yıkadıktan sonra kıyafetlerini giymek için tekrar odasına döndü. dün not bıraktığı yerde bir kağıt gördü. kağıda baktı bir telefon numarası yazıyordu. kağıdın arkasını çevirdi, arkasında da kerem’in notu yazıyordu.
    …

    yazar elindeki sigarayı söndürerek telefonunu aldı. birkaç saat önce onu arayan arkadaşını aradı ve işinin iptal olduğunu buluşabileceklerini söyledi. telefonu kapattıktan sonra banyoya girdi. sonrasında üstünü giyip, arkadaşıyla buluşmaya gitti. elinde bir bardak viskiyle uzun zamandır görüşmediği arkadaşıyla muhabbet ediyordu yazar. arkadaşı bir kadını sordu yazara. bu kadın yazarın eski sevgilisiydi. sevgilisinin vefat ettiğini ve geçen gün öldüğünü bile bile sabahın köründe evine gidip, kapıyı açmasını beklediğini anlattı. arkadaşı da bu duruma üzülmüştü ve derdine ortak olmaya çalıştığını belirtti. arkadaşı da yalnız olduğunu söyledi ve bu yöndeki dertlerini anlattı yazara. yazarsa bu konuşmalardan sıkılmış bir şekilde arkadaşının sözünü kesti. “yalnızlık bu değil.” dedi. “yalnızlık o kapının açılamayacak olması değil. hayatımızın başkentine soktuğumuz kadının artık yok olması değil” dedi yazar. “yalnızlık o kadının olmamasına rağmen hala bizim onunla olmamız dedi. bizimle onunla ölmemiz, bizim onunla gitmemiz.” diye ekledi.

    saat geç olmuştu. arkadaşı yazarın yanından ayrıldı, yazar ise masadan kalkıp, bara gitti ve oraya oturdu. yazar içkisini yudumlamaya devam ederken yanına bir kadın oturdu. kadınla tanışıp biraz muhabbet etti yazar. daha sonra beraber yazarın evine gittiler.

    …
    aradan birkaç gün geçmişti. kerem gitarını eline almış zaman geçiriyordu. bir anda gitarı elinden bıraktı kerem. telefonunu eline aldı ve demet’i aradı. nasıl olduğunu sordu, sonra tekrar görüşmek istediğini söyledi. demet’i evine davet etti.
    …

    yazar gece uyanmıştı, yanında bardan tanıştığı kadın vardı. yatağından kalkıp bir sigara yaktı ve daktilosunun başına oturdu yazar. şunları yazdı:

    mutlu son sadece hayallerde olur. yalnızlık ise hayal gücümüzü geliştiren bir hocadır.
    3 ...
  24. uludağ sözlük yazarlarının twitter sayfaları

    1316.
  25. sözlükçülerin formspring sayfaları

    815.
  26. fareli köyün fuzuli si

    1.
  27. fareli köyün fuzuli'si

    derin ve dinlendirici uykumu çalar saatin zırlayışı bölmüştü. yatağımdan kalkıp susturdum o acı sesi nereden bilirdim kalk yatma demek istediğini. elimi yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. aynadan da görebildiğim kadarıyla kendimi izliyordum, henüz tam uyanamamıştım. işim bittikten sonra odama girip, gömleğimi giydim ardından pantolonumu. sonrasına çantamı omzuma takıp, yola koyuldum.

    cebimden bir sigara çıkarttım, yakmaya çalıştım. rüzgar söndürüyordu sigaramı hep, nereden bilebilirdim yakma demek istediğini. sonunda bir sinirle yaktım sigaramı. derin gir nefes çektim içime. uyandığımda beni öpen tek o vardı şu an, dudaklarıma değen. sınıfa girdim, henüz kimse gelmemişti. zaten kimseyi aramıyordu gözlerim, bir afet haricinde.

    can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır.
    aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır.

    okulun ilk günü geldi aklıma. okul başlamıştı. bense yeni bir şehre, bir hayata alışmaya çalıştığımdan henüz girmemiştim hiçbir derse. artık bir düzene girmemi düşündüm ve ertesi gün derse girmeye kar verdim. sabah kalkamamıştım uykuma yenik düşüp, uyumayı çok seviyordum çünkü. belki rüyalar daha güzel geliyor, sanırım gerçekliğimden. öğleden sonraki derse girdim. boş bir sırayı oturup hocanın derse girmesini bekledim. sonrasında sıkılarak da dersin bitmesini bekledim. yanımda oturan çocuğa dersle ilgili şeyler sordum. kimseyle tanışmadım, sadece ileride “arkadaşım” belki “kardeşim” diyeceğim insanlara baktım biraz. onlarsa çoktan kaynaşmış, dersten sonra neler yapacaklarını tartışıyorlardı. ders bitti, dersten çıktım. sigaramı yaktıktan sonra telefonu çıkarıp, arkadaşımı aradım.

    -gel lan, kahvaltı yapalım.

    ertesi günse sabahtan kalkabildim ve derse gittim. dün oturduğum sırama oturdum. ardımdan bir kız girdi sınıfa. o’nu gördüğüm an zaman yavaşladı. bir sinema perdesine bakar gibi hayatımı izliyordum. saç tellerinin hareketinin yarattığı rüzgara karşı koyuşunu bile görebiliyordum. her adımda saçları ahenkle sallanıyor, kendisi ise benim hissettiklerimden hatta benden habersiz oturacağı yere ilerliyordu.

    ders bitmişti. bu sefer bir anda kendimi dışarı atmadım sınıftan. zaten yavaş yavaş atıyordum üzerimdeki sıkıntıyı. önceden kaynaşan arkadaşlar yani bir arkadaş grubu sınıftan çıktı zaten ben de arkalarındaydım. dışarıya çıktım o kalabalığın arasından. okulun önünde sigara içiyorlardı. o kız da yanlarındaydı. yanlarına giderek selam verdim ve onlarla tanıştım. şimdilerde hepsi sevdiğim arkadaşlarım. okulun önünden ayrıldılar. nerede zaman geçireceklerini tartışıyorlardı. bir cafeye gitmeye karar verdiler. ben de peşlerinden gittim, hem kahvaltı ederim diye. normalde bunları yapmazdım. yanlarına gidip selam vermezdim mesela. benim hiçbir arkadaşlığım böyle olmadı. hep bir ortak nokta vardı ve konu üzerinden konuşurduk, hatta tartışırdık. sonrasında adını sorardım karşımdakine veya o bana sorardı. cafeye oturduk oyun oynamak istediler. oyun oynadık o arada kahvaltımı ettim ben de. sonra şansıma zamanı yavaşlatan o kızla baş başa kaldık farklı bir masadaydık. ilk defa o’nunla birebir konuşacaktım. o suskundu. ben sorular sormaya başladım arada bir o da soruyordu bir şeyler. bu arada da tavla oynuyorduk. fazla bilmiyormuş tavlayı yardımcı oldum. bir kere yendim sonrasında yenildim tavlada. oyun bitince diğer arkadaşların yanına geçtik. beni yendiğini belirterek sevindi. hoşuma gitti o an yenilmek bile. daha sonra yanlarından ayrılıp kaldığım yere gittim ve yatağıma yattım, tekrar uyudum.

    ertesi gün kalktım. karar vermiştim o’nunla hissettiklerimi, neler yaşadığımı o’na anlatacaktım. okula gittim, konuşmak için müsait bir zaman bekliyordum ama bir türlü olmadı. sürekli farklı arkadaşlar en azından üçüncü olarak yanımızdaydı. ders bitmişti, biraz beraber takıldıktan sonra herkes evine dağılacaktı. önce otobüs durağına gittik o’nu bırakmak için. baya bekledik otobüsü bu arada da muhabbet ediyorduk. ben de aralarından o zamanlarda, hatta şimdilerde de en yakın olandan telefon numarasını istedim. dersle ilgili falan sıkıntı olursa haberleşiriz diye. bunu fırsat bilerek o’ndan numarasını isteyecektim ama kalabalık sadece o’nun ve arkadaşın numarasını almak tuhaf kaçar diye orada bulunan gerekli, gereksiz herkesin numarasını aldım. başka bir adım atabilmiştim. salak gibi telefon numarasını alabildim diye tebessüm edebiliyordum. zaten hissettiklerim buydu salaklık, daha bilinen adıyla aşk. daha sonra o’nun otobüsü geldi. diğerleriyle devam ettik ben de kaldığım yere gitmek için ayrıldım. zaten durağa çok yakındı. odama girdim, biraz bilgisayarda zaman geçirdim. daha sonra arkadaşımla yemek yemeye gittik. mutlu göründüğümü söylüyordu. ben de geçiştirdim durumu. zira ben böyle şeyleri konuşmasını sevmeyen ve beceremeyen biriyim. kaldığımız yere geri döndük. birkaç saat geçmişti. mesaj attım “gidebildin mi?” diye. evi uzaktaydı. biraz konuştuktan sonra sustuk tekrar.

    ertesi gün haftanın son günüydü. yine “konuşacağım” diyordum, yine kararlıydım. derse gittim ama o yoktu. diğer arkadaşlar da onun şakasını yapıyordu. sonradan fark ettim ki bizim sınıftan başka bir çocukla kahvaltıya gitmiş. kötü hissettim kendimi. tabii bir şey belli etmemeye çalıştım, güldüm ben de. mesaj attım dayanamayıp. o da söyledi kahvaltıda olduğunu. kendimi çok ama çok kötü hissediyordum. sadece bozulduğumu diğer arkadaşlara belli etmemeye çalışıyordum. diğer derse geldi o ve beraber gittiği arkadaş. ki beraber gittiği arkadaşı ilk gördüğüm andan itibaren sevemiyordum. önyargı falan da değil, konuşma tarzını halini hareketlerini sevemiyorum bazı insanların ben. sanırım kendim gibi kişiler olsun istiyorum çevremde ya da benden çok fazla bilgili, olgun kişiler. o bozulmuşluğu tüm gün yaşadım. sonrasında dersler bitti ve okulun önünde bir sigara içip ayrıldık.

    kaldığım yere geldim. önceki gün mutlu göründüğümü söyleyen arkadaş bu seferde moralimin bozuk olduğunu anladı. ne olduğunu sordu. anlatamadım, sadece ”boş ver” diyebildim. o akşam mesaj attım o’na anlattım içimde bulunduğum durumu. yüz yüze konuşmak istediğimi fırsat bulamadığımı belirttim. “seni tanımak istiyorum” dedim. sonrasında eğer bir ilişki olacaksa olur zaten diyordum. ama şu an sana “sevgilim olur musun? demiyorum” dedim. “sadece tanımak istiyorum” dedim. başkasından hoşlandığını söyledi. bir başka hezimet daha yaşadım. hem bu şekilde arkadaşlık ilişkimizi bozmak istemediğini söyledi. hiçbir şey diyemedim, sustum. ve olay böylece kapandı. ilk günler arkadaş olarak da olsa yakın olamıyordum artık. gerçi bu zamanla o’nun hareketleri ve anlayışlılığıyla azaldı. ve sonradan anladım ki o sevemediğim çocuk değildi hoşlandığı insan.

    ders başladı o gene yoktu. her ne kadar o hala aynı şekilde zamanı yavaşlatsa da ben kendime bile bahsetmemeye çalışıyordum olanları, yaşadıklarımı. ilk ders bitmişti. okulun önüne inip, sigara içtim arkadaşlarımla. sınıfa çıktık. dersin başlamasına on dakika falan vardı o geldi. birden bire ilk gün gördüğüm sahneyi gördüm gibi oldu. yine saçları rüzgarına meydan okuyor, saniyeler bir dakikalara eşit oluyordu o an. bir körün renkleri keşfetmesi, bir sağırın ilk kez müzik dinlemesi gibiydi o an. bir esirin dört duvar arasında değil de gökyüzüyle göz göze gelip, nefes alması gibiydi. çantasını bırakıp, diğer kız arkadaşla sınıftan çıktılar. bir süre sonra döndüler. hoca girdi derse. ağır işleyen ve geçmeyen bir dersti. bazılarımız uyukluyor, bazılarımızsa uyuyordu. bense sağa sola bakıp, zaman geçirmeye çalışıyordum. sonra arkadaki arkadaş beni dürtüp, selpağımın olup olmadığını sordu. “yok" dedim. önüme dönerken o’na ilişti gözüm. saçlarıyla yüzünü kapamış, başını eğmişti. diğer arkadaşsa diğer arkadaşlara selpak soruyordu. o’nun ağladığını gördüm. o an donmuş o halini izliyordum. önüme döndüm bir şey diyemeden. yanında oturan arkadaş o’nu teselli ediyordu. anladım ki sevgilisinden ayrılmış. daha önceden de tartışmalarından bahsediyordu başka bir kız arkadaşa. sevgilisinden ayrıldığı için üzüldüğü veya neyden üzüldüğü hiç önemli değildi. dönüp, sadece “iyi misin?” diyebilmek istiyordum. ama yapamadım. tek kelime edemedim. bir yandan arkadaşlar teselli ediyor, bir yandan o da kendini toplamaya çalışıyordu. toparladı kendini biraz, saçlarını topladı. gözleri kızarmıştı, cennetin cehennem ateşiyle yandığını görmek gibiydi o an o’na bakmak. ben yine bir şey diyemedim. kitaplarımı toparlayıp, sınıftan attım kendimi. önümde sınıftan başka bir arkadaş vardı. kapıda diğerlerinin çıkmasını bekledik. onlar da gelince okulun önüne çıktık. paketimden bir dal sigara çıkardım ve sinirle sigaramı yaktım. kafamı kaldırdım ağzımda sigara vardı, karşımda da o. daha iyi haldeydi, kızarıklık geçmişti gözlerindeki. sigaramdan derin bir nefes çekmiştim sigaramdan. yıllardır sigara içmemiş tiryaki gibi. sigaralar bittikten sonra ondan onlar yine oyun oynamaya gittiler. ben de “işim var” diyerek ayrıldım yanlarından.

    kaldığım yere geldim yine. çantamı bıraktım, bir sigara daha yaktım. sonra o’nu ağlarken gördüğüm an neler düşündüğümü düşündüm. “adaletini sikeyim dünya” dedim. hep canımızı acıtan insanlar çıkarıyorsun karşımıza. senin ağlamasına kıyamadığın bir insanı başka biri üzebiliyor ve o o’nu üzen kişiyi seçiyor. bunu yaşamamızın sebebi hayat mı? hayatımızı sikeyim. bunu yaşamamızın sebebi kader mi? kaderimizi sikeyim. bu yaşadığımız adil bir yaşam mı? bu adaleti yaşamamıza sebep olan her şeyi sikeyim.

    hayat karşımıza hep yanlış kişileri çıkarıyor. hayat sürekli acı çekmemizi ve bunlardan ders almamızı istiyor. hayat bize iyi davranmıyor. mecnun’a çöllere düşürdün; ferhat’a dağları deldirdin; fuzuli’ye lanet ettirdin hayat, aşk.

    can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır
    aşk afet-i can olduğu meşhur-u aşk ziyandır

    sakın isteme sevda yı gam aşkda hergız
    kim hasıl-ı sevda yı gam-ı aşk ziyandır

    her ebru-yı ham katlinde bir hançer-i hun-rız
    her zülf-i siyeh kasdında bir ef’i yılandır

    yahşi görünür sureti mehveşlerin amma
    yahşi nazar ettikte ser-encamı yamandır

    aşk içre azap olduğun andan bilürem kim
    her kimseki aşıktır işi ah-ü figandır

    yad etme kara gözlülerin merdüm-i çeşmin
    merdümdeyip aldanma kim içtikleri kandır

    gel derse fuzuli ki güzellerde vefa var
    aldanma ki şair sözü elbetme yalandır
    0 ...
  28. ilk dinleyişte aşık olunan şarkılar

    1539.
  29. kumdan insanlar

    1.
  30. kumdan insanlar

    kum taneleri kadar sevmiştim burayı, tanıdığım insanları ve ruhumu. sonra sevdiğim her şeyi elimden aldılar. ben sadece benden alınan şeyleri geri almak istedim, aradım…

    [alaz.ev]
    perdenin arasından usul usul süzülen güneş ışığı uyandırdı o sabah beni. sırt üstü yatıyordum. çevrem parmaklıklarla çevrilmişti. bir müddet tavanı izledim; etrafıma baktım daha sonra. aslında her gün karşılaştığım parmaklıklara ve duvara “günaydın” demek farklı değildi artık ve sıkıyordu. masanın üstünde duran telsize sesimi işittirmek için ağlamaya başladım. avazının çıktığı kadar bağırmak gibi bu ama insanların dikkatini sadece bu şekilde, ağlayarak çekebiliyordum. çok geçmeden babam geldi ve beni parmaklıkların arasından çekip çıkardı. o benim kurtarıcımdı, süper kahramanım. her gün o kurtarıyordu beni buradan. babama “evren” diye sesleniyorlardı. bana da “alaz” diyorlar. anladığım kadarıyla bu insanların markası gibi bir şey, isim.

    evren: uyandın mı oğlum?

    cevabı bilinen bir sorunun sorulması beni deli ediyordu. babama cevap versem de o bunu anlayamıyordu.

    [evren.ev]
    alaz’ın ağlamasıyla uyandım her sabah olduğu gibi. kalktım yataktan her sabah bana gülen yüzüyle bakan karımı gördüm. o’nun gülümsemesiyle güne başlamak kadar mükemmel bir şey yoktu. bir süre gözlerimi alamadım ondan. fotoğrafta donmuş bir anda olsa bile o, etki edebiliyordu üstümde. uyanmanın en güzel tarafı da buydu belki de. yanımda değil bir tabutta yatıyor olsa da o, gülümsüyordu bana hala. kalkıp, alaz’ın yanına gittim. o’nu beşiğinden aldım. kucağıma aldıktan sonra ağlaması kesildi hemen.

    [alaz.ev]
    babamın kucağında beraber mutfağa gittik. önce kahvaltı hazırladı. beni kendi sandalyeme oturttu ve o da kendi sandalyesine oturdu beraber kahvaltımızı ettik. yaklaşık bir saat sonra kapı zilimiz çaldı. sanırım bu gelen benim gardiyanım melisa’ydı. genç yaşlarda bir kadın benim başımda duruyordu ve babam ona bunun karşılığında para veriyordu. babamın konuşmalarından duyduğum kadarıyla babamın para için çalışması gerekiyormuş. para ise ihtiyaçlarımızı karşılamamız için gereken bir şeymiş. babam ve melisa mutfağa girdi.

    evren: alaz kahvaltısını etti melisa. ben üstümü değiştirip, çıkacağım. akşam işten erken çıkacağım bugün oğlumla biraz vakit geçireyim.

    dedi gülerek babam.

    melisa: tamam enişte.
    evren: kahvaltı etmediysen veya acıktıysan kendine bir şeyler hazırlarsın. burası senin de evin sayılır.

    babam bana gardiyan seçerken çok seçici davranmıştı. sanırım bazı gardiyanlar bize kötü davranıyormuş. bu yüzden babam kimseye güvenemedi. en sonunda anneme abla diye seslenen melisa’yla konuşmuş. bazen babam melisa’yı göstererek “bak teyze geldi oğlum” diyor. anladım ki anneme “abla” diye seslenen kişilere “teyze” demem gerekiyor ve benim “teyze” diye seslendiğim kişiler babama “enişte” diyor.

    evren: ben çıkıyorum melisa akşam görüşürüz.
    melisa: tamam enişte. hayırlı işler.

    [evren.yol]
    işten erken çıkmış, eve yeni varmıştım. kapıyı anahtarımla açıp, içeri girdim. melisa alaz’la oyun oynuyordu.

    melisa: hoş geldin enişte.
    evren: hoş bulduk melisa. nasıl geçti, yordu mu alaz seni yine?
    melisa: yok enişte, yeni uyandı zaten uyuyordu. mamasını yedi, sonra oyuna daldık.
    evren: anladım.
    melisa: enişte sen geldiğine göre ben çıkabilir miyim?
    evren: tabii, çıkabilirsin.

    melisa eşyalarını toplayıp, çıktı. alazı kucağıma aldım.

    evren: hava güzel parka gidelim mi beraber alaz? ama senin karnın tokmuş beyefendi. ben bir şeyler yiyeyim sonra çıkalım tamam mı?

    alaz şimdilik bana sadece ağlayarak ve gülümseyerek cevap verebiliyordu. tabii parkı duyunca hemen gülümsedi. mutfağa geçtim, alaz’ı sandalyesine oturttuktan sonra kendime bir sandviç hazırlayıp yedim. daha sonra alaz’ın üstünü değiştirip, parka doğru yol almaya başladık.

    [alaz.park]
    babam tahta uzun bir sandalyeye oturmuş beni izliyordu. ben de kumların üstüne oturmuş kova ve bir çeşit kaşıkla kumu eşeliyordum. daha sonra yanıma benim gibi küçük biri geldi. babası o’na uslu uslu oynamasını tembihleyip, babamın oturduğu uzun sandalyenin boş tarafına oturdu. o da kendi çocuğunu izliyordu. babam ve o adam bizi bu kadar dikkatli izlediğine göre “bu dünya dedikleri yer pek de güvenli değil” dedim kendi kendime. zaten babam televizyonu açtığında masaya oturmuş bir adam veya kadın sürekli insanları öldüren, soyan insanlardan bahseden insanları izliyordu. ben kumla oyalanmaya devam ederken, yanıma gelen çocuk çekingen bir şekilde küçük kepçesiyle oynamaya başladı. kepçeye biraz kum alıp, sonrasında kepçesini sürüyordu. acaba duyar mı sesimi?

    alaz: merhaba.

    dedim. bana baktı ve güldü sadece.

    [evren.park]
    alaz’ı izliyordum. kepçeyle durmadan kumu eşeliyordu. sonrasında genç bir adam çocuğunu alaz’ın oynadığı yere koydu ve yanıma oturdu.

    evren: insanların en çok özgürlüğü yaşadığı zamanlar çocuklukları oluyor ve o güzel anları da hatırlayamıyor. ne kadar kötü değil mi? yani hiçbir şeye sahip değilsin, hiçbir derdin yok. sadece yaşıyorsun ve o an istediklerini yapıyorsun. bir sorumluluğun yok, hesap vermen gereken bir insan yok. tamamen katıksız sensin ve tamamen ilkelsin o zamanlarda.
    -:efendim?
    evren: boşverin ben evren bu arada.
    -: kenan ben de, memnun oldum.

    dedi tebessüm ederek.

    [alaz.ev]
    güneş ışığının “uyan” demesiyle gözlerimi açtım yine. yatağımda oyalandım, biraz. daha sonra kalktım yataktan. çay demleyip, kahvaltı hazırladım babam da uyandı.

    evren: uyandın mı alaz?
    alaz: şöyle sorular sormaktan vaz geçmeyeceksin değil mi baba? kahvaltı hazırladım hadi gel.

    [evren.ev.yirmi yıl sonra]
    yirmi yıl geçmişti. alaz büyüdü, annesinin öldüğünü öğrendi. her şeyin farkına vardı ve öğrendikçe özgürlüğü elinden alındı. bunu istemezdim ama günümüz şartlarında böyle olması gerekiyordu. ne kadar gereksiz şey varsa onları bilmeliydi. ve o bildikleri onun kelepçeleriydi. elimi, yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa döndüm.

    evren: işin yok değil mi bugün?
    alaz: hayırdır.
    evren: işimiz var seninle.
    alaz: ne işimiz var?
    evren: uzun bir hikaye ama ben sana özet geçeyim. bundan yirmi yıl önce sen bebekken seninle bir gün geçireyim diye işten erken çıkıp, seni parka götürdüm. orada biriyle tanıştım. sen de o’nun çocuğuyla oynadın baya. biz de yirmi yıl sonra gene görüşelim dedik. hem çocuklarımızı görüştürelim, hem biz görüşelim.
    alaz: ee.. yirmi yıl boyunca neden siz görüşmediniz?
    evren: bazen bir şeyi neden öyle yaptığını bilmezsin, sadece öyle yapmak istersin.
    alaz: tamamdır gideriz de adamın çocuğun adını falan hatırlıyor musun?
    evren: çocuğunun ismini bilmiyorum ama adamın adı kenan’dı.
    alaz: of.. baba neler peşindesin gene kim bilir?
    evren: hadi çay doldur çay.

    [evren.park.yirmi yıl önce]
    kenan: bu arada az önceki dediğinizi anladım aslında ve o an cevap veremediğimden, zaman kazanmak istediğimden öyle dedim.
    evren: o halde şu an cevap verebilirsin.
    kenan: bu yüzden şimdi biz tekrar çocukluğumuza dönmek istemiyor muyuz? bir nevi “biz bu yaşlara geldik, hiç güzel değil, gelmeyin” der gibi. sanki bu mümkünmüş gibi.
    evren: evet.
    kenan: bir de ben şuna inanırım. çocuklar bence yetişkin insanlardan daha zeki, kafası daha çok çalışıyor. çünkü bakıyorsun her şeyi hemen anlıyor. bizim kullanamadığımız teknolojik zımbırtıları kullanıyorlar.
    evren: evet, çocuğunu ne kadar az aptallaştırırsan o kadar çok zeki olur.

    bir süre muhabbet ettik kenan’la. genel muhabbetler de geçti, nerelisin-nerede çalışıyorsun? gibi. konuştuk bu arada da çocuklara bakıyorduk, onlar da oynuyorlardı.

    kenan: acaba onlar da kendi aralarında konuşabiliyorlar mı? belki bir şekilde anlaşabiliyorlardır.
    evren: bilmem belki. onlara soralım.
    kenan: nasıl soracağız?
    evren: yirmi sene sonra çocuklarımızla beraber buluşalım burada. en azından yirmi sene sonra konuşabilirler.

    [alaz.park.günümüz]
    babamla beraber parka geldik, bekledik biraz. daha sonra babamın yaşlarında bir adam ve bir kız geldi bize doğru.

    kenan: evren bey?
    evren: sadece evren.

    dedi ve güldü babam.

    evren: geldin.
    kenan: davet edilen yere icabet etmemek saygısızlık olurdu.
    evren: eyvallah. yirmi sene önce kumda debelenen alaz.

    dedi babam beni göstererek.

    alaz: merhaba.

    dedim tebessüm ederek. kenan bey’de kızını tanıştırdı. kızın ismi simgeymiş.

    alaz: isterseniz bir yerlere geçip, oturalım.

    dedim. daha sonra bir cafeye geçip oturduk. babam ve kenan bey aralarında muhabbete daldı. ben de simge sıkılmasın diye onunla konuşmaya çalıştım.

    alaz: ee.. sen nasılsın?
    simge: teşekkür ederim, dersler falan uğraşıyorum işte. sen nasılsın?
    alaz: iyiyim ben de. hangi üniversitede okuyorsun?

    gibi genel ve aslında yine sıkıcı olan konulardan konuştuk ve daha rahat konuşabilmek adına yan masaya oturduk. bu arada simge’nin telefonu çalıyordu. “pardon” deyip, cevapladı. konuşması bittikten sonra

    simge: kusura bakma annem aradımı kapattıramıyorsun telefonu. şunu yap, bunu yapma falan. anneler böyle ya neden böyleyse?
    alaz: bilmem neden böyle?
    simge: efendim.
    alaz: bilemem neden böyle. benim annem ben doğarken ölmüş.
    simge: özür dilerim.
    alaz: rica ederim, bir şey yapmadın sen. ben duygusala bağladım galiba kusura bakma.
    simge: eğer seni rahatlatacaksa konuş lütfen, anlat yani.
    alaz: yok beni üzen o değil sadece.
    simge: nasıl yani?
    alaz: genel şeyler.
    simge: kapalıyız galiba. ya da bir kızı etkilemek için bir çaba bu gizemli olma çabası.
    alaz: yoo.. gizleyecek veya farklı şekilde gösterecek bir şeyim yok. iyi miyim kötü müyüm bilmem ama böyleyim.
    simge: işte sorun burada nasılsın?

    dedi gülerek. ben de anlatmaya başladım.

    alaz: ben katil olarak doğdum.
    simge: hayır, o senin istediğin bir şey değildi. öyle düşünme tabii ki.
    alaz: isteyip, istememem olan bir şeyi geri alamıyor ama, önemsiz.

    cevap vermedi simge.

    alaz: ben doğduktan birkaç saat sonra annem ölmüş. ben annemin kokusunu içime çekemedim veya bir hata yaptığımda onun terliğini yiyemedim, azarını işitemedim. oysa çocukken şahaneydi hayat. sonra büyümeye öğrenmeye başladım ve öğrendikçe yanlış şeyler öğrendiğimden olsa gerek bu şahanelik, berbatlığa doğru ilerledi. ben bir kadını sevmek istedim, annemi ama elimden aldılar. sonra annemin boşluğunu kapatmak için diğer kadınları sevmeye çalıştım çoğu zaman yapamadım, çoğu zamansa kendileri kendilerini benden mahrum bıraktılar. beni aldattılar biliyor musun?

    simge öylece beni dinliyordu. cevap da vermiyordu, bana da acımasını da istemiyordum.

    alaz: sonra ben küçükken yeşillik yerlerde oynamayı, oralarda yürümeyi çok severdim. ağaçları severdim. büyüdükçe onları da elimden aldılar. çevremiz sadece taşlardan oluşan bir grilik var artık. neyi sevdiysem elimden aldılar ya da ben kaçırdım o şeyleri belki de ama gittiler işte. ben çok özgürlüğümü sevdim. dünya uçsuz bucaksız gibiydi o zamanlar da sonra daralttılar hep. hep duvar ördüler ardıma. ne gidebildim, ne görebildim… asıl bunlar değil miydi katil olarak doğanlar?

    simge’ye yaklaştım ve

    alaz: sana bir sır vereyim mi?

    diye fısıldadım. “tabii” dedi.

    alaz: ben kum taneleri kadar sevdim her şeyi. sevilmeyi beklemedim, sadece sevdim. fakat elimden aldılar neyi sevdiysem. ben de tüm bu sevdiklerimi elimden alan insanı öldürmeye karar verdim.
    simge: kimi?
    alaz: katil olarak doğanı.

    ---

    edit/kaynak: uc-noktam.blogspot.com
    0 ...
  31. whitney houston

    86.
  32. avea

    878.
  33. sahibinden.com'a verdiği ilanla ince ayarı da vermiş ve güldürmüş şirket. he.. kullandığım zamanlar ben de memnun değildim.

    http://www.sahibinden.com...k-4-ceker-73267274/detay/
    4 ...
  34. feminizm

    140.
  35. saçma bulduğum ve bulacağım akımdır. erkek/kadın hakları yoktur, insan hakları vardır ve insan özgür olmayı hak eder. sen niye kendini soyutlayıp sadece türünü yüceltmeye çalışıyorsun. hayır, değerli değilsin; hayır, erkekler de üstün değil. sen niye kendini soyutlamaya çalışıyorsun?
    1 ...
  36. uludağ sözlük yazarları facebook grubu

    12.
  37. ekleyen arkadaşlar sözlükten mesaj atıp, yazar olduklarını ispatlayamadığı sürece gruba eklenemeyecektir.
    0 ...
  38. uludağ sözlük yazarları facebook grubu

    9.
  39. kurucusunu ağlatan gruptur evet. böyle basit şeylere takılan ve eleştireyim derken yüzüne gözüne bulaştıran insanlar görünce üzülüyor insan elde değil.
    2 ...
  40. uludağ sözlük yazarları facebook grubu

    6.
  41. içimizdeki "karı" sevdalılarını da göstermiştir. böyle bir niyetiniz varsa rastgele mesajlarla denemeye devam edin siz zira evet kadın yok, kadınları çekme gibi bir amacımız da yok. hatta "uludağ sözlük erkek yazarları" diye değiştirmeyi düşünüyorum. kendini eleştiren birini eleştirmek de ne boş bir duygu olsa gerek yüzsüz dostlarım benim.

    isimlerinizi sözlük üzerinden mesaj olarak atmadığınız sürece, ekleyen kişilerin yazar olup olmadığını bilemeyeceğim için katılma isteği onaylanmayacaktır.
    1 ...
  42. uludağ sözlük yazarları facebook grubu

    2.
  43. beklenen ilgiyi görmemiştir. göt oldum.
    2 ...
  44. uludağ sözlük yazarları facebook grubu

    1.
  45. resmi olmayan, resmiyeti sevmeyen insanların bulunduğu/bulunacağı gruptur. kendisinine şu adresten ulaşabilrisiniz:
    https://www.facebook.com/groups/283132858392302

    --spoiler--
    bu bir gayriresmi gruptur. sadece uludağ sözlük yazarları üye olabilip, muhabbet, geyik gibi şeyler icra edebilirken merak ettiklerini de diğer üye yazarlara sorabilirler. fazla ciddiye alınmaması gerekli olan bir yerdir ayrıca, biz ciddi miyiz?

    üye olmak için uludağ sözlük'ten 'buny' kullanıcı adına sahip herife isim ve soyisminizi gönderip, facebook'tan da gruba katılma isteği göndermeniz yeterli olacaktır. tüm bilgileriniz şifrelenmiş yazılımlarla korunacak, üçüncü olmadı dördüncü kişilerle paylaşılmayacaktır.
    --spoiler--
    1 ...
  46. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük