5 para etmez güvenilmez bir site.
Alıcıya 10 gün önce verdiğim sipariş hakkında mesaj yazıyorum ulaşmaya çalışıyorum ses yok.
Siteye mesaj atıyorum onun da bir farkı yok.
Sakın ama sakın alışveriş yapmayın.
Genellikle dolmuş,taksi,minibüs gibi toplu taşıma araçlarında şoför'ün yanına oturduğumuzda konuşma zorunluluğu hissediyoruz. Trafikte ki bir araç hata yapınca bak şu araca yolda vermiyo şeref... diye şoförün yanında durma ona hak verme boş ver abi gibi teselli etme görevini üstleniyoruz. He bide şey var araç kullanırken yayalara, yaya iken araçlara karşı çok uyuz oluyorum ben o sizde de oluyomu ?
şehirsizin.com akıllı şehirler için kurulmuş online platform ve ücretsiz kendi yaşadığınız şehir secip anketlere katılıyorsunuz fikir üretiyorsunuz çözüm buluyosunuz.
gayet güzel bir platform herkesin katılması gereken bir site.
Arkadaşlar kategori farketmez az kişinin bildiği, sizin kendi tespitleriniz, şaşırdığınız bilgileri paylasmanızı rica ediyorum.
Ben belediyelerin sürekli kaldırım taşı ve asfalt yenilemesinin nedeni ni öğrendim;
Devlet her belediyeye belli bir bütçe veriyor örneğin 100.000 tl belediye yıl sonuna kadar bu paranın 90.000 tl sini belli giderlere harcıyor ve 10.000 tl kalıyor işte bu 10.000 tl harcanmazsa devlet diyor ki demekki sen 90.000 tl ile giderlerini karsilayabiliosun kardeş bundan sonra sana ayrılan bütçe 90.000 tl ışte belediyelerde bu kalan 10.000 tl yi kaldırım asfalt gibi değişim yaparak gider gösteriyor ve 100.000 e tamamlıyor.
1 haftadır başlıklara bakıyorum inci ve uludağ aynı kalitesizlikle başlık ve entry giriliyor.
Bazı değerli yazarlarımız dışında genel olarak uludağ sözlük çöplük olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Kac defa dedik 9,10 ve 11 . nesil yazarlar silinsin kademeli olarak yukseltilsin yoksa gece gündüZ cinsellikten sag sol catismasindan başka birsey okuyamicaz arada kaynayan güzel başlıklar da yanıyor.
Bu ak-il adamları gören duyan varmı ulkedeki teröre yardim ve yataklık yapan dağdaki namussuzlarla çözüm ayağına aynı masada çay kahve içen akil üst ak ıl terörü yumuşatan insanlarimıza ne oldu? Yoksa terör bitti mi? Ondan mi ortada yoklar?
Evet arkadaşlar 9.10. 11. Nesil ve yeni gelecek yazarlar için kademeli yazarlık uygulaması kesinlikle gerekiyor.
Herkesin şikayetçi oldugu gibi başlıkların kalitesizliği, gereksiz çokluğu gibi nedenler oldukça can sıkıcı olmaya başladı. Önerim şu yeni yazarlar ve öncesi için başlık açma kısıtlaması getirilmeli diğer başlıklara girilen entryler moderasyon tarafından uygun goruldukce kademe kademe yükseltilmesi bence daha sağlıklı olacaktır.
FAYDALI OLMASINI DiLERiM ELiMiZDEKi APPLE TELEFONLARIN iLHAM KAYNAĞI OLAN ALAN TURiNG HiKAYESi
ikinci Dünya Savaşı’nın ve geleceğin teknolojisinin kaderini değiştiren adam olarak bilinen Alan Turing, tüm çağların en dahi bilim insanlarından biriydi. Adı Einstein kadar bilinmese de, Steve Jobs gibi modern zaman efsanelerinden olmasa da aslında Turing’in başardıkları, bilim yolunda pek çok buluşun yolunu açan bir ışık gibidir.
Turing’in hayatı o dönemler ingiliz sömürgesi olan Hindistan’da çalışan anne ve babasının, 1900’lerin başında onun doğumu için ingiltere’ye gelmesiyle başlar. Küçük yaşlarda çok zeki bir çocuk olduğunu belli eden Turing, 6 yaşında gündüz okuluna gitmeye başlar ve eğitim hayatı boyunca matematik bilimine odaklanır. Turing 1928’de henüz 16 yaşındayken Albert Einstein’ın çalışmasıyla karşılaştı; onu kavramakla kalmadı; bunu Einstein’ın Newton hareket savlarını kendi kendine çalışak ortaya çıkardı.
ikinci Dünya Savaşı sırasında, Turing, Bletchley Park’ta Alman şifrelerini kırma girişimlerinde baş katılımcılardan biriydi. Savaştan önce Marian Rejeski, Jerzy Rozycki ve Henryk Zygalski tarafından Polonya Şifre Bürosunda geliştirilen kriptanaliz üzerine eklemeler yaptı. Hem Enigma makinası hem de bu makinaya eklenen Lorenz SZ 40/42 makinasının şifrelerinin kırılmasına birçok anlayışla katkıda bulundu. Turing, Eylül 1938 itibariyle Hükümet Kod ve Şifre Okulu adındaki, ingiliz şifre kod kırma organizasyonunda yarı-zamanlı çalışmaya başladı. Alman Enigma makinası problemi üzerinde çalıştı ve GCCS’de kıdemli kod kırıcı Dilly Knox’la işbirliği yaptı. 4 Eylül 1939’da, Birleşmiş Krallık’ın Almanya’ya karşı savaş ilan etmesinin ertesi günü, Turing askeri hizmet görmek için GCCS’nin savaş zamanı üssü Bletchley Park’a katıldı.
8 Haziran 1954’te temizlikçisi onu Manchester’deki evinde ölü buldu. Bir gün evvel, yatağının kenarında bıraktığı yarı-yenmiş siyanür-zehirli elmayı yemek suretiyle siyanür zehirlenmesinden öldüğu açıklandı. Elmanın kendisi nedense hiçbir siyanür zehiri testine tabi tutulmadı. Ölüm sebebinin siyanür zehirlenmesi olması iddiasına rağmen naaşına post-mortem yapılmadı. Peri masalı Pamuk Prenses hikayesindeki gibi bu ölümün ardında Turing’e bir suikast düzenlenmiş olması kuvvetli bir ihtimal olarak görülmektedir. Turing ölümünden sonra aldığı ödüller ve adına yapılan anıtlar ve heykellerle onurlandırılmış bir isim olarak bilim tarihinin en önemli isimlerinden biridir
Turing’in Elmayı ısırarak hayatına son vermesi ise ölümünün ardından çok büyük bir dünya markasına ilham kaynağı olduğu rivayet edilir. Bilgisayar teknolojisinin babası olarak görülen Turing’in ardında ısırılmış bir elma bırakması, modern zamanların en popüler ısırılmış elmasıyla bağdaştırılır. Bu elma elbette ki “Apple” şirketinin logosudur. ilginç bir şekilde Apple’ın ilk logosu da LGBT renklerini taşımasıyla sanki Turing’in eşcinsel hayatına bir gönderme niteliğindedir. Ve ilginç bir şekilde bugün Steve Jobs’un ardından Apple’ın başında dünyanın en meşhur ve güçlü eşcinseli bulunmaktadır. Apple yöneticileri her ne kadar Turing’le ilgili bir logo ya da renk tercihinde bulunmadıklarını iddia etseler de, söz konusu ‘şehir efsanesi’ gerçek olarak kabul görmektedir.
Hikayeye göre, milattan önce 7. yüzyılda, bir kavim kendilerine yeni bir yer arar yerleşmek için ama nereye yerleşeceklerini bilemez. Kavimin başındaki kişi Byzas’tır. O zamanlar kahinler önemli tabi, Byzas da gider, nereye yerleşmeleri gerektiğini bir kahine sorar. Kahin: “Körler Ülkesi’nin karşısına!” der.
Byzas ve kavimi gezmeye başlar ve sonunda istanbul’a varırlar. Sarayburnu’ndan karşı kıyıya bakarlar. Ve “Bu kadar güzel bir yer varken orada yaşadıklarına göre bu insanlar körler.” derler. Sarayburnu’na yerleşirler, Byzantion şehrini kurarlar ve karşı kıyıya da Khalkedon yani Körler Ülkesi adını takarlar. Bu hikayeyi bugüne kadar neden anlatmadığımı anlamışsınızdır. Canım Kadıköyüm’e neler demişler!
2.Sinopec Group
Gelir.446,811 $ 897,488 çalışanı olmakla birlikte Asya'nın en büyük petrol rafinerisi ve çin'e ait bir kurumdur.
3.Royal Dutch Shell
Gelir.431,344 $ 94,000 çalışanıyla Hollanda menşeli dünyanın en büyük petrokimya şirketlerindendir.
4.China National Petroleum
Gelir. 428620 $ 1,636,532 çalışanıyla Çin'in en büyük petrol üreticisidir.
5.Exxon Mobil
Gelir. 382.597 $ 83,700 çalışanıyla birlikte Amerikan çok uluslu petrol ve doğal gaz şirketi.
6. BP
Gelir.358,678 $ 84,500 çalışanyla Britanyalı enerji şirketi ve çok uluslu petrol şirketidir.
7.State Grid
Gelir.339.426 $ 921.964 çalışanıyla Çin'in en büyük enerji şirketidir.
8.Volkswagen
Gelir.268,566 $ 592.586 çalışanıyla Motorlu Taşıtlar ve Yedek Parça üreticisidir. Almanya bilindiği üzere.
9.Toyota Motor
Gelir.247,702 $ 344,109 çalışanıyla Motorlu Taşıtlar ve Yedek Parça üreticisidir. JAPONYA
10. Glencore
gELiR.221,073 $ 106, 831 çalışanıyla enerji sektöründe faaliyet gösteren isveçli şirkettir.
.
.
.
.
381. KOÇ HOLDiNG ( geçen seneki sıralama 341 )
gelir.31,376 $ 85.517 çalışanıyla enerji sektöründe faaliyet gösteren gurur kaynağımız.
GLobal fortune 500 sıralamasında türkiye'den sadece tek bir firma bulunmaktadır.
Global500 detaylı incelerseniz ilk 50 içerisinde çin şirketleri fazlasıyla yer almaktadır buda sanırım çin gelişimini size açıklayabilir.
Jean francois campollion 23 aralık 1790-4 Mart 1832
Anadili fransızca dışında 20 yaşındayken latince, yunanca ibranice habesistan dili sanskritce avestan pehlevi arapça suryanice kildani dili farsça ve çince konusmaktaydı.
Campollion mısır bilimin babası olarak tanınır yaptığı araştırmalar ileri tarihe ışık tutmuştur.
Campollion eski mısıra tapinaklarina piramitlere mezarliga kadar her yeri gezecekti ve mısıra olan bakışımızı degistirecekti.
Fakat campol maddi imkansızlıklar içinde tezini ispatlayamiyordu.1822 yılında hiyeroglifleri okuyan tek kişiydi.
Rosetta taşının üzerindeki yazitlarin desifresinde gorevlendirilmis ve bu onun icin bir dönüm noktası olacaktı.
Campol artık fransa kralı adına tarihi eserlere belli fiyatlar bicerek ün salmisti ve buda onun mısır hayalini gerceklestrmesi için büyük bir fırsattı.
Campol mısır araştırmaları icin kraldan 30 ressam istemişti ve kral campolun cumhuriyetçi olduğu icin basta yardım etmek istememişti ve campol e hıristiyanlığın aleyhinde belge toplanmaması sartyla(kilisenin otoritesi sarsilmasin diyerek papa engellemeye çalışmıştır hz.nuh öncesi belgeler bulmasndan korkmustur) 6 ressam vermeyi kabul etmişti.
Hiyrogliflerin sırrını çözmüştü ve sır şu idi ( yeniden doğuş )
-Eski mısırlılar mezarlarindaki görkemli ihtişamın asıl sebebini keşfetmişti; mısırlılar ölümden sonraki yaşama dair tüm umutlarını tek bir adamın yani firavunlarının başarılı bir biçimde defnedilmesine bağlamışlardı. Firavun hayatta olduğu gibi ölümde de onların koruyucusuydu.( mısır piramitlerinin neden o kadar görkemli olduğunu açıklar sanırım.).
Endüstri 4.0' ı en basit tabiriyle '' Herşey için internet '' veya endüstriyel internet olarak açıklayabiliriz. Amaç geleneksel sanayiyi yıkmak onun yerine akıllı makineler, akıllı üretim bandları ve akıllı fabrikalar kurmak ve bunları dijital sistemlerle birbirine bağlayıp yönetmek. ( siber fiziksel üretim teknikleri ).
Diğer bir yandan ise fabrikaların daha az kayıpla üretim elde edebilmesi için tamamen otomatik hale getirilmesi ile iş yükünün adım adım makinelere devredileceği kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Akıllı makinelerin ürettiği akıllı ürünler bir ağ içerisinde birbirlerine bağlanırken, üretim süreci hem daha az kırılganlıkla hem de çok daha fazla verimlilikle yönetilip kontrol edebilebilecek bir hale gelecek.
Değer üretmeye giden yolda insanları, nesneleri ve sistemleri birbirine bağlayarak dünyayı devasa bir bilgi sistemine dönüştüren Endüstri 4.0'ın önemini ve üretime getirdiği pozitif etkileri ise şu maddeler ile özetleyebiliriz:
Endüstri 4.0 ile imalatta daha fazla otomasyon, müşteri tercihlerine daha fazla bağlı seri üretim, maksimum imalat kalitesi, yerelleşen imalat süreçleri, hızıl inovasyon süreci ve daha az kaynak kullanımı
Üretim süreçlerinin daha esnek ve özgür sistem ve uygulamalara imkan tanıması
Müşterilere yönelik tamamen kişiselleştirilmiş ürünler üretmenin yüksek maliyetinin minimum seviyelere çekilmesi
Veri ileti hızının artması ve 3 boyutlu yazıcılar sayesinde ürünlerin müşteriye daha yakın merkezlerde üretiminin sağlanması ile lojistik operasyonlarının kolaylaşması
Enerji kaynaklarının verimli kullanılması.
Sıralamak gerekirse
1. Siber-Fiziksel sistemler
2. Akıllı Robot ve Makineler
3. Makinelerin, iş bileşenlerinin, sistemlerin ve insanların birbirine bağlanabilirliği
4. Dijital Sanayileşme
Sanayi devriminden bu yana enerji ihtiyacımız durmaksızın artmakta ve bu ihtiyacımızın çoğunluğu doğal gaz ya da kömür gibi fosil yakıtlardan sağlanmaktadır.
Basitçe açıklamak gerekirse hidrolik kırılma yöntemi bize yerkürenin derinliklerindeki doğal gazı yeniden kazanma imkanı sağlıyor. Bu yöntemde su, kum ve bir takım kimyasallar aracılığıyla kayaçlar içindeki sıkışmış haldeki doğalgaz ortaya çıkıyor.
1940’lardan beri bilinen bir yöntem olsa da , son 10 yıldır kullanımda bir aşırılık söz konusu özellikle ABD. Bunun sebebi Amerika ve Avrupa kıtasında ki bilinen doğalgaz kaynaklarının tükenmiş olması, ve buna bağlı olarak doğal gaz ve diğer yakıtların fiyatlarında sürekli bir artış meydana gelmesidir.
Böylece aslında büyük ölçüde karmaşık ve masraflı olan hidrolik kırılma gibi yöntemler eskisine göre daha karlı ve cazip hala gelmiştir. ABD 1 milyondan fazla kez kullanılmıştır ve petrol ve doğalgazın % 60 ‘ından fazlası hidrolik kırılma yöntemiyle elde edilmiştir.
HiDROLiK KIRILMA TEKNiĞi : ilk olarak birkaç yüz metre uzunluğunda bir kuyu kazılır. Buradan, kayaçların içerisinde yatay olarak ilerlenir. Daha sonra yüksek performanslı pompalar yardımıyla bir çeşit sıvı pompalanır. Bu sıvı, birkaç bin ton kum, yaklaşık 200 bin litre kimyasal ve ortalama 8 milyon litre sudan ( 65.000 kişinin günlük su ihtiyacı ) oluşmaktadır. Bu karışım kaya tabakasının içerisinde çok sayıda çatlaklar oluşturarak ilerler.
Kum, çatlakların tekrar kapanmasını önler. Kimyasalların görevi ise başlıca suyu sıkıştırmak, bakterileri öldürmek ve minarelleri çözündürmektir. Daha sonra sıvı pompa yardımıyla geri çekilir ve bu aşamada doğalgaz elde edilir. Gaz kaynağı tükenir tükenmez kuyu kapatılır. Sonrasında ise genellikle sıvı yer altına geri pompalanır ve orada kalır.
Ancak bu teknik çok sayıda riski de beraberinde getirmektedir. Başlıca olarak su kaynaklarının kirletiliyor olması söylenebilir. Hidrolik kırılma yöntemi yüksek miktarda su tüketmekte kalmamakla, aynı zamanda uygulamada kullanılan sıvı, kirletilmiş ve yüksek derecede zehirlidir. Bahsi geçen kirlilik göz ardı edilemeyecek kadar çok ve bir arıtma tesisi tarafından bile temizlenemeyecek seviyededir. Tehlikenin farkında olunmasına ve teorik olarak yönetilebilir olmasına rağmen ihmaller nedeniyle ABD’de su kaynakları çoktan kirletilmiş durumdadır. Kullanılan kimyasallar zararlıdan, aşırı zehirliye, hatta kanserojen ( benzol, formik asit ) olmalarına kadar çeşitlilik gösterebilmekte.
Bir diğer risk de sera gazı salınımı. Elde edilen doğalgazın içerisinde , karbon dioksit’ten 25 kat daha etkili olduğu bilinen metan gazından ciddi miktarda bulunduğu biliniyor. Çıkarılan gazın % 3’ü uygulama sırasında atmosfere karışarak kaybedilmektedir. Doğru bir şekilde uygulandığında kısa ve orta vade de düşük maliyetli enerjiye olan ihtiyacımızı karşılayabiliyor ancak uzun vadede beklenmedik sonuçlar meydana getirebilir.
Şimdi bu ‘uyuşturucu’ sorununa farklı bir perspektiften bakalım.
1971 yılında Amerikan Başkanı Richard Nixon, ‘madde bağımlılığı’nı ‘bir numaralı halk düşmanı’ ilan ettiğinde dünya tarihinde bir eşine daha rastlanmayan bir ‘Uyuşturucu Savaşı’nın da fitilini ateşlemiş oldu. Aradan geçen 45 yılda elimizdeki rakamlar bu ‘savaş’ın, aslında o kadar da etkili olmadığını, hatta zararlarının yıkıcı etkileri olan büyük bir başarısızlık olduğunu söylüyor. Tüm dünya için.
Yani Amerika’daki toplu hapis cezalarına, Latin Amerika, Asya ve Avrupa’da yolsuzluğa, politik kararsızlığa ve şiddete sebep olduğu bir gerçek. Ve tabii dünya çapında insan hakları suistimallerine sebep olduğu da. Özetle bu savaş milyonlarca kişinin hayatını olumsuz yönde etkiledi, yüzbinlerce kişinin de katledilmesine sebep oldu.
Üstelik bu sonuçları doğuran şey, Amerika’nın her yıl, yılda milyonlarca dolar harcayarak yaptığı ‘önlem'lerle eskisinden daha güçlü uyuşturucu kartelleri yaratması ve onları daha da körüklemesi olurken, bugün gelinen durumda, eskiye oranla önüne geçilmesi daha zor etkilere kavuştu.
‘Uyuşturucu Savaşı’nın merkezinde yatan strateji, ‘’Uyuşturucu yoksa sorun da yok’’tu. Yani onlarca yıldır devlet tüm enerjisini varolan uyuşturucu kaynaklarının kökünü kurutmaya ve uyuşturucu üretip satanları tutuklamaya odakladı. Fakat bu odak, tüm ticaret modellerinde geçerli olan ana kuralı hiçe sayan bir stratejiydi aslında. ‘Arz - talep dengesi’. Bu modele göre eğer talebi azaltmadan bir şeyin arzını (üretim ve tedarik) azaltırsanız, fiyatı yukarı fırlar. Bu durumda birçok üründe satışlar düşebilir. Ama söz konusu ürün uyuşturucuysa, onun satışında bir azalma göremezsiniz. Uyuşturucu pazarı, fiyata hassas değildir. Uyuşturucu, ne kadar pahalı olursa olsun tüketilmeye devam edecektir.
Tabii bu durum illegal yöntemlerle daha fazla uyuşturucu üretimine ve daha fazla insanın üretim ve tedarik aşamasında çalışmasına sebep oldu. Çünkü talep hala aynı oranda fazlaydı ama arzı karşılamaya çalışan az miktardaki karteller, daha çok para kazanmak için daha çok insan gücü kullanmaya başlamıştı.
Bunun mükemmel bir örneği de ‘metamfetamin’dir (kristal meth). ABD yönetimi, bu uyuşturucunun üretilmesinde kullanılan malzemeleri sıkı denetime tabi tutarak üretimi durdurmaya çalıştı. Bu durum, büyük metamfetamin üreticilerini iflasa sürükledi evet. Ama çoğunluğu kasabalarda ve kırsal alanlarda bulunan küçük çaptaki binlerce ‘ev tipi meth’ üreticisi, denetlenmeyen kimyasallarla faaliyetlerine devam etti, üstelik ülkenin hemen her yerinde daha da çoğalarak. Buna cevap olarak bazı eyaletler daha fazla kimyasalı denetime alarak ev yapımı metamfetamin stoklarını da azaltmayı denedi. Bu durumda da küçük çaplı işletmelerin üretimi temelden sarsılmış oldu.
Ama ülkedeki metamfetamin stoğu hala aynı düzeydeydi. Meksika’lı uyuşturucu kartelleri kalan metamfetamin üretimi işini devraldı ve üretim faaliyetlerini hızlandırdı. Meksika metamfetamin’i Amerika’nınkinden daha kaliteliydi ve Meksika'lılar, kaçakçılık konusunda da bir hayli deneyime sahiptiler. Sonuç olarak devletin harcadığı tüm bu enerji, sadece metamfetamin'in daha profesyonelce ve daha tesirli bir şekilde üretilip tüketiciye sunulmasını sağlamış oldu.
Bu savaşı kazanmaya yönelik hamlelerin başarısızlıkla sonuçlandığı tek alan üretim ve tedarik süreçleri değil tabii ki. ‘Yasak’ kavramının insanların üzerindeki psikolojik etkisi de her zaman geri tepmiştir. Yani yasaklama, uyuşturucunun tesirini güçlendirir. Küçük alanlarda daha etkili uyuşturucular saklayabilirseniz, daha çok kar edersiniz. Alkolün yasaklandığı dönemlerde de bu böyle olmuştur. Alkol oranı yüksek olan likörün, yasaklı dönemde biraya oranla daha çok tüketilmesine sebep olması bu duruma güzel bir örnektir.
Bu savaşın bir diğer dezavantajı da dünya çapında daha fazla cinayete ve şiddet olayının ortaya çıkmasına sebep olmasıdır. Çeteler ve karteller, husumetleri çözmek için yasal yollara başvurmazlar. Şiddet onlar için en temel çözümdür. Araştırmalara göre Amerika’nın uyuşturucuya açtığı savaş sonrasında cinayet oranları, öncesindeki döneme göre %75 artış göstermiştir. Ve bu savaşın ön cephesinde bulunan Meksika’da 2007 - 2014 yılları arasında 164.000 kişi, uyuşturucu kartelleri tarafından katledilmiştir. Bu sayı, aynı dönem Afganistan ve Irak’taki savaşlarda öldürülen insanların toplam sayısından fazla.
Tabii bir de şiddete meyli olmayan bireysel tüketicilerin tutuklanması ve hapse atılması durumu var. Amerika, dünya nüfusunun %5’ine sahipken, hapishane nüfusunda dünyadaki tutukluların %25’ine sahip. Özellikle azınlıklar bu durumdan çok etkileniyor. Afroamerika’lılar ABD’deki tüm tutukluların %40’ını oluşturuyor. Yani ‘beyaz’ların uyuşturucuya ulaşması daha kolayken, ‘siyah’ların uyuşturucudan tutuklanma ihtimalleri 10 kat daha fazla.
Sonuç ortada. Uyuşturucuyla mücadele, ilk aklımıza gelen yöntemle bir işe yaramıyor bunu anladık. Peki ne yapabiliriz?
1980’li yıllarda isviçre, eroin kullanımına bağlı olarak toplumsal bir sağlık krizi yaşadı. HIV virüsü bu dönemde tavan yaptı ve toplumsal suçlar aynı oranda halk arasında sıklıkla görülmeye başladı. isviçre’li yetkililer, bu sorunla mücadele etmek için ABD’nin izlediği yolu izlemedi. Farklı bir strateji belirledi. Daha ''insancıl'' bir strateji.
Uyuşturucu bağımlılarının tedavi görüp durumlarını dengeleyebileceği rehabilitasyon merkezleri kurdular. Burada bağımlılara yüksek kalitede ve tamamen ücretsiz uyuşturucu sağlanmaya devam edildi. Temiz iğnelerle, güvenli enjeksiyon odalarıyla, banyoları, yatakları, düzenli sağlık kontrolleriyle tamamen devlet kontrolü altında insanlar uyuşturucularını kullanmaya devam ettiler. Bu merkezdeki görevliler bağımlılara ev buldu, hayatlarındaki düzensizlikleri yok etmek için ellerinden geleni yaptı. ve tahmin edersiniz ki olumlu sonuçlar çok kısa sürede görülmeye başladı.
Uyuşturucu yüzünden oluşmaya başlayan suçlar keskin bir şekilde düştü, merkezlerde yaşamaya başlayan kişilerin üçte ikisi kısa sürede toplum hayatına tekrar entegre edilip sürekli işlere girdi. Çünkü artık uyuşturucuya para harcamaya uğraşmak yerine daha iyi şeylere odaklanabiliyorlardı. Bugün isviçre’deki bağımlıların %70’i bu merkezlerde devlet tarafından ücretsiz sağlanan uyuşturucuyla hayatlarına devam ediyor. Ama bu kısa süreli rehabilitasyon sürecinden sonra eroin'den tamamen arınıyorlar. HIV enfeksiyonunun yayılımı tamamen durdu. Aşırı eroin dozları yüzünden ölümler yarı yarıya düştü. Ve uyuşturucuya bağlı fuhuş ve suç işleme oranı da gözle görülür şekilde azaldı.
Yani görece daha ‘pahalı’ olan bir yolu seçmek, uyuşturucuya ve ona olan bağımlılığa karşı savaşmakta en etkili yöntem olarak görülüyor. Uyuşturucuyu yasaklamak insan haklarını hiçe sayan, insanları sefil durumda ve toplumdan dışlanmış şekilde bırakan, aynı zamanda yine çok büyük masraf çıkaran bir yöntem.
‘’Uyuşturucuyla Savaş’’ın büyük bir başarısızlık örneği olduğunu anlatan ve yine yukarıda yazan her şeyi içeren vidyo da burada: https://youtu.be/wJUXLqNHCa
‘’Bağımlılık’’ konusuna farklı bir perspektiften bakan ve yukarıda yazılı her şeyi içeren vidyo burada: https://youtu.be/ao8L-0nSYzg
lahmacun; ulucaminin çaprazındaki urfalı hacı dayı
simit ve tahinli pide; abdal simit fırını demirtaş metro çıkışı
köfte; kapalı çarşı girişi 4köfte
pideli köfte; yeşil pideli köfte veya idris pideli köfte kayhanda
iskender; kent meydanı uludağ iskender arada ufak bir dükkan
tavuk döner; şehir kütüphane karşı aralığında mahmut veya mehmet usta
en son olarak nevale de bir tatlı ardından kitap evinde manzaraya karşı çay veya kahve.