27 Ekim günü gece 4 sularında şişli de duyulmuş, vapur kornası benzeri tok bir sestir. Aynı ses bir kaç gün önce de duyulmuş ancak üzerinde pek durulmamıştır. Ses 20 30 sn duyulmakta, en az bir o kadar sessizlikten sonra tekrar duyulmaktadır. Gariptir...
Aklıma takılan bir sorunsal. insan, canlıyken yani yaşamına devam ederken aynı zamanda çürüme belirtilerini de gösterebilir mi?
Şöyle ki, öncelikle bu bahsettiğimiz insanın normal yaşantısına devam ettiğini, beslenme ve sosyal hayatının bir şekilde normalde olduğu gibi düzenli sağlandığını düşünürsek ancak aynı kişinin bacağının toprakta gömülü kaldığı bir halde olduğunu da var sayarsak...
Bu kişinin bacağı çürüyecek midir?
Bahsettiğimiz topraktaki organizmaların yahut böceklerin varlığı bu durumu değiştirecek midir?
Eğer bu çürüme işlemi gerçekleşirse bu nasıl olacaktır?
Ve bu yazar kış uykusuna hazırlığa başlar. Yaz ve ilk bahar harici mevsimler beni mahvediyor. Deliriyorum sıkıntıdan bunaltıdan. Gereksiz depresif bir havaya giriyorum, her şey aşırı büyük bir dertmiş gibi geliyor ki hiç bir şeyi iplemeyen bir yapım vardır normalde... bu durum kendimi bildim bileli böyle ve hayatımdaki hiç bir değişim bunu değiştiremedi. Umalım da bir kaç değişiklik olsun. Belki yavaştan almaya başladığım kışlık kamp ve trekking ürünleri tamamlamanın vakti gelmiştir artık...
Evet bunu yapmak zorundaydım çünkü en sevdiğim çakmağımı tam da sifonu çekerken klozete düşürdüm ve o çakmak aşağıdan sekerek hiçliğe doğru bir yola çıktı. işin garibi çakmak baya büyük bir çakmaktı. Biclerin büyük olanlarındandı ve nasıl bir anda hiçlikte kayboldu aklım almıyor. Şimdi, en sevdiğim çakmağın gidişine mi yanayım yoksa bir kaç gün sonra lağım tıkanınca apartmandaki tek öğrenci- bekar daire olduğumuz için çakmaktan sorumlu tutulacak ilk elemanlar oluşumuza mı? Her neyse sarı çakmağım, seni asla unutmayacağım. Senin için yaptıklarımın bilincindeysen eğer senin de unutmayacağına inanıyorum. iyi geceler...
Bir yere gittiğimiz yok, yeni gelen üye azaldı sadece. Kalanlar da vaktiyle abisinin kuzeninin etkisiyle bu müziğin şehvetine kapılmış kişilerle zaten yıllardır dinleyen, vaktiyle emek vermiş üstadlar. Yeni neslin (benim de içinde bulunduğum nesil maalesef) her işte olduğu gibi bunda da kolaya kaçmasının etkisidir bu. iki saatte tuvalette hazırlanmış, üç gün sonra kayıt alınıp sahnede ipadle çalınan veya vokalin şebeklikten başka bir şey yapmadığı 7/24 her an her yerde çalan, anlamaya ihtiyaç duyulmayan en babası 5 yıl dayanacak şarkılar daha cazip geliyor. Metal öyle mi? En az 3 4 kişi olacak, o kişiler ellerindeki enstrümana vakit ayırmış olacak, ortaya çıkan parça her birinin verdiği yılların emeği olacak. E böyle hazırlanmış bir eserin anlamı da olacak ki dinleyici anlamı için de çaba gösterecek falan filan bütün disko ve rep müzikleri sikim, pop zaten çükümü yesin, hapçılar da uzak dursun, metal var olsun!
Kamp. Ve asla yeterli değil. Kış kampı çıkaracak ekipmana maalesef hala sahip değilim. Bununla birlikte kendime ait büyük ve kaliteli bir çantam da yok. Çadırım çok eskidi, delikler, dikişlerde açılmalar başladı. Son 4 5 kampımda fermuarım bozuktu zaten ama Ben yine mal gibi gidip tarp alayım ne gerek var ki diğerlerine değil mi...
Unutulmuyormuş. Arada geliyormuş yine. Mutluyken de vurabiliyormuş bazı hisler etkileyebiliyormuş insanı durduk yere. Dersten kalkıp yatağa gittiğinde aklına gelen bir şarkının sözü de düşürebiliyormuş adamı tribe. Sonrası klasik zaten. Eski çalma listeleri, eski fotoğraflar, akla gelen anılar. Onlarca kadın, yüzlerce hikaye, değişen konumlar, çevreler, arkadaşlar, uzun ilişkiler, devrilen şişeler, biri sönemden yanan sigaralar, okunan romanlar, yeni hobiler, ilgi duyulan sanatlar, araya giren yüzlerce kilometre, yıllar... geçirmiyormuş hatırdakilerin izini. Özlem mi, halen duyulan bir sevda mı, çektiklerimin acısı mı bilemiyorum ama hala bir yerde, bildiğim bir yerde, sağ olduğunu bilmek bu süreçte onun neler yaptığını tam olarak bilememek, neler yaşadığını, nelere gülüp nelere üzüldüğünü bilememek, neler dinleyip neler giydiğini bilememek koyuyor adama. Çok kötü bir zamanmış ayrıldığımız zaman bunu çok net anlıyorum. insanın tam değişmeye başladığı, olgunlaşıp bir şeyleri farketmeye başladığı zamanda sona ermiş, öncesindeki gelişimini çok yakından izlediğin insanın şu an nasıl biri olduğunu bilememek koyuyor. Koyuyor sözlük beni üzdükten sonra beddualarımın tuttuğunu bilmek ve yanında olamamak, artık onun eskisi gibi bir parçası olmadığımı bilmek koyuyor. Yaşattıklarından sonra ona hala nasıl değer verdiğimi, onun halen bir parçammış gibi olduğunu bilmemesi koyuyor. Onun yüzünden mi deriz sayesinde mi deriz bilemiyorum yaşadığım değişimin farkında olmayışı koyuyor sözlük. Birlikte olduğum her kadında, her arkadaşımda, yaptığım her etkinlikte biraz da olsa aklımda olduğunu bilmeyişi daha kötüsü bilse ne tepki verirdi bunu kestiremeyişim koyuyor be sözlük.
doğruya doğru yanlışa yanlış demeyi bilmezsek bizim çomar gözüyle baktığımız insanlardan hiç bir farkımız kalmaz. doğru bir noktaya değinip güzel bir karikatür yapmışlar bence. muhtemelen ilk ve son olur orası ayrı bir konu ama sırf misvak diye kötülemenin hiç alemi yok. hep beraber tek yürek olmamız gereken politik, siyasi, sosyolojik çeşitli konularda öncü olan, hassasiyetiyle gönüllerimizi kazanan halka mal olmuş kişilerin bu gibi durumlarda da aynı hassasiyeti göstermesi gerekirdi bence. şahsen bayramda atatürk fotoğrafı paylaşmayı şov olarak gören birisiyimdir ancak ünlülerin, influencerların, fenomenlerin artık ne diyorsanız bu gibi tanınmış kişilerin işi duyara götürmedikleri sürece yaptıkları paylaşımların ve açıklamaların önemini tartışılmaz görürüm.
not: recep ivedik üzerinden şahan a yüklenildiğini sanıyorum ancak diğerlerinin kim olduğunu dahi bilmiyorum.
Edit: öndeki cem yılmazmış sanırım kendisine helal olsun diyorum.
Yazarın asıl anlatmaya çalıştığı yer bizim bakış açımızın dışında. Asıl varılmak istenen şey savaşıp savaşmama değil mağaranın dışını görüp görememedir aslında. Yıllarca insanların savaşmak istememesine ramen vaatlerle, uydurma hayaller ve emellerle savaştırıldığı doğrudur ancak savaş psikolojisi sandığımızdan çok daha farklı işlemektedir. Sen ne kadar savaş düşmanı bir halde de gitsen savaşa, karşında seni öldürmek, yanında da karşıdakileri öldürmek isteyen bir grup varken ister istemez ölene kadar sen de bir savaşçıya dönüşürsün yahut sen savaşçıya dönüşemeden ölürsün. Seferberlik hallerinde yeterli koşulları sağlayan insanların gönüllülüğüne bakıldığını pek sanmıyorum. Ki bakılmasa dahi büyük bir savaşta devletimizin geri düşmesi, o savaşın bir gün senin yaşadığın yere de geleceğini ve o zaman içinde psikolojisi iyice bozulmuş düşmanın sana ve ailene pek de iyi davranacağını sanmıyorum. Bana göre savaş, insanı savaşmaya mecbur bırakır. Savaşın bir gün sevdiklerine ulaşacağı fikri, en yıkıcı ideolojiden daha yıkıcı bile olabilir.