ufak bir terslikle başlayıp bazen gün boyunca süren, gerginlik, sinirlilik ve de tahammülsüzlük belirtilerinden anlayabileceğimiz, kontrolümüzden çıkan beyin salgılarının nota değişimi. kronik olunca alışabiliyorsun. asosyalsen yalnızlık iyi geliyor çoğu zaman.
alakasız olabilir. bazen ne kastettiğimi ben de tam kestiremiyorum.
iflah olmaz amerikancı, natocu, e birazda tasavvufçu; mideden başka şey düşünemeyen, din ve sanat anlamında yobaz, hayata da olabildiğince dar açıdan, sığ bakan, ezilenken hiç bir şey olmamış gibi ezen olabilen, yezidi düzenin savunucuları.
edit:
ılımlı islamın karakterini, daha doğrusu karaktersizliğini en net şekilde ortaya koyar. bir yandan modern dünyanın (batının) zevklerini tatmak için can atan; ama bir yandan da ailede, mahallesinde, okulunda genellikle menkıbe temelli din ve ahlak anlayışından da kopamayan, zamanımızın ve son 200 yılın paradoksunu yaşayan, zavallı insanlar. bu karakter grubunun ilkesizliği ilke edinmesinin altında yatan neden budur. değer çatışması üst düzeydedir, bu da tutarsızlıklara neden oluyor.
ha bir de genellikle söylemleriyle fiilleri en çok çatışan şahıslar bunlar arasından çıkıyor gözlemlerime göre. mesela bid'at derler alasını yaparlar. vs. vs.
başlıkta geçen 'gerçek islam' nedir diye sorarsan hadi kolaysa sen açıkla derim.
netice olarak şöyle yukarı bir baktım, kin ve nefret saçan bir entry girmiş olduğumu görür gibi oldum. herkesi sevmek istiyorum; ancak samimiyetsizlikleri, ikiyüzlülükleri gördükçe, gözlemledikçe bunlardan bahsetmek isteğime yenildim nokta
Allah'a şükürler ettiğim, olmasını senelerdir beklediğim gelişme.Yetmez ama evet; bu adam bir an önce çiftliğe çevirdiği takımdan gitmelidir. Aykut hoca mevzusuna gelince: Hocamız 3 sezondur Alex'e alternatif bir sistem yaratmaya cesaret edemediği için suçludur.illa ki takım bu hale mi gelmeliydi. Çok geç kalındı, kaybolan zamana ve gidecek olan bir sezona yazık...
Evet, sıradan,ortalama kilodaki bir kadına da şişman denilebilmekte. Bu doğru olmaz; o zaman 'balık etli' kavramını nereye koyaağız?Eğer eski saray kadınlarını görecek olsak, bugünün beğenisiyle hepsini yadırgardık.Zaman beğenileri değiştiriyor kendisinin modasını yaratıyor.
Görüntü kafada oluştuğu için kafanın içini yaratanın o bölgede yaşayan tüm kafaların görüntüleriyle geçici olarak oynaması sonucu ortaya çıkmış, muhtemelen tek sefere mahsus mucizevi olay olabilir.
başrollerini göksel arsoy ve belgin doruk' un paylaştığı, yönetmenliğini nejat saydam' ın yaptığı, senaryosunu ve yapımcılığını aynı zamanda belgin doruk' un da eşi olan özdemir birsel' in üstlendiği 1961 yapımı yeşilçam filmi.
dikkat edilirse belgin doruk, benim küçük hanımefendim, 1958 ile 61 yılları arasındaki filmlerinde kendisinden beklenmeyecek şekilde daha cesur roller almış, önceleri ve sonraları öpüşmemesine rağmen bu aradaki göksel arsoy filmlerinde, bu sarışın jönle bir çok kereler öpüşmüştür. bu benim üstüme vazife değil elbette. zaten ben kederimi unutmak, zaman harcamak için yazıyorum. konuya dönelim. herşeyin bir açıklaması olduğu gibi bunun da bir açıklaması var. belgin hanım 1958' de ilk eşi faruk kenç' den ayrılmış, mahkeme uzadığı için aşık olduğu senarist ve yapımcı özdemir birsel ile ancak 1961' de evlenebilmiştir. muhtemeldir ki, bu iki evlilik dönemi arasında kendisini daha serbest hissetmiştir.
o dönemde sosyetede ve halk arasında göksel arsoyla aşk yaşadıkları söylentisi ortaya atılmıştır fakat aslında herikisi de o sıralar sonradan evlenecekleri insanlarla aşk yaşamaktadırlar...
orhan kemal' in 1966 yılında kaleme aldığı ve yeşilçam' ı konu edindiği romanıdır. malum yeşilçam tam bir yenileşme, gelişme evresi içindedir ve türkiye'de gelişen bu sektörün sadece istanbul'u değil aynı zamanda anadolu'nun bir çok yerindeki insanları da (özellikle dönemin gençlerini) etkilediği görülmektedir.
romanda ise neriman adındaki güzel bir genç kızın tutucu, baskıcı babasından, ona boyun eğen çaresiz, cahil annesinden ve beğenmeyip küçümsediği, içinde yaşadığı küçük anadolu kasabasından yine oraya çekecekleri film için yer bakmaya gelmiş olan yakışıklı bir reji asistanıyla meşur olmak hayaliyle istanbul'a kaçışı ve oradaki talihsiz fakat sonu mutlu biten hikayesi anlatılır.
Başrollerini zeki müren ve belgin doruk' un paylaştığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini osman f. seden' in üstlendiği 1959 yapımı yeşilçam filmi.bu filmi söylemesi ayıp youtube tan izledim. 9,10 dakikadan tam 15 part sürdü. bayağı uzundu. birazcık da zamanına göre düşünüp, kendimi de hikayeye önyargısız bırakıp izleyince hakikaten mest olduğum film. sanıyorum ki zeki müren bu filmde kendinden de birşeyler katarak oynamıştır. içten olduğu çok bellidir. belgin doruk hanımefendiye gelince; o benim aşık olduğum yetenekli, masum, namuslu ve de güzel kadındır.meleğim umarım onunla ahirette buluşma şansım olur. bu arada onun orjinal sesini merak etmekteyim. neyse uzatmiyim...
başrollerinde Belgin Doruk ve Göksel Arsoyun olduğu,1964 yapımı siyah beyaz yeşilçam filmidir. yönetmen; halit refiğ di.zaten filmde de farkedileceği üzere müziği de Sezen Cumhur Önal'ındır. filmin iyi sonla bitmesi de ayrı bir güzelliktir. ayrıca izlediğim ilk belgin doruk filmidir.
ne var yani mülk de Allah'ın vücut da illa hareketle olmak zorunda değilki düşüncesin ,hayalinde de kılar.bi düşünsene sen rahat çocuk, sen bir astronot olsaydın atmosferin dışına çıkar çıkmaz nasıl delirirdin? elbette o düzen tesadüf değil adam şükredecek tabii.
valla derin düşününce insan, varolduktan sonra bikere birşeyin yokolamayacağını anlıyor.yav mesela bilincimizin açılmaya, olgunlaşmaya başladığı o çağlar varya; o ilk çocukluk anılarımız, ilk aşklarımız,yani bazı olaylar vardır ki uzun zaman geçmesine rağmen hatırlarız ya işte öyle olaylar.ondan sonra birine karşı duyduğumuz güçlü kin veya nefret.bu hissin kuvvetini kin duyan herkes bilir mesela.bir gülün kokusu, sevimli bir kedi,sayısız kez soluduğumuz hava ve opis ya da temiz koku(bulunduğumuz yere göre),o yediğimiz nefis, herbirinin tatları ayrı olan yiyecekler... sonra.. karşı cinsle olan beraberlikler ve o zevkin doruklarına çıktığımız o haz anları,partnerine-eşine karşı duyduğun tutku..
ulaşılan hayaller bi de ulaşılamayan hayaller.tabii herkes sonsuz sayıda ve sonsuz olasılıkta şey ister, hayal eder demi bunu herkes kabul eder. işte içimizde ukte olan bu yarım kalan yaşanmışlıklar.ee sonra biz biz,ahir zamanın şanslı evlatları,uzayı ve dünyanın dört bucağını keşfedebilmiş neslin çocukları,evrenin muazzam büyüklüğü ve düzenini kavradıktan sonra, sayısz, ve herbirinin şekli mükemmel bitkiler ve hayvanlar barındıran bu dünyayı gördükten sonra, nasıl nasıl yokluk?
bunca zihin süreci geçirdikten sonra bilinç bu deneyimleri tatıktan sonra nasıl olurda insan yok olur? bilakis bu tatların ve zevklerin fazlasını ister.bazı insanlar yokolmayı istediklerini söyleseler de aslında hiçkimse bunu istemez,herkes sonsuz yaşamı arzular.
özel bir üniversitede burslu olan bir arkadaş olarak artık üniversitelere türbanlıların girebilmelerinden biraz rahatsızlık duyuyorum. yani bu şu demek benim okuluma genellikle (burslu olanların dışında)seçkinci ailelerin ,zengin .içleri gelmekte. ben eminim ki bi araştırma yapılsa bunların % 90'ının kemalist, beyaz türkler olduğu anlaşılır.işte sekiz yıllık akp iktidarının bir meyvesi olarak türkiyedeki para sahibi zümre de el değiştirmekte iktidara paralel olarak.
işte düşünün bu okula fakir türbanlılar mı gelecek sadece ha? hayır.kesinlikle hayır! buraya gelecek olanlar malesef zengin beyaz müslümanların evlatları olacak.yav şu işe bakın benim doğulu,iç anadolulu eee nereden olduğunun ne önemi var! anadolunun asıl evladı olan gariban kardeşlerim bi türlü hakettikleri eğitimi alamayacaklar böyle muazzam üniversitelerde.gelselerde fethullah hocanın veya nurcu arkadaşların yönlendirmeleri ve hayatlarına kattıkları önyargılarla gelecekler.
anlıycağınız bana göre memleket bir beladan kurtuluyor ötekine batıyor şimdide.her geçen gün kampüste fazlalaşan , göze de hoş gelmeyen bu arkadaşları ve bizim tikkylerin onlara olan bakışlarını gördükçe aslında büyük bir olaya şahit olduğum hissine kapılıyorum. işte devrim bu diyorum. ne biliyim bunca yıldan sonra bunca direnişten sonra...
vefakar ve de fedakar dostum.çok dolu bir adamdır haaa.müziğin iyisinden anlar.an itibariyle bir anadolu kentinde yaşayan, geleceğin aydınlık insanlarından biri olmasını umduğum ve yeniden karşılaşmayı iple çektiğim yedinci nesil yazar,nesildaşım.
aşağılık kompleksinin tavan yapmasına neden olacak, midenin guruldamasına artık şaşırmayacağın; iyi giyinmiş, temiz yüzlü, yakışıklı, başarılı birini gördüğünüzde nefretin doruklarına çıkıp vahşileşebileceğiniz, an itibariyle mutluluktan en uzakta bulunduğunuz durumdur.
konuşması kolaydır tabii kimilerine göre:"lan param bitti geçen gün parasızlığı da öğrendim.tecrübe oldu amk."söylenebilecek bir durumdur.kimilerine göreyse bu,hayatın yaşanması gereken tatlarından birisidir. yani .içlere göre ben parasız kalmaya devam edeceğim, hatta o salak da kalmaya devam edecek ve o nohut beyniyle hala bu durumu savunabilecek.o insan bu durumu kronik olarak yaşamaya başlasın görürüm onun hayata sövüşünü.her bahanede nasıl sinirlenip, tahammülsüzce kavga arayışını.toplumla günden güne daha da fazla bozulan ilişkilerini.konuşmak kolay tabiii herzamanki gibi.neyse vs....vs....en azından şu an karnım tok amk. tamam sakinim.
yediği önünde yemediği arkasında,marka giyinen,baba parası yiyen,parayla ve paranın getirebilecekleri konusunda endişesi olmayan,bu yüzden rahatın battığı,ne yapacağını bilemeyen arkadaşların bilmedikleri konularda başlık açıp halt yemesi.bilgi konusunda da eksik olmaları muhtemeldir bu arkadaşların.üzerine alınan arkadaşlar için şöyle diyim ;sizi ve annelerinizi çok seviyorum.
bana kalırsa bütün işlerin, bütün düşünüşlerin, bütün algıların vardığı çıkmaz sokak, yani hayatın en önemli sorunsalı tanrının varlığı sorunsalıdır.ne biliyim insanların çoğu günlük hayatta bunun farkına varamayabilirler ama ateistide deistide taocusu budisti veya üç semavi dinin mensupları da bilinçaltlarında ya da düşüncelerinde bu konuyla haşırneşirdirler. bu mesele kimininde birinci gündem maddesi olabilir.insanlar doğduklarından bu yana çevrelerinin şekillendirdiği zihinlerle varsayım yoluna giderler.herkesin yetiştiği aile evinin yapısı, çevresi, para durumu,ilk okuduğu kitap ve biçok şey... bu değişkenlerin çoğu farklıdır doğal olarak.bence böyle zor ve insanlık tarihi boyunca insanların ihtilafa düştükleri bir konuda fikir bildirmek ve kalbiyle itirazsız inanıp itaat etmek ve dahası o tanrının emrettiği şeyleri yapmak ve yaşamını tamamen o tantıya, dine göre belirlemek zor bir iş olsa gerek.
samimi itiraf edeyim; param yokken ve açken bir tanrının olduğunu kabul etmem. amaa karnım toksa,sevdiklerim yanımdaysa allah'ın yeri göğü ve ikisi arasındakileri ve beni yaratıp bana bu nimetleri verdiğini kabul eder ve karnımı oğuşturup, göbeğimi kaşırım(!)işte o zaman bi manzara tablosuna bakınca zevk alırım.bir kedi görünce onun bu sevimliliğinin; gözlerinin, kulaklarının, bacaklarının yerlerinin mükemmelliğine ve görünüşünün estetiğine hayran kalırım. bunun tesadüfen oluşamayacağını hatırıma getirip,bunu kabul ederim.ama sıkıntıdayken yüzümün, kafamın, vücudumun şekilsizliği aklıma gelince söverimde tanrıya. neden sövmiyim ki? kim ne diyebilir?ben mi istedim böyle şekilsiz,hilkat garibesi gibi yaratılıp bu insanlık mahşerinin ortsına salıverilmeyi.acaba ben tanrının ya da tanrıların hangi tecellisiyim? çirkinlik mi?
bu konuda devam edeceğim inşallah.
yorumlar bekliyorum bi brainstorm yapalım kardaşlar ve hanımefendiler...vs...vs...