çocukken daha hırpalayıcı ve de tesiri bol, hastalık yapıcı mı hastalık meydana çıkarıcı mı bilemediğim yıkım gücü yüksek, hisli çocuk mahvedicisiydi.
bol kahkaha sonrası içine düşülen tavsak duygu nevinden bir duygu gibiydi de. içinde biraz hüzün gizli, biraz yalnızlık var idi.
misafiri uğurladıktan sonra salona girip o basınçlı, nefesli, terli havayı solumak ile başlayan ve sizi içine çeken duygu kümesinin bir kısmını da yapılan yaramazlıkların hesabının sorulup sorulmayacağı korkusu oluşturuyordu herhalde.
az önce samimiyetin doruklarında gezdiğiniz onca insanın, çocuğun bir anda ölmesi gibi(hatta aynısı)
fikirler başka başka olduğundan "herkes"in olduğu bir yerde; herkes her istediğini yapamayacaktır. kaldı ki dünyada canlı tek bir insan kalsa bile her istediğini yapamaz. (dirseğini yalayamaz mesela)
"Herkesin istediğini yapabileceği bir yerde hiç kimse istediğini yapamaz." Franklin Delano Roosevelt
filmin adı: tatar ramazan sürgünde. tatar ramazan eli kelepçeli, sürgün geldiği mapusdamının girişinde, müdürün kabulü için bekletilir iken, dikkat kesildiği tabelada yazanın bir kısmıdır.
"her insanın yüreğinin bir yerinde ışık vardır hemde pırıl pırıl"
demir parmaklık açılır, ramazan ikinci girişten geçer gider. burada da bir tabela vardır ve şöyle yazar:
ramazan bu tabelaya dikkat kesilmez, hızlıca geçer gider. çünkü müdür onu beklemektedir.
önce her insanın yüreğinin bir yerinde ışık vardır tabelası, sonra da adalet mülkün temelidir" tabelası dışarıda kalmıştır. tatar ramazan da sürgündedir zaten...
bu tür hareketler işin özünü kavrayamadığımız manasına gelir. bir gözümüz Pavel de Pelage de öbürü sayfa numarasında olacaksa önce kitabı sonra gözümüzü kapayıp, kuyu gibi bir yerden geldiğine emin olduğumuz "niçin!" "niçiiin!" sedalarına kulak vermeliyiz.
koca kabuğu, koca yaprağı dişleyip götüren karıncanın yuvasında o yaprağı afiyetle bir güzel yediği zannedilir. halbuki karıncaların mideleri selülozu eritmez [1].
zira karınca o yaprak vesilesiyle mantar yetiştirip onu emmektedir. bu "hırslı" hayvancağızlar yuvalarını, dımdızlak ettikleri çınar ağacının yaprakları ile de doldursalar, kamyon kamyon şeker kamışı da yıktır salar, elde edebilecekleri kazanım emecekleri mantar kadardır. tekrar bir hırsla doğaya saldırmak için gereken enerji de, emdiği mantardan alabildiği kadar olacaktır.
"çok ince, küçük bir nüans farkı" ya da "çok ince, küçük, fark ayrıntısı nüansı" gibi zincirleme sıfat tamlamalarında geçen düşüncenin ifadeye dönüşme serüveninde meydana gelmiş bir garabet.
euro, lira, dolar, mark, ince bir farkla döner çark
mesela sinek gibi böcek gibi canlılar bir sebepten baş aşağı geldiklerinde, kendilerini titreşime alırlar, saniyede bilmem kaç kere kendi etraflarında dönerler, gavzınırlar.
bence bu güne kadar hakim olmak adına gerçekleştirilen tüm icat ve buluşların da ötesinde bir buluş. bitmiş bir proje de değil, her an bir başkası başka farklı bir versiyonunu gerçekleştirebilir.
mesela sanayi devriminden çok daha etkili bir devrimdir yapabilene.
ulen gücü kontrol eden zaten hakim olmuş olacağı kadar falan diyenler olacaktır. e zaten sanayi devrimini yapan da devrimini yapmış oldu. ben başka bir şeyden bahsediyorum.
mesela sanayi devriminden sonra büyük bir güç olan ingilterenin bu gücünü kontrol altına alabilen olsaydı asıl vurgunu o yapabilirdi. ingilterenin o hamlesi başkaları için de bir fırsat demekti.
yani kendisi adına çalışan daha nitelikli bir işçi olarak ingiltereyi bulmuş olacaktı bulan. ulan oğlum dellendin mi? nasıl olacak bu hiç mümkün mü? diye soru soranlar olacakır.
mesela ham maddeden girebilirdi mevzuya ham maddeden. bunun çok yolları vardır.
ayrıştırma yetisi, erdemi, gücü. ayrıştırabilmek. ilk üreten değilseniz eğer ki bu ister madde boyutunda olsun ister fikir boyutunda olsun (ki fikir boyutu çok daha tehlikelidir) analitik düşünme beceriniz çok yüksek olmak zorundadır.
kardeş olmak için çalışırken düşman ederlerken kaybederek kazanırlar.
Kritik (etmek) düşünce de diyorlarmış. her bir başlığı ayrı ayrı irdeleyip eleştirerek, ve her biri arasındaki bağlantıları gerçekçi kanıtlarıyla ortaya koyarak düşünmek diye wikipedia olayı yakalamış.
kayseride modern şehircilik anlayışı yerleşmiş ise kayseri bunu, şehrin ana iskeletinin temellerini atarak, -şehre damgasını vuran adam, merhum osman kavuncu'ya borlu olduğu söylenir.
kayseriler, modern şehir anlayışını bize osman kavuncu kazandırdı diye de övünür, rahmetli osman başkanlarının hakkını öderler.
ruh beden zihin eşgüdümünde (doğal akışı içinde) yaşarken bir anda iç sesi bir başkasının seslendirmesi ile dellenmek gibi sıyırtmak gibi bir hallere gelmek. göz bakar başkası konuşur durum.
bilinç altı güncellenirken bir yerlere takılı mı kalıyor, ses dosyaları mı karışıyor bilemiyorum. o başkasından hiç duymadığımız kelimelerin bile seslendirildiği düşünülürse bu bir format alt yapı meselesi de olabilir.
ses değiştirme programları ile yapılanlara bakarsak beyin-bilgisayar çalışma mukayesesi ile bu konudan bilim dünyası ekmek yiyebilir.
teori1 : kainatta ne kadar ses var ise insanın bu sesleri çıkarabilme potansiyeli vardır.
teori2 : avamın duymadığı çok farklı, acaip sesleri duyanlar vardır.
teori3 : duymadığımız o kadar ses var ki aklınız almaz.
göz yaşları göz torbasında üretilmiş ama gözlerden daha süzülmemiş, kalp kırılmış, burulmuş, güneş bulutların arkasına saklanmış, hava kararmış, gücenik, hazin bir hal.
yaauv eğleniyoruz şurda baba ya git keyfine bak gibi mırıltıların tezahürat olduğu uludağsözlüğün potansiyelini görüp, göstermek istemek. bunu için iki (çıkmaz) yol var:
sonra okuycamlar birike birike taşar. nereye koyacam bunları falan diye ahali dertlere gark olur.
birisi de çıkar der ki dert ettiğiniz şeye bakın. aga sizin bunlar sonra okuycam koleksiyonu olmuş. madem öyle bunları şurda sergileyin falan der, elimizden tutar. sergi açılır.
şahsi şükelaları biriktirmek, sözlükte vakit geçirmenin bir amacı.
sonra okuycam yedeklemesi/çıktısı al gibi hizmetlerle desteklenirse; sonra okutacam a doğru önemli bir yol alınmış olunur. ilerde dergi broşür falan filan çalışmalar olursa belki, lazım olur, gideri, katılımı olur.
harika, masalsı diyarlarda yolculuk rıhtımlarda başlar. ve yalnız, suyun şefkatle beşik gibi salladığı gemiler, şiirler, öyküler... devrik ülkemin, devrik cümleleri...
işte rıhtım etkisi, duymaya yazmaya görün.
rıhtımda bir entry, gerisi koca bir duman, hayaller minik bir kedi, deposunda laf peynirleri yürüyor bir gemi...
vay arkadaş! aradım durdum. dedim acaba hayal ürünü mü bizim hugo'nun binip ortasındaki kolu aşağı yukarı hareket ettirerek yol aldığı, sevimli sempatik icat diye şüphelere bile düştüm. * .
tabancaya toplu denmesinden sebep tabancanın göbeğindeki, * mermi yatakları bulunan, sağa ani bir hamle ile "şıkırt" diye haznesine yerleştirilip "çırrk çırrk" diye döndürülen silindirik, o oynar yapı.
o oynar yapının adı top değil* yalnız, toplu. kullanım kolaylığı açısında ifade böyle kendini bulmuş. yoksa toplulu tabanca olacaktı. şajörlü tabanca yerine şarjör tabanca ifadesi misali.