maalesef ülkemizde çok sık karşılaşılan durum. tanım bu. gelelim gerçeklere: maalesef ülkemizde çok sık karşılaşılmayan bir durum var; haftada 10.000 tl kazanmak. bunu kazanan oyuncu sıfatlı arkadaşlarımız, aldıkları paranın hakkını vermek yerine bik bik ötüp duruyorlar. lan senin 2 katı çalışıp senin 15 de 1 in maaş alan var bu ülkede. (bkz: asgari ücret) neyin derdindesin sen? ne çok çalışması, neden bahsediyorsun sen. yok diziler çok uzunmuş yok 40 dakika olaymış; oldu baboş 40 dakika olsun diziler maaşınız da 30.000 tl olsun. hepimiz rahat edelim. bir de kalkıp utanmadan dernek filan kuruyorlar; yok çok eziliyoruz yok iş yükümüz fazla minvalinde açıklamalar yapıyorlar. sizin iş yükünüz fazla değil canlar, güneşin alnında direksiyon sallayan şoförün iş yükü fazla, madende çalışan işçilerin yükü fazla, günde 100 hasta bakan doktorun, 1000 dosya inceleyen hakimin iş yükü fazla. ama sizin değil.
yazımı Mourinho'nun basın toplantısında bir soruya verdiği cevapla bitiriyorum: muhabir sorar, takımınız iki maçtır galip gelemiyor. acaba bunda takımın yorgun olmasının nedeni var mı? Mourinho: yorgun? yorgun, günde 15 saat çalışıp ayda 500 euro kazanıp ev geçindirmeye çalışan kişidir. biz değil...
valla düşündüm düşündüm, konuyla ilgili en mantıklı başlık bu çıktı. bunun yerine "muhtarların muhtariyete uğramayıp yerlerine yardımcılarını bırakacak kadar alçaklaşmış olması durumu" da yazabilirdim, ancak malum harf sınırlaması bu kadarına izin verdi.
neyse efem konumuza geçelim*.ben, polis çocuğu olmamdan mütevellit tayinlerden ötürü pek çok mahalle gezmiş biri olarak söylüyorum ki, senelerdir hiçbir muhtarı yerinde bulamadım. bulamadım aga, yoklar. gören de diyecek ki çok meşgul insanlarmış şu muhtarlar. yok lan, değiller. ama artistlik olacak ya, orada oturup ikametgah vermek istemezler. işin ne yavrucum senin. gideceksin oraya paşa paşa ikametgahını, nüfus cüzdanı suretini vereceksin. yardımcılarına da imzanı taklit ettirip aleni bir suça ortak etmeyeceksin. her belgeden parayı cebellezi etmeyi biliyosun ama.
siz hiç antremana gitmeyen bir futbolcu gördünüz mü? "ben antremana, maça gitmem, yardımcım gider, ama paramı alırım aga" diyaloguna şahit oldunuz mu? örnek saçma oldu ama bunun gibi bişey muhtarın yaptığı da.
bu kadar sinirli olmamın nedeni asla 8 parça belge için(4 ikametgah, 4 nüfus cüzdanı sureti)için 32 lira vermiş olmam değil, yanlış anlamayın.
var efendim böyle bir güruh. genelde de feysbuk mahalinde takılırlar. sen güzelce feysbukuna girmiş kim kimle arkadaş olmuş, kim kaç yaşında evlenecek, profilimi en çok kim ziyaret edecek diye gezerken karşılaşırsın genelde bunlarla. "siz gidin, ben dönecem:)" yazar mesela. lan nereye gidelim, nereye dönecen? sonra anlarsın olayı. bu arkadaşımız muhtemelen arkadaşlarıyla yaşadığı bir olayda kendisine komik gelen bu cümleyi feysbuk iletisine yazmıştır. altına da iki üç kişinin yorumu gelir: "ahaha koptum ya :D", "yaw nerden hatırladın şimdi onu" gibi. ulan saçma insan: senin 200 tane arkadaşın var, ne diye 2-3 kişinin anlayacağı dilden konuşuyosun.
veya yazar "yok ben almayacam,sağol.ahaha" lan senin gülüş şekline abanırım ha. neyi almayacan lan?söylesene şunu adam gibi. "gülmeyin çocuklar,ayı mı oynuyo", "yok be olm,puhaha", "bana baksana sen!" uzar gider bu örnekler. valla saçma sapan aşk sözleri yazan ergen gençlerden daha fazla sıkmaya başladı bu güruh.
"entry bitti,hade yaylan"
-lan ne zaman bitti,niye bitti?
+lan kaybol.
-tamam abi.
"bakın benim arabam var, hem kullanmayı da biliyorum. pis ezikler, ahaha" diye düşündüğünü sandığım şahısların fotoğraflarıdır efendim. bir de bunların fotoğraflarını feysbuk'a koyanları vardır ki sorma gitsin. ayrıca ortak özellikleri; el direksiyon simitinde, yandan kamerayı keserken çekilmeleridir.
beni önce internetten, ilerleyen zamanlarda da hayattan soğutan olay. mesela sözlüktesin di mi; sol frame i yenilemek istiyorsun. ne oluyorsa bundan sonra oluyor. "yenile" yerine "baskı önizleme"ye tıklıyorsun. bir de pc bir saat bekliyor onu göstermek için. lan istemiyorum onu, sayfayı yenile.
birçok insan tarafından kullanılan yanlış kelime öbeği. "çünkü neden" der ve başlar açıklama yapmaya. "çünkü neden" diye birşey yoktur. neden?çünkü;... diye birşey vardır. bilgilerinize...
yağmur yağıyordur. evindesindir. yada arabanda. yağmur damlaları çarpıp duruyordur cama. izlersin onları. sıkılmadan izlersin.
sonra bir bakarsın damlalar hızla camdan aşağıya düşüyordur. aklına fikir gelir: seçersin bir damlayı ve diğer damlalarla yarıştırırsın. iki saniye sürer bu ralli ama çok zevklidir, inanın bana. sizin damlanız, önündeki damlalarla birleşip büyük bir hızla akarken, diğer damlayı da gözlersiniz arada. ve sizin damlanız kazanır genelde.
"ahh çocukluk, ne saçma şeylerle uğraşırmışız, ne komik şey, ahaha" filan demeyeceğim, çünkü kazık kadar adam olmama rağmen her yağmurda damlaları yarıştırıyorum. damlalarımı...
sizi bilmiyorum ama benim başıma geldi bu durum. gençliğin de verdiği ateşle bir zaman siyasete kanım kaynadı. siyaset konuşmaya başladım sağda solda. her olay hakkında fikrim vardı. ana haberleri kaçırmıyor m.a.b. yorumlarına küfürleri sallıyordum. sonra bir ara aklıma süper! bir fikir geldi: ben neden başbakan olmayayım. ülkenin durumu belli. e sorunlar da belli. bu genç yaşımda ufaktan siyaete girmeye başlarsam ileride belki de başbakan olur ve ülkem için çalışırdım. evet evet, bunu yapmalıydım. aklımda sürekli başbakan olursam yapacaklarım, nasıl konuşmam gerektiği filan vardı. mesela; gelir gelmez herşeye zam yapıp para toplayıp yavaş yavaş borçları ödemek* veya bütün kararları muhalefet partilere danışıp yapmak.(ibişe bak, tek başına iktidar oldun, bi muhalefete danışman eksikti).bunun gibi zırvadan da öte saçma sapan fikirler aklımda uçuşup duruyordu.
sonra uzun bir süre tv den uzak kaldım. aylarca. ve ana haberleri izlediğimde hala aynı şeyleri tartıştığımızı gördüm: hala işsizliği tartışıyorduk, hala laikliği, hala kürt sorununu, hala pkk yı, hala yargıyı tartışıyorduk. hala şehitler veriyorduk ve analar hala "vatan sağolsun" diyordu. hala babalar oğlunun tabutuna asker selamı veriyordu. hala, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan siyaetçiler, el ele sıkışıp pişkince objektiflere gülümsüyordu.
sorunlar çözümlenmiyordu bir türlü. hala aynı yerde dönüp duruyorduk. ve siyasetin ne demek olduğunu anladım: hiç. evet, siyaset "hiçliğin" vücut bulmuş haliydi bana göre. ortada hala sorunlar duruyordu ve hala siyasetciler tartışıp birbirini yiyordu, gazeteciler de köşelerinden bunlara kendi görüşlerince yorum yapıyorlardı.
ve o an vazgeçtim bu saçma fikrimden. başbakan olmak mı: güldürmeyin beni.
malum 13-14 yaşlarına geldiğimiz vakit ergenliğe giriş dönemimiz başlamış oluyor.(erkekler için tabi. kadınlar daha erken giriyorlar.) bu dönem; artık vücutta bazı değişikliklerinde meydana gelmeye başladığı bir dönemdir. ses borazan gibi olur, sivilceler çıkar, boy birden uzar filan. ama ergenliğin vazgeçilmezlerinden biride "ergen bıyığı" adını verdiğimiz ama bıyıkla alakası olmayan o tüy yumağıdır. evet can dostlar, ergen gencimiz o tüyleri öyle benimser ki o dönem de, onunla bütünleşir bir nevi. ama maalesef birgün onunla ayrılma vakti de gelecektir. herkesin başına geldiği gibi benim de başıma geldi bu ayrılık.(herkes dediysek kızlar değil tabi. gerçi bıyıklı kızlar da var ama onlar konumuz dahilinde değil. gerçi onlarda kestirse fena olmaz)
her zaman olduğu gibi yine babayla berbere gidilir ve babanın klasikleşen:"arkalar üç numra önlerden biraz bırak" talimatını berber daha duymadan uygulamaya başlar. zira hep aynı saç kestiriyodur bu ergen gencimiz. veya kestirtiliyodur diyelim. derken bir gün...
+abi, senin oğlanın şu bıyıkları alsak artık diyorum, kıskanıyorum valla. ehehe(yavuşak dalga geçiyor bi de)
-ne diyorsun olm, alsın mı abi makinayla.
*olmaz baba ya.
bu diyalog artık bıyıklar için tehlike çanının çalmaya başladığının habercisidir. sonun başlangıcıdır.
ikinci, üçüncü berber ziyaretlerinde de aynı mevzuu açılır ama ergen gencimiz bunları da savuşturur. ve yine günlerden bir gün:
+abi, sakallarada makina vurayım mı? daha gür çıkar ileride.
-vursun mu olm abi.(lan zatn sabahtandır dokunduruyor, bi vurmadığı kalmıştı, onu da yapsın bari diye düşünerekten)
*vursun a.q.
değil tabi
*vursun, ama bıyığa dokunmasın.
vızzz.vızzzzzzz.vızzzzz(makina sakalda dolaşıyor)vızzzz..dırrrrr.(ahanda olan oldu)
*abi naaptın abura goyim.
+olm baban söyledi.
-oğlum daha iyi oldu böyle baksana.
o gün eve nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. zannediyorum ki millet bana bakıp bakıp gülüyo:
+ahahaha. tipe bak salağın. tipine sokim senin. bi bıyığın bile yok. nasıl erkeksin sen. tüüü senin kalıbına.
bir hafta bu bakışlar ve konuşmalar sürdü içimde, sonra geçti haliyle.
velhasıl dostlar; ergen bıyığı çok önemlidir. ebeveynlere tavsiyem; çocuğunun bıyığını kestirmeden önce bir psikologla görüştürsün, öyle kestirsin. yoksa çocuk benim gibi bir hafta bunalım takılabilir.
istanbul. valla lan. bildiğin "istanbul" çocuğun adı. yok atlas dı, berkecan dı, börücan dı derken ünlülerin iyice zıvanadan çıktığının belirtisi sanırım bu isim. lan koca türkçe de hiç mi isim kalmadı da kalkıp çocuğuna şehir ismi koyuyosun. sana git takvimden bak, erkekse:ümran kızsa:ümraniye koy filan demiyoruz ama "ahmet", "mehmet", "ali" varken de yapılır mı bu be? niye mi bu kadar kafayı taktım: allah muhafaza evlendiğim kadında bunlardan etkilenip çocuğumuzun ismini çorum filan koyarsa o an bende ona kafa korum, müsebbibi bunlar olur.
bunca senedir film izlerim, hala şu sahneleri görürüm ve hala aynı şekilde sonlanır: birisi birinin anlına silah dayamıştır ve öteki kıç korkusuyla konuşmaya başlar ama ne hikmetse hep kurtulur: "çek hadi tetiği, durma, çek. vur, hadi vur beni. eğer şimdi vurmazsan bir daha hiç vuramaycaksın, vur benii!!"
arkadaş bir filmde de "sen iste yiğidim" deyip de tetiği çeken birini görmedim. hep vazgeçiyorlar. ulan niye vazgeçiyon, adam istiyor işte. senin de istediğin bu değil mi, vur gitsin işte. neyi düşünüyorsun hala. pişman olmanın sırası mı? bir tane de vurduktan sonra pişman olan görmedim:
+vur beni, şimdi çek tetiği ve beynimi dağ..
-çattt.. n'oldu ibiş, vurdum işte. ahaha. aman Allah ım , ben n'aptım.
bir kere de böyle bir sahne görelim ya. burdan senaristlere sesleniyorum: vurun şu kancıkları artık.
malum, yaz aylarındayız. havalar sıcak, bunaltıcı. donu kıçına yapışıyor insanın, o derece. ama maalesef bu sıcak havaları katmerli sıcağa dönüştüren bir yer var: belediye otobüsleri.
herkesin ntv muhabiri gibi, uçağı da olmadığından mecburuz bunlara binmeye. neyse, bindik. e hava sıcak, pişiyoruz. zaten otobüsün içi ana-baba günü. hatta oradan yeni ana-babalar çıkacak kadar kalabalık. düşünün yani. zaten hava 37,8 celcius* bide bu kalabalığın nefes alış-verişi, vücut ısıları, aralarda salmaları filan derken oldu mu sana 42,7 celcius. bir ara bu sıcak çekilmez hal almaya başlar ve işte o anda bir soru bütün bu sıcakları filan unutturur insana. bütün dikkatler o yöne akar. soru şudur: evladım camı açar mısın? evet, tam olarak böyle rica eder sizden teyzemiz. artık takati kalmamıştır zira. o yaşlıdır ne de olsa. pis yaşlı. bunak. neyse, konumuza geçelim: o soruya muhatap olan genç artık sıçmıştır arkadaş. kaçarı yok, o camı açması lazım. bi de işin kötüsü herkes o tarafa bakar. bakalım n'apacak bizim delikanlı dercesine.
delikanlı soruya muhattap olmanın verdiği kızgınlık ve çaresizlikle cama doğru yönelir. içses: olm sıçtın lan, ya açamazsan.
elini uzatır. içses: yapabilirsin olm, hadi.
camın kafasını tutar. içses: hıppppp.
ve çeker; olmaz. bir daha dener; olmaz. arkadan: hadi naim, hadi koçum sesleri eşliğin de üçüncü kez de dener ama başaramaz, olmaz. zira cam, açılmamak üzere dizayn edilmiştir sanki. hani millet bunalsın da sıcaktan erisin yavuşaklar diye düşünmüş bunu yapanlar.
gencimiz hayal kırıklığı ve umarsızlık içinde denemeyi bırakır ve kıvırmaya başlar: "yav nasıl yapmışlar bunu böyle arkadaş ya, ayıp ama. bu kadar millete yazık değil mi? yuh olsun lan bunu yapanlara. sana da yazıklar olsun kaptan, bizi nasıl bir otobüse bindirdin böyle. ya,bak,ya bırak ALLAH aşkına ya. indir lan beni ileride."
yaa, işte öyle arkadaşlar. siz siz olun, birisi size cam açma teklifinde bulunursa kabul etmeyin. yoksa bu gencimizin haline düşebilirsiniz. belki iyi bir çocuk olursanız şirinleri bile görebilirsiniz.
tarım ve köyişleri bakanı mehdi eker in bengü ye teşekkürüdür. bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya göre: "bengü hanım 'korkma kalbim' klibinde başrolde yer verdiği yeşil elma ve üzüm den sonra 'iki melek' adlı klibinde de ülkemizin önemli meyvelerinden çileğe yer vermiştir. özellikle seçtiği meyvelerin tazeliği, görüntüsü ve güzelliği göz önüne alındığında ülkemiz meyvelerinin ne kadar kaliteli olduğunu bize ve avrupa ya göstermiştir. kendisine buradan teşekkürü borç bilirim." ayrıca mehdi eker in kendisiyle özel olarak görüşeceği ve şilt hediye edeceği de bugün ankara basınında konuşulmaktadır. bengü ise bu durumdan onur duyduğunu ve bir dahaki klibinde de karpuza yer vermek istediğini söylemiştir.
canımız, ciğerimiz haldun abimizin ben galatasaray lı kardeşini kırmayacağı ve gerçekleştireceği eylem olduğunu düşünüyorum. yeter ki benle gelsin. kabul etmemesi söz konusu bile değil tabii ki.
ziyadesiyle merak ettiğim açıdır. sana soruyorum ateist insan: madem (haşa)allah yok, nasıl oluştu bu evren? nasıl bu kadar intizamlı bir sistem kuruldu? dünya yörüngesinden bir milimetre oynasa, güneşin ışınlarıyla hiçbir canlı kalmayacakken; bir gezegen yörüngesinden kaydığında bütün sistem çökecekken hala bu intizam nasıl devam ediyor ey ateist insan? yada herşeyi en baştan alalım: güneş nasıl oluştu? yıldızlar, gezegenler nasıl oluştu? hani sen çok bilimselsin ya, al sana bilimsel bir gerçek: hiçbir şey yoktan var olmaz. aksini düşünüyorsan buyur bir adet toplu iğne üret bakalım. ama ben n'apıyorum? o inanmadığınız kur'an-ı kerim den örnek veriyorum. ama ne tesadüf, bilimde aynı şeyleri söylüyor. neyse, siz en iyisi kulağınızı tıkayın bunlara, söylediklerimi de unutun gitsin.
editeyşın: o değilde, sözlükte de baya çoklarmış ha. cevap filan istemiyorum lan, eksilemezsen topsun.
bir türlü anlayamadığım olay. oyuna yeni giren oyuncu muhtemelen antrenörden aldığı taktikleri arkadaşlarına anlatması gerekir. ama bunu öyle bir ciddiyetle ve hırsla yapar ki, üstünde forma olmasa, antrenör sahaya girdi sanılacak. o derece yani. el hareketleri, yön tayinleri, arkadaşlarını ufaktan azarlamalar filan. n'oluyo lan? ne bu gaz? baktın oyuncu olamayacan, antrenörlük provası mı yapıyon, napıyon sen?
+ kewell; sen sağ açığa geçiyorsun, mehmet; az öne kay, arda; sen ileri uca geç..
- lan bunun da bi tarafları kalktı iki dakikada.
+ ne dedin sen?
- kim?
+ sen sen..
- birşey demedim sabricim.
+ yarın idmana gelmiyorsun. 30.000 lirada para cezası.
- yapma gözünü sevey...
* sabriiiiii? what's the problem?
+ lan rijkard, geç yerine, sümsüğü koyduğum gibi oturturum aşşağa. daha takıma yeni gelmiş bana hesap soruyor. dün boktun bugün koktun. ahahahah. nasıl espri arda.
- hahaha. süpermiş gerçekten. şu bizim para cezasını konuşsak.
+ kess!!
her ana haber bültenin de illa ki rastlayacağımız olay. bence bir izleyiciyi kandırmanın da en kolay yolu.
mesela elimizde bir haber olsun: "ergenekon". şimdi, mesela star tv bu konu hakkındaki düşüncelerini sormak için halka mikrofon uzatır. dikkat edin halktan gelen tepkiler şöyledir: "ya bu nasıl dava", "millete hizmet etmiş paşalara bunlar yapılır mı?", "vallaha nasıl bir dava olduğunu anlamadık", "ergenekon, heryere kon, ehehe" gibi.
yani bir tane bile bu davayı eleştiren tarzda yorum bulamazsınız. röportaj bittiğinde de enkırmenimiz* "işte halkın dava hakkındaki düşünceleri de böyleydi" diye finali yapar. lan, bi tane mi bu davayı eleştiren çıkmadı için de!? maşaallah halkımızın fikirleri hep aynı.
kanalı değiştirirsin, açarsın kanal7 yi. aynı haber* hakkında röportaj yaparlar ama bu sefer fikirler farklıdır: "hükümeti canı gönülden kutluyoruz, çeteleşmenin üstüne gitmeye devam etmeli", "darbeciler sonunda hakettiklerini buldu", "bence bu temizeller operasyonudur".
lan, az önceki halkımızın görüşüne n'oldu? hani halkımız ergenekon a "tükaka" diyordu? birden fikrini mi değiştirdi? tabii ki hayır canlar. bu oyun, kanalların başvurduğu en klasik ve belkide en tutan yoldur. halk böyle düşünüyor ayağına millete kendi fikrini empoze ederler. aman canlar, inanmayın. belki adamların söylediği, kendi fikrini yansıtıyordur ama halkın fikrini asla. çünkü şu zamana kadar birisi de bana "şu konu hakkında ne düşünüyosun?" diye sormadı. muhtemelen size de. şimdi biz halk değil miyiz?
eminim, hatta adım kadar eminim ki gerçekleşecek eylemdir. bugün orada yaşanan zulüm olmasaydı hala orada neler olup bittiğinden haberimiz olacak mıydı acaba? illa böyle birşey mi gerek ora insanlarını hatırlamamız için?
evet, şuan hatırladık. çünkü katliam vardı.yarın da hatırlayacaz. muhtemelen o zaman da katliam devam edecek. ya sonra? 2 gün sonra gösteriler bittiğinde, etraf sakinleştiğinde yine unutulacak oralar. yine çin asimilasyonuna devam edecek ve biz yine rahat yataklarımızda yatacaz. yine oraları düşünmeyecez.
size soruyorum ey türk milletlerini çok seven kişiler. hani gerekirse çin le savaşalım diyenler. "hükümet sadece arapları kollasın, one minute desin" diyen kişiler: yarın öbür günde hatırlayacak mısınız oraları? yoksa yine böyle bir eylemin mi gerçekleşmesi lazım hatırlanmaları için oraların?
günlerdir kafamı meşgul eden sorudur. bu kadar çok nüfusu var madem, bunu bir şekilde kullanmak lazım di mi? mesela benim aklıma birkaç fikir geldi:
-aynı anda zıplatıp küçük çapta bir deprem yaratmak
-aynı anda hapşırtarak kimyasal silah elde etmek
-yan yana dizerek türkiye-çin arası karpuz ticareti yapmak.(tabii ki elden ele atılarak)
-aynı anda osurtarak kokulu bir hortum yaratmak
-yan yana çin seddi ne dizerek, onarımını yapmak.(kimse yerinden kıpırdamadan önündeki bölgeyi onarırsa, tamamı onarılır zannımca)
müthiş bir şekilde hissedilen eksikliktir efendim. özellikle spor alanında. mesela futbol da bakıyorsun fransa ya, ingilitere ye, abd ye hepsinde illa ki siyahi bir veya birkaç oyuncu var. baskete bakıyorsun zaten onların hegemonyasında. nba nın neredeyse 3 te 2 si siyahi. ve en başarılı oyuncularda doğal olarak bunlardan çıkıyor. bu geçmişte de böyleydi şimdi de böyle. atletizim de zaten ellerine su dökebilecek kimse yok. özellikle koşu yarışlarında bir tane beyaz görürseniz anlayın ki o beyaz sonuncu olacak. wimbledon u izliyorum; bayanlarda finale kalanlar iki siyahi kardeş. daha bu liste uzar gider. spor dışında ki alanları saymıyorum bile. benim vurgulamak istediğim siyahilerin başarısı değil. avrupa lı ülkelerin bunları kullanarak başarı sağlaması. felaket derece de reklamlarını yapması. hadi onlar yaptı biz niye yapamıyoruz düşüncesi. arkadaş bıktım artık 4 yılda bir sadece elvan ı izlemekten. zaten soyadını da doğru düzgün söyleyemiyorum.*
muhtemelen sözlükte büyük infiale yol açacak olan yakalanmadır. yakalandıktan sonra gözleri kapatılacak ve arkasında türk bayraklarıyla basına görüntüleri dağıtılacak, herkes linç etmek isteyecek, asılması filan talep edilinecektir muhtemelen. nereden mi biliyorum:
bir türlü anlayamadığım olaydır. bu kişiler bir şeyi görmeden asla inanmaz. inandıramazsın. bence ateistliğin de çıkış noktasıdır bu olay. "hani, nerede tanrı, görmüyorum, öyleyse yok" der. o kişiye; "o zaman sen dünyada yaşayan bütün canlıları göster, daha milyonlarca görülmemiş, tanımlanmamış canlı var. bunları neden inkar etmiyorsun" denmelidir. bence.
öncelikle şunu söylemeliyim ki; bende rap dinliyorum. hem de fazlasıyla. ama sırf müziği ve ritmi için. yani sözlerinden "feyz al"mak için değil. ayrıca başlıkta da belirttiğim gibi bu sözlerim bütün rap şarkılarını kapsamaz. çünkü bütün rap şarkılarını dinlemedim. bir sivri zekalı çıkıpta derse ki "x şarkısının sözlerinin nesi anlamsız?" ona şu cevabı veririm:"bu sözlerim kendi dinlediğim şarkılar için geçerlidir".
neyse sadede gelelim: evet, dinlediğim şarkılar içinde hemen hemen hepsinin sözleri mantıksız ve tutarsız. neden bilmiyorum. belki o kadar uzun söz yazmak zordur, belki bu işin kuralı budur ama bu gerçeği değiştirmez. sözler "bence" çok mantıksız. allah aşkına şu sözlerden ne anlıyorsunuz: "Koyduğum nokta belki son, ben bunu bilemem aynı bomb, gibi gelir sana belkide aynı ton, dibi delik gelebilir ama aynı fon, kendini bilemez montofon..." var mı bu sözlerden birşey anlayan? varsa beri gelsin. veya şundan:"Çocukluk naftalinle gizli, hatıralar sarı benizli, kim kerizdi? Belki aklım bir denizdi ben boğuldum. kim sorumlu? Gözlerimde hava bulutlu..." var mı bir anlam bütünlüğü yada anlam.
eğer diyorsanız ki: "ulan salak! rap sözleriyle mi dinlenir? ritme verecen kendini". o zaman doğru yoldayım demektir ve bu iki önemli şahsiyetten ve sizden özür dilemem gerekir.
collezione nun babalar günü için yapmış olduğu indirim kampanyasının sloganı. ulan bu nasıl bir slogan anlayışı lan. kelime oyunu yapacam diye sıçmanın ne alemi var şimdi. di mi ama? illa şöyle bir muhabbet mi geçsin istiyorsun milletin arasında:
* efendim hoşgeldiniz. buyrun, babanınız değiştirin.
- valla benim için sorun olmaz kimin olacağı, ama bir de anneme sormak lazım di mi? ne diyorsun anne?
+ valla ne diyim bilemedim.
- söyle birşey işte. bak adamlar kampanya yapmış.
+ iyi madem, şu bıyıklı olsun.
- valla süper seçim anne. bence çok yakışırsınız.
+ tamam o zaman. bunu seçtik biz. paket yapın lütfen.
bunu mu istiyosun collezione? söyle; bu mudur olayın?
başlığın aslı: sağ-sol, kürt-türk, dinci-laik ve ileride de alevi-sünni olacaktı ama malum hem işaret kullanılmaması ve harf sınırlaması olması başlığı bu hale getirdi. türkiye yi yaralamak, kan kaybına uğratmak ve hatta ileride bölmek için gerçekleştirilmiş ayrıştırma çeşitlerinin bütünüdür bu başlıkta saydıklarım.
bu ülke sağ-sol çatışmasından çok çekti bir zamanlar. o zamanlar kimse farkında değildi olayın vahammiyetinin. ama ne zaman ki darbeler oldu, ülke kaosa sürüklendi, o zaman milletin aklı başına geldi. bugün rahatça diyebiliyoruz ki: "keşke o günleri hiç yaşamasaydık". çünkü şimdi anladık; sağcılara verilen silahların sağcılardan alınıp aynı silahların solculara verildiğini. çünkü şimdi anladık, zamanında kardeşin kardeşe kırdırıldığını. ve yine şimdi anladık, amaçlarına ulaştıklarını.
ama maalesef o günlerden ders almamış gibi hala devam ediyoruz bu alışkanlığımıza. hatırlarsınız, yakın zaman önce "dinci-laik" tartışması tavan yapmıştı. sağolsun medyamız da bunları alenen körüklemişti. şimdi soruyorum size: dönün arkanıza bakın bir, ne değişti? allah aşkına ya! değişen bir şey var mı? o zaman nasılsak şimdi de öyle değil miyiz? bir arpa boyu yol aldık mı? bu tartışmanın bize zarardan başka ne getirisi oldu söylesenize.
bugün de tıpkı yakın geçmişimizde olduğu gibi bizi kendi içimizde bölünmeye itmek istiyorlar. bu çabanın adı: türk-kürt. ve bugün de maalesef biz bu oyunlara geliyoruz ve aramızda bu ayrım oluşmaya başlıyor. ya, arkadaşımdan duydum "bu kürtleri bir yere topluyacan, salacan üstüne atom bombası" dediğini! ohaa! ohaa be! ne yapıyorsun sen? sen nasıl birkaç ayrılıkçı azınlıkla bütün kürtleri aynı kefeye koyarsın. eminim çevrenizde de bu tiniyette olan insanlar vardır. ama onlara en güzel yanıt, evladını vatan için feda etmiş ananın kürtçe ağıtları değil mi?
ve ileride de eminim, bu "balon" kürt sorununa çözüm bulduğumuzda bizi başka bir tartışma konusu bekliyor olacak: alevi-sünni. hatta bunun altyapısı hazırlanmaya başlandı bile. eminim sizde farkındasınızdır.
yahu yapmayın. yapmayalım. bu ülkemizi yaşanabilir hale getirecekken neden sürekli sorunlarla boğuşuyoruz. allah aşkına hangi gelişmiş ülkelerde böyle sorunlar var? birazcık belimizi doğrulttuğumuzda hemen buluyoruz enerjimizi kendi içimizde tüketeceğimiz birşey. hemen; saçma sapan, gereksiz şeylerle meşgul ediyoruz kendimizi.balıklama atlıyoruz tartışmaya, kavgaya. ve kaybeden yine ülkemiz oluyor. ve bu zihniyette gidersek sanırım kaybetmeye devam edecek yine ülkemiz olacak.