alıntı:
"çalışmanın ağır yükü ve streslerle yoğrulup yorulan kadın evine geldiğinde eşini teselli edip yorgunluğunu almak şöyle dursun kendisi teselliye muhtaçtır. Erkek de aynı durumdadır dolayısıyla her ikisi sinir küpü olarak evlerine dönmüşlerse yandı gülüm keten helva durumları..."
bi aralar bundan bahsetmiştim de ama nerde hatırlamıyorum, ziyan yok tekrar edelim. bi insan kendi fikrinin yanlış olma ihtimalini kabullenebilir, bunda hiç problem yoktur. yani akıllı bi müslüman rahatlıkla "ben bu dine inanıyorum ama yanlış olabilirim" diyebilir. hatta "yanlışsam bile kaybedeceğim bi şey yok ki" savunması bile bu düşünceden çıkıyor zaten. yanlış olma ihtimalini gözönünde bulunduruyor yani müslümanlar.
ama işte insanın kabullenmekte zorlandığı şey karşı fikri savunan kişinin kendi fikrine hiç ihtimal vermemesidir. yani müslüman kardeşim ateist adamdan da aynısını bekliyor. o da ateistin çıkıp "evet ben dine inanmıyorum ama yanılıyor olabilirim, islam doğru olabilir" demesini bekliyor. ateist bunu demeyince de çıldırıyor.
oysa ateist yanılıyor olma ihtimalini kabulleniyor aslında. çünkü çoğu ateist agnostiktir. fakat agnostisizm çoğu insanın sandığı gibi "dine inanma dinsiz de kalma" gibisinden bi felsefe değildir. sadece hiç bi şeyin kesin olamayacağı fikrine dayanır. bu durumda ateist aslında bi tanrının varlığına inanmaz ama var olabileceği ihtimalini de kabullenir. kesinlikle reddettiği şey ise allah, odin, thor, manitu vs'dir. eğer bi tanrı varsa bile o tanrı insan uydurması bi tanrı değildir, bu konuda yüzde yüz emindir.
müslüman kardeşlerim işte bu basit gerçeği bi türlü hazmedemiyorlar. kendi hayatlarını üstüne kurdukları bi inanç sistemine ateistin en ufak bi ihtimal dahi vermemesi bile onların inançlarına küfür gibi geliyor. sonra yok düşen uçakta ateist olmaz, öleceğini öğrenen ateist hemen tövbe eder müslüman olur gibisinden saçmalamaya başlıyorlar.
hayır efendim, ateist adamın kafasındaki seçeneklerden biri bile değildir islam. ateist islam'a en ufak bi ihtimal dahi vermemektedir. bakın bunu şöyle örnekleyeyim.
size göre tanrının ishtar, buda, jüpiter, mitra, manitu, zeus, poseidon olma olasılığı neyse ateist için de allah olma olasılığı aynıdır. size göre şamanizmin doğru olma olasılığı neyse ateist için de islamın doğru olma olasılığı aynıdır.
yani sıfır.
ateist hakkında istediğiniz kadar geyikleyin ama şunu kabullenin artık yahu.
kemalistler yapı itibariyle aslında tapınma ihtiyacı içinde olan ama dini ikinci plana attıkları -kimi tamamen kafalarından attıkları- için bu ihtiyaçlarını giderme yolunda atatürk'e sarılan insanlar olduklarından hayli doğru önerme.
yani aslında bu ülkede gerçek anlamda dinsizseniz iki dine karşı olmak zorunda kalıyorsunuz. biri islam, diğeri kemalizm.
"arkamda hiç dogma bırakmadım" diyen bi adamı bile peygamber yaptılar ya, artık ne desek boş.
amerika'da bi şekilde mümkün olan bi iş mi anlamıyorum. bu garip fikre beni sürükleyen de film ve dizileri oluyor tabii ki.
misal herkes shawshank redemption'ı hatırlar. orada okuma yazmayı doğrudüzgün kıvıramayan çocuğa andy dufresne biraz dilbilgisi öğretip bi sene içinde diploma kazandırıyordu.
şu an oz seyrediyorum ve aynı konu çıktı karşıma. yine okumayı bilmeyen bi çocuğa okuma yazma öğretiliyor ve yine bi sene içinde çocuk diploma alıyor. nasıl ya????
tamam, yurtdışından buraya gelen bi iki eğitimcinin türk lise eğitimi üstüne laflarını hatırlıyorum, lise düzeyinde gereksiz bilgi depolaması yapıldığından, oysa belli yeteneklerin ve temel bilgilerin verilmesinin yeterli olduğundan bahsetmişlerdi doğru. ayrıca amerikan liselerinde sadece fen ve sosyal diye ikiye ayırmanın da olmadığını biliyorum. pek çok filmde "aptallar için matematik" diye adlandırılan dersleri alan çocuklar, "ev ekonomisi" ya da bildiğin kek yapma dersleri alan sınıflar bile gördük. o yüzden orada lise eğitiminin bayağı bi dallara ayrıldığı ve gerçek bi eğitimin de sadece üst düzey sınıflara verildiğini farzedebilir miyiz acaba.. bilmiyorum.
ha bize ne amerikan lise eğitiminden ayrı, zaten problem çözümünde en az bizim kadar kötüler dünya sıralamasında (biz sondan ikinciyiz, altımızda meksika var) ama film seyrederken acaip sinir oluyorum ne yalan söyleyeyim. burada millet kıçından ter damlatıp anca mezun olabilirken daha okuma yazma bilmeyen adamların sadece okuma öğrenip diploma almalarını bi türlü mantıklı bi zemine oturtamıyorum.
belki daha fazla bi eğitimden geçiyorlardır sonrasında ama işte bu filmlerde sadece bu kadarı gösterilince insan az buçuk sinir olmuyor değil.
denizler'in mahkeme savunmalarında atıf yaptıkları ilk tbmm anayasası. amasya genelgesi, erzurum ve sivas kongresi maddeleri bize ilkokulda, ortaokulda hatta üniversitede öğretilir ama bu anayasanın topu topu bi iki maddesi öğretilmez. neden öğretilmediği bellidir ayrı.
işin ilginci o kadar yok sayılır ki bu anayasa, maddelerini sıralamak isteyip yarım saat interneti karıştırdığım halde bulamadım, bilen varsa -ve kaynak da göstererek- listelesin şuraya maddelerini. yok ben kafadan uydurmuşsam da bileyim uydurduğumu.
yabancı sitelerde türklük kelimesi yerine geçen ifade. englishness, frenchness, scottishness, americanness, trinidad tobagoishness, ohannesss yok, turkishness var. yurtdışında yaşayan herhangi biri şu kelimeyi görünce ne düşünüyor acaba.. benim aklıma "kendisini dev aynada görmek" geliyor ne olsun.
sol tarafta bi azı dişim eksik, tam da kuruyemiş çiğneme dişiymiş meğerse, ağzıma attığım çekirdeği çiğnemeye çalıştığımda o boşluğa denk geliyor, dilimin üstünde sapasağlam duruyor çekirdek. sağ tarafta da hatalı bi dolgu var, iki üç senedir o tarafı kullanmıyorum, sonuç itibariyle iki üç senedir kuruyemiş yiyemedim.
tam bu sırada sağ taraf artık iflas etti, apse yaptı, dişçiye gitmek zorunda kaldım ve antibiyotik tedavisinden sonra çektirmek yerine kurtarmaya çalışacağız. demin msn'de bunu anlatıp, çekirdeği, şam fıstığını çok özlediğimi dediğimde aldığım cevap, "sevgilin çiğneyip yedirsin sana sonra" oldu.
şimdi çiğneyip yedirmek abartı ama en azından kabuklarını çıkartıp yedirse olur mu acaba diye düşünmedim değil. üstüne entry düzecek kadar önemli mevzu mu... bilmiyorum. yazdık işte salla.
vatan gazetesi yazarı yiğit bulut'un yazı başlığı. alıntı:
"Yapılan "belgesel" falan değil, "iyice yıpratılan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, son hamlede Başkomutanı'nın" başına çuval geçirilmesinin denenmesidir..."
"süleymaniye'de "askerlerimizin" başına çuval neden geçirildiyse, başkomutanları hakkında da aynı stratejinin gereği bu film çekildi!"
genelkurmayın desteklediği ve can dündar'a daha önce hiç gösterilmemiş el yazılarını inceleme fırsatı verdiği belgeselin amacı silahlı kuvvetler'i yıpratmakmış. can dündar'ın yaptığı, taraf gazetesinin "son dönemlerin en kapsamlı terörist saldırısı"nın devamıymış......
gavurun teröristi bile bi başka azizim. adamlar insan hayatının değerini kavramışlar bi kere, bomba bile koysa ihbar ediyor, sadece gözdağı vermekle, "bak biz patlatsaydık şu kadar adam ölmüştü, ona göre ha" demekle yetiniyorlar.
fakat haritada doğuya ilerledikçe bu hümanizm yerini kasaplığa bırakıyor. burada pkk'nın eta'dan daha vahşi, filistinli intihar bombacılarının ikisinden de daha vahşi olmasıyla açıklanamayacak bi durum var bence. sonuçta elin ispanyolu da 23 kromozom çiftine sahip homo sapien, pkk'lısı da, filistin'lisi de.. peki fark nerede?
fark tamamen sosyal çünkü. batı rönesans ve reform'la kilise engizisyonunu, hıristiyan şeriatını gömdü, faşizmin en beterini ve dünya savaşlarını yaşayarak da o ilkel siyasi fikirleri tarihin çöp kutusuna attı. ama biz doğu ne dini, ne faşizmi yok edebildik. hala yaşıyoruz ve insan hayatına değer verme refleksimiz hala gelişmedi.
misal israil de filistin'de ispanya'nın bask bölgesinde asla yapmayacağı bi zulümü yapıyor. verilen cevap aynı orantıda oluyor. yani ispanya hükümeti bask bölgesinde olağanüstü hal ilan edip önüne geleni tarayıp, sadece fikrini açıklayanları bile terörist ilan edecek bi faşizan politika sergilemiyor. yani eta aslında melek gibi teröristlerin oluşturduğu bi grup değil.
zulmün ve baskının aynı seviyesinde bi karşılık veriyorlar sadece. bomba koyuyorlar ama o bombayı sonra ihbar ediyorlar. bu hümanizm onlara doğuştan, ırksal olarak bahşedilmiyor, zaten o düşünceyle büyüdükleri için öyle davranıyorlar.
peki pkk bu hümanizmi yakalar mı, filistin'li intihar eylemcileri bombalarını patlatmadan kendileri teslim olurlar mı.. asla.
ya da amerika'nın ırak işgalinde uyguladığı baskı, zulüm de aynı şekilde müslüman teröristler tarafından karşılık bulmuyor mu..
şu basit etme-bulma pratiği aslında çok şey gösteriyor ama ne yazık ki laflarıma gem vurmam gerektiği için (aksi taktirde ben de terörist oluyorum gem vurmazsam tck'ya göre) mantık yürütmeyi sizin vicdanınıza bırakıyorum.
yine de şunu söylemeden geçemeyeceğim. pkk, pkk'nın vahşi olmasından kelli vahşi değildir sadece, şu içinde yetiştiği kültürel ve sosyal ortam (bütün türkiye'yi kastediyorum) pkk'nın vahşi eylemlerinin temelinde en önemli harçtır. eğer türkiye demokratik ve insan hayatına saygılı bi halk yetiştirebilseydi pkk yine var olurdu ama o zaman pkk da koyduğu bombayı ihbar eden örgütlerden biri olurdu.
sonuç.. tabii ki pkk bu örgütler gibi olmayacak. ve önümüzdeki yirmi sene boyunca insanlarımız ölmeye devam edecek. pkk'yı besleyenin insan hayatına zerre değer vermeyen düşünce yapısı olduğunu anlayamayan kesim de önümüzdeki yirmi sene boyunca sadece pkk'ya küfretmekle yetinecek.
doğru anlaşılacağımı sanmasam da boşver, bu kadar yazdım, silmeye kıyamadım şimdi.
türk ulusalcılarının (milliyetçilerinin, ırkçılarının vs) yüzde doksan dört nokta ikisine tekabül eder. atatürk'ü ilköğretim tarih kitaplarının kendilerine öğrettiği şekilden ibaret sandıkları için eğer biri atatürk'ü gerçek haliyle önlerine sunarsa o sunan kişiye çemkirir, atatürk'e hakaret ettiğini söylerler. oysa atatürk'e saldırı olarak niteledikleri özelliklerin bizzat atatürk'ün kişiliğini oluşturan nitelikler olduğunu bilmezler.
sonuç itibariyle aslında sevmedikleri, benimsemedikleri şey atatürk'ün gerçeğidir. resmi tarih kitaplarındaki uydurma atatürk'ü severler çünkü, gerçeğine tahammül edemezler.
"bütün dinler yerin dibine batsın istiyorum" diyen bi adamı güya sevdiklerini iddia ederler ama bu lafı dediğini söyleyenleri "atatürk'ü din düşmanı gibi gösteriyorlar" diye eleştirirler.. şu örnek üstüne laf etmek bile abes ne diyeyim.
işbu entry tabii ki can dündar'ın mustafa belgeseli vizyona girdikten sonraki eleştiriler üstüne yazılmıştır.
oldu bu şimdi.. demin.. nutella şişesi masada.. türksat 3a frekans değişmiş falan.. sigara kalmamış.. yok yarısı duruyor ne kalmaması.. duvar.. duvarda iz var.. ha yok.. yok.. ha kafamdaymış o iz.. cık.. telefon çaldı.. yok çalmamış.. kulağım çınlamış.. burda bi ekle tuşu olacak, kaldırmışlar onu.. ha yok aşağıdaymış, sayfayı aşağı indirmek gerekiyormuş.. konu neydi???
belgesel nasa'nın mars'a insanlı yolculuk için ilk yaptığı projenin anlatılmasıyla başlıyor. buna göre dünyadan mars'a gidiş geliş için yeterli güçlü roketler olmamasından, yeteri miktarda da yakıtın mekiğe yerleştirilmesi mümkün görülmediğinden mars'a gidişin ay üstünden yapılması düşünülmüş. bu yüzden ay'a gidip orada bi üs inşa edilmesi projesi ilk elden şart.
bunun dışında ayrıca bi de uzayda ikinci ve devasa bi üs inşası daha zorunlu. belki de mühendisler, işçiler falan buradan kalkıp aya gidecekler, bilmem. neyse, iki tane üs inşası, sayısız mekik fırlatma (aya gidiş geliş) sonrasında ay üstünden, ayın da düşük yerçekimi sayesinde daha az güçlü roketler ve az yakıtla mars'a gidiş ve geliş planlanmış. mars'a giden astronotlar bi iki gün de mars yüzeyinde kalacak ve amerikan bayrağını dikip geri döneceklermiş.
iki günlük mars macerası ve bi bayrak dikmenin şu projeyle maliyeti ne kadarmış peki.. sıkı durun, dört yüz elli milyar dolar!!.. senato tabii ki nasa yetkililerinin suratlarına "hassiktirin len manyak mısınız" diyememiş ama projeyi çöpe atmışlar ve mars'a gidiş çıkmaz ayın son çarşambasına ertelenmiş.
işte bu noktada zubrin ve bi meslektaşı yeni bi projeyle çıkmışlar. bu belgesel de bu projenin üstüne kurulu zaten.
son zamanlarda iyice belgesel seyretmeye daldım. ezelden beri hep belgesellerde fikirleri sorulan kitap gibi adamlara gıpta ediyordum ama son seyrettiğim belgesel serisi "planets" ile artık zaptedemeyeceğim seviyelere ulaştı bu kıskançlık hissiyatı.
misal dünya ile ilgili belgesellerde o kadar belirgin değildi aslında bu durum. arkeologlar, biyologlar falan konuşurlar o belgesellerde. yeryüzü ile, hayvanlar ile ilgili bilgiler verirler. seyrederken de dersin ki "vay be kitap gibi adamlar" ama o kadar. o seyrettiğin kişinin zekasını ortaya seren bi şeyden ziyade araştırmacı kişiliklerine, çalışkanlıklarına, azimlerine falan hayran olursun en fazla. kısaca inekliklerine yani. bu da dipte derinde kalır bi histir.
ama ne zaman ki seyrettiğin bilimadamları fizikçiler falan olur, işte o zaman adamların ne kadar zeki oldukları kör gözüne parmağım sokulur. örnek verelim.
planets'ın son bölümünde bizim güneş sistemimizin dışında bi gezegen var mı yok mu diye araştırma yapan bilimadamları görüyoruz. yalnız bu kadar uzak noktaları gösterebilecek teleskoplarımız olmadığı için araştırmalarını farklı bi şekilde yürütüyor bu adamlar.
diyorlar ki, evet gezegen göremiyoruz ama bi sürü yıldız görüyoruz ve bu yıldızları inceliyoruz. ee.. şimdi bi yıldız etrafında bi gezegen dönüyorsa bu yıldızın hareketindeki wabble (kımıldanma, dönme) hareketlerine bakacağız. eğer bi yıldız böyle hareket ediyorsa etrafında dönen bi gezegen vardır diyebiliriz.
güzelmiş diyoruz ama adamlar burada durmuyorlar. belgeselin çekiliş tarihi (1999) itibariyle on beş tane farklı gezegen bu yöntemle belirlenmiş. yine de bu gezegenler teleskopla görülemedikleri için gezegen oldukları üstüne yüzde yüz kesinlik yok. yine de büyük olasılıkla bunlar gezegendir diyorlar. neyse.. şimdi de bu gezegenlerin atmosferlerinin kimyasal yapılarını araştıracağız diyorlar.
ha???? yahu görmediğiniz gezegenin atmosferini nasıl inceleyeceksiniz. cevap olarak şey diyorlar, şimdi biz yıldızdan bize gelen ışığı inceleyebiliyoruz değil mi.. ee.. şimdi bunun etrafında bi gezegen dönüyorsa o gezegen tam yıldızla aramıza mutlaka girecektir. bu anda yıldızdan gelen rüzgar gezegenin atmosferiyle etkileşime geçip tam bize doğru bi kuyruk oluşturacaktır. işte bu anda bize gelen ışıkta değişimler olacaktır. spektrumda bu farklı ışığı inceleyerek nasıl bi atmosferle etkileşime girdiğini tahmin edebileceğiz.
höööööhhhh... siz kimsiniz kardeşim. nasıl bu şeyleri akıl edebiliyorsunuz. beş on iq daha fazlanız var diye nasıl bu kadar zeki olabiliyorsunuz. ben burada ancak biraz da asistan kıyağıyla mat 102'yi kaçıncı alışta geçebiliyorum, siz nasıl iq dağının zirvesinden sanki bize nanik yapar gibi dalganızı geçebiliyorsunuz. haktan reva mıdır lan bu..
daha beter koyanı bu belgesellerdeki heriflere ve kadınlara hayranlık ve kıskançlıkla baktıktan sonra buraya gelip bırak dağın eteklerinde, dağın altındaki dwarf'lar gibi yaşayan kitlenin siyasi saçmalamalarını görmek zorunda kalmak. beterin beteri varmış deyip biraz avunabiliyoruz belki ama koyuyor işte, koyuyor ulan.
geçen ekşi'de bi entry okurken gördüm bu lafı. hangi entry olduğunu unuttuğum için link veremiyorum ama çok güzel laflardı ve bence bi başlığı hakediyordu. hatırladığım soruları daha açarak listelemem gerekirse,
neden hep vatanı sattığını söylediğiniz insanlar aydınlar, sanatçılar oluyor,
neden hep vatanı sattığını söylediğiniz insanlar mahkemelerde yargılanan, çoğu hapislerde yatan insanlardan çıkıyor,
neden hep vatanı sattığını söylediğiniz insanlar değil de vatansever dediğiniz insanlar para içinde yüzüyor,
neden hep vatanı sattığını söylediğiniz insanlar arasında çoğu normal gelirlerle, hatta kıt kanaat geçinen insanlarken, mal varlıkları sayfalarla anlatılan adamlar size göre vatansever oluyor..
genellikle "kazanması mümkün olmayan savaşa kalkışan" şeklinde kullanılan (yeldeğirmenlerine saldırmıştı ya) bu komplekse farklı yaklaşıyor ve türk ulusalcılarının neredeyse hepsinin bundan muzdarip olduğunu iddia ediyorum. şöyle ki,
süper kahraman filmleri aslında süper kötülerin filmleridir, çünkü ortada bi süper kötü olmasa süper kahramanın kahramanlığı falan kalmaz.
joker olmazsa batman'i kimse sallamaz. iki tane kıytırık hırsızı paketlediği filmi seyretmeye kim gider.
magneto olmazsa x men ancak sirk falan kurar da millet orada seyreder onları.
ahtapot olmasa, venom olmasa spider man'in ordan oraya zıplamasını seyretmek insanı bayar.
peki ya gerçekten ortada bi süper kötü yoksa, ama kahraman olması gerektiğine kendisini inandırmış adam varsa o zaman ne yapar. süper kötüsünü kendi kafasında oluşturur.
don kişot.
yeldeğirmenlerine bakar ve "işte canavarlar" der, çeker kargısını saldırır yeldeğirmenlerine. çünkü varlığını anlamlı kılacak tek şey bi süper kötüdür. o süper kötü olmasa sıradan bi köylüdür çünkü don kişot. ve bunu görmeye dayanamaz.
türk ulusalcılarının don kişot'la ortak yönleri budur işte. onlar da kafalarında yaratırlar süper kötüleri. gerçi vardır bi süper kötü (pkk) ama onlara yetmez. çünkü pkk ile zaten birileri savaşmaktadır, onlara da savaşacak süper kötüler çıkmak zorundadır.
bakar kim var etrafta diye.. solcuları görür. tsk'yı, devlet ideolojisini, resmi yalanları eleştirmektedirler. ve üstelik de sayıları o kadar azdır ki en fazla yeldeğirmeni olabilirler. ama ulusalcı onlardan bi süper kötü yaratır. "işte bunlar aslında pkk'lı" der ve buna kendisini inandırır. "bunlar asker öldükçe halay çekiyorlar (bkz: şehit haberi geldikçe halay çeken uuserlar)" der, suçladığı adamların da, onların yakınlarının da askerlik yaptığı gerçeğini görmezlikten gelirler. don kişot nasıl ki karşısındaki yeldeğirmeninin gerçek şekli şemalini görmezlikten geldiyse aynı şekilde.
solcular aslında ülkeyi dinamitlemeye çalışan pkk'lılar ve asker ölümlerine halay çeken puştlardır diye kendilerine telkin yapıp dururlar. solcu kendi dediklerini karşı gelinemez açıklıkta anlatsa bile durum değişmez, çünkü ulusalcı görmemeye kendisini şartlandırmıştır bi kere.
cervantes sadece bi kişiyi anlatmıştı.. bizim memlekette milyonlarcası var ve artık kafayı yemek işten bile değil bütün bu şizofrenlerin ve hastaların memleketinde.
"kendi fikriyatına uygun iddianın kanıt, ters olanın iddia olması" dır.
eğer bi iddia yapılmışsa ve bu iddia x taraftarının kabulleneceği şeylerden bahsediyorsa hemen x taraftarı "işte kanıtlandı" der. karşıt iddiayı (y'yi) beklemez bile. çünkü yeterli kanıttır onun için x denmiş olması.
eğer y denirse x taraftarı o y'yi kanıt olarak görmez. y bi iddiadan ibarettir. daha da ileri götürenleri yalan der, iftira der. ama sonuçta aslında x derken ne yapılmışsa aynısı yapılmıştır.
yani x diyen de bi iddia ortaya atmıştır ve kanıtlanmasını ya da çürütülmesini ister, y diyen de. sadece kendi fikriyatına uygun iddia ortaya atıldı diye ilk elden o iddiayı kanıt mertebesine çıkarmanın manası nedir.
ya da hemen y'ye iftira demenin.
bu entry'yi anlayabilen kaç kişi çıkar. anlayıp da uygulayabilen kaç kişi çıkar. beş? on? daha fazlasını sanmıyorum.
trinidad tobago silahlı kuvvetleri'nin darbe hazırlıklarını anlatan darbe günlükleri.
"gazete demeye bin şahit o paçavra bugün yine bize yüklenmiş. olsun, vatansever insanlar yine umursamamışlar yazdıklarını. dün ...... geldi sordu bana "paşam bunlar iyice azıttılar, bi şey yapmak lazım" dedi. ben de sakin olmasını, bunu da atlatabileceğimizi söyledim.
.
.
bugün "haberi olmamıştır komutanın" dedik ama bunu da aleyhimize kullandılar. neden haberi yokmuş, bi telefon bile edemez miymişiz.. susmuyorlar yahu bi türlü. korkum milletin de kafasını bulandıracak bunlar.
.
.
kapım çalındı, içeri ..... girdi. elinde o malum gazete var. bak dedi, şimdi de insansız uçaktan çekilmiş görüntüleri yayınlamışlar. gözlerimin içine baktı. ne istediğini anlamıştım ama yine sakinleştirmek bana düştü. bi açıklama yaparız hizaya gelirler dedim.
.
.
açıklamayı hazırlattım. sert olması için uğraştık. biraz gözdağı vermek gerek. hatta masaya vursam mı diye tartıştık. sonra vazgeçtik. artık sadece o gazete değil, diğer medya da bize saldırmaya başladı. bu işin sonu fena.
.
.
güzel bi basın toplantısı oldu. artık susarlar sanırım. haber ilettim ......'a. hazırlıkları geri alın dedim. bu işi hallettik sanırım.
.
.
o gazetenin yayın müdürü yine konuşmuş. bağıracağına cevap ver diyor. ne istiyorlar anlamıyorum ki. açık açık daha nasıl anlatabilirdim. ....... tekrar aradı beni. internette gezinen yorumları görüyor musunuz paşam diye sordu. baktım. vatanseverler susmuşlar, sürekli çakallar konuşuyor olmuş. galiba bu işin sonu artık kaçınılmaz."
"tsk yıpratılmaya çalışılıyor" lafı her ne kadar içi boş bi laf olsa da gerçekten de vuku bulan bi eylemi sadece yanlış ifade eden bi laftır. yani tsk eleştirilirken eleştirenlerin amacı tsk'yı yıpratmak değildir ama sonuç itibariyle eylem oraya varmaktadır (üstü kapalı yazmaya çalışıyorum yazdıklarımı anlayın işte).
yani demek istediğim şu. aktütün baskını üstüne tsk'ya yükleniliyor ve hatta artık laflar gizli saklı bile edilmeden tsk'nın saldırıdan öncesinde haberdar olduğu yorumları yapılıyor. peki ne bekleniyor.. tsk'nın "evet doğru, biliyorduk ama o çocukları feda ettik" demesi mi..
bugün başbuğ yapacağı açıklamayı yaptı işte. en fazla bu kadarını söyleyebilirdi ve bu kadarını söyledi. yetersiz olacağını zaten baştan biliyorduk, hala üstüne gidiliyor ve "bize cevap ver" deniyor.
daha fazla sıkıştırırsan ne olacağını tahmin etmek bu kadar mı zor. tamam işte diyeceğimizi dedik, bitti gitti. cevap da veremediler -ki veremezler de- daha üstüne gitmenin ne manası var.
demin msn'de bi arkadaşım bana "belki tsk yeni bi yapılanmaya gider diye iyimser fikrim vardı" dedi. cevabım "tabbbeeeee" oldu.
türk solcusu bunu bekliyor sanırım. tsk'nın aktütün'de hatası, hatta ihmali olduğu kanıtlanırsa bi şeyler daha iyiye doğru değişir, belki terörle mücadelede farklı düşüncelere sonunda kulak kabartılır sanıyor. oysa terör sorunu bu ülkede çözülmek istenmiyor zaten. ha tamam ordu istiyor ama ordunun bi şeyi istemesi o şeyi yapabileceği anlamına gelmez. zaten terör çözülmesi istenmediği için tsk'ya bırakılmıştır. çözemesin daha beter etsin diye.
eğer tsk'ya daha fazla yüklenilirse bu işin tek sonu vardır. o da bu eleştirilerin kökünün en basit yöntemle kurutulması.
e peki ne öneriyorsun, bu dediğin korkaklık değil mi, susalım mı yani denirse.. evet abicim, tırsıyorum ve istemiyorum darbe marbe. çünkü şu halde sadece senede bin kişi falan ölüyorken darbe sonrasında hem o insanlar ölmeye devam edecekler, hem de binlerce yenisi eklenecek o sayıya. bu dediklerim çok konformist, korkak, acımasız gelebilir ama korkuyorum.
daha fazlasını elde edemeyeceğin halde yüklenirsen olacağı o korktuğum şey çünkü.
eksi oylayanın x yanlısı olduğuna kanaat getirmekle sonuçlanır çoğu zaman.
insanları hiç eğitmeseniz bile insan olmalarından mütevellit olarak en basit mantık süreçleri çalıştığından, son derece cahil de olsa "düz mantık" kurmayı becerebilir. ama işte orada kalır ve daha fazlasını beceremez. bizim memleket ve uludağ sözlük de düz mantıktan ötesini beceremeyen insanlarla dolu bi yerdir.
"x'i kötüledim
biri bu entry'ye eksi verdi
demek ki o kişi x taraftarı"
bu mantığı yürüten kişi kendi yazısını sadece x aleyhtarı olarak adlandırmakla yetinmekte, entry'si eksilenince kendisinin kötü yazdığı olasılığını görmemekte ve tüm suçu entry'sini kötüleyen kişiye atmakta. oysa bu ithamı yapanların çoğunluğuna bakıyorum da eksilenmekten şikayet ettikleri yazıları sadece x'i kötülemekten ziyade içinde kötülenmeyi hak edecek başka saçmalıklar barındıran şeyler. ama işte o kadarını görmeye ne yazık ki mantıkları müsait değil.
bunun son örnekleri pkk, dtp aleyhine yazılan entry'ler için dillendiriliyor çoğunlukla. şahsi olarak söylemem gerekirse kimsenin pkk ya da dtp'yi kötülediği entry'leri eksilemiyorum, hatta yeni bi şey içermedikleri için çoğunu okumaya bile üşeniyorum. ama aralarından bazıları çıkıyor, sadece şu saydığım şeyleri kötülemekle kalmayıp ya kendisi gibi düşünmeyen insanlara -ki genellikle sol ya da hümanist kesim oluyor bu- verip veriştiriyor, hatta açık açık küfrediyor. işte o zaman -ki her zaman da değil- kötülüyorum entry'yi. sonrasında da adam x'i kötüledim entry'mi eksilediler diye çemkiriyor. oysa x'i kötülemek değil eksileyenin derdi.
bu ithamı yapan kişilerin entry'lerine bi bakın. ezici miktarda çoğunun zaten iki cümleyi yan yana getirmekten aciz, sadece karşısındakine -pkk ya da dtp değil, fikirsel olarak karşısında gördüğü sol kesime- küfretmekten ibaret yazılarını, pkk'yı kötülüyorum ana başlığı altında açık açık ırkçı yorumlar yaparak kimi zaman tüm bi halkı ırkçı genellemeler altında itham ettiklerini göreceksiniz. sonra da zaten "pkk'yı eleştirdik faşist bilindik" diye yeni bi söylem geliştirdiler.
çünkü faşist olduklarını, ırkçı olduklarını bilmiyorlar. sadece mantık değil, kültürel olarak da aşağılar. faşizan, ırkçı yazılarından sonra kötülenince bunun yazdıklarının niteliğinden değil, karşılarındaki insanların vatan haini olmasından doğduğunu düşünebiliyorlar ancak. çünkü mantıkları da, zayıf birikimleri de daha derin bi sonuca varmalarına yeterli olmuyor.
zaten paradoks bu. öncesinde de dedim (bkz: bok gibi entry yazıp eksilenince kudurmak/#4063044), eğer bu mantığı kurabilecek, ya da faşizmin, ırkçılığın gerçekten ne olduğunu bilebilecek durumda olsalar o entry'leri yazmayacaklar, kötülenince de kötüleyene çemkirmeyecekler.
sorun sayılarının çok olmasında. sayı çok olunca doğru sanıyorlar kendilerini. oysa sadece kuru kalabalıktan ibaretler.
ha bi de.. de bağlaç ve ekini doğru kullanmayı da bi türlü öğrenemediler gitti ayrı.
michael moore'un son belgeseli. bu seferki ücretsiz olarak sitesinden indirilebiliyor ama indirmek için ikametinizin amerika olması gerekiyor. neden böyle bi karar alındığına dair teorilerim var, izninizle paylaşayım.
efendim, belgeseli seyretmek için illa sitesinden indirmek değil tabii ki tek şansımız, giriyoruz torrent sitelerinden birine, paşa paşa indirip seyredebiliyoruz. ben de öyle yaptım ve seyrettim filmi. önce konusuyla başlayalım.
2004 yılında bush ve kerry arasındaki seçim öncesi moore altmış iki şehri kapsayan bi tura çıkıyor. slacker diye tanımladığı tembellere "kalkın da oy kullanmaya gidin" minvalde konuşmalar yapmak için bir bir amerika'nın eyaletlerini dolaşıyor. zaten slacker uprising'in çevirisi için de tembeller ayaklanıyor gibi bi şey uydurabiliriz sanırım.
şimdiki seçimler öncesinde de bu filmi internetten bedava yayınlayarak bi nevi tekrarlıyor dört sene önce yaptıklarını yani. ha o zaman diyebiliriz ki, zaten yerel bi çaba ürünü olduğundan, sadece amerikan halkına hitab ettiğinden başka yerlerden indirilmiyor olabilir doğru. ama yine de başka yerde oturan insanlar da seyretmek isteyebilirlerdi. bence sebep biraz daha derin.
2008 holivort yapımı distopik bilim kurgu filmi. v for vendetta ve children of men filmleri gibi karanlık bi gelecekte geçen hikayesi ile seyirciye çok şey vaad edermiş gibi duran ama zayıf senaryosuyla elde patlamış filmdir ne yazık ki.
filmde baskıcı bi hükümete sahip bi ülke ve bu ülke içinde hükümete karşı savaşan ayrılıkçı bi silahlı terör örgütü resmedilmekte. fakat ülke içinde hala hümanist ve sol değerlere sahip çıkan ufak bi azınlık da var. hükümetin özgürlükleri askıya alma ve terör örgütüne karşı daha yoğun bi silahlı eyleme girme planı var. hatta bu plan örgütü desteklemekle suçladıkları komşu ülkelerinin sınırları içine askeri harekat düzenlemeyi bile içeriyor. ve bu planlarına karşı gelenler de o ufak hümanist azınlık.
bu noktada terör örgütü kanlı bi saldırı düzenliyor ve bu saldırı sayesinde hükümet hiç bi muhalefetle karşılaşmadan neyi planladıysa yasalaştırabiliyor. işte filmin yanlışı burada göze batmaya başlıyor.
bugüne kadar seyrettiği sayısız film sayesinde kaçın kurrası olmuş seyirci bu saldırının arkasında sadece terör örgütünün olmadığını, önceden planlanmış askeri ve baskıcı icraatların muhalefetle karşılaşmadan yürürlüğe konması için bizzat devlet hatta ordu içi bazı yapılanmaların da bu saldırı arkasında olduğunu şıpın işi anlayıveriyor. fakat yönetmen -ki aynı zamanda filmin senaristi- seyircinin bunu tahmin edemeyeceğini sanıyor ve bu gerçeği filmin sonunda sürpriz olarak seyirciye sunuyor. seyirci de filmin zaten başında anladığı şeyi sonda görünce son derece zayıf bi final seyretmiş oluyor.
hatta yönetmen sadece seyircileri değil, filminde hikaye ettiği halkı bile salak yerine koyuyor. çünkü filmdeki halk da bu saldırının arkasındaki nedenleri bi türlü anlamıyor filmde. sadece terör örgütünün yaptığı bi saldırı olduğunu düşünüyor bütün halk. yönetmen iyice salak sanıyor insanları.
yönetmen ise kendisini şöyle savunmuş:
"filmimde halkın bu saldırının arkasındaki nedenleri şakkadanak anlamaması yüzünden suçlanıyorum. oysa bu bilinçli yaptığım bi tercihti. şöyle ki;
insanlar film seyrederken başka bi şeyi seyrettiklerinden orada ne olduğunu daha rahat kavrarlar. ama gerçek hayatta bunun kendi başlarına geldiğini düşünmezler. benim filmimdeki halk da her şeyi bi film olarak seyretseler kendileri de işin gerçeğini hemen anlarlardı, ama gerçek hayatta yaşayınca kendi devletlerinin, ordularının işin arkasında olduğunu düşünmek çok uzak ihtimal olarak geliyor akıllarına. hatta hiç ihtimal vermiyorlar desek yeridir.
ayrıca, şak diye olayın iç yüzünü anlayan bi halk zaten bilinçli bi halktır ve başlarında baskıcı bi hükümet olmaz onların. ne zaman baskıcı ve otoriter, militer bi ülke görseniz, halkının da bilinç seviyesinin aşağıda olduğunu göreceksiniz. v for vendetta'daki hata buydu. tv'da v'ye atfedilen patlamaları aslında devletin yaptığını düşünüyordu seyreden halk. madem bu kadar bilinçlilerdi, o zaman başlarındaki faşizan hükümet niye vardı ki"
yönetmen kendisini ne kadar savunursa savunsun, ben aynı fikirde değilim. bence kör gözüne parmağım herkes farkedebilir hükümetin ve ordunun şu planlarından hemen önce yapılan bi saldırının arkasında sadece terör örgütü olmadığını. hatta şimdi aklıma geldi, filmde bi komutan çıkıp "zamanında biz de bazı yerlere bomba attık, insanları daha uyanık tutmak için" gibisinden bi laf ediyordu. buna rağmen halkın hiç bi şey görmemesi düşünülemez bile.. saçmalık.
edit: tck'ya yakalanmayalım diye dansöz misali entry yazıp bi de istediğimiz gibi vurucu başlık açamayınca okunmuyor tabii..
misal bi entry'yle karşılaşıyorum, içeriği ya milliyetçilik ya dincilik olsun. buraya kadar normal. fakat sonra nicke bi bakıyorum, ecnebinin solculukta en ileri gitmiş gruplarından birini ya da şarkılarından birini kendisine nick olarak seçmiş yazan kişi. o an şaşırıyorum işte.
yok hayır, yakıştıramamak değil, senin neyine bu grubu dinlemek değil kastım. ama o gruplar yaptıkları müzikten çok söylemleriyle daha öne bile çıkan gruplar (misal pink floyd gibi, ne bileyim john lennon gibi vs), ve o grupları dinleyen insan illa ki söylemlerine de az biraz yakındır diyor insan. ama önümdeki entry belli, alakası yok.
bunun benzeri filmler için de geçerli. en son v for vendetta'nın anarşist teröristi v'nin maskesini kendisine avatar seçmiş bi kızın gayet de ırkçı içerikli bi yazısını görmüştüm sosyomat'ta da aynı şaşkınlığı yaşamıştım.
entry çok güdük kaldı örnek vermeyince ama sonuçta kimseyi yekten suçlama hakkım olmadığı için böyle muğlak yazmak zorunda kaldım. yine de anlaşılır olmuştur diye umuyorum. anlaşılmadıysa da salla..
kafamda oluşturduğum başlık,
"de ve ki bağlaçları yanlış kullanıldıysa isterse hayatın anlamını içersin yine de okumam" gibisinden bi şeydi ama kırpa kırpa güdükleşti, kendisi de dilbilgisini yandan yiyen bi hale döndü.. olsun.
tanıma gelecek olursak.. ya salla boşver uzun uzun yazmayacağım. sahip olduğum fikir işte o kadar. ne yazarsa yazsın adam, bu bağlaçlar (ya da ekler -iyelik eki ki, ismin de hali eki de-) yanlış kullanılmışsa adamın bilgisinden şüphe ederim, ne derse de kaale almam.
elitizm değildir ama öyledir derseniz de canınız sağolsun.
sabahtan akşama kadar dini eleştiren yazılar yazıp adını tanıttıktan sonra artık istediğin zaman dini öven bi yazı yazabilirsin. okuyan herkes "lan dalga geçiyor bu" diyecektir istisnasız.
paso milliyetçi anafikirle dolu entry'ler düzüp, bu yönde tanındıktan sonra bi gün pat diye kırk yıllık solcu ağzıyla bi yazı yazar, okuyan herkese o fikirlerle maytap geçtiğini gösterebilirsin.. örnekler çoğaltılabilir.
ama ya tanınmıyorsan.. ya daha dünkü yazarsan.
ironi yapacağım diye aslında savunmadığın fikirle dolu bi yazı yazdıktan sonra insanların senin dalgasına o entry'yi yazdığını tahmin etmesini nasıl beklersin ki.. müneccim boku mu yedik, nerden bilelim o yazdığın entry'nin gerçekten senin fikrini taşımadığını.
"ama çok saçmaladım, anlamanız gerekirdi" diye savunma yapamazsın o an. çünkü o kadar düştü ki bu memleket, saçmalık demenin bile artık tanımlamaya yetmeyeceği absürd fikir sıçmıkları insanların ideolojileri, hayat görüşleri vs olabiliyor. şaşırma yetimizi kaybedeli çok oldu, o yüzden herhangi bi şey yazıyorsan o yazdığının senin fikrin olmadığını bilmemiz için ondan öncesinde yüzlerce karşıt fikirde yazı yazmış olman gerekiyor.
sonrasında yazdıklarını eleştirince "ironiden anlamayana aşina değilim" cart curt diye yazmanın hiç bi kıymeti harbiyesi yok çünkü.
tabii ki futbol maçlarından bahsediyorum. bunun üstüne başlık açma sebebim de bi soru sormak (aslında başlığı soru şeklinde açsam mı diye düşünmedim değil en başta).
neden? amaç nedir futbolcuyu ya da karşı takımı ıslıklamanın? bu noktada beylik açıklamalar gelebilir. nasıl ki tezahürat kendi takımınızı kamçılamak için yapılırsa, ıslık da karşı takımı moral açısından çökertmek, yaptıklarının protesto edildiğini onlara göstermek için yapılır, falan filan denebilir. fakat demin maç seyrederken (türkiye - belçika maçı) belçika'lı futbolcular ne zaman sakatlık numarası yapıp bu ıslıklamalara maruz kalsalar asıl ben tv başında strese girdim. çünkü bu ıslıklar aslında ne kadar az zaman kaldığını hatırlatıyordu bana.
o an sahadaki futbolcuları düşündüm. asıl onların üstlerine yük bindirmiyor mu seyirci karşı takımı ıslıklayıp zamanın gittiğini belirttikleri an. seyircinin tuttuğu takıma güveninin akıp giden saniyelerle daha azaldığının göstergesi olmuyor mu?
gerçi suya yazıyorum bunları biliyorum. yirmi dakika boyunca aynı melodiyi çığırarak baygınlık vermelerini çılgın tezahürat sayan insanlar zaten çoğu.. neyse bu da böyle bi fikirdi.
edit: kürtçü, kürt milliyetçisi, terörist falan filanın desteğiyle değil, sadece kürtlerin desteğiyle milletvekili olmaktır mevzu. "pkk desteğiyle milletvekili olan kişi" denseydi bu başlık açılmayacaktı, kürtler denmiş başka da vurgu yapılmamış.
yani kürtlerin desteğiyle bi şey yapmak ayıp işte bu fikre göre. bu noktada "aslında onu demek istememiştim" demek sadece neyi savunduğunun tam olarak farkında olunmadığı, bilinçaltında ise bu fikri kabul etmiş olunduğunun itirafı olur.
kürtlerin desteğiyle milletvekili olmak.. nasıl olur nasıl.. hemen linç etmeliyiz adamı. bu kadar büyük ayıp olur mu kainatta..
beynimizin nasıl çalıştığına bakıp daha çok erkek tarafının mı kadın tarafının mı ağır bastığını ölçen bbc testi (zaten başka bi kaynak olsa uğraşmazdım hiç).
genel performansta yüzde yirmi beş kadın çıktım (hay ben böyle testin), bunda ağır basan sebep de empati yeteneğimin fazla gelişmiş olmasıymış (göz testinde bi tane hariç hepsini doğru bildim çünkü).
ama özellikle açı testinde sıçıp batırdığım için böyle bi sonuç çıktı herhalde. oysa kadın suratlarında hep daha feminen olan suratları tercih etmişim (erkeğim ulan işte allaallaaa).
ama en güzeli kelime testiydi. testin sonucunda "siz daha çok hareketlerle anlaşmayı seven, konuşmayla arası iyi olmayan birisiniz" diyordu ki aha dedim doğru. dominant bi karakterim varmış ve iyi kavgacı ya da sanatçı olabilirmişim (eheheeeeeytt erkeğim ulan, döverim hepinizi).
pazarlıkta da sıçtık ama zaten pazarlık yapabilen biri değilim ki ben. orda da feminen beyine yaklaştığımız bi sonuç çıkardık herhalde.. ama testte bu bölümün kültürlere göre değişkenlik gösterdiğini de yazmışlar.
tüm testinse yaş, olgunluk, bilgi vs gibi etkenlere duyarlı olduğunu da belirtmişler. yine de genel beyin ortalaması yerine her testin kendi analizleri işe yarar bilgiler veriyor.
deneyiniz efendim, ak koyun kara koyun çıksın ortaya.
durum üstüne bünyeyi kaplayan sinirin artık hem geçen zaman, hem de işin içyüzünü öğrenmiş olmamızın etkisiyle yok olduğu, bu sayede hakkında daha sağlam yorumlar yapmamızın mümkün olduğunu belirterek başlayayım öncelikle. bu arada aslında başlığı açan ben olduğum halde ilk entry'm hakaret içerdiği nedeniyle (gerçi küfür yerine nokta koymuştum ama olsun) silindiğinden başlık altındaki tek entry'm bu olacak.
bu entry iki bölümden oluşacak sevgili okur. ilk bölümü durum üstüne yapılan yorumlara eğilecek, ikinci bölümü işin içyüzüne. kemerlerinizi bağlayın, çünkü kansas.. is going bye bye.
1
bu memlekette eğer bi düşünce yasaklanıyorsa bu yasağın bile en azından savunulabilir tarafı olması, eğer yoksa insanların o yasağı savunacak şekle getirilmesi esastır. yani bugün pek çok kürt sitesi de yasaklıdır ama sebep olarak terör propagandası gösterilebilir, güvenlik denebilir ve bu sayede aslında arada sadece haber vermekten başka bi iş yapmayan bi site bile rahatlıkla yasaklanabilir, kimse de buna laf etmez. çünkü alışmışızdır artık yasaklarla yaşamaya. başka hiç bi gelişmiş ülkede olmayan türklüğe hakaret gibisinden absürd bi yasa maddesi şu an özümsenmiş ve olmazsa olmaz kabul edilmiştir halk tarafından. böylece türklüğe hakaret gibi muğlak bi suçlamayla istediğiniz yazıyı yasaklayabilirsiniz "bence türklüğe hakaret etmektedir" diyerek ve değil eleştiri, destek görürsünüz insanlardan.
işte bu noktada richard dawkins'in sitesinin kapatılmış olması bu alışkanlığımızın bile ötesinde bi olay olduğundan o aşırı sinir kaplamıştı bünyeyi. çünkü ne türklüğe hakaret vardı, ne güvenliğe, ne dini inançlara (çünkü dawkins sadece bi bilimadamıydı ve ateist argümanlarını öne sürüyordu, ateizmin argümanlarını dine hakaret diye saydığınız anda aslında yasakladığınız bi hakaret değil, bi düşüncedir çünkü).. ortada olan şey bi erkin kendi fikrince ve keyfince site içeriğini zararlı görüp, bunu insanların görmesini engelleme hakkını kendinde sayıp, padişah fermanı gibi yasak koymasıydı ki o yasaklara alışmış bünyeyi bile dumura uğratmıştı.
bu yasak üstüne "zaten dawkins de kim tanıyor muyuz, millet karalar mı bağlayacak bu yasak üstüne sanki" demek bile aslında o yasakçı zihniyeti ne kadar içselleştirdiğimizin göstergesiydi. evet bu ifade "bu düşünce yasaklansın" kelimelerini içermiyor ama şunu gösteriyor.
x fikrinin yüzde doksan dokuz oranında kabul edildiği, y fikrinin de kalan yüzde birlik dilimi oluşturduğu bi ortamda eğer y'nin ifade edilmesine yasak getirildiğinde x fikriyatında biri eğer laflarına "zaten kaç kişi y'yi savunuyor ki" diye başlıyorsa, bu yasağı onaylar ifade kullanmamışsa bile aslında y'ye yapılan baskı ve yasağı meşrulaştırıyor ve içselleştiriyor demektir. demokrasinin tanımı çoğunluk diktası yerine azınlığın çoğunluğa karşı savunulması olması olduğuna göre, aslında azınlık olan bi fikrin yasaklanması, kendisine demokrat diyen insanın ilk karşı gelmesi gereken şeydir çünkü. bunun yerine "kim takar bu yasağı" dediği anda o yasakçı zihniyetle kolkola girmiş demektir.
ha o yasağı kim takar ki denen de toplumun bi de en entelektüel kesimi olunca zaten iş daha acıklı bi hal alıyor ama neyse onu geçelim.
peki ama dawkins kim, sitesinin yasaklanması neden insanların kara bağlamasına yol açmıyor. çünkü kendisi küçük bi zümrenin içinde yine küçük bi zümreye hitap eden birisi. birincisi ateist ve buna dair argümanlar öne sürüyor. bu zaten kendisini bu memlekette çok ufak bi zümrenin takip edeceği adam yapıyor. sonrasında bu yetmiyormuş gibi bu adam öyle sosyolog falan da değil. eğer öyle olsaydı en azından bütün bu ateist kesimin bildiği biri olabilirdi. adam genetikçi.. bilimadamı yani. ve kitaplarını bilimsel bi terminolojiyle (elinden geldiğince basitleştirmeye çalışsa da dili) yazıyor ve bilimden, genlerden, biyolojiden falan bahsediyor. hem ateist, hem bilimadamı. iyice azaldı takipçisi işte.
bunları neden yazıyorum, çünkü aslında "kim takar dawkins'i" lafının diğer bi alt manası da "zaten kimsenin takmadığı adam büyük olasılıkla saçmaladığı için takılmıyordur" ifadesidir. oysa zaten dawkins kendisine seçtiği alan olarak küçüğün de küçüğü bi zümreye dahildir. başkası olamaz. bu ülkede bana stephen hawking'in kaç kitabının kaç insan tarafından okunmuş olduğunu söyleyebilir misiniz. o zaman hawking de mi takılmayacak bi adamdır.
bu yasaklama, zaten ezici ve baskıcı çoğunluk içinde zar zor kendi fikirlerini (çoğu zaman ölüm korkusu eşliğiyle) ifade etmek isteyen bi azınlığa yapılmış keyfi ve terbiyesiz bi yasaklamaydı. o yüzden sinir basmıştı bünyeyi. ve hatta ilk başta da anlattığımız gibi bu yasağı yasaklamalara alışmış zihnimizde bile yasal (sadece bu ülkeye göre yasal ama, evrensel yasalara göre değil) bi zemine oturtamamamız, devlet i alimizin bizim yerimize karar verip kendince bizi şekillendirme isteğine boyun eğmemiz gerektiği için isyan etmiştik. ve evet dışardan bakan biri için artık beş para etmez bi ülke idik (bunu da silme gerekçesi olarak görmezsiniz umarım).
işin doğrusuysa sonra öğrenildi ve açıkçası bünyeyi çok rahatlattı. bu ilk bölüm bizim farzettiğimiz (ve üstüne sinir yaptığımız) olasılık üstüne yazıldı. çünkü bu olasılığın üstüne yazılmıştı yasağı çok da önemsemeyen (hatta haklı bulan) yorumlar da. şimdi artık işin gerçeğine gelebiliriz.
evde bengal kaplanı besleyip kimseye göstermeyen adamın davranışı.
başlığın hikayesi: büyük olasılıkla biri pipi demek isteyip yanlışlıkla p yerine s harfine bastı, sonra entry'sini hızla sildi, sol frame'de başlığa tıklayıp "böyle bi şey yok" uyarısıyla karşılaşınca başlığın yok olmasına içi elvermeyen aşık brick de dayanamadı (çünkü sol frame'de okuyunca attığı kahkahayı başkaları da atsın istedi.. o ne iyi bi insandır bilmezsiniz) başlığı canlandırdı.
peşin edit: ekle'ye basınca netten düşen brick azmetti, ekle'ye basmadan önce ctrl c yapmayı alışkanlık haline getirdiğinden başlığı kendisi açtı. bu kadar çabanın sonunda bana bi plaket bile verilmezse darılırım.