geç tanıdığımı cümle haline getirirken hicap duyduğum, (bkz: true lies), (bkz: slow ride), (bkz: was), never looking back , (bkz: everytime it rains)gibi müthiş şarkıların yaratıcısı büyük blues gitaristi ve vokali.
where the light is adlı dvd kaydında gördüğüm kadarıyla çenesi hiç durmayan, sürekli konuşan bunun yanında inanılmaz gitar çalan ve ses tonu mükemmel olan, who did you think i was ve good love is on the way şarkılarını bıkmadan günlerce dinleyebileceğim müzik adamı.
joe bonamassa'nın 22 mart 2011 tarihli 7'si cover toplam 12 şarkıdan oluşan, kapağında (bkz: John steinbeck)'in (bkz: gazap üzümleri) ve (bkz: fareler ve insanlar)adlı eserlerine de konu olmuş 1930'dan 1936'ya kadar devam eden ve oklahomalı bir çok çiftçiyi göç etmeye zorlamış çöl fırtınasını 1936'da fotoğraflamış olan Arthur Rothstein'den etkilenilmiş 9. stüdyo albümünün cover olmayan giriş şarkısıdır. Şarkının bestecileri joe bonamassa ve kevin shirley'dir. Joe bonamassa dinlemeye başlamak için birebirdir.
Dust Bowl albümünün giriş şarkısı olan (bkz: Slow Train)(şarkı sanki benim kulağım için yazılmış) ile geç de olsa tanıdığım ki buna son derece pişmanım, Blues Rock'ın son dönemdeki en iyi temsilcisi. 8 Mayıs 1977 doğumlu olmasına rağmen şimdiden blues gitar çevrelerinde kendisine hatrı sayılır bir yer edinmiş gitaristtir. Ayrıca Black Rock albümünde Türk enstrümanlarına da yer vermiştir. Özellikle Quarryman's Lament adlı parçayı dinlediğinizde Amerikalı bir müzisyenin nasıl evrensel bir müzik görüşü kazanılırın dersini verdiğini göreceksiniz. Üstelik bu ders bir Jimmy Page - Robert Plant dersi seviyesindedir.
kadın da olsa erkek de olsa haklı çıkılmaya çalışılmamalıdır. zira tartışmalar bir orta yol bulmak için yapılır. erkek ya da kadın haklı olsun, egosu tavan yapsın diye değil.
en kötüsü kaleci bulamamaktır. sürekli takım düzeni bozulur. yılmaz vural'ın kasımpaşa'sı gibi olursunuz. böyle bir durumda gıcıklığın ta dibine vurarak o kaleye geçmemek için bin takla atarım.
davul bile dengi dengine çalar atasözümüzün tarih olmasına sebebiyet vermiş hededir. şöyle ki artık bırakın parasal konulardaki dengeyi, evli çiftler arasında yaş farkı bile önemsenmez hale gelmiştir.
ergenliğin ilk safhasında 200 tane öğrenciye öğretmenlik yapıyorsan, fazlaca kapris çekeceksin demektir ki her gün bir tanesi kapris yapsa (bu polyannacı bakış açısıdır) 200 gün eve canın sıkılmış bir halde gidersin. kısaca böyle bir an yoktur, olsa da başka bir öğrenci o mutlu anı öğretmenin burnundan fitil fitil getirecektir. öğrenciler düşündüğünüz kadar masum değiller ne yazık ki.
beraber izlediğim arkadaşın omzuma başını koyup uyuduğu benimse kamera açılarına hayran kaldığım, özellikle serseri suratlı adamın (bkz: javier bardem) arması düşmüş eski bir reno arabanın içinde ölümüne sebep olduğu çinli bir mülteciden af dilemeye çalışması ve aynı adamın bilge bir kadının dizlerine başını koyup hıçkırıklarla ağlaması kendimi çok çaresiz hissettirdi. çok ağır ilerleyen bir film ama izlenilmeli.
o sevgili, bu durumu ortaya attıysa artık kaçış yoktur, bir tartışmanın içine çoktan girmişsindir. çünkü hayır vermem dersen alacağın cevap benden ne gizliyorsun olacaktır ve soruların ardı arkası kesilmeyecektir. eğer şifreni verirsen, sayfandaki en masum paylaşımlarından bile yeni anlamlar çıkacak ve önüne sorun olarak sunulacaktır. mümkünse msn ve facebook konuları hiç açılmamalı, açılacağına kanaat getirdiğin anlarda ortam terkedilmeli ya da farklı bir konu açılmalıdır.
an itibariyle eksik oyuncularını fazlasıyla arayarak altay'a yenilmiş ve süper lig yolunda büyük bir avantajı kaybetmiş 86 yıllık köklü kulüptür. yine de kalan 3 maçını kazanarak süper lige çıkacağına olan inancım tam.
4 yaşında babamı kaybettiğimde ağlayamadığımdan beri en yakınım ölse dahi ağlayamıyorum ben. hani demiş ya şair: "sizin hiç babanız öldü mü? benim bir kere öldü" diye, ben o bir kere için ölümden, tanrı kavramından, çevremdekilerden ve bağnazlıklarından soğudum. 20 yıldır babam yok benim ve tanrı bu duruma kader adını veriyor. ailem de kabulleniyor. çevredekilerin her söylediklerini onayladıkları gibi. geçen sene genç yaşımda canım babaannemin cenazesini adam boyunda bir mezarın içine girerek, üstüme topraklar atılmasına aldırmadan(bi çeşit ölerek) defnettiğimde çevredekiler benimle gurur duymuşlar. ertesi gece yalnız başıma içtiğimi görmüş aynı çevredekiler ve beni kınamışlar. o günden beri inadına deviriyorum kadehleri. önce hep cenazeme içiyorum sonra hayal meyal gülüşünü hatırladığım babama, sonra ne gelirse aklıma ama en sonunda hep babaanneme içiyorum.