15 mayıs Cuma günü istanbul bilgi üniversitesi dolapdere kampüsünde yapılacak olan eğlence. Konserler, alkol... Bilgisayar bilimleri öğrencileri ile asistanlarının ortak hazırlayıp sunduğu bir gün geçecek. Replikas ve Sakin'in sahne alması bekleniyor. Üniversite öğrencisi olmayanlar için de 5tl gibi makul bir ücret var konser için...
kimi kaynaklarca "basiliki pili" olarak da belirtilen balat kapisi, bizans devrinde şehrin haliç surları üzerindeki en önemli kapılarındandı. "vasiliki pili"nin anlamı "bab-ı hümayun" ya da hünkar kapısı'dır. deniz yoluyla blakherna sarayı'na gelen imparatorlar bu kapıdan geçerlerdi. vapur iskelesinin karşısına düşen balat kapisi, 1894 depreminde yıkılmıştır.
ayrıca buranın restorasyonu ile açılan nargile cafe'nin adıdır. olur da balata yol düşerse uğramak gerek.
---alıntı---
balat'ın tarihi dokusundan, hoş bir koku.
bir fener - balat gezisi ardından alınan haz ile sohbetin koyulaşıp tavşan kanı olacağı,
nargilenin dumanında hayatın şekil alacağı bir ortam. balat kapısı'nda nargile, ev kurabiyeleri ve kekleri ile çayın tadı da bir başka.
---alıntı---
tuvaletlerde 1 ytl karşılığı prezervatif bulunmasından aslında daha yararlı olan, daha doğrusu daha gerekli olan bir durumdur. Ped her hatuna sık sık gerekmekte ama prezervatif?
gören bilen de türkler 7/24 sevişiyor sanacak.
belini doğrultmak için çabalayan bir haldedir türkiye. daha yenidir, tazedir, peşpeşe bir çok savaş atlatmıştır bir tanesini daha kaldırabilecek takati yoktur. ve 1945'e kadar savaşa girmemiştir.
savaşa girme nedeni ise savaşta söz hakkı kazanabilmesidir. böylece savaştan sonra kurulacak olan organizasyonlar ile savaş sonrası anlaşmalarda söz hakkı olacaktır ve olmuştur da. onun dışında almanya ile gizli işbirliği içinde olduğu söylenir. resmi bir kanıt olmasa da bir çok durum ve olay bunu gösterir.
özellikle istanbulda o dönemde geceleri herkes siyah perde asıp takmış ki tüm şehir karanlık kalsın, üzerimizden uçan uçaklar buranın neresi olduğunu kavrayamasın. ve evet bu durum işe yaramış. tepemizden alman-ingiliz-rus-amerikan uçakları uçarken, halkımız evlerinde gaz lambalarını en kısık şekilde yakmış, mümkün oldukça az belli olmaya çalışarak yaşamışlardır.*
bu adam amerikaya bir çok ulusal park ve anıt kazandırmıştır. bunun altında yatan sebep ise ulusal parkların bulunduğu topraklarda hiç bir üretim yapılamaz. böylece abd kendi içindeki hammaddeyi korumuş, saklamış oluyor.
bu duruma önceler büyük şirketler ve başta kereste üreticileri sinirlense de hükümetin, "gidin latin amerikadan alın alacağınızı" demesi üzerine abd şirketleri dünyaya yayılıp tüm hammaddelerini dışardan sağlıyorlar.
abd'nin 1900lerin başında başladığı ve hala sürdürdüğü dış politakası. amerikan kapitalizminin bel kemiğini oluşturan sistemdir.
olay avrupa devletlerinin sömürgecilik sisteminin çok masraflı ve kaba kuvvete, fiziksel güce dayalı olmasındaki eksiklikler ve o sistemin geleceğinin olmaması ile başlamıştır.
olayı en basit şu şekilde örneklendirebiliriz.
şimdi sizin bir eviniz var ve salonda oturmuş televizyon izliyorsunuz. bir anda kapı kırılıyor, bir adam dalıyor içeri ve elinizden tv. kumandasını alıyor ve diyorki "artık bu ev benim kolonim, bu televizyon benim, sen benimsin"... buna uymazsanız eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyorsunuz. bu avrupanın tüm dünyaya uyguladığı sömürgecilik politikası.
şimdi bir de amerika ne yapmış bakalım.
gene eviniz var ve aynı şekilde tv başındasınız. bu sefer kapı çalıyor karşınızda bir satıcı. size hemen bir elektrik süpürgesi satmak için dil döküp satıyor. 18 taksite alıyorsunuz ve 18 ay para ödüyorsunuz bu satıcıya. sonra başka bir satıcı geliyor, evinizde bulunan halıları satın alıyor. böylece 18 aylık taksidi ödemek için paranız oluyor. sonra gene bir satıcı geliyor ve bu sefer size tencere satıyor... bu böyle gidiyor.
yani amerika dünyaya mal satıp alarak sömürmenin daha kolay olduğunu görmüş ve bunu başarı ile uyguluyor.
ilk olarak 1900'lerde latin amerikayı kendisine bu şekilde bağımlı kılıyor. latin amerika ülkelerinden muz, kakao gibi bir çok hammadde satın alıyor, onlara tarım aletleri, silah satıyor.
peki latin amerika'yı nasıl kandırdı derseniz o da şu şekilde. diyorki amerika bunlara; sizi yıllardır sömüren avrupalıları ülkenizden atacağım ama ne üretiyorsanız bana satacaksınız. e adamlar sanıyorki karlı bir iş. artık sömürülmeden satacaklar mallarını ve para kazanacaklar. ama durum öyle değil tabiki. abd satın aldığı malları sadece karşı ülkeler daha çok abd'den mal alsın diye alıyor denebilir. yani para ile para kazanıyor.
ve bu ilişki ile theodore roosevelt döneminde tüm dünyaya açılıyor. önceden avrupa ile anlaşması olan abd, ki bu anlaşmaya göre avrupa tüm amerika kıtasından uzak duracak, abd'de asya ve afrikaya karışmayacaktı, artık dünyaya açılma vaktinin gelidiğini anlıyor. ve bugün gördüğünüz abd çıkıyor ortaya.
sebepsiz olduğunu düşünmeye kendimizi sevk etksekte, herkes için farklı bir sebep vardır sevmek için.
her türlü sevgi, her türlü aşk, her türlü tutku bir sebebe bağlı oluyor. bir sebebe bağlı olmadığını düşünüp, buna inanmamızsa sadece olayı daha ruhani, daha soyut hale getirmek, daha kutsal yapmak için...
ama sebep var.
"beni neden seviyorsun" şeklinde gelecek olan soruya bir cevap vardır.
1-yemek yapan erkek.
2-yemek yapılırken herşeye karışan erkek.
bu iki durum dışında bir erkeğin mutfakta yemek yemek ve su içmek dışında pek işi olmaz zaten. ha bir de musluk bozulmuş olabilir tabi. neyse önce "1"e bakalım.
yemek yapan erkek:
bu adam her kadının aradığı erkektir. vardır bolca bunlardan ama çoğu evlenince "yemeği nasılsa kadın yapacak ben yatayım" mantığına bürünürler. o yemek yapmaktaki yetenekleri git gide körelir. ancak bu sınıfın erkekleri bu yeteneklerini kullananlardır işte. bunlar kalkarlar kahvaltı hazırlarlar, eşleri yorgunken yemek yaparlar hatta ekstra bir durum olmadığı anlarda sırf iyilik olsun, içlerinden geldiği için bile yemek yaparlar. kadın tabi buna deli olur, mutluluktan uçar falan. ha ama bunu kullanan erkekler de bolca çıkacaktır. bayanlara küçük bir uyarı. yemek yapıp akşama başım ağrıo derseniz bir daha yemek falan yapmaz. küser hatta.
ikinci durum ise yemek yaparken herşeye karışan erkektir. bu erkek türkiyede %90 civarında bulunur. ellinizi sallasanız en az 10 tanesine çarpar. bu adamlar mutfağa su içmeye falan gelmişlerdir kadın yemek yaparken. sonra dururlar, bakarlar bir süre ve başlarlar birden "o öyle olmaz", "onu koyma şunu koy", "onu öyle niye yaptın ki annem öyle yapmıyordu" gibi laflar ederler. bunlarda kadınları deli eder ama üstteki erkek modeli gibi deli değil, cidden deli eder. kadın birden bağırmaya başlar o an, adamı yaka paça atar mutfaktan. o arada da bağırır: "madem annen öle yapıyor git anana yaptır", "madem bu kadar çok biliyorsun bir gün de sen yap şu yemeği, eline mi yapışır".
işte erkekler böyle iki grup olarak da basitçe çözümlenebilir. son olarak bu iki grubada giren erkekler elbette mevcuttur. kadınlar siz en iyisi ikisine de mensup erkeği umun, ikincisine hazır olun. sadece birinciyi rüyalarınızda görüyorsunuzdur zaten.
çok değişik bir mutluluk göstergesidir. parmaklar arasına alınır güneş ya da avuçların içine orda tutulmaya çalışılır.
"evet evet yakaldım" denir ken bir yandan bir yandan o olayın altında yatan umutlara, yaşananlara, onun yarattığı küçük mutluluklar gibi mutluluklara bakılır gökyüzünde.
bulutlar geçiyordur yandan, elinizdeki güneşinizi saklamak üzere gelen, hayatınızın güneşi ile aranıza girmeye çalışan. siz gene de bırakmazsınız güneşi, çünkü bilirsiniz asla hiç bir bulut güneşi tam olarak saklayamayacaktır. güneşiniz çok güçlüdür, sizi asla yalnız bırakmıyordur.
gece olur güneş hala yanınızdadır. sizinle uyuyordur hatta o da. ay'ı ayna olarak kullanıp sizi izliyor o bir kere. bunu bilerek yatarsınız yatağınıza. kafanızı koyduğunuzda yastığa hissettiğiniz o sıcaklık güneşinizden gelir. o an için kalbinizde yer edinmiştir.
sabah güneşin doğuşunu izlemek...
işte hayatın en güzel olduğu vakittir.
tüm dertlerin o an hafif ve serin bir meltem ile uçup gitmiştir. güneşe sarılacağın, tekrar avuçlarına alacağın, sıcaklığını içine çekeceğin anlar gelmiştir. dağların ardından önce bir ışık vurur ama çok hafiftir, güneş can yakmaz asla o ara, doğduğu an en sakin, en tatlı, en huzur, en güzel, en masum, en sevilesi olduğu andır.
parlaklığı göz acıtmaz o zan, sımsıkı sarılabilirsin, ellerinla kapatabilirsin, sadece senindir o an. sadece senin...
güneşi tutmak, hayatı yakalamaktır. güneşi tutmak, sevgiyi bulmaktır. güneşi tutmak, güçlenmektir.
güneşi tutmak, o'nu tutmaktır...
kadınların büyük kısmını oluşturur aslında bu kesim. ben değil genel istatistikler öyle söylüyor. ancak karşı cinsi etkileme konusunda en zor durumdaki kadınlardır onlar. birincisi seksi sayılmazlar, halbuki reyhan karaca'nın da dediği gibi, "kadın başlı başına seksi bir varlık iken, şişko kadınlar da seksi olabilirler, ancak türkiyede değil".
bu sözün altında ise tabiki bu kadınların ince kadınlar kadar seksi, ilgi çeken, erkeklerin gözlerini alan kıyafetleri bulamamaları. genelde bu kadınlar tatlı, şirin, hoş, cici falan gibi sıfatlarla anılırlar. ayrıca hangi erkeğe sorarsanız sorun "şişko bir kadınla beraber olur muydunuz" çoğunluğu direkt hayır cevabını verirken geri kalanlarda "belki", "zor", gibi ifadeler kullanırlar.
kadınların hayatı zordur diye düşünenler varsa işte bu kadınların ki daha zordur...
iş hayatında kriterdir kilo,
aşk hayatında kriterdir kilo,
hayatın her dalına bir kriter olarak yer alır kilo...
onlarda insan. hem şişko erkekler de bol...
virgin black'in feci damar parçası. insanı dağıtır. durduk yere amına koyar. mutluyken bunalıma sokar, bunalımken ağlatır, aşırı dozu intaharla sonuçlanır. loop a alınır durmadan dinlenilir.
sözleri :
as tears again bedew my cheek
to your knees i cling
oh merciful one
show me your glory
was i not bruised?
have you not healed?
they dance to silence
but your song i hear
holy lord, fathomless god
tears flow
but the water is sweet
holy lord, fathomless god
i fall as one dead
with quivering lips
blessed be, priest and friend
all heavens bow
in admiration
fathomless depth
measureless height
great is your holiness
bir şarkı her dineyişte bu kadar mı etki eder bir ruha dedirtir. ruhu ağlatır, inletir, süründürür.
ülkemizin a milli futbol takımına karşı rakip neredeyse kim olursa olsun hep rakiplerin favori olması durumudur bu. hele ki şu günlerde, yani euro 2008 günlerinde daha çok başa gelendir. her maça en fazla %30 civarı şans verilerek çıkan bir takım olduk. ancak işin kağıt üzerinde olan sonuçlarla aynı olmadığını kanıtladık resmen. belki hiç bir maça favori çıkmadık, çıkamadık ama kanımızın son damlasına kadar savaşmasını bildik.
bahisçilere de bolca malzeme çıkardık. türkiye favori olmadığından bahis oranları da yüksek oldu hep. ve kazanılan maçlarla bazı insanların köşeyi dönmesine neden çıktı.
şimdi almanya maçı var önümüzde ve bu sefer %33 lük bir ihtimal verilmekte türkiyemize galibiyet adına. aslında bu bile fazla şu tablo altında. sonuç olarak 11+3 kişilik bir kadro ile çıkılacak. ama önceki üç maçta olanları gördüler ki oranlarda yükselme oldu.
herhalde bu maçı atlatırsak finalde favori olacağız ve bu durum kaybolacak.
izleyip görmek gerek.
bd'li tüm spor takımlarının ayılar, büyücüler, öcüler, böcekler şeklindeki isimleridir. çok fazla kızılderili kokmaktadır. oturan boğa misali.
örnek gerekirse; şikago boğaları, vaşington büyücüleri, atlanta doğanları ...
avrupa genelinde ise takımlar şehirleri ile anılırlar. bir tarihleri ve geçmişleri olduğundan, şehirlerin ülkeleri için olan önemi ve her ne kadar ülke olsalar bile şehirler arasındaki çekişmedendir de biraz bu ama bizlere daha düzgün görünmektedir. semt adı, şehir adı, bölge adı gibi isimleri köpekler, böcekler, büyücülere tercih etmek daha doğru durmaktadır. çocuksu bir halden uzaktır.
amerikalılar ise çocuksa isimler takmakta, bununla eğlenmektedirler. ayrıca seyircisi asla ateşli bir seyirci olmayı da öğrenemeyecektir. e böyle garip isimli takımları desteklerden "go lakers" demekten öteye gidememek normaldir de.
olmaz demeyin olabilir. er kişi cinsel aktivitede bulunmak istemiyor ise ve karısı zorla, adama karşı güç kullanarak cinsel birliktelik yaşıyorsa olabilecek olan durumdur. normal şartların dışında gözükür. tecavüz eden kişi genellikle erkek olduğundan bu olay anormal görülür. kadının içinde biraz erkeksi bir hal olduğu düşünülebilir. adam ise bir yerden sonra kaçınılmaz olduğunu anlayacaktır ve zevk almaya bakacaktır zaten. bu yüzden kısa süren tecavüz macerası olarak kalır sadece.
herkesin bill clinton olarak bildiği 42nci abd başkanı. 1993 ve 2001 arasında başkanlık yapmıştır. oval ofiste sevişmiştir, 1999 depreminde türkiyeyi ziyaret eden abd başkanıdır.
clinton döneminde abd ekonomisi tarihinin en iyi büyüme rakamlarını görüp, en barışçı politikalarından birini izlemiştir. savaşmadan, sevişerek de gelişimin gerçekleşebileceğini göstermiştir.
bu rakamlardan en önemlileri ise;
abd tarihinin en düşük işsizlik oranı görülmüş,
halkın en fazla ev sahibi olabildiği dönem yaşanmış,
abd tarihinin en düşük suç oranı görülmüştür clinton döneminde.