ek olarak; oi va voi - laughter through tears
starsailor - love is here
fikret kızılok - gün ola devran döne
ezginin günlüğü - çekirdek dinletisi
redd - kirli suyunda parıltılar
can bonomo - meczup
farid farjad - tüm albümleri
albümleri de tüm şarkılarıyla dinlenilesidir...
hele bir de kalabalık bir ailesi varsa çok güzel ve mutlu bir çocukluk geçirdiğini gösteren çocuktur. 18 yaşına kadar böyle bir evde yaşamış, 4 kardeş olarak büyümüş bir insan olarak belirtebilirim ki çok büyük fark yaratır insanın kişiliğinde. sohbet etmenin zevkini tadarsın. insanın yüzüne bakıp mimiklerle, gözlerle, gülüşlerle bazen de göz yaşlarıyla, endişeli bakışlarla o anki duyguyu paylaşmayı öğrenirsin. o yüzden sadece bir bakışıyla bir insanın derdi olup olmadığını hemen anlarsın. çünkü insanı keşfedersin.
sobalı evde yaşamak aynı zamanda bir mahalle kültürünü gerektirir. kışın komşu annenizin veya komşu babanızın(ben hep böyle diyerek büyüdüğüm için komşu demek soğuk geliyor) evinde kömür, odun bittiğinde veya tam tersi durumda 1 torba kömürünü, 1 kova odununu paylaşmaktır. zor durumlarda paylaşmayı, yardım etmeyi öğrenmektir sobalı evde büyümek.
yoğun bir kar yağışında tüm mahalle kadın erkek çocuk demeden oynamaya çıktıktan sonra komşularınızla birlikte o sobanın yandığı odaya geçip oturup sohbet etmek, gülüşmelere devam etmektir sobalı evde büyümek. tabi o sobanın üzerinde siz oynarken demlenmiş çayı içerken...
kışın ilk kar yağdığında hele hemen tutmuş olan bir karsa o heyecanla teraslardan birbirine kar topu atma olayından sonra hemen üşüyen ellerini ısıtmaktır sobalı evde büyümek.
güğümde ısınan suyla annenin seni yıkamasıdır sobalı evde büyümek.
yazları uludağa gidip çuval çuval kozalak toplamaktır, ve o anları yaşamana neden olandır sobalı evde büyümek. hep birlikte kozalak toplarken eğlenmek, zorla halat götürtüp salıncak kurdurmaktır anneanneye. ekmek arası peynir, domates ile birlikte karpuz yemektir o güzelim uludağ ormanlarında...
toprak tencerede, sobanın üzerinde pişirilmiş kuru fasulye yemeğini yemektir, bu tadı hayatında tadabilmektir sobalı evde büyümek - ki bu tadı hiç bir şeye değişmem. bir de bu evde bir sabah kahvaltıları yapılır ki gerçekten çocukluğundan kopamamanın sebeplerinden biridir. yer sofrası, etrafında 6 kişi, annenin mükemmel donattığı sofra ve kızarmış ekmek...bir insan bunu yaşamamışsa gerçekten çok şey kaçırmıştır.
anneannemin uludağdaki evinde de soba var. gittiğimizde ihtiyaç olunduğunda yakılır hatta bir kere sırf kızarmış ekmek için yaktırdığım bile vardır yazın ortasında. ama o çocukluk zamanlarındaki gibi tatlı değildir o anlar. çünkü sen zevk için artık sobayı kullanıyorsundur, hayatında değildir...
ben bir bursalı olarak yaşayamıyor iken nasıl bu işi becerebildiğini merak ettiğim akıllı!
ve zevk sahibi! insan! (evet insan olmasından da şüphe ediyorum)
insanın cesareti olmadığından dolayı burada sahte isimlerle ona karşı söyleyemediklerini yazıya dökmesidir, buraya dökerek de aslında sırtındaki yükü atmak ister. bu yüzden sözlükler vazgeçilmezdir ne kadar bozuldu, sıktı gibi muhabbetler olsa da. kötü de olsa iyi de olsa bir paylaşım vardır ortada. bazen bu bir iş bulmandır, bazense hoşlandığın insandır...kimliklerimiz gizli olduğunda bile ismini yazamıyoruz, aslında ne kadar korkağız değil mi, onun suratını söyleyemediklerimizi burada yine bizi tanımayan insanlarla paylaşıyoruz. neyse bu kadar öz eleştiri ve karşı eleştiri yeter sanırsam. benim de ona yazacaklarım var ve bunlar sırtımda yük.
'kafamın karışıklığından dolayı bu şekilde davranmam pek kabul edilebilir değil anlıyorum. ama sen ki benden daha olgunsun, yardım et bana yol göster. bu işten nasıl kurtulacağım hiç bir fikrim yok. bir taraftan seninle film izlemek, tatlı çekişmelerde bulunmak, kar topu oynamak isterken bir taraftan 1.5 sene sonrasında olacakları düşünerek uzaklaşıyorum. bu bende o kadar büyük bir yük ki diğer düşünülecek kısımlara bakmıyorum bile. çünkü ben gideceğim, bilmiyorum bu durumu sen de benim gibi düşündün mü veya düşünüyor musun ama var böyle bir durum. ve bu konuda maalesef mantığımı geri plana atamıyorum. resmen büyük bir ikilem içerisindeyim ve kendi kendimi yiyorum. senin yanında olmak...o kadar güzel ve huzur verici ki. güçlü olmayı seven, kendi ayaları üzerinde duran, asla yardım almayan, özgürlüğün kölesi olmuş bu insan senin o kanatlarının altına girince güçlü kelimesini lügattan çıkarıyor. sadece sen ve o oluyorsun. şimdi yazdıkça farkettim de belki de her şeyi yakabilirdim ama galiba başka şeyler oldu. hani bu ana neden olmasaydı düşünülmesi gereken çok şey var aslında dediğim nedenlerden. biz olamayacağız değil mi? biz yapamayacağız aslında, ben boşuna çırpınıyorum...kendimle savaşıyorum. umarım ben sende bu kadar yer etmemişimdir. ama gerçekten çok özür dilerim...olmayacak aslında olamayacak'
insanın kalbinden bir şeylerin akıp gittiğini hissettiren, bir şeyler yapmak isteyip ama aradaki duvarın aslında ne kadar uzak olduğunu idrak ettiren duygu. yıldırım demirören için beşiktaşı bırakmak ne kadar zorsa benim için de o duvarı aşıp özledim diyebilmek bir o kadar zordur. gerçi adam bile beşiktaşı bıraktı ama bende hala tık yok. nasıl bir duyguysa, içimdeki sıkıntısı ve aynı zamanda hüznü gittikçe büyüyor. her yan kapının sesi duyulduğunda acaba mı diyorsun, sonra mantığın devreye giriyor. olmaz diyor, geleceği yok diyor ve susuyorsun. zaten o da gelmiyor. insanı ıssız adama bağlar vesselam bu duygu arkadaş.