Güzel sanatlar öğrencisi, komplike ve iğrenç müzik zevkine sahip kız jenerik kıyafeti. Genelde kapitalizmden tiksinip, kapitalist düzenle zengin olmuş kimselere yüksek fiyatlara "sanat projesi" satmaya çalışırlar.
Hiçbiri onun gibi basamıyor, hiçbiri öyle nazik kalkamıyor parmak uçlarına. Beraberken en üzüldüğüm nokta sarılırken, öpüşürken parmak uçlarında duruyordu da ben göremiyordum, kokusuyla yetiniyordum.
Bir kadının çekiciliğini belirleyen en önemli unsurlardandır. Eğer meme altı eğrisi ve ayakları estetik/orantılı ise, o kadın fiziksel olarak çekicidir.
mutluluk çocukluğa has bir sanrı, filmlere has bir tasvirmiş, farkına varalı epey uzun, kabulleneli de kısa bir süre oldu. satılan bir hayal sadece, gerçek değil. Filmlerde var, tasviri var, kendisi yok, tanrı gibi.
Çocuk mu kandırıyorsunuz efendiler? Bırakın tatavayı, her anne babanın katil olduğu, başı beyaz sonu siyah olan bir dünyada neyin mutluluğu?
Starbucks'ta ansızın beliren bir kızımız. Yuvarlak güneş gözlükleri, deri ceketi, dr martens botları, macbook'u ve ifadesiz suratı ile uzaklara bakıp sarma sigarasından bir nefes çekiyor, belli ki memnuniyetsiz, starbucks'ta elit bir mutsuzluk yaşıyor kendince. Ben mesela iran sinemasından habersiz bir pislik olarak karton bardakta kahvemi alıp çıkıyorum, oysa ki o kendi kupasını getirmiş ve benim asla bilemeyeceğim indie grupları bilmenin haklı gururunu yaşıyor.
Belli ki yemeğe çıkılmış, kız nazik, sağ bacağı yere 40 derece açıyla yatık, dizden kırmış, sol bacağını da ona dolamış bacak bacak üstüne atıp, nası yapıyorlar anlamıyorum zaten şunu, çok acayipler. Yani mesela bunu çözsem tüm kadınları çözerim gibi geliyor.
Neyse ama nazik ve güzel bir kız, genç, gençler, eleman da öyle, en fazla 20. Eleman heyecanla birşeyler anlatıyor yemeğini yerken. bir ara elindeki çatalı suşiye batırıyor, önceden hazırladığı wasabi - soya sosu karışımına daldırıyor sonra, bir yandan anlatmaya devam ederken çatalı bir süre havada salladıktan sonra suşi dağılıyor tabi, ortalık pilav, çatalın ucunda beyaz tuna. Aldırmıyor eleman, tunayı ağzına atıp pilavı peçeteyle masanın ortasına topluyor.
Kız bacak değiştiriyor o ara, halen nazik, belki ufak soru işaretleri, elindeki chopstickler ile sashimi dürtüklüyor, sıkıldı sıkılacak ama eleman şirin, kıvırcık, bakıyor, kafası karışık, duyguları karışık, sashimiyi bırakıp dumpling atıyor ağzına bir tane. Nazikçe çiğniyor, eleman yine anlatıyor birşeyler, dinliyorum, arabasının bozulduğundan bahsediyor, babası yaptırmamış, çok sinirliymiş babasına, evi terk edip tanıdığı biriyle vape işine girmeyi düşünüyormuş.
Kız nazikçe peçeteyle dudaklarını siliyor, belli belirsiz bir renk kalıyor peçetede, abartmak istememiş belli.
Kararsız hala, şimdi onun sırası, eleman beklenti içinde, ağzından dökülecek sözcükleri bekliyor kızın.
"Araban ne?" Diyor kız.
Beklemiyor tabi eleman bunu, çünkü ne yanında ne karşısında, olay araba değil, olay aile.
"Eski boktan bi camry, büyükannemindi, o kadar paraları olmasına rağmen bir araba almıyorlar ve üstüne üstlük şimdi yaptırmıyorlar da" diyerek konuyu aileye çekiyor yine, derdi var, isyanı var elemanın.
Kız topu yine göğsünde yumuşatıyor, "bir arkadaşım var tamirci, belki ona baktırabiliriz" diyor.
Eleman sinirleniyor, çatalını bırakıyor, ellerini sallayarak, "hayır, o boktan arabaya bir daha binmeyeceğim" diyor ve devam ediyor, kız için ondan sonrası sessizlik, eleman konuşuyor ama birşey anlatmıyor, farklı seviyedeler, kız nazik, yapıcı, realist, belli ki birşeyler görmüş hayatta. Eleman ana kuzusu, baba parası yiyor, kendini beğenmiş, çocuk. Çok yol kat etmesi lazım.
Eleman anlatırken kız chopstickleriyle ustaca bir hareketle wasabi alıp sushisinin üstüne yapıştırıyor, sote zencefilden bir parçayı onun üstüne koyup soya sosuna daldırıyor ve ağzına atıyor.
Eleman anlattıkça anlatıyor, kız yine bacak değiştiriyor, artık pek oralı değil, chopstickleri ile tabağındakileri dürtüklerken kaçak bakışlar atıyor elemana, belli hoşlanıyor, ama besbelli yürümeyecek.
Hesabı öderlerken ben kalkıyorum, kira için para lazım, çalıştığım bok çukuruna geliyorum.
Fakat hala merak ediyorum, nasıl doluyorlar o bacaklarını öyle?
Amına kodumu çocuğu. Götüm sikilmiş 9 saat, temizliğin ardından kendimi dışarı atıp, merdivenlerde sigaramı yakmışım, elimde kahve gecenin bir yarısı boş boş gökyüzüne bakıyorum, karşıdaki 1888 yapımı binanın altında siyah elbisesi ve topuklularıyla zarif bir kadın boşluğa çemkiriyor asabi bir şekilde, o boş karanlıktan bi ara gözlerim ufak tefek bir lavuk seçiyor, kravatı kafasına takmış, sağa sola sallanıyor, ayakta zor duruyor herif, hala sırıtıyor, birşeyler anlatmaya çalışıyor kadına. Bir süre duruyorlar, sonra arabaya doğru yürüyüp gözden kayboluyorlar.
Kahveye bakıyorum simsiyah, gökyüzü simsiyah, çöp poşetleri ilişiyor gözüme siyah. "Izdırabını sikeyim dünya" diyerek koyuyorum sigarayı ağzıma, alıyorum çöpleri elime, o lüksü düşünüyorum, 2.5 sene olmuş bi kadın eli değeli elime, adam tartışıyor bir de. Ne bileyim, bi ben olduramıyorum sanki şu hayatı.
Feministin bayrak taşıyanıdır. Helal olsun len sana! Erkekler olarak dersimizi fazlasıyla aldık, sen amarsın biz uzaktan bakarız, zira mesafe iyidir moruk, bunun std'si var, bacak kılı var. Sen git yine az ötede feminist ol, biz iyiyiz burada.
Düşün bütün varlığı ve yokluğu yaratan tanrı, bir tane insan parçası inanmıyor veya sorguluyor diye üzülecek, alınacak falan. Kendi kulundan onu savunmasını bekleyecek. Resmen eziklik.
Sütyensiz gezmekle övünür, hip kahveciye gider, sarma sigara içer, "ya abi o öyle değil" der her konuda. Koltuk altı kıllıdır, beğenmeyen siktirsin gitsin moruk yanie'dir.