istanbul u terk edip yerleştiğim şehirdir. ( bu tanımdı şimdi sıvama zamanı )
Efendim, altı ay ı aşkın bir süre evvel bir takım sebeplerle istanbul dan ayrıldım. Esasında çok önceleri düşündüğüm bir şeydi, lakin yakın zamanda husule geldi. istanbul da yaşayan çoğu vatandaşın sık sık dile getirdiği bir husustur: Bu şehirde yaşanmaz, ancak başka bir yerde de yaşayamam, bıdı bıdısı. Bendeniz bitikos paşa ise evet, metropol köy den ayrılmalıyım, fakat bu vilayete çokta uzak olmayan bir yere yerleşmeliyim, düşüncesine sahiptim. Neyse, biraz süreçten bahsedeyim.
Benim mesleğim sigorta eksperinin raportörlüğünü yapmak. istanbul da çalıştığım yerde genç bir eksper var adı seko, yani Serkan işte anla. Her neyse bizim seko, iş yerinde bir takım problemler yaşıyordu, çıkmazdaydı ve ziyadesiyle huzursuzdu. Nitekim evli ve iki çocuk babası olması bazı şeyleri kestirip atmasına, rest çekmesine maniydi. Kendisiyle konuştum.
Bak seko, gel biz bu işi anadolu da yapalım dedim. Hem istanbul dışında daha rahat çalışırız, hem de başımızı ağrıtan daha az problemle karşılaşırız. Bir hayli gaza geldi, sonrasında eski iş yerimizden izin aldık ve seko ile sigorta şirketlerini dolaşmaya başladık. Çoğu firma bize Eskişehir, Çanakkale ve Konya illerinde eksper yetersizliğinden dem vurdu. Seko nun aklına Eskişehir fikri çok yattı. Çünkü üniversiteyi burada okumuştu, iyi kötü birkaç eski ahbabı da vardı.
Nihayetinde seko ile dönülmez bir yola girmiştik. Evet, belki cebimizde paramız sermayemiz yoktu, fakat seko nun bir sürü kredi kartı vardı ve biz bir süre idare eder, zaten birkaç ay a kalmaz köşe oluruz hayalleriyle kendimizi büyük bir girdabın içine attığımızın farkında değildik. Seko ardında eşini ve iki çocuğunu bırakıp, ben de sevenim olmadığı için sadece arkamdan ağlayan garip anamı gözü yaşlı bir şekilde bırakıp geldik Eskişehir e.
Ulan nasıl anlatsam bilmiyorum, ilk üç ay öyle zorluklar çektik ki, gerçi şimdi de çekmiyor değiliz, ancak ilk zamanlar çok kasvetliydi. Ebe ibneler kim dedi size cebinizde beş kuruş olmadan, böyle basit bir şeymiş gibi görünse de büyük bir nane yemeği.. Hıı? Hadi seko gözü kara bir adam sayılır, pire için yorganı yakar, ya sen bitikos paşa hazretleri! Senin neyine? istanbul dan sıkılmışta, artık nefes almak bile zor geliyormuşta, bu yerlerden alıp başına gidecekmişte. Sıçarsın işte böyle, oh olsun sana. Konu esasında iş mevzusunda sıçmak değil, olur veya olmaz. Hayatımda bugüne kadar ne para biriktirdim, ne de bir taşınmaz sahibi olabildim. Ko götüne, benim derdim esasında bu değil ki. Bu şehrin kahpe ortamı. Can sıkıntısından patlayacam arkadaş, evet uzaklaşacaktım istanbul dan ve kendimi dinleyecektim, gürültüden ve olanca hengameden uzak yerlerdi hayalim. Ancak nerden bileyim Eskişehir in bana hiçte hitap etmeyen bir mekan olduğunu. Fuhuş ve alkol batağına batmış bir yer olduğunu. Gönül muhabbet ister, akşam ince belli bardakta çay içip dost sohbeti ister. Nerde… Emin ol altı aydan fazla süredir buradayım bir tane arkadaş, dost, ahbap adı her neyse yok ulan yok. Üniversiteli tiplerle mi muhabbet edeyim. Adamlar zıvanadan çıkmış. Her yer cafe, bar ve sikko ortamlarla dolu. Bu şehrin üzerinde çok kara bulutlar dolaşıyor çok. Şimdi bana çıkıpta aman çok modern bir şehir de, ne yani akp gelsinde özgürlükleri mi kısıtlasın tarzı söylemlerde bulunmayın. Mevzu bahis bu değil. Ey analar ve babalar sizlere sesleniyorum, Allah aşkına biraz seviyorsanız evlatlarınızı iyi dinleyin beni;
Öğrenci apartları fuhuş yuvası, kız öğrenci yurtları gece vakti genel ev gibi. Araban olsun yeter, takıyorsun koluna 18 lik 20 lik o biçim kızları götürüyorsun. Ne yani eskişehir de üniversite okuyan her öğrenci ailesiyle mi gelsin? Evet, gerekirse gelsin, yada hiç yollamasınlar çocuklarını, özellikle kız çocuklarını. Kendini muhafaza edebilen bacılar sözüm meclisten dışarı. Ahlak polisi filan değilim, gerici hiç değilim. Fakat malumunuz üzre bizim de örflerimiz adetlerimiz, ananelerimiz var. Ahlak yoksunu bir millet değiliz, her taraf abuk sabuk tiplerle dolu. Senin çocuğun evde başka Eskişehir de başka. Bak başımdan geçen bir hadiseyi anlatıyorum dinlemeye devam et;
Yine buhranlı bir akşam, kendimi atıverdim dışarı, kahve içiyorum tenha bir cafede. Kızın biri beni kesiyor, oturdukları masada bahsettiğim tipi tiplerden fazlasıyla var. Sonra ne olduysa kız yanlız kaldı ve usulca yanıma yaklaşıp oturabilir miyim dedi. Demeye kalmadan da oturdu masama. Heralde benim bu şehre bir hayli yabancı olduğumu anlamış olacak ki, muhabbet bu yönde gelişti. Her neyse çıktık cafeden, tam bana müsade diyecek oldum ki, olmaz bana gidecez diye karşılık verdi. Hay anasını, ulan abazanlık tavan yapmış tamam da, bir yanda da göt korkusu var tabi. Bu kadar mı rahat olunur hacım. Kız beni evine attı, ötesi var mı ya? Zor kurtardım bekaretimi ve kaçtım evinden bir fırsatını bulup.
Ne desem boş, hadi al başını dön geri o zaman veya başka bir yere git deseniz, nasıl yaparım seko ne yapacak? işler yavaş yavaş rayına oturur gibi olmuşken, abi ben pişman oldum dönmek istiyorum desem, adamı biz ayarttıkta buralara geldik.Yarı yolda nasıl bırakırım. Velhasılı kelam ne bok yiyeceğimi bilemiyorum. Dışarıda kahpe bir ortam var ve bu sebeple çoğu zaman evde yalnız geçirmek zorunda kaldığım akşamlar. Kıçını parmakla dediğini duyar gibiyim eskişehir in. Ben çıkmazda, Eskişehir çıkmazda...
Efendi, cuma gecesi eskişehir' den denizli' ye yeni tanıştığım bir hatunla buluşmak için yola çıktım.
s.ktiğimin antalya yolu sabaha kadar ağzıma sıçtı. neyse güneş doğmadan vardık, adam gibi oto garı bile
olmayan dağ yamacına kurulu sikko şehre. ( denili' li hiç alınma kızma, sinirliyim idare et bu seferlik )
işi gücü olmayan bir sürü insan ve birkaç yolcu banklarda uzanmış yatıyordu. hanım kız: '' saat kaçta gelirsen
gel muhakkak haberdar et '' dediğdi, fakat sabahın beş buçuğunda nasıl arayabilirdim ki? Biraz vakit geçir
mem gerekir diye düşündüm ve volta atmaya başladım. açık olan bir büfeden daha evvel hiç duymadığım bir
ibrahim tatlıses şarkısı çalıyordu. sonra baktım olmayacak boş bir bank buldum ve kıçımı dikip sağ yanım
üzerine uzandım. yakınımda bir köpek osura osura uyumaktaydı. biraz vakit geçince yorgunluktan gözlerim kapan-
mış, yarım saat kadar dünyadan bir haber ciddi ciddi uyumuşum. kıçıma kadar türlü türlü krampların girdiğini
hissedince doğruldum. saat yediye geliyordu ve acı gerçek açığa çıktı. çır çır olmuştum. deli gibi tuvalet
aradım ve malum işi hallettim. sıcak bir çorba içeyim dedim ama çır çır mevzusu uzar da rezil oluruz diye
vazgeçtim. ne yapsam vakit geçmiyordu...
gün ağarmaya başlayınca biraz hareketlendi otogar. rakip iki firma çalışanının gelen yolcuları kapmak için
türlü türlü laf oyunlarına şahit olmaktaydım. eğlenceliydi, hiç tartışmıyorlardı. hangisi baskın çıkarsa müş-
teriyi kapıyordu. sonra saati sekiz yaptık, baktım olmayacak mesaj attım hatuna. sağolsun hiç bekletmedi. 45
dakika sonra yanımdaydı. yürümeye başladık klasik sorular eşliğinde. ee nasıl geçti yolculuk? çok beklettim mi
falan fistan, börtü böcek derken çokta ortak yanımızın olmadığını ve olmayacağını bildiğim söz konusu hanım kız
kahvaltı yapmamız için bir börekçiye soktu beni. hacım bir porsiyon böreğin henüz çeyreğini bitirmeden birkaç
tane sinek yuttum, hissettirmedim ama gözlerim sulandı aq. o nasıl mekandı öyle. detayları anlatmıyorum sen anla...
tekrar yürümeye başladık, kızla istanbul' dan tanışıklığımız var, bu ikinci buluşmamızdı. denizli' de üniversite
kazanmıştı ve ilk senesiydi. malum okulda yeni başladı sayılır, haliyle kendisi de pek fazla yer mekan bilmiyordu.
yürürken adam gibi bi cafe kesiyorum sağda solda ama bi sik yok. birşeyler konuşuyordu fakat, benim ne
işim var burda pişmanlığını çoktan yaşamaya başladığım için pekte dinlemiyordum. sonra, ya bu nasıl memleket dedim, oturup çay kahve içilecek bir mekan yok mu allasen? hacım alakasız bir şekilde sıkıldın mı? sorusuyla
soruma karşılık verince, hafiften kan sıçradı beynime. hiçbir şey demeden dönüp arkamı gidesim geldi lakin ya
sabır çekip hafif bir tebessümle, yok sadece yoruldum biraz oturalım demekle yetindim...
kampüsün etrafında cafeler var görmüştüm, dedi ve bir minübüse atlayıp bahsettiği mekana gittik. gelmişken sana
kampüsü de gezdireyim dediğinde uykusuzluktan ve ishalin tuz kaybına yol açmasından dolayı gözlerim kararmaya başlamıştı. bu isteğini de kırmadım ve peki diyerek geniş bir araziye yayılmış olan pamukkale üniversitesini gezmeye başladık, bu esnada bir de ne göreyim. banklar ve ortasında bir gölet olan içinde de ördeklerin tepiştiği bir parkımsı.
hadi biraz otoralım şurda dememle yine aynı soruyu yöneltti. sıkıldın mı? ulan çok mu belli ediyordum acaba
bin pişman olduğumu da bu soruyu sorup duruyordu acaba diye düşünmeye başladım. neyse biraz oturduk ve kahve içmek
için bahsettiği cafelerden birine girdik, hacım burda da bi ton sinek, hanım kızın suçu yok ki. ne menem bi yerdi
burası, benim ne işim vardı hay aq' dı, serzenişleriyle kafamda antiloplar sikişirken hatun sürekli sessizlik olma-
sın maksadıyla konu üstüne konu açıyordu. öyle ki bir ara süleyman demirel ve adnan şenses' den bahsettiğini anımsı-
yorum. neden hatırlamıyorum da anımsıyorum diyecek olursan hacı abi, e aq. gözlerimi açamıyordum yorgunluktan
bir de çır çırdan vurgun yemişim, kendimde değilim ki. konuşmalara iştirak etmeyip yönelttiği sorulara tek kelimelik ce
vaplar vermekle vakit geçirmekteyiz...
neyse fazla uzatmayayım, öğle yemeğini yedikten sonra, iki saat kadar yine yürüdük ve ebem iyiden iyiye sikilmeye bala-
dıktan sonra akşam üzeri kaçıverdim bahse konu olan denizli' den. büyük konuşmak istemiyorum, henüz askerliğimi yapmadım, orda yaparım falan fıstık, fakat bir daha il sınırlarına dahi girmek istemem denizli' nin. her anım ne işim var benim burda demekle geçti aq. yorgunluk, çırçır ve boş muhabbetten mütevellit kızın elini bile tutmadım. anlayacağın elime bi sik geçmedi hacım. ne yaparsın işte bu da böyle bir anımdır aq...
--spoiler--
* 1994 yılına kadar bayan terzi yoktu şimdi var.
* Ülkede tren yok.
* Peynir, zeytin, üzüm, elma, kavun, karpuz, portakal bilinmiyor.
* Çamaşır makinası, buzdolabı yok elektrik süpürgesi yok.
* Zaten elektrik yok, olanı da halkı aşar.
* Şebeke suyu maalesef yok.
* Ekmek yok (çapati denilen yağlı yufka da 2 dolar )
* Ama polise yok yok. Maaşları 300 ile 2000 dolar arasında değişiyor. (Diğer memurların maaşı 50 dolar civarında) Hal böyle olunca da bir polis yanında şoför, temizlikçi, aşçı, bakıcı çalıştırabiliyor.
--spoiler--
Tüm bunları boşverelim şimdi, biz içelim eğlenelim.
haksızmıyım!
o değil de benim platonik mevzular bu ara çok karışık.
hacım, kızın erkek arkadaşı bugün itibariyle askerliği bitirdi. ramazandan sonra bir söz olur, bahara nişan, önümüzdeki yaz ise kır düğünü.
- ne bok yiyecem bilemiyorum lan sözlük.
+ kıcını parmakla yavrum, olmadı buzlu badem vereyim..
- sen de mi sözlük?!
--spoiler--
Her şekil dardır, mana, nasıl sığar?
dilenci kulübesinde, sultanın ne işi var?
Şekle bakan gafil, manadan ne anlar?
cemali görmeyince, cananla ne işi var?
--spoiler--
ilk cümle başta olmak üzere mevzuyu iyice kavradık değil mi canlar?
gidiş - dönüş 660 km' yol tepip geldim, lakin bir gram koymadı. O derece keyif aldım.
asker dostumuza hayırlı teskereler diler, küçüklerimin gözlerinden büyüklerimin ellerinden öperim.
not: gurbete alıştık hacım, entylerimizde bile mektup havası var. stop!
Kendi üzerinde dönen değirmen taşları misali dönüyorum odalarda;
Seccadeler nerde?.. Kıble hangi yöne doğruydu bu evde?..
Başıma koymak için takke, çekmek için tesbih var mı?..
Bugün bitti. Gece de gidiyor... Bir günüm daha bitti; ben nereye gidiyorum?..
Gün gün, saat saat, dakika dakika ölüyorum!.. Gidiyorum!.. Tükeniyorum; haberim var mı?..
Her şeyi sevmek... Çok güzel. Kendini sevmek... Çok güzel. Peki, bu nasıl kendini sevmek? seviyorum çığlıklarıyla yak kendini hadi!.. Erit kendini, tüket, bitir!..
Sen... Ey sen, aynadaki!.. kalan ının farkında mısın? Peki talan ının? Sen... Ey sen, aynadaki!..
Dün de bakmıştın aynaya. Farkında mısın; bugün daha yaşlısın!.. Bugün daha çökük, bugün daha çirkin, bugün daha tedirgin!.. Çünkü biraz daha dökülmüş saçların, biraz daha buruşmuş suratın!
Biraz daha; bir saniye, bir dakika, bir saat, bir gün daha yaklaşmışsın düşeceğin çukura!..
Nerde, Nerde seccadeleeer?.. Kıble hangi yöndeydi bu evde?.. Ninem son gelişinde ne tarafa doğru namaz kılmıştı?..
Katlanır rahlenin nasıl açıldığını unuttum. Ve onun içinde açılan kitab' ın yüzümü ve içimi nasıl aydınlattığını...
içim... Aahhh, içim yanıyor.
Bugün bitti, gece de gidiyor... Bir günüm daha bitti; ben, ben nereye gidiyorum?.. Gün gün, saat saat, dakika dakika ölüyorum... Gidiyorum... Tükeniyorum; haberim var mı?..
Son tuttuğum orucu hangi iklimde bıraktım?.. Son kıldığım namaz hangi seccadeyle katlandı?.. Merak ediyorum; Kâbe hâlâ bekliyor mu beni?.. Bilmiyorum... Bilemiyorum. Ama şundan eminim:
Mezarım beni bekliyor! (Bul Beni den...)
şimdi oturdum toprağa, dağların ardından güneşin batışını izliyorum,
karmaşık duygular besliyor kalbimi,
gerçekten özlemişim oraları..
Lan, çocukluk arkadaşımın askerkeyken bana yolladığı mesaj.
Okuduktan sonra böyle.. nasıl anlatsam garip bir hüzün çökmüştü üstüme,
yutkunamıyordum hatta. Hala durur bu mesaj, bir ömür de silmem vesselam..
trixx (bkz: eski dost) davet etti, gelmeyen basur olsun, kıl dönmesi olsun dedim.
( ki oldum, buna ayrıca muayeneler esnasında geçireceğim muhtemel ince hususları da dahil edip tüm teferruatıyla birlikte yazacağım. )
hem pirim (bkz: istenmeyen adam) de organizasyonun organizatörlüğünün organizesini organize edenlerdenmişmiş.
gönül muhabbet ister, elbette koşaradım geleceğim! tüm bunların yanı sıra diğer sözlük yazarlarıyla tanışma şerefine nail olmakta
işin tuzu biberi olacak pe tabi..
'' Bir câhil bu büyüklere dil uzatırsa,
Cevâb vermeğe değmez dersem iyi olur.
Hep aslanlar, bu zincire bağlanmışlardır,
Kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? ''
Efsaneye göre lületaşını ilk bulan ve bu taşın yer altı yolunu ilk ortaya çıkarının bir köstebek olduğu söylenir. Anlatılan efsane şöyledir:
Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylerine gitmektedir.Genç çoban yorgun düşer,acıkır,oturur;azığını çıkarıp yemeğini yemeye başlar.O sırada,topraktaki bir delikten bir canlının aktaş toprakları yüzeye çıkarmaya çalıştığını görür.Çoban bunlardan birine eline alır ve çakısıyla yontmaya başlar. ilk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın on dördü gibi güzel bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasaydın!" diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı varmış. O günden beri her lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş köylüler.
Lületaşı işleyenler için bu efsanenin anlamı büyük. Lületaşını yedi kat yerin dibinden çıkaran köstebeği, sanatlarının öncüsü ve pirleri olarak kabul ediyorlar.
asa' yı alıp eline vurmadan kendini dağa taşa, haberdar et beni ey dost!
ayak izine yüzümü sürüp el almalıyım senden!
sonra gölge etmem merak etme. bu dileğimi geri çevirme yeter!
malum benim yolum uzun ve engebeli, ayrıca arvas çok ırak ve kara kış..