kış boyunca hiç tutmayan tahmindir. nedendir bilinmez birde gereksiz övünürüz hava tahmininide şöyle iyi şöyle ileriyiz diye ama türkiyenin başkenti için yaptıkları uyarıların hiç biri tutmaz ; meterolojiye kalsa 3 aydır ankaraya kar yağıyor ulan bir insan bukadar palavracı olurmu? hiç bir tahminimi tutmaz. para ile bahis satan kalpazanların bile verdiği 10 maçtaN BiRi BiLE TUTUYOrken istanbuldaki metoroloji çalışanları resmen hattrick yaparken ankaradaki metoroloji çalışanları deyim yerindeyse hergün tahminleri fiyasko ile sonuçlanıyor. gerçekten merak ediyor insan attıkları balon ılgaz dağınamı uçuyor oranın verilerini ankara diyemi veriyorlar istanbulun iklimi ankaranın ikliminden daha karmaşık olmasına rağmen polar hava cepheleri + denizel etki gibi bir çok kavram olmasına rağmen istanbulun her tahmini net doğru çıkması bir ankaralı olarak dikkatimi çekmedi değil.
(bkz: meteroloji istifa)
bugün antalyada yaşanmış olaydır. yahu neden basında firma teşhir edilmez anlayabilmiş değilim zaten benim asıl merak ettiğim hangi firma olduğu zaten nasıl dengesiz bir firmaysa adama özür mahiyetli gene çikolata getirmiş hadi bakalım birdaha böceği bulursan bu sefer 10 kutu aq der gibi.
bugün oynanan karabükspor beşiktaş maçında beşiktaş misafir trübünlerinden yükselen slogandır. tuhaf olanı bunlar sözde kardeşti anadolunun kardeşliği varken karabük denilen takım beşiktaş ile dostluk kurmayı tercih etmişti tabi sonuç ortada ve zamanında ankaragücünün ahını alan her takım bugün perişan halde . zaten karabüksporda gerek taraftarı gerekse futbolu ile süper lige yakışmayan takımlardan biridir. küme düşecek olması isabetli olmuştur.
taraftar ve takım ilişki vazgeçilmez bir unsur ve bir elmanın iki yarısı gibi görünse de gerçekte taraftarın hiç bir fonksiyonu yoktur misal taraftar başkanını seçemez taraftar teknik hocaları seçemez ve süper ligde bir çok takımın taraftarı bile yoktur olanlarında söz hakkı yoktur misal kimse passo ligi istememekte ama zorla dayatılmakta taraftarın dediği olmamakta misal fenerbahçe taraftarı emenikeyi istememekte ama emenike taraftarın tepkilerine rağmen herzaman ilk 11 de yer bulmaktadır. fenerbahçe taraftarı hariç çoğunluk emre belezoğlunu sevmez tasvip etmez ama milli formayı tepkilere rağmen halen giymeye devam eder neticede taraftar nedir ne işe yarar sorusunu sormak gerekir. kısaca taraftar klüpler için yolunacak kaz dan başka birşey değildir. yada bu durum sadece bizde geçerlidir.
allah düşmanımın bile başına vermesin dediğim bir hastalıktır dmd ; açılımı (bkz: duchenne muscular dystrophy) tamamen kaslara etki eden önce kalça ve bacak kaslarına etki ederek daha 6-7 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkum eden ardından akciğer kaslarını işlevsiz hale getirerek makineye bağlanma ve en son kalp kaslarını durdurarak bir yaşama son veren hastalık sadece erkek çocuklarına etki ediyor kızlar için ise sadece taşıyıcılık söz konusu insan başına gelmeyince bilemiyor araştırma gereksinimi bile duymuyor ama başa gelince hiç şüphesiz bu hastalığı çeken biliyor en acısı da bir anne ve babanın gözleri önünde yavrularının eriyip gitmesi iran atasözünde derki; allah düşmanıma evlat acısı vermesin . evlat acısı acıların en büyüklerinden biridir hiç kuşkusuz dmd ile ciğeri yanan bir ana babanın da durumları bundan da ağırdır gözleri önünde hergün eriyen bir can görmek zorundalar göz yaşlarını silip onlara gülümsemek zorundalar bir gün o kötü sürecin geleceğini düşünerek yaşamak zorundalar. her anne ve babanın çocukları ile ilgili gelecek planlaması vardır biz dmd li ailelerin ise tek derdi çocuklarını biraz daha fazla yaşatabilmektir. bunun için bir firma bir ilaç geliştirdi bu ilaç sayesinde hastalığın seyrinde bir yavaşlatma söz konusu neticede evlatlarının o makineye bir kaç yıl geç bağlanacağı nı bilmek biraz olsun umut du aslında taki sgk bu ilacı karşılamama gibi bir durum söz konusu oluncaya dek sebeb olarakta ilacın üçüncü faz da olmasıymış ilacın fiyatı 3 bin euro civarında almanyada ise bu ilaç devlet tarafından karşılanmakta ve bir çok batılı ülkelerce desteklenmekte ama gel görki bizim sgk ya bu durumu anlat dmd li aileler seslerini duyurabilmek için bimere dilekçe üstüne dilekçe attılar yetmedi şimdi de imza kampanyası başlattı çok değil bunu imzalamak sadece bir dk change.org girilerek bir imza oluşturuluyor ve yetkililere bir istek hastalarada umut olarak geri dönüyor şuan ekşi sözlük de bu kampanyaya destek oluyor twitter da facebookta bir çok atılımlar mevcut. sadece bir dk ayırarak sizlerinde desteğini alabilmek umudu ile.
bugün oynanan izlanda türkiye maçı.
bir yanda düzce kadar bile nufusu olmayan izlanda öbür yanda 74 milyonluk ülkenin kahraman eşşekleri.
(bkz: tüpçü istifa)
edit:tüpçü allah belanı versin)
tuhaf bir durumdur insanın aklında soru işaretleri bırakmaktadır. doğuda hergün eylem haberleri okumakta izlemekteyiz nitekim taşlı sopalı molotof kokteyli havai fişekli olan eylemlerde hiç ölüm haberi duymazken batıda olan her eylemde yaralılar ve ölüm haberleri duymaktayız elbette bu ülkede hiç bir eylemde kimse ölmesin demiyeceğim bu ülkeyi istemeyen bayrağı çiğneyen utanmadan pkk lı yandaş eylemi yapanlar gebersin yada defolsun gitsin. lakin nedense tam tersi olmakta tuhaf olan bu; batıda her eylemde ölüm ve yaralı haberleri alırken doğuda hiç bir eylemde yaralı ölü haberi alınmamakta acaba polis batıda bizim polisimizde doğudakilerin polisi değilmi? onlara müdahalede bulunulmamaktamıdır? insanın aklına bunlar haklı olarak gelmektedir.
malesef çoğunlu öyledir. doğudaki çocukları önden sürüp polisle çatıştıran peşmergelerden tek farkları hem türk hem sözde kürdistan bayrağını yanyana sallamalarıdır. okullarda ders zili çaldıktan sonra ankarada eylemlerin tavan yapması en büyük örneğidir.
hristiyanlığa en büyük darbeleri ateistler vurmuştur. incil insan eliyle defalarca düzenlendiği için bir çok hatalar sıralaması mevcuttur mesela ateistlerle hristiyanlar arasında avrupada şu sıralar var olan tartışma aynen şöyledir.
incil: ilk insan 5 bin yıl önce hz adem olarak yaratıld
ateistler: kardeşim ne alaka 10 bin yıllık mağara resimleri var ilk insan homosapiendir. vs vs
yeni incil : tamam bilader bişeymi dedik hz adem onlara öğretmen olarak gönderildi.
kuran-ı kerim: kuran allah sözüdür çelişki yoktur eğer bu kuran beşer sözü olsaydı bir çok çelişkiler bulacaktınız...
nazihat suresi 30 : Ve yeri de yumurta biçimine soktu (dahv)
Naziat Suresi 30`da dünyanın şekli ile ilgili dahv kelimesi geçiyor. Dahv kelimesinin köklerinden türetilen kelimeler yuvarlaklık ifade etmektedir. Bu anlamlardan biride devekuşu yumurtasıdır. (bir tek deve kuşu yumurtasının şekli geoit dir.)
................
(13 Rad Suresi, 41: Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. Onun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir
dünya kutuplardan basık ekvatordan şişiktir kısaca dünyanın kuzey ve güneyi eksiktir.
.................
(39 Zümer Suresi 5 :Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor
Bu ayette sarıp örtme olarak çevrilen kelimenin karşılığı tekvir dir. Bu kelimeyi yine Süleyman Ateş tefsirinde şöyle açıklamaktadır:
Tekvir ip yumağı gibi bir şeyi birbiri üstüne dolamaktır. Allah geceyi gündüzün üzerine dolar, gündüzü de gecenin üstüne dolar cümlesi, gayet açık olarak Dünyanın yuvarlaklığını ve ekseni çevresinde döndüğünü gösterir. Çünkü dolama ve sarma işi yumak gibi top gibi şeylerin üzerinde olur.
...................
inşikak 3,4. Yer uzatılıp dümdüz edildiği ve içindekileri atıp boşaldığı zaman.. :
kuran bu ayette kıyametten bahsediyor peki bunlara inanmayan adama sormazlarmı? madem inanmıyorsun kuranın dünyanın şekli hakkında küre dediğine ozaman düz olan dünya nasıl dümdüz edilebilir diye? kıyametde deperemler volkanlar harakete geçecek okyanuslar tüm dünyayı yutacak dünya dümdüz olacak kuranında dediği gibi güneşin bürünüp büzüldüğü zaman ozaman allahın vadi gerçek olacak.
(not:bu ayetler ozamanlarda birçok ianançsızın ellerini güçlendirmişti nitekim ozaman dünyanın şeklinin kesin olarak düzlüğüne dünyanın çevresinin acı nehir devasa yaratıklarla çevirili olduğunu dünyayı iki öküzün sırtında olduğu ve güneşinde asla sönmeyecek sonsuza kadar sürecek bir ateş olduğuna kesin olarak inanılıyordu taki müslümanlar için 600 lü yıllara müslüman olmayanlar için rönesans dönemine.)
bilimin halen çözemediği sebebi bilinmeyen yanma vakasıdır.
vakaların ortak özellikleri
+ sebebi bilinmemekte
+ çok güçlü ateşler bile bedeni yakarken kemikler sağlam kalır yalnız bu yanma vakasında kemiklerde erir
+ yanan kişilerin bedeninin yalnız bir kısmı yanarak erirken birbaşka kısmı sağlam kalır
+bu ateş çok güçlü olduğu halde çevreye asla zarar vermez.
bu durum ülkemizde görüldüğü hiç bir kayıtlara geçmemekle beraber avrupada bilimin halen üzerinde açıklamaya çalıştığı bilinmeyen durumdur.
türk araştırmacı yazar ve ünlü fizikci kaan öztürk bu konu yu bilimsel tartışmalar yapan sitesine ''cehennem ateşimi yoksa metobolik bozuklukmu başlığıyla gündeme getirmiştir. yazar makelesinde bugüne kadar geliştirilen teorilerin netlik vermediğini savunmuştur.
oturduğu yerden kül olanlar cehennem ateşimi yoksa metabolik bozukluk mu
2006 yılında, Fransanın bir köyünde yalnız yaşayan 57 yaşında bir adam, evinde yanmış halde bulundu. Başı, göğsü, kolları ve ayakları neredeyse sapasağlamdı, ama vücudunun karnından bacaklarına kadar olan kısmı tamamen kül olmuştu. Yanmış bedenin birkaç santim yanındaki gazeteler, hasır iskemle, ve diğer nesneler isten kararmış, fakat yanmamışlardı. Evin kapısı içeriden kilitliydi ve anahtar içeriden kilide takılmıştı. Kapıyı kırmaktan başka içeri girme yolu yoktu. [1]
Yine 2006 yılın da, 55 yaşında bir adam Cenevredeki evinde ölü bulunduğunda bedeninin dizlerinden göğsüne kadar olan kısmı, kemikleri dahil, bütünüyle küle dönmüştü. Fakat başı, bacaklarının alt kısmı ve ayakları çok az zarar görmüştü, çorapları ve ayakkabıları hâlâ üzerindeydi. Ceset halının üzerindeydi ve halının sadece cesede temas eden kısmı yanıktı, vücudun etrafındakı kısmında hasar yoktu. Ahşap mobilyalar, kanepe, masa, çok yakında olmalarına rağmen yanmamışlar ama yağlı, sarımtırak bir maddeyle kaplanmışlardı. [2]
Bu vakalar, ve nice benzerleri, adli tıp araştırmacılarının alışık olduğu yanmalardan ve olağan ev kazalarından çok farklı özelliklere sahip. Geçmiş yüzyıllardan bu yana defalarca benzer nitelikte vakalar anlatılageldi. Bu olguya, 19. yüzyıldan kalma (ve artık yanlış bulunan) bir terimle Ani insan Yanması (Spontaneous Human Combustion) adı veriliyor.
Bu tür yanmalara dair bilinen en eski yayın 1663 de, Pariste yatağında yanarak ölen, ama yatağının çoğu ateşten etkilenmemiş olan bir kadına dair bir rapordur. Ondan seksen yıl sonra, 1745 te Philosophical Transactions of the Royal Societyde başka bir vaka aktarıldı: 62 yaşındaki zarif ve asil Cesena Kontesi Cornelia Baudi, 1731 yılında bir sabah yatağıyla penceresi arasında bir kül yığını olarak bulunmuştu. Kül haricinde geriye sadece çoraplı bacakları kalmıştı, odadaki eşyalar yangından etkilenmemişti. Makalede En iyi açıklama, içten gelen bir ateşle yanmış olduğudur diye yazıyordu. [3]
19. yüzyılda ingiltere ve Fransada yeni vakalar rapor edildi. 1832 yılında yazılan bir derleme, 1692 ve 1829 arasında gerçekleşen on dokuz ani yanma vakası listeledi. Kurbanların çoğunun sık sık veya sürekli olarak alkol aldığı belirtildi. Tartışmalar başladı, ama vakaların nadirliği yüzünden veriler yetersizdi. Ani yanma diye bir şey olmadığını, ifadelerin güvenilmez olduğunu söyleyenlerin yanı sıra, kurbanların çoğunun alkolik ve Viktoryen ahlâkın sınırlarını zorlayan insanlar olmasına işaret ederek, tanrının gazabı olduğunu ima edenler de vardı.
1888 de British Medical Journalda yayınlanan bir raporda, samanlıkta uyurken yanarak kül olan bir adamdan bahsedildi. Elleri ve sağ bacağı kopup aşağıdaki ahıra düşmüştü. Doktor, yakındaki saman yığınının ateş almadığına bakarak, ateşin dış sebeplerden değil, kurbanın içinden başladığına kanaat getirdi. Kurban aşırılığa kaçan davranışları ile bilinirdi diye yazarak, arif olan anlar demeye getirdi.
Dönemin ruhçuluğa ve paranormale yatkın romantik havasında, cehennem ateşi imgesi ve nokta vuruşlu ilahi gazap algısı, ani yanma olayını mistik bir hâleye büründürmüş olsa gerek. Nitekim ani yanma, dönemin edebiyatında Dickens, Zola, Balzac, Twain, Verne gibi yazarların eserlerinde yer bulur. Belki biraz da bu mistik hava yüzünden bilimciler ani yanma olaylarına bir süre sırt çevirdiler.
Ancak, 20. yüzyılda benzer vakalar görülmeye devam etti. Adli araştırma yöntemlerinin gelişmesi sayesinde daha ayrıntılı belgelemeler yapmak mümkün oldu.
Mary Reeserin 1951deki ölümü en iyi incelenen vakalardan biri oldu. Floridada yaşayan Reeser, 2 Temmuz 1951 akşamı oğlunu ve torununu ziyaretine geldiğinde uyku haplarını almış, uyumaya hazırlanıyordu. Ertesi sabah bir komşusu onu uyandırmaya geldiğinde kapı kolunun tutulamayacak kadar sıcak olduğunu gördü. içeri girildiğinde odanın dumanla kaplı olduğu görüldü. Odanın ortasında, içinden tek bir bacak çıkan bir kül yığını vardı. Tavandaki kiriş hâlâ küçük alevlerle yanmaya devam ediyordu, ama diğer eşyalar isle kararmalarına rağmen yanmamışlardı. [4]
Aynı korkunç kader başka yer ve zamanlarda tekrarlandı. 8 Kasım 1964 de Helen Conway, Pennsylvaniadaki evindeki koltukta, bacakları sapasağlam ama geri kalanı kül olmuş olarak bulundu. 5 Aralık 1966′da Dr. John Irving Bentley aynı kadere Coudersport, Pennsylvaniadaki evinin banyosunda yakalandı, geriye sadece bir bacağının dizden aşağısı ve giydiği ayakkabısı kalmıştı.
Bu şanssız insanların akıbetleri fotoğraflarla kayda geçti. Bu fotoğraflar çok itici ve korkunç olduklarından bu yazıya hiçbirini eklemedim. ilgilenenler verilen isimlerle internet araması yaparak veya kaynaklara bakarak resimleri görebilirler.
Jenny Randles ve Peter Hough, tarihi vesikaları tarayarak 1613 ve 1990 arasında 111 tane ani yanma vakası tespit etti. Bunların çoğu ingiltere ve Fransadandı. 1988-2000 arasında Fransada beş ayrı vaka [5], 2000-2011 döneminde ise Avrupa ve ABDde oniki vaka bildirildi [3]. Tarih boyunca bildirilen ani yanma vakalarının toplam sayısı 150-200 arasında.
Uzunca bir zaman ani yanma diye birşeyin olmadığı söylenirdi, ama artık adli tıp bu olguyu gerçek olarak kabul ediyor [1,3]. Elbette paranormal veya ilahi değil, sadece yeterince açıklanamamış nadir ve şaşırtıcı bir olay.
Ortak özellikler
Ani yanma terimiyle tanımlanan olaylar, başka yanmalardan farklı özellikler taşıdıkları için şaşırtıcı ve ürkütücü. Bu vakaların hepsinde vücudun orta kısmı, kemikler dahil olmak üzere, tamamen kül oluyor, fakat kafa, kollar veya bacaklar sağlam kalmış olabiliyor. Alelade yangınların kurbanlarında ise tam tersine, en büyük zarar kafa, eller ve ayaklarda görülüyor.
Başka bir şaşırtıcı ortak özellik, cesedin yanı başındaki eşyaların hiç yanmamış olması.
Yanan vücuttaki yağın sıvılaşarak yere akmış olduğu görülüyor.
Kurbanların hiç birinin yanında şiddetli bir ısı kaynağı veya ateşleyici madde bulunmuyor; en fazla sigara, çakmak, su ısıtıcısı gibi basit nesneler var. Bu eksiklik garip, çünkü et, çoğunlukla su barındırmasından dolayı kolay ateş alabilen bir madde değildir.
Kurbanların hepsinin olmasa da birçoğunun kanında yüksek oranda alkol tespit edildi. Bu yüzden 19. yüzyılda alkolün dokuları yanıcı hale getirmiş olabileceği ileri sürüldü. Ancak, alkol safken bile yandığında güçlü bir ateş yaratmaz. Alkol alevinin içinden elinizi rahatlıkla geçirebilirsiniz. Ünlü kimyacı Justus von Liebig, bu hipotezi test etmek için 1851′de yaptığı bir deneyde, %70lik alkol çözeltisi içinde muhafaza edilen numunelerin Bunsen ocağı alevinde bile tutuşmadıklarını gösterdi. Ne kadar alkol alırsanız alın, etiniz yanıcı hale gelmez.
Kurbanların neredeyse hepsi orta yaşın üstünde, sağlıkları çok iyi değil, ve yalnız yaşıyorlar. Bir kısmı multipl skleroz veya kalp-damar hastalıklarından muzdarip, bir kısmı da sigara ve alkol bağımlısı.
Vakaların kundakçılık ve cinayet olduğuna dair hiçbir delil yok.
Kendini yakarak intihar muhtemel değil, çünkü kendini yakanların giysilerinde yakıt kalıntısı gözlenir, yakıt kabı da cesedin yakınında bulunur.
En büyük acayiplik kemiklerin bile kül olması. Şiddetli yangınlarda veya cenaze ateşlerinde, yumuşak doku tamamen kül olsa da, kemikler geriye kalır. Krematoryumlar, cenazeyi çok yüksek sıcaklıklarda bir iki saat yakarak tamamen külleştirebilirler, ki o zaman bile geriye birkaç küçük parça kalır.
Kemikleri külleştirecek kadar güçlü, ama birkaç santim uzaktaki eşyalara zarar vermeyecek kadar zayıf bir ateş nasıl ortaya çıkabilir?
Fitil teorisi
Vücut yağının ateşi devam ettirecek muhtemel bir yakıt olabileceği 1830′da ortaya atılmıştı, ama daha kapsamlı bir açıklama 1965 te geldi. Adli tıp uzmanı D. J. Gee, yanan bir insanın elbiselerinin vücuttaki yağın tutuşmasını kolaylaştırdığını, böylece uzun süreli, dokuları tamamen tüketen bir ateşin idame ettirilebileceğini ileri sürdü.
Bir kap dolusu zeytinyağının içine attığınız bir kibrit söner gider; yağı bütün halde tutuşturmak zordur. Oysa kabın içine bir fitil koyarak onu bir kandil haline getirirseniz, saatlerce yavaş yavaş yanan bir ateş yaratabilirsiniz. Geenin fitil teorisi insan yağının da aynı şekilde yandığını öne sürüyor.
Eğer vücudun bir noktasında deri altına inen bir yara veya yanık varsa, oradan çıkan yağ (ki vücut sıcaklığında sıvı haldedir) giysiye bulaşır. Yanarak kömürleşen pamuk veya yün dokuma, yağı azar azar çeken ince gözenekli bir malzemeye dönüşür. Bu ateş çok kuvvetli değildir, ama uzun saatler boyunca yavaş yavaş yanarak bütün vücudu tüketebilir.
Fitil teorisi ani yanma olaylarının birçok ortak özelliğini açıklayabiliyor. insan yağı epeyce su barındırdığı için, yandığında fazla ısı vermiyor. Bu yüzden şiddetli alev görülmüyor ve yakındaki eşyalar tutuşmuyor. Deri altında fazlaca yağ barındıran göğüs-karın-kalça bölgesi kül olurken, daha az yağ barındıran veya giysiye temas etmeyen kısımlar etkilenmiyor. Ateşin hükmü sınırlı kalıyor [6].
Bu teoriyi denemek için yapılan ilk deneylerde, bir parça insan yağı, önce bir parça insan derisine, sonra birkaç kat kumaşa sarıldı ve açık alevle tutuşturuldu. Yağ, açık alev olmadan bir saat için için yanarak tükendi.
Harici bir ateşleyici fitil teorisinde kilit rol oynuyor. Ama ev şartlarında böyle bir ateşin nasıl oluştuğu konusunda görüş birliği yok. Bazıları, kurbanların sigara alışkanlığından yola çıkarak düşen bir izmaritin tutuşmaya yol açtığını söylüyor, ama bir sigara yanığının deri yağını açığa çıkarabilecek kadar derin bir yara açıp açmayacağı meçhul. Başka vakalarda yakındaki bir odun sobası, hatta cesetten altı metre uzakta bulunan bir su ısıtıcısı, ateşleme kaynağı olarak gösterildi. Görünüşe göre, her türlü basit ısı kaynağını ateşleyici olarak görme hevesi var.
Adli araştırmacı John DeHaag, fitil teorisini daha gerçekçi şartlarda denemeye tabi tuttu. Domuzların doku ve yağ yapısı insanınkine benzediği için, ilk deneylerinde, temizlenmiş ve buzdolabında saklanmış bir domuz bedenini kullandı. Yeni bir çalışmasında ise insan kadavraları kullandı [7]. Her iki deneyde de, bedendeki yağ yanmanın çok uzun süre devam etmesini sağlıyor, yanan bedene temas etmeyen eşyalar zarar görmüyor. Tavanda, bedenin üstüne denk gelen yerde çok yüksek sıcaklıklar oluşabiliyor. Bu gözlem, tavanın nasıl ateş aldığını açıklayabiliyor.
Böylece, ani yanma olaylarının adli tıpta genel kabul gören açıklaması ortaya çıkıyor: Genellikle kurbanlar kalp krizi vb. doğal bir sebeple can veriyorlar, ya da uyku ilacı veya aşırı alkol alımından dolayı hissizleşiyorlar. Yakındaki bir ısı kaynağından (izmarit, soba vs) gelen bir tutuşturma sonucu deri deliniyor, yağ açığa çıkıyor. Kurbanların giydikleri veya örttükleri kumaşlar bu yağı emiyor, ve yağın yavaş yavaş yanmasına, bedenin kül olmasına yol açıyor. Vücudun giysili olmayan baş, el gibi kısımları bu yüzden zarar görmüyor. Yakıt vücudun içinden dışarı çıktığı için ve büyük alevler oluşmadığı için çevreye zarar gelmiyor.
Bu açıklamanın kabulünden sonra ani yanma terimi artık kabul edilmiyor, onun yerine devam eden yanma (sustained combustion) terimi teklif ediliyor. Zaten yanmanın ani olduğunu gören kimse yok; tarihteki hiç bir vakada bedenler alevler içinde gözlenmemiş.
Gel gör ki, kadavralı deneylerde ortaya çıkan manzara, olay yeri fotoğraflarındakilere hiç benzemiyor. Gerçek vakalarda eller ve bacaklar bir vitrin mankeninden kesilip konmuşçasına sağlam kalabiliyorken, DeHaagın deneyinde bütün vücudun kömürleştiği görülüyor [7]. Bu muhtemelen kadavranın bir yatağa yatırılmış olması ve yatağın dokumasının fitil etkisi yapmasından ileri geliyor. Ancak, daha önemli olan nokta, deneylerde kemiklerin sağlam kalmış olması. Oysa ki olay yeri raporlarına göre kemiklerin kül olması gerekiyor.
Aseton teorisi
Araştırmacı Brian J. Ford, etin tutuşturulmasının çok zor olduğuna, ve fitil etkisiyle bile kemiklerin sağlam kaldığına dikkat çekti ve alternatif bir teori teklif etti [4]. Ford, çok daha hızlı ve kuvvetli bir yanma gerektiğini savunarak, metabolizmadaki bir dengesizliğin böyle bir yanıcılık sağlayabileceğini ileri sürdü.
Karbonhidrat içeren gıdalar aldığımızda kanımızdaki glikoz (şeker) artar. insulin hormonu, bu glikoz moleküllerinin başlıca karaciğerde bir zincir haline yani glikojene dönüştürülmesini sağlar. Karaciğerde depolanan glikojen gerektikçe parçalanır ve glikoz olarak kana salınır.
Glikojen depoları tükendiğinde, vücut enerjiyi yağlardan elde etmeye yönelir. Yağlar metabolize edilirken hücrelerin enerji üretmekte kullandığı çeşitli moleküller ortaya çıkar. Uzun süren bir açlığın sonunda karaciğerde bu moleküllerin bazıları, keton cisimleri adı verilen moleküllere dönüştürülür ve hücreler enerji üretiminde bu molekülleri kullanırlar. Metabolizmanın bu acil durum planına ketoz adı verilir. Keton cisimleri vücutta beş saat içinde kullanılmazlarsa kendiliklerinden parçalanarak asetona dönüşür. Bu aseton idrarla ve nefesle vücut dışına atılır. [16]
Ketoz, uzun süren açlık (sözgelişi oruç) ile ortaya çıkabilir. Nefesle atılan aseton açlıktan nefesimizin kokmasına sebep olur. Ayrıca uzun süren egzersiz, Atkins gibi karbonhidratsız diyetler, aşırı alkol alımı, ve tip-1 diyabet ketoza yol açabilir. Ketosis durumunun sağlığa zarar verdiği düşünülmüyor, ancak aşırı olması kandaki asit-baz dengesini bozacağı için zararlı olabilir.
Forda göre, ketoz durumunda vücudun her yerinde çok miktarda aseton bulunacağı için, etin alev alması mümkün olabilecekti. Ani yanma olaylarının ortak özelliği olan bütünüyle külleşme bu şekilde sağlanabilirdi. Dahası, Ford ani yanma raporlarında güçlü mavi alevlerden bahsedildiğini, fitil teorisinin bunu vermediğini söyledi.
Ford, bu teorisini denemek için, bir domuzun karnından, bir insanın 1/12 ölçeğinde biçimlendirilmiş bir parça aldı ve beş gün aseton içinde bekletti. Asetonu iyice emmiş olan et parçası, bir alevin yaklaştırılmasıyla hemen ateş aldı. Yaklaşık bir saat içinde numune kül oldu, fakat iskemleye oturur şekilde yerleştirilen modelin ayakları sağlam kalmıştı.
Sonuç Fordu çok etkiledi. Eldeki ceset modelinin bacakları sağlam kalmış, üst kısmı kül olmuş görünüyordu. Beklediği gibi, çok hızlı bir yanma gerçekleşmiş ve mavi alevler çıkmıştı.
Bununla beraber, aseton teorisinin açıkları ve eksikleri, alternatifi olmayı iddia ettiği fitil teorisine göre çok daha fazla.
Ford aseton yanışındaki yüksek hızın ve mavi alev fışkırmasının ani yanma raporlarına uygun olduğunu, fitil etkisinde böyle alev görülmediğini, dolayısıyla kendi teorisinin daha doğru olması gerektiğini iddia ediyor. Oysa bilimsel makalelerde ve tarihi kaynaklardaki vakalarda böyle bir gözlem yok. Fordun verdiği mavi alevli yanma örneklerinden birinin ani yanma olduğu şüpheli, diğeri için ise literatüre değil, bir TV haber programına atıf yapıyor.
Fordun deneyinde modelin bacakları, alevler yukarı doğru uzandığı için sağlam kalıyor. Eğer yatar durumda olsaydı tamamının kül olması beklenirdi. Aseton teorisi kol, bacak ve kafanın neden sağlam kaldığını açıklamakta yetersiz kalıyor.
Ford yanlış olarak, 1/12 ölçekli model ile gerçek bir kadavranın aşağı yukarı aynı sürede yanacaklarını iddia ediyor. Bu, bir ağaç kütüğü ile ince bir çıtanın aynı sürede yanacağını söylemek gibi birşey. Tam ölçeğe taşındığında hem yanma süresi, hem de yanmanın biçimi çok değişecektir.
Daha da önemlisi, yaşayan insan dokusunda bulunabilecek azami aseton miktarının bu tür bir yanma için yeterli olup olmayacağını bilmiyoruz. Ford beş gün marine ettiği on beş santimlik et parçasının içinde ne miktarda aseton bulunduğunu ölçmemiş, ama canlı dokuda bulunabilecek miktardan çok fazla olduğunu tahmin edebiliriz.
Yani, aseton teorisi fos çıktı.
Kötü bilim
Biraz konu dışına çıkıp, bilimsel görünen her şeye inanmamak hakkında ahkâm keselim.
Aseton teorisini Ford 2011de ortaya attı, deneyini ise 2012de yayınladı. Teori, muhtemelen zayıf noktaları yüzünden, bilimsel çevrelerde pek bir tesir yaratmış gibi görünmüyor.
Fordun yazdığı makalenin, bilimsel dergilerdeki başka makalelerin aksine, hakem incelemesinden geçmediği çok açık. Bağımsız gözlerle değerlendirilseydi, kolayca bulunabilecek hatalarla yayınlanamazdı. Fordun The Microscope isimli, pek tanınmayan bir dergide, serbestçe yazabildiği düzenli bir köşesi bulunduğu anlaşılıyor, bu hipotez de bu köşede yayınlanmış [4].
Fordun hipotezi, popüler bilim dergisi New Scientistte yayınlanmasından sonra internete ve çeşitli haber sitelerine yayıldı [8, 9]. Konuya meraklı olup da bir internet araması yaptığınızda öncelikle bu haberlere ulaşırsınız. Teorik bir mekanizma belirlemiş, deneyini de yapmış, demek ki şüpheye yer bırakmadan ispatlamış diye düşünebilirsiniz. Oysa bu iddiaya, önceki çalışmaların da ışığında, eleştirel bir gözle baktığınızda açıklarını görmeniz kolaylaşıyor.
internette sık sık Cambridge profesörü olarak anılsa da, Ford aslında profesör filan değil (ingilizcede professor, öğretmen anlamına da gelebiliyor). Herhangi bir konuda uzmanlık diploması yok, hatta üniversite diploması da yok. Cambridge ile tek bağlantısı Sürekli Eğitim Enstitüsünde mikroskop meraklılarına üç günlük bir ders vermiş olması [10].
Ford iki yıl Cardiff Üniversitesinde biyoloji okumuş, sonra da kendi ifadesiyle bilimin gidişatı onu tatmin etmediği için [...] üniversiteyi bırakıp bilimsel araştırmaya yeni bir disiplinlerarası yaklaşım getirmek için kendi laboratuarını kurmuş [11]. Bunda kötü birşey yok, ama bağımsız çalışan bir bilimci de genel bilimsel kriterlere uymak zorundadır.
Fordun yazdığı çeşitli kitaplar, bilimsel konulara dair hazırladığı radyo ve TV programları var, ama kendisini bir bilim yazarından çok araştırmacı gibi göstermeyi tercih ediyor. Birçok değişik alanda spekülasyon yapmaya bayılıyor, ancak hepsine yabancı olduğu için temel hatalar yapıyor. Sözgelişi, büyük dinozorların karada değil suda yaşamış olması gerektiğini iddia ediyor. Bu iddia paleontologlar arasında yüz küsur sene önce yaygındı, ama artık çürütüldü. Alandaki temel bilgilere sahip olmadan özgüvenli iddialarda bulunması yüzünden epeyce tepki çekti. Ford ayrıca hücrelerin bireysel zekâya sahip oldukları, Darwinizmin bir din haline geldiği gibi spekülasyonlar yapıyor. Aseton teorisinin de diğerleri gibi kafasına esiveren bir fikir olduğu anlaşılıyor.
Skepticblogdan Donald Prothero, Fordu abartılmış amatör bilim meraklısı ve medya meşhuru olarak tanımlıyor. ingiliz bilim camiasında, hiç bir alanda ileri seviye eğitimi veya niteliği olmayan bir çatlak olarak biliniyor. Anlaşılan bütün olayı, pek bilgi sahibi olmadığı farklı bilim alanlarına bulaşıp parlak birşeyler ortaya atarak medyaya konu olmak, ve sonra başka bir şeye geçmek. [12]
Yani, bilimsel terimler kullanan, bilimsel görünen her şey bilimsel değildir. Bilim disiplininin gerektirdiği özenle yapılıp yapılmadığına bakmak gereklidir. Bu elbette kolay bir şey değil. Ani yanma olayını merak edip okumaya başladığımda aseton teorisine rastlayıp ondan çok etkilenmiştim, ama biraz daha düşünmeye vaktim olması sayesinde açıklarını görebildim. Herkesin bu kadar vakti olmayabilir, veya daha derin inceleme hevesi olmayabilir. O yüzden Yalansavar gibi siteleri takip etmeniz, ve Palavra Tespit Kitini aklınızın bir köşesinde bulundurmanız çok faydalı olur. ( http://www.acikbilim.com sitesinden alıntıdır.)
futbolda şike var; ilk şikeyi ben yakaladim (veli necdet arığ-türkiyenin ilk hakemi-eski ankaragüçlü futbolcu)
necdet hoca, futbolda yaşanan ve son zamanlarda sık sık gündeme gelen şike iddialarıyla ilgili de açık konuşuyor: şike önceden de vardı şimdi de var. kendisinin de çeşitli şikelere şahit olduğunu açıklayan eski hakem, bunun önüne geçilemeyeceğini savunuyor. arığ, yıllar önce ilk şike olayına istanbulda altay-vefaspor maçını yönettiği bir günde şahit olmuş. altaylı bir futbolcu ile vefasporlu bir başka oyuncunun çoraplarından çıkarttığı paraları birbirlerine verdiklerini görünce ikisini de uyarır. bu türkiye futbol tarihinde kayıtlara geçen ilk şike olayıdır.(söyleşi :2008)
veli hocanın, başbakan recep tayyip erdoğan ile tanışıklığı ilginç bir olayla gerçekleşir. izmirde karşıyakaspor ile kasımpaşasporun maçında görevlidir veli necdet hoca. izmir alsancak stadında maç için son hazırlıkları yaparken kasımpaşasporun yöneticilerinden biri ve kaptanı gelir yanına. futbolcuların lisanslarını getirdiklerini söyleyerek sahaya girerler. veli hoca karşısındaki kişinin askerdeki komutanı olduğunu anlayınca çıkın dışarı, ben çağırmadan da gelmeyin der. paniğe kapılan hoca, soyunma odasında çay hazırlatıp komutanını ve takım kaptanını odaya çağırır. kusura bakmayın komutanım, sizi orada ağırlamak istemezdim der. yanına gelen kasımpaşasporun takım kaptanı da recep tayyip erdoğandır. erdoğan kasımpaşasporda oynamadı diye itiraz edenlere bir not: hafızasıyla bizi şaşırtan 84lük arığ, erdoğanın kısa bir süre kasımpaşasporda oynadığı konusunda çok ısrarlı. (söyleşi:2008)
milli hakeme göre recep tayyip erdoğan, tekniği yetersiz bir futbolcu. fiziksel gücüyle top oynadığını söyleyen veli amca, ama erdoğanın hızlı bir futbolcu olmadığını belirtiyor.
veli necdet hocanın beğendiği siyasetçi futbolculardan biri, merhum başbakan adnan menderes. menderes, cemal gürselin de kurucusu olduğu karşıyakasporda santrfor olarak oynamış. veli hoca, menderes için çok iyi bir santrafordu. diyor veli necdet arığ 14 kasım 2009 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
fenerbahçenin bunu hep yapmasıdır.
yıl 1971 fenerbahçe yanlış anons neticesinde fazla sevinmiştir
yıl 2010 bursadan gelen yanlış gol haberi neticesinde fenerbahçe gene fazla sevinmiştir
yıl 2011 yaptı şike nedeniyle şampiyonluğunun elinden alınması an meselesidir fenerbahçe birbuçuk ay gene fazla sevinmiştir.
(bkz: üç fazla sevinme bir şampiyonluk)
iyi ki doğdun Peygamberim
Ne diyeceğimi bilmiyorum
Ya tüm sözlerimden ötesin
Ya da ben seni tanımıyorum
Bu nasıl bir şey, anlamıyorum
Sen karanlıklara nur gibi doğdun
Ben akşam kızıllığına karanlık ekledim
Vakit gelip kıyametlere dayandı
Yüreğimdeki ışık günbegün azaldı
Tükeniyorum Peygamberin
Acı bir itiraftan öteye geçemiyorum
Devasa bir boşluğa takılıyor ayaklarım
Sana koşup da varamıyorum
Mazinin derinliklerine haykırsam da
Gerisin geri dönüyor çığlıklarım
Ahir zamana mahkum olmuş gibiyim
Dağların parçalanmasından
Denizlerin kaynatılmasından
Yıldızların dökülmesinden
Daha büyük bir felaket biliyorum
Seni kaybetmek, kaybolmak demek
Sonsuzluğun kapıları aralandığında
Ateş yaklaştırıldığında, defterler açıldığında
Sensiz geçen günlere baktığımda
Aman Allahım bu işte gerçek kıyamet
Sonsuzluğa dek sürecek feci bir zillet
iyi ki doğdun Peygamberim
Tarih şahit ki Sen üzerine düşeni yaptın
Gözyaşlarınla bataklıkları kirlerinden
Arındırdın kalbleri nefretten, kinden
Çöllerde gül yetiştirdin acılarınla
Onurunla, doğruluğunla ışıktan yollar çizdin
Ama ben senin yolundan gidemedim
En son ne zaman rüyama girdin, hatırlamıyorum
Karanlık ruhum nurundan utanıyor
Ama yine de şefkatli ellerinle kalbimi okşasan
Dünya telaşına dalan gözlerimi aydınlatsan
Sonsuzluğu özleyen ruhumu rahatlatsan
Kelimelerin en güzelini kulaklarıma fısıldasan
Şu küçük dünyama yeniden güneş olup doğsan
Gönül sultanımsın, her zaman dilimde virdim,
Başımın zümrütten tâcı sultanım Efendim,
Ayrılmaz bendenim, sâyende kulluğa erdim,
Bir mücrim olsam da sana hayrânım Efendim
Kime baksam, kimi görsem gönlüm hep Sendedir,
Kulun boynundaki tasmasıyla bir bendedir;
Onu almak, onu satmak Senin elindedir,
Işığım, ziyam, rehberim, burhânım Efendim
Ne dizimde tâkat ne irademde fer kaldı,
Şu biten hayatımdan bir sürü keder kaldı,
Sermâyem yok, ümmetin olduğum eser kaldı,
Bir de kapında nâlân u giryânım Efendim
Bağbânım olmazsan bu sîne virâne olur,
Bu bağı tımar edecek de bir tâne olur;
Keremkânım bir de bana lutfetsen ne olur!
Gözde nurum, tende cânım canânım Efendim
Aşkın adı Sensin..
Sende topladı aşka dair ne varsa..
Ağaçlar,kuşlar ,bitkiler Senin adıyla hayat bulur..cezbeye gelir ismini andığında
gökteki melekler...
en sert kayalardan bile pınarlar fışkırır,Senin isminin hatırına..
Senin ismin hatırına Ey Rasul! s.a.v. serin bir vahaya döner kavruk çöller...
Sevgili!
yürekler cosar adın anılınca,canlı-cansız kainatta her ne varsa,binler salat ve selam
getirir Sana..
Senin yüzün suyu hürmetindedir gökten inen yağmurlar..
Sen koklayasın diye ,en güzel kokusunu takınır rengarenk çiçekler..
En güzel şarkılarını besteler,Sen duyasın diye bülbüller..
Kokusunu Senden alır Ey Rasul s.a.v. mis gibi kokan güller..
Sevgili!
Aşıklar Senin sevginle mecnundur..
Senin sevginle ram olmustur gönlü imanla coşanlar..
Edipler hep Seni anlatır..can Sensin,canan Sen!!
Sende hayat bulur Ey Rasul!! s.a.v. sevginin idrakine olanlar...
Sevgili!!
Adını,Kendi ADıyla birlikte zikretti Rahman olan Yaratan c.c.
Cennet,NUrunla şevke gelip ziynetlerini takındı..
Senin adındı,tövbesinin kabülüne vesile olan hz.Adem'ın a.s.
Sevgili!
soğuk bir kışın ardındaki bahar güneşi gibi ısıttın insanları..
Nurunun aydınlığı yırtıverdi en zifiri karanlıkları..
Bir şefkat deryası gibi bürüdün ufukları..
Seninle açıldı tövbe kapıları..
ısıtmez bir haldeyken insanlar,Senin çağrında duydu kulaklar..
Görmesini Sen öğrettin,Seninle açılmıs gönüllerin kapanmıs yolları...
Sendin Ey Rasul s.a.v. alemler için Rahmet pınarı..
Sevgili!
izzet Sende ,seref Sende,şan Sendedir..
Yenilmez ordular karşısında kahreden zaferler Senindir..
Hayatına kastetmeye gelenler Sende dirildi..
Ey Rasul!!s.a.v. yalnızca Sana verilmiş Ey Rasul iki cihanın efendiliği..
salat ve selam Sana Ey Rasul..
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellem!
genellikle travma silahlı ve delici kesici ailet yaralanmaları ile meydana gelen kan birikmesi.Penetran veya kunt travmalara bağlı olarak en sık gelişen sekonder yaralanmalardan birisidir. Sıklıkla pnömotoraksla birliktedir.
hastaların yüzde 80 göğüs tüpü takılması ile aşılır.
bir diğer söylem ile plevra boşluğuna kan birikmesi ile oluşan müdahale edilmesse ölüm ile neticelenen durum.
(not:plevra boşluğuna hava birikirse pnömatoraks kan birikirse hemotoraks.)
son zamanlarda gündemimizde sıkça olan konu. peki bir insan neden tarihinden nefret eder?,savunmaz? hatta açıkca utanç duyar.aslında hepsinin sebebi ortak bir paydaya dayanmasıdır! geçmişte ebelerinin dürtüklenmesidir.
son zamanlarda tvlerde sıkça çıkan dizilerdir. ne hikmetse bu dizilere emniyet teşkilatıda destek vermekte ve kapılarını dizi çekimi için kameralara açmaktadır. bu dizilerdeki temel amaç reyting'den daha çok polisi halka sevdirme bir o kadarda halkın gözünü korkutmaktır. hiç bir polis dizisindeki polis türkiye için örneklem değildir.
(bkz: arka sokaklar)
(bkz: behzat ç)
(bkz: adanalı)
(bkz: hırsız polis)
(bkz: kollama)
gereksiz olan 12 ay askerliktir.
keşke herkes 5 ay savaş eğitimi alsa ve orda askerlik bitse kalan bütçe ile profosyonel ordu ve silah gelişimine harcansa. el oğlu uzaya çıkmış atom hidrojen bombası geliştirmiş beğenmediğimiz iran uranyumda çığır açmış dünyanın etrafını iki defa dolaşan füze geliştirmiş ama biz en uzun menzilli füzemiz 750 km askerin eğitimi hala yat kalk sürün!sen 15 ay değil 15 yıl savaş eğitimi versen bir hidrojen bombasının karşısında ne yapabilirsin ? bir askerin beslenmesi attığı mermi kullandığı silah giydiği kıyafet temel ihtiyacı askeriyeye maliyeti 100 bin üzeri milyonlara çarptığın zaman gayri safi milli hasılatın yüzde 51 i şuanki askerlik sisteminde tugayda barmen ol komutanın özel postası karısının alışveriş görevlisi bumu vatana hizmet? ve daha neler....