it kopuk oldum oradan oraya savruluyorum. haritaya dart atiyorum, hangi sehre gelirse oraya gidiyorum. bir is ayarliyorum bir de kalacak yer, nasil yapiyorum bilmiyorum. iki, bilemedin uc ay kaliyorum orada, sonra birdaha dart atiyorum. boyle boyle bir yila yakin sehir sehir gezdim. guzel de deneyim edindim, son gittigim sehirde galiba boka bastim.
beni bu sehirde tutan bir sey var sozluk, ne bilmiyorum, iki ayda cok mu alistim? hayir. guzel dostluklar mi kurdum? yoo. iyi mi kazaniyorum? asla. e ne ulan? ne yani beni burada tutan? alisik degilim ben boyle seylere. giderim, iki ay calisir tasi taragi toplar siktir olup baska bir yere giderim.
cok huzursuzum be sozluk. beni burada tutan seyin ne oldugu konusunda hicbir fikrim yok. kal diyen yok, git diyen yok. bavulumda hala bir yil once ne varsa o, bir de ani niyetine birkac buzdolabi magneti.
kabin memurlugunu birakali neredeyse bir bucuk yil olacak, bu isi neden bu kadar sevdigimi anladim bu bir bucuk yilda. yollari severmisim meger, kalamazmisim ayni yerde, ayni insanlarla. sevemezmisim kimseyi bir omur boyunca. ozlemeyi sevmisim galiba, ayrildigim sehirdeki sokaklari, insanlari, yataklari ozlemeyi sevmisim. annemi bile ozlemeyi sevmisim herhalde, kadini gormeyeli yil oldu.
peki, neden gitmiyorsun ozledigin yerlere? ne bileyim be. hem, hangi birine gideyim?
Ülkenin yarısının cahil ve zekasız, kurumların ise hileye ve yolsuzluğa göz yumduğunu öğrenmiş olduk. Ülkenin standartlarını beğenmeyip Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, Lübnan ve Norveç'e kaçan sözde T.C. vatandaşlarının iki yüzlülüğünü görmüş olduk. Zamanında Barbaros Şansal'a tepki gösterildi ama Türkiye tam anlamıyla bokunda boğuldu. Cumhurbaşkanı YSK'ya teşekkür etti. Gökten üç elma düştü, birini Ak Parti, birini yurt dışında yaşayan iki yüzlüler, diğerini de zekasız kesim yedi. Bize de üçün biri kaldı.
oraya buraya kibar kibar yazmaktan Yoruldum arkadaş. ben öğrenim haytımı bitirdim. ilkokulda el yazısı öğrendim ve hiçbir zaman ne ben, ne de benim dönemindeki arkadaşlarım kendimizi yerden yere atmadık "yapamıyooooruuum" diye. öğretmenlerimiz de hiçbir zaman sınav kağıtlarımızın üstünü çizmedi okuyamıyorum diye. işlerini yaptılar okudular, okuyamadıkları yerde bizi insan yerine koyup sordular, biz düzeltebiğimiz kadar düzelttik, onlar da okuyabildiği kadar okudu, hiçkimse üzülmedi.
Yok el yazısı öğrendi diye kendi yazısı kötüymüş, yok sistem bokmuş, yapmayın arkadaşım. el yazısı öğrenmediği halde leş yazısı olan insanlar tanıdım. Bir kere de kendi yaptığınız yüzünden başkasına bok atmayın ki kimse güzel yazmak mecburiyetinde değil, yazı kişinin karakteridir.
Eğitim herkesin gözünde o kadar kolaylaştırıldı ki bir bok beceremeyen öğretmenler( işini saygıyla hapanlara saygım sonsuz) öğretemedikleri şeyler için öğrencilere çemkirdi, öğrenciler kolaya ve basite alıştığı için hayata küstü, her haltta gözlem yapma gereği duymadan çocuğunu savunan ebeveynler el yazısına bok attı.
Öğretmenliğe doktorluk kadar önem verilseydi ve öğretmen adaylarının üstüne düşülseydi kimse bu kadar üzülmezdi. Her puanı tutturanı öğretmen yaptılar, hiç bakmadılar bu insanın kişiliği öğretmenliğe yatkın mı diye.
Eğitim sistemi sözde geliştirilip basitleştirildikçe daha embesil bir nesil yetişti, kimse bunu inkar etmesin.
El yazısı çok mu gerekliydi o tartışılır, ben insan ve çocuk psikolojisinde uzman değilim sadece fikrimi söylüyorum ama yine türk insanı beceremediği şeyler için başka şeylere bok attı. Şaşırtmadı yani.
Aman öğretmenler zorlanmasın, aman ebeveynler komplekse girmesin, yine kolaya kaçılsın.
Düzgün öğretilseydi, müfredat gerçekten uzman kişiler tarafından hazırlansaydı, eğitim sisteminin bir yap-boz olmadığı anlaşılsaydı ve öğretmenler az daha gayret gösterseydi kaldırılmazdı. Aha buraya yazıyorum.
hikayenin tüm gidişantını size bırakan ve dolayısıyla farklı sonlara sahip olan, dramatiklikte çığır açmış, neredeyse ağlatacak duruma getiren play store oyunu.
"Bu neymiş yaauğ?" diye biraz araştırma yapmak istedim, farklı birkaç hikaye içerisinden en mantıklı geleni, oyun yapımcısının kız arkadaşının intihar etmesi üzerine bu oyunu yapması idi.
vakit geçirmek için salona gitmeye gerek duyulmadığı, "kim görecek" diyip eşofman üstü gömlek gibi anlamsız ev kombinleri ile dolaşıldığı yahut giyinmeye bile gerek duyulmadığı, sesli düşünmekten çekinilmediği yahut ne gerek var diyerek saatlerce süren sessizlik ile birlikte gelen kulak uğultusuyla yaşamaya alışıldığı, son arama kaydının 3-4 gün öncesine ait olduğunun fark edildiği anlardır.
yaş aldıkça insanın kendisinde/ çevresinde bulduğu değişikliklerdir.
misal sebze yemeğine olan bakış açısı. üniversite hayatıyla birlikte ev yemeği ile başlayan özlem, iş hayatına atılınca fast fooddan gelen bıkkınlık sonrasında "ulan şimdi bi' kapuska olacaktı" gibi cümlelerle insan ne kadar değiştiğini anlayabiliyor.
hafta içi her gün yayın yapan program. iyidir ya da kötüdür, bu yazıda ona değinmeyeceğim. Daha ilginç bir şeyden bahsetmek istiyorum.
Yaşını hatırlamıyorum fakat tahminen 17-18 yaşlarında bir kız annesine çatmak için zeki'yi arıyor. Zeki de kızdan, onu marsa göndereceklerini söylemesini istiyor. Kız tek başına başa çıkamayınca zeki, bu 10 kişiyi marsa gönderecek firmanın temsilcisi olarak kızın annesiyle konuşmaya başlıyor.
Zeki- hanımefendi merhaba, sizi x firmasından arıyorum, kızınızı uzaya göndereceğiz.
Anne- ben kızımı amcasına gönderemiyorum, uzaya nasıl göndereyim?
Z- hanfendi uzaya gönderilecek 10 kişiden biri kızınız, kendisine bir takım testler uyguladık, o da bu testleri başarıyla geçti.
A- benim kızım salak, hiçbir şey başaramaz ki o. Hem nasıl göndereyim uzaya babası kızar, hadi imam hatip derseniz neyse de..
Z- hanfendi uzayın ne olduğunu biliyor musunuz?
A- hayır.
Z- peki hiç merak etmediniz mi?
A- yoo.
daha da uzatmayacağım, ama bu diyalog bu seyirde 15 dk kadar devam ediyor. Fakat atlayamayacağım, Zeki uzayın ne olduğunu açıkladıktan sonra kadın birkaç kez daha "imam hatip olsaydı olurdu da.." cümlesini kuruyor.
Çok afedersiniz, bu insanla; tecavüze uğrayan kadının arkasından "haketmişti" diyen insan aynı insan. bu insanla; hayatı boyunca bir sayfa kitap okumamış, bunu imkanı olmadığı için değil de, gerçekten sadece ve sadece işine gelmediği için yapmamış olmasına rağmen her şey hakkında fikri olan insan aynı insan. Bu insanla; tecavüzü, çocuk istismarını, sapkınlığı, saygısızlığı ve nicelerini meşrulaştıran insan aynı insan. Bu insanla; doğru düzgün eğitim verebilen okulların imam hatip'e çevrilmesini alkışlayarak karşılayan insan aynı insan.
Lanetler olsun bu insanlara. Lanet olsun zihniyetinize.
doların 50'lerin elvis'i edasıyla yükselişe geçmesi sonucu, bunu büyük harflerle yazmak istiyorum, her şey! Ha, tabii ki anlam veriyoruz fakat işin geyiği bu.
Arkadaşlar, karnabahar 10 lira. Karnabahar yahu, çoğu insanın en sevdiği yemekler listesinde ilk 75'e giremeyecek karnabahar.
Domates 7, taze fasulye 8-10 arası seyir ediyor.
N'oluyor yahu?
Medyaya yansımadı, veya çok az yansıdı ama, Pegasus çalışanlarını bir otele kahvaltıya çağırıp (ansızın uçuş programlarını değiştirerek, arayıp haber dahi vermeden) kahvaltı sonunda önlerine iş akdi feshi için belge koyan firmadır.
Pegasus, elemanlarını part time'a geçirerek, sigortalarından beş gün kesip, maaşlarını düşürüp, yine de aynı yoğunlukta uçuran firmadır. Pegasus, kaptanlarına "ya ücretsiz izne çıkın, ya da işten ayrılın" diyen firmadır. Yazıklar olsun.
Not: Pegasus personeli değilim.
her havayolu şirketi gibi rötar yapması çok doğal havayolu şirketidir. isterseniz arkasında bulunan kişilerden diyin, ister gücünden deyin, ister paradan deyin, bu ülkede kıyak geçilen tek şirket thy'dır. Bunu en rahat siz iniş için havada 3. Kere dönerken, yeni alçalmaya başlamış bir TK uçağının şıp diye inivermesinden anlarsınız.
Uçakların gerçekten hava trafiği nedeniyle gecikme yaşadığını bir türlü Anlatamadık milletimize. Onlar da anlamak istemedi zaten. "Kesin iki sigara içecekler diye bizi bekletiyorlar" dendi.
içiniz rahat olsun, öyle bir şey yok. En kötü, uçakta ufak bir arıza vardır(hayati tehlikesi bulunmayan), o tamir ediliyordur.
Şimdi size uzun uzun uçaklar neden gecikir onu anlatmayacağım. Zira konumuz Pegasus.
500'e yakın personel çıkarıp, hemen ardından tekrar tecrübesiz alım açarak ücretli(10.000 TL) eğitim verecek firmadır. Para kazanabilmek için insanları ekmeğinden etmiştir. Sırf para kazanabilmek için parayla isteyerek aldığı personeller havada sıçtın mavisini görünce, yine part time adı altında tecrübeli eleman alan* firmadır. fakat bu elemanları 900tl ve 25 gün sigortayla çalıştıracaktır.
Daha ne kadar personelini kendine küstürebilir diyor, bir an önce kendilerine gelmelerini diliyoruz.
Edit: bir bardak su vermemesi normaldir. Adamlar adı altında, low cost şirket. Satışlı uçuş yapıyorlar, sunexpress gibi. Uçakta personeller kendi yedikleri yemeğe, içtikleri suya, çaya para ödüyorlar. Aldığınız su için para istediklerinde onlara kızmayın.
Edit 2: dipnot olarak geçiyorum, uçuşlarda bir şey almaya karar verirseniz, kartla ödeme yapacağınız taktirde, kullandıkları cihaz nedeyle sadece çipli kartla ödeme kabul ediyorlar. Aklınızda olsun.
fotoğraftaki kişinin madonna olduğu bile meçhul olup zaten paylaşılan bölgenin adı da vajina olmayarak başlık sahibini üzen fotoğraftır.
nike işaretinin bulunduğu bölgeye mons pubis/Venüs dağı denir.
edit: başlık sahibini üzmemiş.
edit 2: bu entry neden bu kadar eksi alabilir deyip bir de öteki entrylere baktım. anladığım kadarıyla bir grup var ve hem o bölgenin vajina olmadığını söyleyeni, hem de "bu madonna'nın amı değil" diyeni eksiliyorlar. aman sanki siz çok şeysiniz.
istanbul'un iki yakasında bulunan iki havalimanının karşılaştırmasıdır. Üçlü kodları sabiha gökçen için saw, atatürk için ist'dir. 2015 havalimanı istatistiklerini göz önünde bulundursak eğer;
Dolayısıyla teoride atatürk havalimanında operasyonun daha hızlı gerçekleşmesi gerekirken, pratikte tam tersidir. Yani şöyle izah edeyim durumu, sabihada iniş sırası için 20 dakika havada dönerken, atatürkte bu süre 40 dk'ya kadar çıkabilir. Sabihada motor çalıştırma, pushback, de-icing gibi işlemlerde ( bu işlemler zorunlu olarak yolcu uçağa alındıktan sonra yapılır) 10. sıradaysanız, ki 10. Sırada olmak demek, minimum yarım saat uçağın içinde beklemek demek, atatürk'te 35. Sırayı duyabilirsiniz. Ki bu da bir-bir buçuk saate tekabül eder. Sabihada kalkış sırasında 3. iseniz, atatürkte 15. Olursunuz, gibi gibi uzatılabilir.
bir ingvar ambjörnsen romanı. yamulmuyorsam şuan 11. baskıdadır. ayrıca künyesinde şöyle bir bilgi yer almaktadır (ki bana göre kitapta işlenen olaylar haricinde en ilgi çekici şeylerden biridir):
"bu kitabın türkçe yayım hakları yazar tarafından ayrıntı yayınları'na iki adet lületaşı pipo karşılığında verilmiştir."
bizim ozel durumlu yolcu dedigimiz yolcular vardir, hareket kabiliyeti kisitli yolcular bu kategoriye girer.
hareket kabiliyeti kisitli demek, gorme ve/veya duyma engelli, tekerlekli sandalye veya koltuk degnegi kullanan, zihinsel engelli vb. yolcu demektir.
ozel durumlu yolcular ucaga herkesten once biner, herkesten sonra iner.
bugun hem zihinsel engelli, hem de epilepsi hastasi bir yolcu bindi annesiyle birlikte, herkesten once. sonra diger yolcular geldi. normal bir operasyon sonrasi tum yolcular indikten sonra bu yolcumuzun tekerlekli sandalyesinin gelmesini bekledik, biraz uzun surdu. bu sirada hem yolcuyla, hem annesiyle biraz sohbet ettik. daha dogrusu annesiyle sohbet ettik, kiz konusamiyordu bile.
ogrendik ki kiz 20 yasindaymis, 16 yasina kadar normal bir hayat surmus, sonrasinda bir anda gelmis bu hastalik.
neden oldugunu sorduk, annesi dedi ki; kizi bir erkege tutulmus, oyle bir tutulmus ki, karsilik alamayinca kizcagiz bu hale gelmis.
kiza baktim, ne kadar guzel bir kizdi, ne guzel bir yuzu vardi, gozleri, saclari ne kadar guzeldi..
kendi kendime 'neden?' diye sordum. 16 yasinda gencecik bir kiz neden kendine bunu yapar?
acaba gercekten karsilik alamadigi icin mi bu hale geldi diye sordum.
soylediklerimizin hepsini anliyor, bize goz kirpiyordu.
ne icin kendini bu kadar uzmus olabilir dedim.
saf duygulariyla sevdigi o erkekten hic tanimamama ragmen bir an nefret ettim. ne gunahi varmis ki bu guzel kizin?
ask dedigimiz o buyuk olay hayatimizda gercekten bu denli degisiklikler yapabilir mi dedim.
bizi bu kadar etkileyebilir mi? bir anda ayaklarimizi yerden kesen sey yine bir anda hayatimizi karartabilir, hatta neredeyse bitirebilir mi?
sonra bir kez daha sasirdim. 110 kisilik kucuk bir ucakta su ana kadar gordugum seylere sasirdim, hatta tam hayatimin amacini sorgulayacaktim ki ikramlari yuklediler, onlara daldim. iki dakika felsefe yaptirmadilar adama ama anladim ki ask gercekten cok guclu, iyi ya da kotu, her seye ragmen inanilmaz guclu.
bugun eve geldim, once ucus cantami her gun biraktigim sandalyenin uzerine biraktim. bu sicakta asla giymedigim fakat tasimam zorunlu oldugu icin ilkokul ogrencisinin her gun boynuna asip asla acmadan tasidigi beslenme cantasini tasidigi gibi tasidigim ceketimi de sandalyeye astim. uniformami cikardim fakat yolcular gelmeden alelacele bagladigim fularimi cozemedim. bir sure ugrastiktan sonra yildim ve yarim saat kadar pijamam ve fularimla dolastim. lenslerimi cikarip gozlugumu taktim. sabaha karsi insanustu bir gayretle yapabildigim topuzumu ev topuzuna donusturdum.
suyu koydum, bir sigara yaktim.
bugun saraybosna'da, yolculardan kalan tarcinli kekleri temizlik gorevlilerine verdigimde ne kadar minnettar olduklarini dusundum.
sonra adanaya gittim, elli derece sicakta kargoya bavul yukleyen abi kan ter icinde geldi, bir bardak su istedi. bir sise ve birkac bardak verdigimde 'allah razi olsun amirim ' deyip gidisini dusundum.
gorme engelli bir yolcuya can yelegini, oksijen maskesini vs. dokundurarak anlatirken, farkinda olmadan gulumsedigimde yanidaki refakatcinin, saniyorum annesiydi, bana bakarak gozlerinin doldugunu gordum.
yuruyemeyecek kadar yasli bir amcanin iki elinden tutup koltuguna gotururken bir yolcuyla goz goze geldim, gozleri parliyordu.
demoda can yeleginin iplerini cekerken bes-alti yaslarinda bir kizla goz goze geldim, goz kirptim, bunun onu nasil mutlu ettigini gordum.
kabinden gecerken bir yolcunun orucunu acmak istedigini, servisin ne zaman baslayacagini yanindaki yolcuya sorduguna kulak misafiri oldum. aslinda servis 3-4 dakika icinde baslayacakti.
bir sandvicle bir bardak su goturdum, duydugumu anlamamis olacak ki once saskinlikla yuzume bakti, allah kabul etsin deyip arkaya dogru yurudum, vaktim yoktu. sanirim arkamdan tesekkur etti
velhasil,bir gunde o kadar cok detay yakalamisim ki biraz bunlarla vakit gecirdim, cunku yapacak daha iyi bir seyim yoktu. gerci bir gelenegim olan salonun ortasina oturup aglama krizine de girebilirdim ama sanirim yalnizliga alismaya basladim.
hayat ne garip, bir iki ay icinde asla yasamam dedigim sehirde, asla yapmam dedigim meslekte, asla kalamam dedigim apartman dairesinde, asla asla dayanamam dedigim hayat tarzinda o ya da bu sekilde hayatima devam ediyorum.
okurum deyip asla vakit bulamadigim mizah dergilerine ve kitaplara bakiyorum. izlerim deyip izlemedigim film ve dizileri gozden geciriyorum.
zaten yalniz yasiyorum bir de bulasik mi cikarayim diyerek tencereden yedigim makarnaya ve siseden ictigim fantaya bakiyorum.
sonra her gun su almayi unuttugum icin kahveyle ilaclarimi iciyorum. yarin su almaya karar veriyorum.
ben bir kabin memuruyum, hani su sizin sadece havada servis yaptigini bildiklerinizden. bir suredir bu meslekteyim, yilin her ani farkli sehirlerdeyim.
ankara'daki uc patlamada da oradaydim. istanbul'daki tum patlamalarda buradaydim. olum hep kulagimdan siyirdi sayilir.
dunku patlamaya kadar, hicbir yakinimi topraga vermedim sukurler olsun.
dun gece tam suan bu satirlari yazdigim yerde sabiha gokcen'den yapacagim ucus icin hazirlanirken ogrendim yine can verdigimizi. saatlerce yakinlarimdan haber bekledim. arkadaslarim ucusta mi yoksa baslarina bir sey mi geldi diye dusundum. saatlerce.
ataturkte olan patlama yuzunden sabiha gokcen'e inis yapan ucaklar nedeniyle ucuslar birkac saat gecikti.
ben, aylarca yuzune bakmadan 'kolay gelsin' dedigim, kibristan birkac fazla sise alkol aldim diye 'abi bakmayiver yati valizime' dedigim, uniformaliyken yolcu olarak evime gidecegimde check-in yaptirirken gulumseyerek ucus numarasini soyledigim insanlarin aci haberini aldim. bir arkadasimin bacagi koptu.
ben, gozlerim dolu, yolculara zoraki bir gulumsemeyle 'hos geldiniz' dedim, aklimda hala ulasamadigim arkadaslarim ve yolcu son anda artinca eksik kalan ikram sayisi vardi.
yolcularsa yuzlerindeki memnuniyetsiz ifadeyle 'bu ne ya, her ucusunuz gecikmeli' diyerek sitem etti.