klasik avlanma sahnelerinden biri yaşanır yine. dişi aslanlardan biri bir antilop sürüsünün yakınlarında pusuda beklemektedir. aslan tetikte, nene ise pür dikkat izliyor.
ve kovalamaca başlar. aslan sürünün en zayıf halkasına kilitlenmiş koşturuyor. bizim nene on bin km öteden feryad figan bağırıyor. " koş yavrum koş, o canavar seni yiyecek!" yavru ceylan bu şevkle daha bi hızlı koşuyor. fakat malumunuz üzere aslanın elinden paçayı kurtaramıyor. nene ise mağlubiyetin verdiği acıyla yerlerde. son birkaç cümle ansızın çıkıyor ağzından. ve asıl bomba da burda saklı.
"yazık oldu zavallı ceylana. o mendebur aslanın boğazında kalır inşallah. şimdi burda olsa keser kavurma yapardık. ceylan eti de ne güzeldir."
ah ah! bu ne yaman çelişki nene!! biz de seni vejeteryan sanmıştık.
mehmed uzun un 1999 yılında lettre inrenational gazetesinin diğer birçok yazara sorulan 'yeni yüzyılın nasıl olması' gerektiği sorusuna kendi cephesinden verdiği yanıtlarla oluşturduğu bu denemesinde; hölderlin in 'tarih bir diyalogdur' (veya öyle midir diye soruluyor) mefhumuna açıklık getiriyor. d.bakır cezaevinde eline yaptırdığı 'kürd' dövmesiyle kendi zamanına karşı çıkan 'keké ibram' ın bu davranışın altında yatan sebebi irdeleyen uzun, insanları aşırı davranışlar sergilemelerine yol açanın aslında içinde yaşanılan 'zaman' olduğunu ve bu zamanın da yirminci yüzyıl boyunca birçok insan için zincirlenmiş bir zaman olduğunun altını çiziyor.
yirminci yüzyıl soykırımların katliamların ve ırkçı vahşetlerin çağı olmuştur. her şeye egemen olan totalitarizm olmuştur. peki yirmi birinci yüzyılda daha güzel ve yaşanılır bir dünya için 'ne yapılabilir?'. (ne yapılabilir sorusu kant ın soru tarzıdır.)
ne yapılabilir? uzun, belleği işaret ediyor. wittgenstein in deyimiyle bellek zamanın kaynağıdır. çare unutmak değil hep hatırlamaktır. çünkü unutkanlık ve belleğin kaybı insani yıkımdır.
-- bu deneme daha sonra mehmed uzun un 2002 yılında çıkan deneme kitabına ismini de vermiştir.
. varsın unutuldu zannetsinler
yakılmış bedenler hala duruyor öylece
ve zaman sizin kadar acımasız olmayacak/29.12.11
şimdi bize bir ahmed arif lazım.
otursun dizeler yazsın, şiirler okusun mengene dağına karşı.
bilsin halkı hala vuruluyor.
teke-tek döğüşte yenilmeyen halkı gün geçtikçe eksiliyor.
dün otuz üç kurşundu ...
bugünse otuz dört napalm bombası...
lanetli memleketim her devirde yeni bir muğlalı yaratıyor
kaderimiz hep aynı...
acem elinden kaçak çay getirmenin cezası gökten yağan alev olmuş, haberimiz yok.
kirvem bari sen yaz hallarımızı...
kimse duymuyor bizi,
görmüyor cesetlerimizi...
sen yaz kirvem
herkes sus pus olmuş..
edit: bırak eksilesinler bizi kirvem
sözlüğün vicdansız şürekasının şakşakçılığından daha mühim meseleler var
hayatını troll ile ulu yelpazesinde geçiren insancıklar!
heyhat! ne kadar da zavallısınız.
insanlar ölüyor dört bir yanınızda
haberiniz var mı?
Bir kent yok oluyor gözler ônünde...
Bir kent ortasındaki denizin dibine çöküyor ve sulara gömülüyor yavaş yavaş.
O kentin altında taşlardan ve topraktan başka ne vardı bilinmez ama; şimdi o kent boşaltılmış ve yakılmış nice köyden farksız...
Tarih mi o, yine tekerrürde olan, yoksa sarsılan şey arz-ı alem değil de geçmişin emaneti o meşum talih mi?
Belki de bir suçun cezasıydı, batıdakinin 'terbiye edilemeyen isyankar' doğuya reva ve mûstahak gördüğü.
Bir kent yok oluyor gözler önünde...
Ve o kentin insanları kaçıyor dört bir yana.
Geride, enkaz altında kalmış canlarını ve harap olmuş hanlarını bırakarak; hazan mevsiminin hazin bir zamanında yollara düşüyor bir yerlere sığınmak için.
Arkada, kolonlarına tutunamayıp olduğu yere çöken bir kent ve altında kalan onca ümitler, hayaller ve hayatlar...
Bir kent yok oluyor tüm gözler önünde...
ve hiçkimse hiçbir şey yapamıyor.
Çığlıklar, isyanlar ve ağıtlar bir işe yaramıyor.
Anlaşılan bu toprakların yazgısına yine bir tufan yazılmış. Fakat, bu defa ne bir Nuh var ne de tahtadan gemisi.
Kısacası; viran oldu Van mülkü ve ardında yüzbinlerce 'mülksüz' kaldı...
mehmed uzun un türkçeye kader kuyusu adıyla çevrilmiş (orjinal adı:bira qederê) ve kürt aydın trajedisini anlatan 'trajedi triolojisi'nin ikinci ve son romanı. kitap celadet ali bedirxanın eşi ve aynı zamanda amcası kızı olan rewşen hanım a ithaf edilmiştir. mir bedirxanhikayesi için ( ki çok sonraları bu hawara dicleyé ye dönüşür ) banias a giden uzun döndükten sonra uzun yıllar boyunca rewşen hanım la mektuplaşır, iletişimde kalır. tüm bunlar celadet ali nin hikayesini ortaya çıkarır.
Celadet ali bedirxan ın acıklı trajedisi ve hüznü... mehr licht(biraz daha ışık) i düstur edinen bir hayatın karanlık bir tünelde mütemadi yolculuğu..ezilmiş bir halkın ve dilin yükünü omuzlarında taşıyan talihsiz ve çaresiz kürt aydını celadet..
mir bedirxan ın torunu celadet bey 1893'te ailesinin sürgün edildiği istanbul'da doğar. sonradan bu şehir tutkusu haline gelir, gençlik aşkı canan'la birlikte.
200 yy ın ilk yıllarında savaş tamtamları çalar ve celadet 'hasta adam'ı kurtarmak için osmanlı ordusuna katılır. hasta adam ölür, üstüne üstlük bir de nişanlısı canan'ı kaybeder. dönüşünde hiçbir yerde yoktur canan.
kardeşi kamuran ile tahsil için münih'e, diğer iki kardeşi safter ve hikmet'in yanına giderler. savaştan mağlup çıkmış almanya sefil bir haldedir. binlerce markı yanlarında götüren bedirxan kardeşler hiç bir işe yaramadığını görürler bu kadar paranın. develüasyon olmuş, alman parasının değeri yerlerdedir. üç öğün patatesle beslenerek nietzche ve geothe okuyan celadet, kışın dondurucu soğuğunda sevgilisi monika'nın sıcacık bedenine sığınır: sefalet her yerdedir. kardeşi safter'i de kaybederler
tahsilin bitmesiyle avrupa'ya veda eden celadet mısır'a, abisi süreyya'nın yanına gider. cumhuriyet'in kurulmasıya birlikte kürt aydınlarının cümlesine sürgün fermanı çıkmıştır ve her biri bir yana savrulmuştur. çoğu ortadoğu'da...
lübnnan'da dava arkadaşlarıyla xoybun'u kurup kürt ulusal mücadelesinin sesini tüm dünyaya duyurmaya çalışırlar. 1928'den başlayarak devam eden ağrı ayaklanmalarına destek verirler ancak sonuç hüsrandır. kürtler yine birbirlerine düşerler.
celadet aktif siyaseti bırakır ve kürt dili ve kültürü üzerine çalışmalarına başlar, binbir zahmetle hawar dergisi'ni çıkarır. ehmedé fermané kiki'yi sınırdan kaçırarak getirir ve derginin dengbéji yapar. son sayısını çıkarmak için rewşen hanım'ın altınlarını satar. yoksullukla birlikte çok engel vardır derginin önünde ancak en büyük tökezlemeler kürtler tarafından yapılmıştır.
yaşamının istanbul'dan sonraki bölümüne hep sefalet hükmetmiştir celadet'in ve sürgünde, şam'da bu çok çetin bir hal alır. doğduğu evde fransız ve rum mürebbiyeler tarafından büyütülen, avrupa'da yüksek tahsil yapmış ve altı-yedi dil bilen, soyu birçok krala, paşaya ve beye akraba olan mir bedirxan'ın torunu 'prens celadet khan' babasının nasihatine uyarak lala paşalık yapmaz, herhangi bir devlet kurumunun kapısına gitmez, bu yönde bir menfaat beklemez. sigaralarını bile sayarak içer.
başka bir yol kalmayınca toprağa pamul eker, bari dergisi ronahi yaşasın diye. ama bu da ölümü olur. talihsiz kaderinin suretine giren kuyular ömrü boyunca hep takip edder onu, en sonunda pamukları sulamak için açılan tarladaki kuyuya teslim eder canını.
roman celadet ali bedirxan ın biyografisi niteliğindedir, ancak klasik biyografi romanlarından farklı olarak modern ve post-modern tekniklerle kurgulanmıştır.
celadet ali'nin ölümle başlayan fakat sadece ilk cümleleri yazılıp öylece yarıda kalmış olan kader kuyusu romanını devam ettireceğini söyleyen yazar tanrısal-anlatıcı pozisyonuna geçip celadet ali'nin öldüğü geceyi anlatarak ve onun odasında bulunan fotoğrafları kastederek ''artık fotoğraflar konuşacak'' der. bundan da anlaşılıyor ki kahramanın hayat hikayesi fotoğraflar aracılığıyla aktarılacak.
romanda onaltı fotoğraf yer alıyor. ilkinin çekiliş tarihi 1893, yani celadet'in doğum tarihi.
her fotoğrafa altı alt bölüm ayrılmış. ayrıca her bölümün son cümlesi bir sonraki bölümün ilk cümlesi olmaya çalışmış, bu da anlatıyı nehir roman biçimine sokmuş: kesintisiz ve aralıksız anlatım.
onaltı fotoğraf ve onaltı başlık.. her başlık bir epigraf ve ait olduğu fotoğrafın canlı ve ayrıntılı betimlemesiyle başlıyor. yoğun bir betimleyici anlatımın bulunduğu ilk bölümden sonra diğer beş bölümde fotoğrafın çekildiği dönemin ve o dönemde yaşanan gelişmelerin geniş bir panoraması yer alıyor, ana karakter celadet ali'nin yaşamının arka fonuna yerleştirilerek.
yarım bırakılmış kader kuyusu romanını tamamlayacağını söyleyen yazar tanrısal-anlatıcı rolünde yukarıda belirtilen anlatıyı sürdürürken birden ben-anlatıcı üsluplu ve italik harflerle yazılmış uzun metinler karşımıza çıkıyor. buradaki ben-anlatıcı tavrındaki karakter caledet ali'dir. tanrısal-anlatıcı ile diyalog halinde aktardığı olaylar ile roman boyunca sık sık müdahale eder yazara. bu yönüyle post-modern bir teknik olan metinlerarası geçiş yönteminde, iki metin arasında çok ciddi üslup faklılıkları olup italik bölümlerin alıntı olduğu sanısını uyandırıyor. cümle yapıları bile birbirinden çok uzaktır. bu da bize gösteriyor ki uzun, büyük bir ustalık göstermiş ve kullandığı teknikleri gayet başarılı bir şekilde uygulamış.
bu ikili anlatımla, romana hem biyografik hem de otobiyografik roman diyebiliriz. ve her ikisinin de biraz yorum katılarak başlıkların doldurulmuş olduğu, genel olarak reel bir anlatı olduğu söylenebilir. ancak emin olamıyor insan. çünkü bazı yerlerde ben-anlatıcı, tanrısal-anlatıcının anlattıklarının öyle olmadığını, aslının başka olduğunu söyleyerek anlatıyı reelden uzaklaştırıyor. hatta bitime doğru tanrısal-anlatıcı, ana karakterin düşünceleri ve konuşmalarıyla ölmeden önce öleceğini çok güçlü bir şekilde hissettiriyor. hikayeyi yaşanmışlıktan uzaklaştıran bu anlatımdan sonra ben-anlatıcı hemen müdahale edip olayların bu şekilde cereyan etmediğini, böyle anlatarak yazarın romanı güzelleştirmek ve ilginç kılmak istediğini söyler ve bizi bir paradoksla karşı karşıya bırakır: şimdiye kadar anlatılanlar bir kurmacadan mı ibaretti acaba?
sanırım uzun kahramanını böyle konuşturarak anlattıklarının salt biyografi ve yaşanmışlıktan ibaret olmadığını okuyuculara anlatmak istemiş. şüphesiz ana ve yan karakterler gerçek şahıslardır ve genel anlatı da bilgi ve belgelerle ispatı kolayca yapılabilecek olaylardır. fakat yazdığı romanın bir tarih kitabı olmadığının da altını çizmiştir.
zaten yitik bir aşkın gölgesinde deki m. selim bey'de olduğu gibi burda da m. uzun un hayatından izler hissedilir celadet ali'nin hayatında. hem de çok güçlü bir şekilde... sürgün acısı, celadet ali'nin kürt halkının makus talihi karşısındaki çaresizliği, kürtçe kelimelerin yaralarını sağaltma tutkusu ve sevdiği kızı apansız yitirmesi gibi olaylar, hisler ve fikirler uzun'un hayatında da çokça yer edinmiş şeyler. yazarın karakterlerini etkilemesi ve onlardan etkilenmesi olasıdır, kaçınılmazdır hatta. peki ya başlarından geçen olaylar arasında da paralellik varsa ve bu karakterler de gerçek yaşamdan alınmmış kişilerse? aslında kapsamlı ve çok ciddi bir çalışmayı hak ediyor bu soru. uzun'un hayatı ile fiktif olmayan karakterlerinin hayatları arasındaki hafife alınmaz benzerlik ve paralellikler özellikle yitik bir aşkın gölgesinde ve kader kuyusu romanlarında çok belirgin olarak göze çarpıyor. bu enteresan olgu üzerinde kafa yormak gerek.
son olarak kuyu kavramına değinmek gerekiyor. daha önce de belirttiğim gibi 'kader kuyusu' celadet ali'nin yazmayı planladığı romanının ismi. gerçekten de öyle bir şey var mıydı veya bu da kurmacanın bir parçası mı?, bilemiyorum. ancak şu bir gerçek ki; bu romaanı herhangi biri okusa ismini bilmeden, kesinlikle aynı ismi koyar romana. kader kuyusu...
kadere hükmeden kuyu.. uzun, kuyuyu başlı başına bir metafor olarak kullanmış. insan nereye giderse kaderi de arkasında gelir misali, romanda celadet'in doğumundan ölümüne kadar kaderi kuyu suretine girip onun izini sürmüş. hatta daha da ileri gidilerek kuyunun ölüm meleği olduğu söylenebilir, çünkü ölmesine sebep olan yine bir kuyu. kitapta hemen hemen her bölümde en az bir defa varolan (veya yazar tarafından var edilmiş, dahil edilmiş) bir kuyuya işaret ediliyor. son bölümde ise ölüm suretine giren kuyudan bahsedilirken, kürtçede aynı zamanda 'hafıza (bîr)' anlamına denk düşen bu kelimeyle bir alegori de yapılıyor. ölüm kuyu suretine girmiştir ve gidilen her yerde vardır. böylelikle geçmiş denen zamanın her anına tanıktır. geçmişteki her an, anılara dönüşür ve bu da hafızanın ta kendisidir.
1864 yılında doğup 1916 da birleşik krallık yönetimi tarafından darağacına gönderilen irlandalı yurtsever ve insan hakları aktivisti. gençliğinde afrika ya gitmiş ve orda tanık olduğu beyaz adam vahşetine karşı yerlilerin en büyük savunucusu olmuş. kongo da ingiliz büyükelcilik görevini yürüttüğü sırada başta belçikalılar olmak üzere kauçuk için orayı istila eden diğer avrupalılar ın yaptıkları haksız uygulamaları rapor ederek kamuoyunun dikkatini oraya çekmiştir. bu çalışmalarına karşılık olarak ingiliz kraliyet ailesi tarafından sir ünvanıyla şereflendilmiştir. ırkçılığa karşı verdiği mücadaleyi daha sonra giittiği peruda da sürdürmüştür.
kendisi bir ingiliz memuru olup başlarda irlandalı kimliğinin pek farkinda olmasa da afrika da ve peru da gördüklerinden sonra " avrupalılar siyahileri nasıl sömürüyorsa irlanda halkı da yüzyıllardır farklı şekillerde ingilizlerin boyunduruğu altında yaşıyor ve kendi kimliğini kaybediyor" gibi düşüncelere sürüklenmiş ve yaşamının son yıllarında kelt kimliğinin kurtuluşu için irlanda ya dönmüş ve o yıllarda patlak veren 1. dünya savaşı nda oluşan ikili blokta ulusal özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşmasının ilk şartı olarak almanya nın yanında savaşa girme olarak öngörmüş ve bu amaçla almanya ya gitmiştir. gerekli pazarlıklar yapılmış ve anlaşma sağlanmıştır ancak almanya nın anlaşmalarda belirlenen silahları göndermemesi üzerine irlanda daki christmas ayaklanması hezimetle sonuçlanmış ve casement da arkadaşlarıyla birlikte yakalanıp idama mahkum edilmiştir. hapiste olduğu süre içerisinde casement a ait olduğu iddia edilen the black diaries adlı günlükler ifşa edilmiş ve bunlara dayanarak casement ın eşcinsel olduğu ileri sürülerek halkın gözünde küçük düşürülmek istenmiştir.
ayrıca dönemin birçok yazar, şair ve aydın sanatçılarla dostluğu olmuş. w. butler yeats, bernard shaw, arthur conan doyle gibi birçok arkadaşı casement hapisteyken hakkındaki idam hükmünün kaldırilması için imza toplayıp bildiriler yayınlamışlardır. fakat bu çabaların hiçbiri bir işe yaramamış, sonuç olarak roger casement darağacında can vermiştir.
bence roger casement
gereken neyse onu yaptı
sehpada öldüyse de
bu yeni bir şey değil
dostu yeats in kendisine ithafen yazdığı bu sözler ise casement ın hayatını ne uğruna harcadığını ortaya koyuyor. casement şimdi irlanda da ve daha birçok yerde bir halk kahramanı olarak görülüyor.