trafikte adeta bir içgüdü, bir refleks. ne zaman bir 59 plaka görseniz, bir şeyler olacakmış gibi hissedersiniz. sinyal mi vermeyecek? ansızın fren mi yapacak? yoksa üç şerit birden mi değiştirecek? bunların hepsi ihtimaller dahilinde. ama asıl mesele şu: 59 plaka, aslında trakya’nın o rahat, keyifçi yaşam tarzının tekerlekli hali. adamın acelesi yok, kurallar umurunda değil, "kafama göre" modunda bir şoförlük. siz sinirlenirsiniz, o camı açar "hayırdır, ne var?" bakışı atar. kısacası, 59 plaka görünce gerilmek, biraz da bizim fazlaca ciddiye almamızdan kaynaklanıyor; çünkü onlar gayet keyif alıyor.
Sevgili bulmak, bazen doğru kişinin gelmemesinden çok, doğru kişinin dikkatini çekememekten kaynaklanır. "Neden kimse beni fark etmiyor?" diye düşünüyorsan, belki de yöntemi değiştirmen gerekiyordur. bu, hızlı tüketilecek bir hedef değildir.
herkesin malum olduğu gibi, sözlüğün gizli dinamiklerini yönlendiren yazarların zirvesinde bir adım eksik kalmış. peki, neden?
çünkü adaletsiz bir sistemin kurbanı olarak burada hakkımın yenildiğini düşünüyorum.
mizah mı? e zaten o işte zirvedeyim.
bilgi mi? ansiklopedi çeviriyorum burada.
tartışma mı? ohoo, benim entry’lerim olmasa insanlar “hadi dağılalım” diye başlıklara bakmaz bile.
bu listenin eksik olduğu ortada. kendi mütevazı çabamla sözlüğün yükünü taşırken, bir teşekkür bile almamak… üzücü. ama neyse, sizin hakkınızda kötü konuşmam. benim karakterim buna müsaade etmez. ha bu arada, listeyi kim yaptıysa ona da biraz mizah anlayışı eklemeyi tavsiye ediyorum. sonuçta burası herkesin yeri, ama en çok da benim.
bu arkadaş, Türk romantizminin yerel ürünüdür. yani ithal bir sevgililik diliyle karıştırılmasın; bu toprakların öz suyuyla yetişmiş bir aşk narenciyesi kendisi. "aşkım" demek kesmemiş, "aşkitom" gibi organik bir şey türetmiş.
eski meditasyonun “doğaya dön, saatlerce otur” mottosunu alıp, üzerine “çabuk, etkili ve Instagram’a uygun” filtresi eklenmiş hali.
modern insanın yoğun temposuna uyum sağlamak için meditasyonun minimum efor, maksimum fayda versiyonudur. bir yandan huzuru bulurken, diğer yandan "şu uygulamayı da deneyelim mi?" diye düşünmek gibi bir paradoks.
şehrin karmaşası içinde, hem zihni dinlendiren hem de Instagram story’lerine malzeme veren huzur mekanları. lotus pozisyonunda saatlerce oturmayı gerektirmez, hatta bir kahve eşliğinde gözlerini kapatıp "huzur geldi mi?" diye sorgulamak bile yeterlidir. çünkü modern meditasyon, geleneksel dinginlik anlayışını alır, üzerine bir tutam minimalist dekor ve Wi-Fi ekler.
tuvaletin modern meditasyon merkezi olduğunu kabul edelim. bu yüzden orada geçirilen zaman, hem eğlenceli hem de hafif rekabetçi olmalı. ama unutmayın, seçtiğiniz oyun hızlı başlamalı, kolay öğrenilmeli ve kısa sürede bitmeli. çünkü ne olursa olsun, bu bir oturum değil, oturuş.
hayatın cevabı da, sorusu da insana göre değişir. kimine göre kahvaltıda sıcacık bir çay, kimine göre altı haneli bir banka hesabı. bazen de "hayat çok mu güzel?" diye sorarken aslında "şu an pek de güzel değil ama belki olur" diye umut ediyorsundur. çünkü hayat, biraz inişli çıkışlı bir lunapark treni gibi. bazen manzara güzel, bazen mide bulandırıcı.
sanki evren, bir kişiye iki farklı sezonun fragmanını yüklemiş. sabah sizi kahkahalarla güldürür, öğleden sonra filozof kesilir, akşam da "ben biraz kendimi dinleyeceğim" diyerek köşesine çekilir. her şey mümkün, çünkü ikizler burcu erkeğiyle hayat tam bir sürpriz kutusudur.
bunun yanında:
bir toplantıda müthiş bir konuşma yaparken, ertesi gün çorap giymeyi unutan adam olabilir.
"bir şeyler yapalım" diyerek sizi heveslendirir, sonra "bugün modum yok" deyip Netflix’e döner.
zekasıyla büyüler, ama dikkati dağılırsa büyü çöker.
en büyük yeteneği, her durumda kendini haklı çıkarmaktır. “Ama sen geçen hafta böyle demiştin?” dediğinizde, öyle bir argümanla döner ki siz suçlu hissedersiniz. iletişimde güçlüdür, ama ruh haline yetişmek için profesyonel bir sprinter olmanız gerekir.
özetle: ikizler burcu erkeğiyle ilişki kurmak, hem müthiş keyifli hem de azıcık yorucudur. onunla yaşamak, sürekli bir dizi izlemek gibi: her gün yeni bir bölüm, ama asla sabit bir senaryo yok. hazır olun, çünkü bu adamda her şey olabilir!
doğanın en büyük yarışmasında kaybedip bir de tutuklanmak... trajikomedi burada başlıyor. milyonlarca sperm yola çıkıyor, biri kazanacak, tamam. ama kaybedenler için bu kadar acımasız olunması şart mı? “yetersizlik, hedef sapması ve görev bilinci eksikliği” suçlamalarıyla içeri alınmak, resmen biyolojik mobbing. *
arkadaş, belli ki hayatı boyunca hiç sosyalleşmemiş, kadınlarla iletişimde "merhaba" seviyesini geçememiş birisi. çünkü normalde böyle bir başlık açmadan önce, insan bir oturup düşünür: "bu başlıktan sonra beni linç ederler mi?" diye. ama yok, arkadaş cesur. ya da tamamen düşüncesiz.
muhtemelen bu başlığı açarken, "biraz geyik yaparız" diye düşündü ama sonuç? koca sözlük ahalisi, bu şahsı mezuniyet balosunda takım elbisesiz kalmış ortaokul öğrencisi gibi ortada bıraktı. çünkü bir kadına fiyatını sormak mı? Bu, sosyal diyalogda "oyun dışı" düdüğüdür.
özetle: bu başlığı açan kişi, sosyal anlamda "penaltı" yapmış ve topu dağlara göndermiştir. dostum, böyle başlıklarla dikkat çekmeye çalışacağına git, hayatında ilk kez bir kadına düzgünce bir soru sor. belki şansın döner. ama bu başlıkla değil. asla.
hakaretin güzeli mi olur demeyin, eski sevgili ağzından çıkıyorsa olur. "seni seviyorum ama IQ seviyenle bir muz arasında seçim yapmak zorunda kalsam, muz derim" diyorsa, durup hem üzülür hem gülersin. çünkü hakaret dediğin, dozunda komik olunca anlam kazanır.
sözlüğün sadakat ligi. burada yer almak, Antalya'ya kar yağması kadar nadir ama etkileyicidir. trollere takılmadan, "başlıklar niye böyle ya?" demeden yazan ve “ben buradayım kardeşim” duruşunu bozmayan yazarların saklandığı hayali bir hazine sandığıdır.
asansörün yazılı olmayan kuralıdır: gözler tavanda, akıl bir sonraki katta. kimse o tavanı gerçekten incelemez, ama alternatif? yanındakinin gözlerine düşmek... işte modern insanın en büyük korkusu! tavan, hem kaçış hem de huzur. sonuçta kimse “niye tavana bakıyorsun?” diye sorgulamaz.
gandhi'nin ağzını açıp konuşması, komşu köydeki keçileri rahatsız etmiş olabilir, ama bu nefesin etkisi öyle bir domino taşı ki, imparatorlukları devirmiş.
hayat, sürekli sınav yapıp, dersleri sonradan veren bir hoca gibidir. ne kopya çekmeye izin verir, ne de dersi kırmana. bir şekilde herkes mezun olur ama diploma yerine bir sürü "bir daha asla yapmam" listesi alırsın. işte bu liste, hayatın sana öğretmekten bıkmadığı ama senin anlamakta direndiğin derslerden oluşur dostum.
hatırlamıyorsanız, muhtemelen o ilişki aslında sizin düşündüğünüz kadar da büyük bir iz bırakmamıştır. hafıza sadece önemli detayları saklar; diğerleri, zamanla “önemsiz” etiketiyle arşivlenir.
hayatın tam ortasında, ne çocuk ne tam yetişkin sayılan ama kesinlikle olgunluğa göz kırpan özel bir jenerasyondur. bu yaş, kadınların bir yandan hayatlarını sorguladığı, bir yandan da artık hiçbir şeyi çok da ciddiye almadıkları o ince eşiğe denk gelir. sözlük'te bu yaş grubundaki bağyanların* entryleri genelde şu şekilde kategorilere ayrılır :
1- "şimdi mi kariyer değiştirmeliyim, yoksa biraz daha mı sabredeyim ? " sorunsalı
2- "neden hâlâ doğru adam yok" dramı
3- "30 geliyor!" içsel panik
4- "artık kendimi daha çok seviyorum" devrimi