Bize randevu bile vermeyen ülkelerin vatandaşları elini kolunu sallayarak bizim ülkemize giremesinler.
Biraz dik durmanın, bedelini ödemek pahasına harekete geçmenin bence vakti geldi de geçiyor.
Mevcut durumun sömürgeden farkı nedir? Onlar kendi toprakları gibi gelsinler geçsinler...
Bize gelince işadamlarına bile vize verilmesin, fuarlara katılamasınlar...
Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi efendiler?
Hangi milletin?
listeye dost pide girmiş... en çok gelir vergisi verenlerden ilk 100'e girmiş...
haliyle bordroludan alacak vergiyi...
bilemedim memleketin ahlaka mı ihtiyacı var, en saygın üniversiteleri bitirmiş, dünyaca ünlü firmalarda görev almış ekonomi kurmaylarına mı?
dese biri bana, ben şöyle tariflerdim.
en son doğum günümü 23 sene önce insanlarla kutlamıştım.
son 10 yıldır doğum günümü hiç kimse hatırlamadı ve kutlamadı.
son 5 yıldır doğum günümü ben bile unutuyorum, geçtikten sonra hatırlıyorum.
şimdi bu uzak ülkede evimde ölsem, sanırım cesedimin bulunması 2 ay felan sürer...
Kıymetli yazar, eğitmen, düşünür...
insan ve anne...
Çocuklar için yazdığı kitapları okurken, nasıl da çocuk kalmış yanlarımız varmış anlıyor insan...
Belki de çocuk yaralarımız var...
Çok kıymetli mindfulness eğitimine katılan şanslı insanlardanım...
O kadar yaptığı işin hakkını veriyor ki...
Bir de hayat bir o eğitimden önce var, bir de sonra var...
Aynı hayat ama farklı farkındalıklarla yaşamına devam ediyor insan...
Hani o hep hayat çok hızlı akıyor ya artık, çoğumuz kayboluyoruz, artık yetişemiyoruz...
Hissedemiyoruz... Esen rüzgarı hissetmeden, hissedemeden yaşıyoruz...
Bakıyoruz, ama göremiyoruz, o anda kalamıyoruz...
Zaman geçiyor ve biz bedenimizi, sinir sistemimizi yok sayarak, ona rağmen yaşamaya çalışıyoruz...
Eksik yaşıyoruz... Bedenimizi, sinir sistemimizi aslında varoluşumuzu inkar edip, onu zaman içinde taşıyoruz ya...
Meğer, ''Yeter artık bir nefes almak istiyorum!'' isyanı insanın, o kadar da kolay bir mesele değilmiş...
işte bir nefes almak istiyorsanız, ama gerçekten bir nefes...
O nefesi almayı öğrenmek gerekiyormuş meğer...
Aslında doğuştan var olan ve bizim yolda kaybettiğimiz o eşsiz yeteneğimiz...
Nefes almak... Gerçekten nefes almak!
Yoksa bir nefes bile alamadan yaşatıyor bizi mevcut iklim...
Ülkemize kattığı tüm değerler, yaptığı tüm kıymetli işler için kendisine sonsuz teşekkür ediyorum...
Memlekette yaptığı işin gerçekten hakkını veren, işini özüyle yapmaya çalışan insan...
Teşekkürler...
Yahu hangi emir sana ormanda 90 yaşındaki neneyi coplatabilir?
Savaş halinde insan düşmana bile bunu yapmaz…
Bizim atalarımızın savaş ahlakında bile yok bu?
Üstüne o köylüye sana emrediyorum diyen komutan?
Köylüye, halka cuntacılar darbeciler emreder.
Sen askerine emir verebilirsin, kanuna uygun emri üstünden alırsın, kanuna uygun emri askerine verirsin?
O halk ki asker olmuş, sana ölmeyi emrediyorum emrini almış, ölüme gitmiş düşmana karşı?
Sen bugün, sana emrediyorum görsel alma, sana emrediyorum ormandan çık diyeceksin…
Anayasayı ve hukuku yok sayan, kanunsuz emri uygulayarak halkı coplayan askerin,
anayasayı ayakları altına alıp halka kurşun sıkan cuntacıdan ne farkı var?
Biri sivil darbe diğeri askeri darbe….
Bu memleket kanunsuz emirleri uygulamayı reddetmeyen tüm görevliler sebebiyle bu halde…
Darbenin sivili askeri olmaz. Darbe darbedir, darbeci darbecidir…
Bu emri uygulayan cuntacıdır.
devletin mevcut dalgalı ekonomik durumda, acil önlem alması gereken durumdur.
patronların tüm ekonomik yükü, çalışan emekçi kesime yüklemesinin önüne acilen geçilmelidir.
devlet madem asgari ücreti tanımlıyor.
aynı devlet asgari özel sektör maaşları tanımlamalıdır.
minimum; mühendis, doktor, memur, öğretmen, avukat, hemşire vb. maaşları mutlaka tanımlanmalıdır...
mevcut sistem, minimumu tanımlıyor ve diğerlerini vahşi kapitalizmin acımasız pençelerine bırakıyor.
özel sektörün vergi kesebileceği 85 milyon olmayınca, vergiyi çalışanının gırtlağından kesiyor.
özel sektörün karşılıksız para basabileceği merkez bankası olmayınca, gırtlağa basıyor.
asgari ücret öyle bir seviyeye geldi ki memlekette...
asgari ücreti alabilirsen, öp başına koy.
hemşirelik, bu memleketin en zor mesleklerinden biri mesela kardeşim...
o kadar ağır bir meslek ki, bana sorarsan maden ocağına inen adamdan daha ağır fiziksel şartlarda çalışıyorlar...
72 saat çalışıyorlar bazen. aile düzenleri yok, uyku düzenleri yok, haftasonu, tatil, bayram yok...
çoğuna maden ocağı şartları sunulsa, gözü kapalı kabul edecek haldeler...
emeklerinin, alın terlerinin karşılığı ne?
canını emanet ediyorsun...
hele ki özel hastahane sömürüsü... asgari ücreti alabilirsen, öp başına koy...
özel okul öğretmeni aynı durumda...
özel sektör mühendisi aynı durumda...
özel sektör memur aynı durumda...
özel basın emekçileri aynı durumda...
kaç avukat minimum kanunda tanımlı parayı alabiliyor ki...
tüm özel sektör bu halde...
yahu bir minimum maaş zorunluluğu olmaz mı bu özel kurumlarda?
maksimum asgari ücretli çalıştırabilieceğin bir oran olmaz mı?
ev sahibine koyuyorsun, kira artışında kural.
hastane sahibi, zombi şirket sahipleri...
onlara sürekli ölü doğmuş teşvikler veriyorsun.
asgari öyle bir seviyeye geldi ki memlekette...
asgari ücreti alabilirsen, öp başına koy.
valla ülke çok öfkeli şirinlerle doldu, benden söylemesi.
biraz genel gelir dağılımında adalet sağlanması lazım..
hep asgari ücret olmaz.
hele bu doktor maaşları, kul hakkı kardeşim...
o kadar zor bir eğitime hak değil...
onlar senden, bunlar benden bir yere kadar...
''çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, kul hakkı yemeyeceksin!'' yazılmış kutsal kitaplara.
tüm unuttuğum alın teri döken, adaletsizliğe uğradığını düşünenlere, özür ve selamlarımla...
Bilenler bilir, yaşayanlar daha iyi bilir. Çok acıklı hikayeler vardır arka planda öz kardeşin, kardeşi vurduğu. Aynı ana babadan doğanlardan bahsediyorum günümüzde herkes kardeş lafta...
Çok bedeller ödenmiştir, yara hep kaşınmış, kabuk bağlatılıp kaşınmış, derinleştirilmiş, bilerek mikrop kaptırılmıştır.
Engel tanımayan aşklar olmuş, çok sevebilenler olmuştur. Dibine kadar aşkla doğan çocuklar, kanayan yaranın kokusuyla büyümüşlerdir. Kan kokusuyla...Aşkla katmerlenen acıyla... Aşkın yasak tanımayan dünyasında yasaklarla...
Dili yasak, dini yasak çocuklar canlara kıymışlardır mazlum ve masum canlara. Ölenler ne yarada pay sahibi olanlar, ne kaşıyanlar, ne de bilerek mikrop bulaştıranlar olmuştur. Yara kanamıştır, kan kokusunda boğulmuştur kınalı kuzular.
Herkesin haklı olduğu bu kavgayı anlatamamaktan kanser olmuştur aydınları memleketin. Kimi zaman kanları, canlarıyla ödemişlerdir bedelini doğrularının.
Doğrularına inanmış kınalı kuzular ve doğrularına inanmış eksik yaşamış çocuklar, köpeklerin kumpasında, kumpas kurmuşlardır birbirlerine.
Taraf olanlar olmuş, anlayanlar olmuştur. Yara hep kaşınmış, kanatılmıştır. Kan kokusu sarmıştır memleketin her yerinde.
Masum ve babasız büyüyen çocukların intikamla uyandıkları yeni günler doğmuştur. Yara katmerlenmiş. Eksilmemiş artmıştır.
Nefret hep daha yüksek tonda girmiştir hayatlara....
Herkese kendi nefretinin tarihini yazmıştır... Herkes kendi nefretini yüceltmiş, destanlaştırmıştır. Yara kanatılmıştır.
Artık yara kanamaktadır.
Aşkla, acıyla, kinle, nefretle, intikamla, yasakla, nifakla, heyecanla, oyunla, ölümler ve doğumlarla ekmek mayalar gibi pişirilmiştir.
Bir canın 1 liralık kurşun kadar değerinin olduğu topraklar, kanla ve yalanlarla sulanmıştır.
Her kulun her kulunun hakkını sattığı topraklarda, kul hakkı yiyen haksızlar çoğunluğu almışlardır.
Bu topraklarda ölmek kolay yaşamak zordur.
Doğruları söyleyenleri, iyi insanları hep ölümle taçlandırmış topraklardır buralar.
Ve biz, nasıl ki mavi gözlü çocuk mucizesini, çıkarmışsak bu topraklardan...
Nasıl ki bir mavi gözlü deha bozduysa oyununu 7 düvel düşmanın. Gözünü yalnızca kan bürümüş olanların.
Bütün dünya bilsin ki bu memlekette mavi gözlü çocuklar bitmez.
Yeni bir 19 Mayıs sabahı, dersimiyle, izmiriyle, konyasıyla, bu ektiğiniz tüm nefret tohumlarını size meyve olarak verirler.
Öyle bir tek olurlar ki inanamazsınız...
Kan kokusuyla büyümüş bu toplum, kan gölünde yüzmekten hiç çekinmez ama yaşamayı bilir.
Burası mavi gözlü aydınlık yüzlüklü çocukların topraklarıdır.
Kavgada sert, yaşamakta onurlu...
Direnerek ölümü yenecekler...
filyos sahil kasabasından bir (bkz: çatuk) sanatçısı. denizin karaya attığı atıklardan babadan kalma atölyesinde sanat eserleri üretmektedir. maddi kaygısı olmayan, dünyasına mutluluk katan bir sanatçıdır. çocuklara ve gençlere sanatı sevdirmektedir. sosyal güler yüzlü bir insandır.
sanat atölyesi belediye tarafından mühürlenmiştir. bir türkiye gerçeğidir. emektarsanız, küçükseniz, santçıysanız, mühürlerler.
mühürlenen sanat atölyesinin kapısına ''haberim yokmuş gibi mühürle pampa.'' yazacak kadar da hayata geniş bakmaktadır.
daha önce de köpeği sokağı kirlettiği için bir miktar ceza belediye tarafından kendisine kesilmiştir.
bakalım daha neler gelecek emekli öğretmenimizin başına.
sanatçılar ve fikir insanlarının bile politikadan uzak durmaları ve sindirilmeleri için, minik bir sahil kasabasında bile bu cezalar kesildiğinde göre, pek çok ünlünün siyasilere yalaklanmak zorunda kalması gayet normaldir.
ah benim güzel ülkem.
rakı koy buzlu olsun yanında peynir ve karpuz. çok yoruldum, çok üzüldüm içicem.
gezici tukaka söylemlerinin altında yatan ciddi korkudur.
alanlara çıktığımızda iliklerine kadar titrediklerinden mütevellittir.
aynı korku ulusalcı söylemlerinin altında da yatmaktadır.
ülkesini ve milletini gerçekten seven insanlardan iliklerine kadar korkmaktadırlar.
bakara makara zihniyetinin arkasından gidenler bunlar. Bilal'i isviçreli sevgilisiyle gerdeğe hep birlikte sokarlar. 70'lik 15 yaşında çocuğa tecavüz edenleri kahraman ilan ederler.
hak hukuk tanımaz, emeğin değil yalakalığın, torpilin, yandaşlığın hikayesidir bunlar.
700.000 liralık kol saatleri de, Afrika'da kameralara çocuk severken takılan öküz gibi tek taşta, fakir fukaraya yardım içindir. Müslümanlara yardım için gönderilmiştir kesin.
merak etmeyin donunuza kadar alacağız. 3-5-10-20 yıl geçse de çaldıklarınız iadeyi itibar olacak millete.
millete gezici diyerek, meydanlardan korkmanıza gerek yok. siz bize bulaşmayıp kendi pisliğinizde boğulduğunuz sürece sıkıntı yok. bir daha iki ayyaş deyin, bayramlarımızı yasaklayın, hamile eşlerimizin sokaklara çıkmasını tukakalayın, özgürlüklerimize karışın, taksime şeriat sembolü dikmeye kalkın, alanlarda sizi iliklerinize kadar bir daha titretelim.
kokuşmuş zihniyetiniz ve sizleri, yalaka organizmalar olarak hayatlarınıza devam etmeniz ve bizlerden uzak durmanız konusunda uyarıyoruz. sınırı geçtiğinizde biz ülkemizin meydanlarında olacağız ve bizim olan anayasal haklarımızı sonuna kadar savunacağız. meydanlarda siz zavallı ezikler gibi palalara, silahlara, polislerin arkasında sopalara ihtiyacımız yok, bir yüreğimiz bir de bayrağımız bize yeter. yüreğimiz ve bayrağımızla o meydanlarda bizim olanları söke söke almak için olacağız. dün de aldık, bugün de alırız yarın da alacağız.
teknik olarak tübitak'a teknik tanrı gözü ile bakan milletin sonudur.
şimdi en azından şu olsun, tübitak bir rapor sunsun, gerçek rapor, ama tübitak politik kurulsun. onlarda politik sonuçları versin.
böylece en azından tübitak teknik ekibi siyasi ve politik çalkantılardan kurtulur.
teknik olarak zavallı noktada ki türkiye Cumhuriyeti'nin sonudur.
cami içerisinde güvenli olduğu sebebiyle rüşvet almaktır.
memleketimin diliyle, sünnet işlemektir.
her türlü pisliği din iman diyerek örten zihniyetten beklenen görüntülerdir.
aman bira içenleri yakalayalım edasıyla koyulan kameralar çekmiş görüntüleri.
hayırlı cumalar ne oldu bizim villalar.
bilmiyorum arkadaşlar saat 10'dan sonra bira alamayan var mı?
hırsız'ın dini imanı olmaz.
yeter ki bir tane yurt yaptır hocam sonrası kolay.
en az 3 çocuk yapın dediler ya. en az 3 çocukları hırsızlıktan içeri girecek. şehzademiz de var aralarında. ilgili savcı sürülene kadar kaçmadığı memleket kalmadı şehzadenin. savcı sürüldü, şehzade delikanlı kesildi. aman biran önce kadro temizken yargılanayım da kurtulayım hesabı. şark kurnazlığı moda oldu memlekette.
camide biranın görüntüsü yok ama camide rüşvetin görüntüsü var.
islam için hırsızlığa ancak göt kılları tebessüm eder. onlarda beslenelim de nasıl olursa hesabı. halka gavat diyen vali hesabı.
rüşveti de mi Amerika aldı?
kendi kendini tanıtan başlık.
adamın teki fotoğraf çektiriyor ve elinin altında bir buton var.
keserim çükünüzü diyor. pardon internetinizi...
kesmezsen aq. göt.
bir dershane için, koskoca, aptala karizmatik, devletin tepesine yerleşmiş, yargının patronu, emniyetin ortağı, bir cemaatin ortalığı yakıp yıkmasıdır.
bu cemaatin parası ne kadar tatlıymış. paraya, ranta, tapma dini var da biz mi bilmiyoruz.
anlıyorum, akp falan filan odur budur, istifadır, eylemdir, kasadır, hukuk gukuk, cemaat cumhur, egemenlik kayıtsız şartsız cemaatin, vs... bunlar politik şeyler.
ama bir biranın 4.5 tl olmaması gerektiği gerçeğidir.
darbelerin yalnızca askerler tarafından yapıldığı yanılgısının tersidir. yanılgının halka dayatılmasıdır.
darbe zorla yapılandır. sadece asker yapmaz. bir kez yeterli çoğunluğu yalan söyleyerek elde eden parti de darbe yapabilir.
demokrasiyle iktidara gelip, demokrasinin tüm işlevsel kolları işlemez yapılabilir.
örneğin yargı.
sonrasında yasama gücüyle yürütme ve yargının tüm kolları işlevsizleştirilebilir. tabi ki her adımda darbenin askerlerce yapıldığı ve bunun önüne geçilmek amaçlandığı yalanı halka empoze edilmelidir.
sonrasında acımasızlaşılabilir.
askerin darbe ile yaptığı tüm acımasızlıklar ceza evlerinde masum gençlere yapılabilir. o zaman nasıl duyulmadıysa bugünde duyulmaz.
birinde postallar sokakta görünürken, diğerinde gaz bombaları görünürlüğü azaltır.
ama Atatürk'ün gerçek dehası burada ortaya çıkacaktır. ve tüm dünya yıllar sonra yeniden hayran kalacak ve nasıl bir lider olduğunu tekrar anlayacaktır.
yasama tayyip, yürütme tayyip, yargı tayyip, basın tayyip, eğitim tayyip, evde tayyip, işte tayyip, otobüste tayyip, polis tayyip, ordu tayyip, imam tayyip, bakanlar tayyip, cumhurbaşkanı tayyip, tüm meslek odaları tayyip, sendikalar tayyip, ormanlar tayyip, parklar tayyip, üniversiteler tayyip, yatak odasında bile tayyip.
saf ve masum bir dumandır içinde savrulup duran. nedensiz çeperlerine çarpar hücrelerinin, anlam katar, anlamsız hayatına. savrulan bir dumandır oysa ki.. istediğin yere götüren, istediğin dokunuşu sana veren çokta sahi olmayan ve sahisini çokta istemediğin şeyleri yaşatır sana o duman.
her anın bir dokunulmazlığı, bir çok özelliği olduğundandır aslında çoğu anlamsızlıklar. doğadan uzaklaşmanın bizleri getirdiği noktadır.
ve bazen hepimizin çokta sıradan bir çay bardağına sığıdırdığı, bazı güzelliklerdir, dokunulması güç olan. parayla kolaylaştırılmış hayatlardır.
devlet kavramından uzaklaşmaktır hapishanede yaşadığı güçlünün. para kavramının olduğu bir yerde olamayacağıdır, hukukun, bugünün dünyasında. dünün kası bügünün doları olmuştur.
zamanın insanlardan çaldıkları kadardır aslında birçok şeyin özeti. neler yaşamak adına neler yaşanmıştır.
belki denizden koparılmış, belki savrulmuşuzdur. bırak zaman aksındır.
ve duman savrulsundur gönlünce. istediği hücreyle istediğince taşak geçebilir artık.
anne marie david - neşeli gençleriz hah haay hava ne güzeel hava ne güzel gel gidelim uzaklara.
sözlük yazarlarının ara sıra dinlemesi gereken bir şarkı. ya da denize girip balıklarla yarışalım.