Hepsiburada’nın bayağıdır kullanıma sunduğu ödeme yöntemidir.
Her üründe kullanıma aktif değil ama almak istediğiniz aktif ürün varsa önce herhangi bir hesap kartınızı veya kredi kartınızı tanımlıyorsunuz. Sonra birkaç bilgi girişi yaptıktan sonra kredi notunuza göre size bir limit veriliyor.
Limit tanımlandıktan sonra ürünü isterseniz tek çekim veya taksitle ödeyip aldığınız tarihten 1 ay sonra ödemeye başlıyorsunuz.
Güzel ve kullanışlı bir ödeme yöntemi.
[Verse 1]
How does it feel when it's quiet and calm?
And will I be denied?
How will it feel when it's time to move on?
Mother says kneel and pray
When it gets hard, I will roll those sleeves
Life can be so unkind
I will be found on the edge of the world
Where there'll be no one around
[Verse 2]
How does it feel to be on your own?
No one to understand
I know I'm here and I don't belong
I'm on my knees today
When it gets dark, I will know no fear
Life can be so unkind
Hanging around on the edge of the world
Finally no one around
[Bridge]
Oh, would you help me?
I don't understand
Is it over?
Am I losing solid ground?
özellikle sosyal medya* uygulamaları üzerinden interaktif canlı yayınlar yapılıp bu galerideki eserler ve koleksiyonlar ile ilgili güzel bilgiler edinebiliyorsunuz.
uzun adı "Dream Caused by the Flight of a Bee Around a Pomegranate a Second Before Awakening" olan sürrealistdehasalvador dali'nin eşi gala ile birlikte 1944 yılında yaptığı tablosudur.
Dali, bu eseri için, sigmund Freud’un rüya tabirlerinin görülen hali olarak açıklamış. Tabloda görülen fil ise, italyan heykeltıraş Bernini’nin eserinden esinlenmiş.
david'in tablosundaki napolyon karizmatik ve kahraman edasıyla karşımıza çıkarken, delaroche'un tablosundaki napolyon soğukta it gibi titriyor gibi gözüküyor.
david'in hükümet yalakası olduğuna dair de söylentiler var. hehe.
şimdi nerede mantık hatası diyeceksiniz? dediniz mi? diyin lan, lütfen...
mantık hatasının kaynağı kızın elindeki içecektir.
büyük ihtimalle çikolatalı milkshake veya kahvedir.
hepimiz biliriz ve takdir ederiz ki hiçbir anne çocuğunu elinde soğuk/sıcak bir içecek varken çarpışan arabaya bindirmez.
çarpışan arabayı geç hiçbir lunapark aracına bindirmez.
ama gel gör ki ortada ciddi bir tehlike var ve gözden kaçıyor.
reklamı izleyen ailelerin bilinçaltına çocuğun elinde bir içecekle lunaparktaki araçlarda eğlenmesi normal bir durum olarak kazınacaktır.
ve tehlike çanlarının çalmasına sebebiyet verir.
bu reklamın televizyon ekranlarından kaldırılması ümidiyle...
başka bir mantık hatasında görüşmek üzere...
edit: videoyu izleyemeyenler için fotoğraf eklendi.
ismet özel'in yine, muhteşem, kendi sesinden okuduğu, türlü hayallere idrak ettiren başka bir eseri.
Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz âlemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.
Şivekâr bizden biri
Yola çıktı yolu bilmeden
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
Özünü harekete geçiren onun
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
Ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu kat etmek.
Şivekâr olduğuna
Olmasını istediği için inandığı
O bir, biricik can için yola koyuldu
Canını koydu yola
Öyle bir başka ben
Bulsun ki
Ben’i bütün şemaliyle onda bulunsun
Başkada bir ben yok ise
Yere çalınsın rüya
Benle
Başka yok olsun.
Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet’le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu besbelli.
Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
iz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.
Şivekâr korkmadı kaybolmaktan
Daldı çokluğa can havliyle
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf’u
Onun gibi kaybolsam keşke.
Kaç yıl geçirdi Şivekâr arayış içinde?
Neler yaşadı?
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
Saklarız
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
Yek diğerinden ne paylar aldığını.
Dünyada
Çözülürse dünyayı
Issız kılacak bir çelişki vardı
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
Taraf olunduğunda.
Aradı Hüsnü Yusuf`u Şivekâr
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
Yalnız arayan bilir acımasını
Aramamak acımamak demektir
Küçümsenecekse
Memnuniyet küçümsenmelidir
Dünyanın dönmekten memnuniyeti
insanların utancı dünyaya dönüşmekten
insanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış köseleden insanlar
SAHiPSiZ BiR UTANÇ HEPSi.
Şivekâr önceleri
Arayışın ilk aşamasında
Bu utancı sadece seyretmekteydi.
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
Takındığı birkaç parça mücevher
Bir şehirden başka şehre göçerken
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
Daha sonra ve fakat
insan dedikleri o sahipsiz utançla
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
insanlık utancından
En külliyetli payı o aldı.
Aradı
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı
Karnı aç
Üstü başı lime lime
Artık narin ayakları çiziklerle dolu
Dirsekleri de yara kabukları
Gerçi bu kadarı, böylesi
Başlarken hiç akla gelmezdi
Lakin hayret!
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka derdi yok.
Vakti bilmek için
Diyor kendi kendine
Haber almak sadece bir başlangıçtı
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.
Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayakaltından çekmiş.
Ne de sert!
Şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
Diye düşündü Şivekâr
O zaman dişim keser.
Pırıl pırıl dereye
Uzattı elindekini
Belki eski kibrinden
Kalma biraz halsizlik
Belki bu ince suyun
Cilveli alayişi
Ekmek
Dereye düşüverdi.
Hem karnı aç
Hem de avı nispet yaparmış gibi
Su üstünde kıpırdanıyor
Koştu o kuru ekmeğin
Peşi sıra Şivekâr
Bir süre öyle gittiler
O da ne?
Dere görünmez oldu
Harap bir tahta perde girdi
Ekmekle Şivekâr’ın arasına
Genç kız gerilemedi
Hem zaten vazgeçerse
Ne yapacağı belli mi?
Dönülecek bir yer
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.
Suya girdi bulmak için ekmeğini
Tahta perdeden öteye geçti.
Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
Tastamam hepsi.
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.
Kokusu çiçeklerin
Otların, çalıların kısa cümlecikleri
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.
insan bir resmin içine
Bu kadar girebilir.
Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey kendine özen göstermiş
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki
Şivekâr bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
Bir daha aklına hiç getirmedi
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
Kim bilir nereye gitti?
Şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
Şivekâr bahçeye tını salıyor adım attıkça
Çok geçmeden gözlerinin önüne
Ne diyelim?
Resim içinde resim mi?
Edebiyat burada bize yardım edemez.
Bir çiçekle meşgul olan, kelebekle meşgul olan bir erkek
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır
Ve terleriz
Şivekâr bizden biri
Onun dilinden dökülen
Bizim kelimelerimiz
Saçma
Ama başka ne sorulurdu ki?
"in misin, cin misin?"
Cevap verdi Hüsnü Yusuf:
"ne inim, ne cinim"
"ben de senin gibi bir beni âdemim"
Ağır ceza reisi duruşmaya girerken,
Safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına.
Kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin,
Fransız ihtilalelinden kalma.
Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin,
Garip bir tarafı var.
Kaşlarını çatınca bir çocukluk,
Dolduruyor yüzünü,
Ürkünç bir uğursuzluk,
Gülümsediği sıra.
Garip bir tarafı var valinin.
Makam arabasına binerken her seferinde,
Bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına.
Saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar,
Bu dudak,
Öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.
Safir göz görünmüyor yargıca.
Kendini valiye vermiyor bakır dudak.
Görmüyor alay komutanı tekmil alırken,
Gömleğine bir damla civanın sızdığını,
Bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
Kimse görmüyor,
Buruşuk pardesüsüyle bir babanın
Kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince.
Karısı,
Katlanmış kilimlerle uyum içinde,
Kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına...
Büyük kız kanepede bu ara,
Bir göl gezintisine çıkmıştır.
Kelebek ölülerinden bir ırmakta,
Sürüklenmektedir lise birdeki oğlan.
Kız için,
Sırlara karışmaktır,
Bir gölün ortasında olmak.
Erkek kardeşi bir türlü
Varamaz herhangi bir sırra.
iki yanında neden akar binlerce bu kelebek?
Binlerce kanatlı çekirge neden uçar
Beyninin yukarsında?
Evde soba yanıyor,
Önce çalılar geçiyor çocukların boğazından,
Sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını,
Bütün ailenin.
Dışarda soğuk,
Safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor,
Gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin.
Bekçi,
Mavi zehir şiddetinde düdük çalarak,
Bir soru soruyor karanlığa,
"Bütün cevaplar sendedir, saklama"
Diyor karanlık ona.
Bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü,
Bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor.
Copunu gösteriyor lise birdeki oğlana.
Sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan,
Bir kadına bıyık buruyor.
Buruk bir sabah,
Başlıyor acılı olduğu,
Açıkça anlaşılmayan,
Dünyada.
Ağır ceza reisi,
Santa Lucia söylüyor traş olurken,
Maiyet memurluğundan beri aksatmadan,
Yaptığı gibi vali sabah sabah,
Parlatıyor
Zaten pırıl pırıl olan siyah kunduralarını.
Kışlada alay komutanı,
Barakaların kar altında öksüz,
Duruşlarına bakarak,
Susuyor,
Söylemiyor bildiği tek şiiri.
"Güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez"
Demiş çünkü Valéry.
Çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık,
Şimdi mesai saati,
Disiplin kurulunun toplantısı var,
Arşivde sicil belgeleri damgalanacak,
Tayinler imzaya girecek,
Teftişe gidecek generaller.
Rüya, okşayış, Tevrat,
Gibi kelimeler
Gündemin dışında.
Yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla,
Söktüler kariha yarımküresini yerinden.
Bir pusula koydular açtıkları boşluğa.
Titreyen, korkak ibresiyle bu pusula,
Kuzeyi gösteriyor serbest,
Düşünme zamanlarında,
Safir bir göz görünce karıştırıyor yönü,
Tırnaklarını yiyor bakır bir
Dudak ona yaklaşınca;
Cıvadan bir gözyaşı
Bari olsun istiyor
Bütün mesai boyunca.
Buruşuk pardesülü adam dalgın,
Gittikçe daha dalgın, elinde cetvel,
Masada hesap makinesi, pusula,
Yetmiyor dibe dalmasına,
Bağlıyor kalın bir urganla beline,
Ağır bir sandık,
Salıyor kendini,
Yeşil yosunların,
Kırmızı balıkların,
Uçan kabarcıkların,
Derinliklerine...
Orada,
Bir sandık buluyor,
Yakutlar, altınlar, pırlantalar.
Adam, dibe inmek için beline bağladığı,
Sandığını keşfediyor, dibe ulaştığında...
Öyleyse, adamın eyvah ışıdı yüreği,
Eve dönmesine gerekçe
Bulamıyacak bir daha.
Eyvah!
Çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç,
Elindeki kalemi,
Gülümsüyor, kıracak!
Atıldı öne, denize doğru lise birdeki oğlan,
Denize, yakuta, integral hesaplarına,
Kardeşim!
Diye haykırdı ablası arkasından,
Fırladı kanepeden,
Kopardı kafasını bekçinin,
Safirden bir baltayla...
Anneleri,
Mutfakta kalan son bakır sahanı,
Alüminyum olanıyla değiştirdi.
Mesainin bitimine on kala,
istifa etti vali,
Çamurlu bir yoldan,
Yayan yürüdü sınıf arkadaşı olan,
Nalbantın dükkanına.
Alay komutanı oğlu için,
Otomobil satın aldı,
Mercury marka...
Kış geçti, öksürük haplarıyla,
Geçti cumartesi.
Hiçbir şey söylemeyen sözlere varmak için,
Her şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti,
arama kısmına soyadınızı girip aratarak dünyanın neresinde aynı soyadı taşıyanlar varsa bilgisini verir.
çeşitli başka bilgilerin yanı sıra nerede oturduklarına dair de kısmen bilgi veriyor.
çok kullanma fırsatı bulmadım ama güzel bir site.
ben arattım, kenya'da 2 kişi var. olum gidecek ülke mi kalmadı?
afrika'da türk okulunda okuyan biri vardı köyde. memlekete döndükten sonra kız kaçırmıştı mahalleden.
sosyal hayatımızı etkileyen covid 19 virüsünün azaldığını görmüş bulunuyoruz.
temennimiz odur ki haziran ayı gibi biter ve normal hayatımıza dönmüş oluruz.
bu karantina ve #evdekal sürecinde hepimiz arkadaş hasretiyle nice prangalar eskittik, nice am göt meme entry'leri girdik, nice başlıklar açtık eksilere boğulan...
bu süreçte sosyal hayattan uzak kalmamızın entry'lere de yansıdığını gördük.
biyolojik olarak verdiğimiz bu savaşın ayrıca psikolojik bir yönü de olduğunu idrak ettik.
psikolojimizi, moralimizi yüksek tutmak için türlü türlü önlemler aldık.
kimimiz kitap okudu, kimimiz film izledi, kimimiz hobiler edindi...
bütün bunların illa ki biteceği düşüncesinin de farkına varmamız gerekiyor.
covid 19 virüsü sonrası sosyal hayattan uzak kaldığımız bu dönemin acısını, özlemini hep beraber çıkarmak için ve karantina sürecinde neler yaptığımızı da konuşacağımız,istanbul'da siz değerli yazarların da vereceği önerilerle ve desteklerle yeri, zamanı, lokasyonu belirlenecek bu zirvenin sözlüğümüze barış, bilgi, ilgi çekici entry'ler getirmesini temenni ediyor siz sevgili yazarları el kalbi duygularımla şahsım ve moderasyon adına selamlıyorum.
zirveye katılacak değerli yazarların bu başlık altında toplanmasını bekliyoruz.
şu an demo aşamasında olan bu zirveyi sizin sayenizde halka arz edeceğiz.
sürrealist sanatçı salvador dali, sürrealist düşüncenin en üst seviyeden yorumlandığı bu eserini 1970 yılında bitirmiştir. sürrealizmin daha baskın olduğu eserde neo-klasizm izleri de görülüyor.
Dali,the Hallucinogenic Toreador'da boğa güreşi tutkusunu gösterirken, karısı Gala bunu yapmadı. Yüzü parçanın sol üst köşesinde, kınama bakışıyla, pratik için nefretini gösteren resimde gösteriliyor. Venus de Milo heykeli, resimde 28 kez görülür, bu da zararsız bir ek değildir. Boğa güreşçisinin yüzünü görmek için heykelin ilk resmini geçmelisiniz. Yüz ikinci Venüs de Milo'da yatıyor. Daha yakından incelendiğinde, heykelin göğüsleri boğa güreşçisinin burnunu oluşturuyor ve elbiseleri kırmızı fularını ve yeşil bir kravat ile bağlanmış beyaz gömleğini oluşturuyor. Resim ilk kez New York'ta sergilendiğinde, resimdeki göstericinin gizli görüntüsünün nasıl görülebileceğine dair açık talimatlar veren “boğa güreşçinin nasıl görüleceği” etiketli bir resme eşlik etti.