ihtimallerden biridir. wag the dog filmini izlemeyen var mı aranızda? sadece önerim olsun. izleyin.
bu gördüklerimizin kurgu olmadığına dair kanıtlar nerede? böyle teknolojik bir dünyada neye inanabiliriz?
cumhurbaşkanı seçimleri öncesi unutturulan bir soma ve "babacım"lar varken hala biz neyin derdindeyiz?
asıl amaç, gazze'ye üzülmek mi yoksa balık hafızalı bizlere unutturmak mı her şeyi?
düşünmek iyidir.
aksini de düşünün.
sadece düşünün.
neredeyse tarih sayılabilecek pek bi geçmişte kalmış zamanlardır.
insan düşününce duygulanmadan edemiyor be yahu.
14 yıl öncesinden bahsediyoruz.
şarkıların duygulandırması için illaki özlü sözler içermesi şart değil.
gençliğinize yahut çocukluğunuza ait olması en kalp burkucu yanı.
bir şarkıdan daha güzel bir anı belleği olabilir mi?
fotoğraflardan, yazılardan çok çok daha etkilidir.
ben sokak lambasıyken, ne zaman eskiye ait bir parça duyuversem ağlayasım gelirdi.
sokak lambalarının göz pınarları olmuyor, ne yazık!
ama duyguları demir vücudunun da, platik kablolarının da, demir plakalarının da daha derinindedir.
anılar, hangü bedene hangi şekle bürünürseniz bürünün silinmeyen yegane şeylerdir.
nereye giderseniz gidin, beyninizden atamazsınız anıları.
silemezsiniz...
yok edemezsiniz.
iyi mi kötü mü tartışılır.
bir lambanın fikrine değer verirseniz, bence iyi. anıları olmayan bir insanın boş tenekeden farkı olamaz.
duyguları, davranışları, hareketleri biçimlendiren her şey anılardır.
hatırladığınızda boğazınızda koca bir yumru da bıraksa, dudaklarınızın kenarında minik bir buseye de neden olsa her daim kattığı bir olgu vardır anıların.
duvarın bir tuğlasıdır. kumsalların kum tanesidir.
denizin bir damlasıdır.
anılar olmadan insan varolamaz sevgili dostlarım...
yanyana olduğunuzda huzura kavuştuğunuzu hissettiğiniz tek kişiyi kaybetmektir...
gözlerinin içine baktığınızda hissetmediniz mi hiç o güveni? size güven vermedi mi bakışları... sanki hiç kimse size zarar veremezmişçesine, kimse sizi üzemezmişçesine...
omzu, bembeyaz bulutların en tepesindeki huzura kavuşturan yegane yer olmadı mı?
ellerinizi tuttuğunda kaşbiniz uyuşmadı mı hiç sahiden? o mayhoş hissin huzurunu tatmadınız mı daha önce?
1 kerelikti belki ama tattınız... tattık.
gözlerine baktığımda etraftaki herkesin bir bir silinişini hissettim.
omzuna başımı yasladığımda en tatlı rüyaları görmek üzere olduğumu fark ettim.
elimi tuttuğunda bir insan nasıl sıfır kilo olabilir bunu deneyimledim. tıpkı denizin üzerinde uzanmak veyahut bir kuş misali uçmak gibi.
huzur...
gözlerinizi kapadığınızda hiç açmayacak da olsanız mutlak bir güvenin tam ortasında hissedilen o eşsiz duygu.
sevgi...
dudaklarını dudaklarınıza yaklaştırdığındaki nefesinin sıcaklığının sizi alıp rengarenk bir gökkuşağının tepesine oturtan o his.
huzur sevginin göbek adıdır. sevgi yoksa huzur da yoktur. et ve tırnak gibi, ayıramazsınız.
kaç kez sevdiğimiz tarafından sevildik ki?
çok az...
pek çok az.
ve hepsi de gitti. o gitti. onlar gitti.
zaten o gittikten sonra onların gitmesi pek de bir şey ifade etmedi.
değil mi?
kaybedilen geri kazanılsa bile aynı duygular yaşanabilir miydi? bu belki bambaşka bir konu başlığı olabilir.
fakat kalbin tam ortasına çöreklenmiş çürüğün kalbi komple sarıp çürütmesine kadar geçen zaman süresince hala umudumuz var.
tamamen kararmadan, suyu bulabilir ve o çürüğü yıkayabiliriz.
o eşsiz sandığımız huzura yeniden kavuşturacak panzehir tek değil.
bulun onu dostlarım,
çürüğün karanlığını tam ortasından yaran bir lambanın ışığında...
bulun onu.
çabucak unutulacağınız anlamına gelir.
emek verilen emek vereni her daim unutur.
bir doğa kanunu gibi.
emek veren ise emek verdiğini bir ömür hatırlar.
bir ceza gibi.
bir lambadan tavsiye, hiç kimseye hele ki karşılığını görmedikçe, fazla emek vermeyin. kendinizden vermeyin.
bu kısacık hayatta booooşşşşveeeerriiiiiiinnnnn dertleri...
yılmaz güney'in bir sözüymüş.
başlığının açılmaması şaşırtıcı.
sonsuz saygım var üstada.
lakin...
o iş öyle değil.
esas, kiminle ağlıyorsan ona aitsin! hele, öpüşürken... ağlayarak öpüştüğün kişiye aitsin. ya da sımsıkı sarıldığın ve dakikalarca öyle kaldığın, ayazın tenine diken diken battığı bir soğukta onun gözlerinde ısındığın, kavga etsen dahi gülünce barıştığın kişiye aitsin.
sadece güldüğü kişiye ait olamaz insan.
deliler gibi kavga ettiği kişiye aittir esas.
öperken salt dudaklarını hissetmek istediği kişiye aittir.
anlaşmak değildir mühim olan zaten, anlaşamadığın halde birarada kalabilecek sevgiyi kalbinde bulabilmektir.
kim kiminle bir ömür gülebilir?
hileli soru.
yetmez...
sevigiyi ve birisini karşılıksız sevmeyi tasvir etmek istemiyorum artık. çok yazılıp çizildi bunlar.
benim konum, sevmek eyleminin sevgili olmaya yetmeyeceği varsayımı üzerine kurulu.
pür-ü pak, katıksız ve tümüyle saf duygularla da sevseniz, can-ı yürekten ona bağlansanız da, günün 24 saati ve her bir saatini oluşturan dakikaları ve dakikaların her santimine durmadan çarpan saniyeleri ve umarsızca hızlı, isyankar saliselerini kapsayan tüm zaman diliminde onu da düşünseniz, birisine baktığınızda ona benzetseniz de, gittiğiniz her yerde gözleriniz onu arasa ve kokusunu duymak için her şeyinizi vermeye hazır ve nazır da olsanız, hayır dostlarım, hepsini damarlarınızda akan kan kırmızısı kadar gerçek ve net bir o kadar derin hissetseniz de bütün bunlar sevgili olmaya yetmiyor bazen.
karşılıklı olsa bile bu sevgi.
yine de yetmiyor bazen.
uzaksa mesela.
çok da uzak olmasın hadi yahu, başka şehirde oluversin hiç avrupavari ülkeleri katmayalım işin içine.
kalıcı bir uzaklıktan bahsediyorum pektabii, geçicileri atlatmak mümkün olabiliyor "bazen".
uzaktaki birisini sevmek mantığını anlayabilmiş değilim, demiş birisi.
lamba durur mu yapıştırmış cevabı; sevmekte mantık aranır mı azizim?
sevmek hadi neyse, imkansız için zorlama gayretini anlayabilmiş değilim demiş birisi.
lamba durur mu yapıştırmış cevabı; kalp imkansızlıkları dinler mi azizim?
seni sevmeyen birisine vakit harcamak ne saçma iş, demiş birisi.
lamba durur mu yapıştırmış cevabı; sen sevmek nedir bilir misin azizim?
sevgisiz ve sevmeyi bilmeyen bir kalpten daha korkunç ne olabilir ki bu dünyada? tasavvur dahi edemem.
sevmeyi bugüne dek öğrenememiş birisi asla öğrenemeyecek demektir.
aşk, uçmak için pır pır yuvasında dolanan ve sabırsız bir kuş yavrusu gibi "gerçekten "canlı" bir kalbe gelir. tecrübesiz, ama beklentide.
tecrübelerini üst üste dizse dağ yaratacak olan bir kalpsiz'in kapısını çalar mı aşk dersiniz?
hiç sanmam sevgili dostlar...
hiç sanmam.
aşk, iç karmaşası ve belirsizlikler içinde günbegün sönüp küle dönerken ve kalp bu soruyu sormak için yanıp tutuşurken, dile gelemeyen, sorulamayan bir soru cümlesidir.
günümüzde bu soruyu soranlarla dalga geçildiğini işittim. ben, sevgili dostlar, yeryüzünde çokça zaman harcadım. haklısınız, eski kafalıyımdır belki!
ama bu buram buram çaresizlik ve aşk kokan sorunun komik duruma düşmesi biraz da sizin duygusuzlaşmanız, ilişkilerde laçkalaşmanız veyahut "cool" olma çabanız olabilir mi?
belirsizliği yaratan ve yine de sevilen kişi değil midir acımasız olan?
yine haklısınız sevgili dostlar, komiklik, o acımasızı sevmeye devam etmektir.
bu sorunun komik bir yanı varsa o da budur işte.
sevmekten yoksun bir insanevladı nasıl sevilmeye devam edilebilir? kalbe söz geçirebilseydi keşke öyle değil mi?
kalp, kendi başına buyruk hareket ederken onu dizginleyemezken nasıl yargılarsınız tüm hücrelerinizde hissettiğiniz o eşsiz duyguları?
kalpsiz, sevmeyi bilmiyor diye, seven sevmekten vaz mı geçmeli?
cevabı verilemeyecek, verilse bile yine kalbe dinletilemeyecek sorulardır bunlar sevgili dostlar.
bir lambanın sözünü dinler misiniz bilemem ama, aşk en kısa olmasına karşın en eşsiz kelimedir. kısalığına karşı etkisi uzundur. türkçe'deki en uzun kelimeye "lastik" deme esprisi vardı hatırlar mısınız?
ah ne büyük yanlış..!
vatandaşı tekmelemeyi kendisinde hak görebilecek kadar yeryüzünden ve gerçeklerden uzaklaşmış, kendisini bayağı bir bulutların üzerinde gören başbakan müşaviri.
hangi makamda olursa olsun hiç kimse bir vatandaşı tekmeleme özgürlüğüne sahip değildir!
alalade, belki de önünden geçtiğinizde bile fark etmediğiniz bir sokak lambasının anılarıdır.
sokak lambalarının hepsinin yeryüzünden silindiğini düşünsenize... dünya ne kadar karanlık bir yer olurdu geceleri.
aslında bir şey itiraf edeyim mi, ben insanken sokak lambalarından nefret ederdim! belki de budur benim ironim...
ışıklarıyla yıldızları örterlerdi, göremezdim. sonra anladım ki bizim elimizde değilmiş. hatta ben lambayken bile yıldızları izlemeyi çok sevdim. elektrikler kesinince ise sevincimi paylaşabileceğim bir dostum bile yoktu.
bir sokak lambası, tahmin ettiğinizden çok çok daha fazla şey yaşamış olabilir, çok fazla şey görmüş, duymuş olabilir. anıları belki de sizinkileri katlayacak düzeydedir.
uzun süre lamba olarak kaldım. aynı yerde kıpırdamadan etrafı inceleme olanağınız olsaydı elinizde, n'apardınız? insan sarrafı oldum dediğimde de inanmıyorlar şimdi. ben olmayayım da kim olsun?
keşke aramızda ben gibi başkaları da olsa da onlar da paylaşabilse anılarını. umarım bu başlıkta yapayalnız kalmam.
onlarca yıl önceydi, kara bir kış gecesi benim boyuma rağmen değemediğim o yüce, yüksek gökyüzünden düşen kar tanelerini hizzama geldiklerinde aydınlatıyordum yine. ankaradaydım, kar tipisi bittikten sonra ayazı kesilmişti. kar taneleri ağır ağır, acelesiz düşüyordu yer yüzündeki milyarlarca kardeşlerinin üstüne.
onları izliyor, onları inceliyordum ben de. benim için en zevkli geçen mevsimdir kış. seyirliği çoktur, sıkılmam. hele kar yağıyorsa daha mutlusu yoktur benim için.
ben kar tanelerinin güzelliğini izlerken, 2 çocuk koşa geldi umarsızca o eşsiz karları eziyorlardı. akşamın karanlığında çocuk cıvıltısı, karanlığı ortadan ikiye bölen bir gökkuşağı gibidir. ya da benim için öyleydi. gülümseyerek izliyordum manzarayı. ışığım fevkalade güzel tamamlıyordu bu tabloyu. çocuklar dibimde oynuyor, anne ve babası onlardan bir kaç adım geride onları izliyordu.
yürümeye devam etti 1 fazlalıklı çekirdek aile. cıvıltılar git gide azalırken gökyüzüne baktım, yıldızlar apaçık ortada benimle birlikte aydınlatıyorlardı etraflarını.
acaba ben de bir yıldız mı olmuştum? dünyaya hapsolmuş biçare bir yıldız. halbuki onlara eşlik edebilseydim, çok mu özgür olurdum? sonra vaz geçtim, uzayın karanlığı aydınlatılamayacak kadar büyüktür. ve ben karanlıkları sevmem. hem de hiç sevmem.
karşımdaki ağaca baktım, kahverengi dalları çırılçıplaktı. üstünde kalan 1-2 yaprak da kımıldamıyordu. rüzgarsız, sessiz, sakin, bembeyaz bir geceden daha güzel ne olabilir ki?
belki şöyle bir müzik de olsaydı o gün, daha hoş bir gece olurdu benim için. sonra sıcak şarap! evet sıcak şarabım da olsaydı keşke.
ama yine de mutluydum o günlerde. yetinmeyi bilmeli bir lamba. aksi takdirde mutsuzlukla geçer tüm ömrü...
soyut bir duygunun somuta dönüşümündeki ilginç geçişi iliklerinize kadar hissetmenizdir.
kalp acısını yaşamayan var mıdır bilmiyorum ama öyle bir şeydir ki kalbiniz bir avucun içinde sıkılıyormuş gibi, uyuşur, yumru oturur tam üstüne. ama en çok uyuşur, gırtlağınıza kadar gelir hissiyatı. yutkunamazsınız. derin derin nefes almaya çalışsanız da gitmez o acı. tam bir acı da değildir hani bir yerinizi çarptığınız da ya da kestiğinizdeki gibi. çok daha başkadır, bambaşka. atmaz, durur sanki o his yaşandığında.
bir sokak lambası nereden bilecek demeyin. sokak lambalarının da yüreği vardır ve acır...
'gereği'nin kıstası nedir sorusunu akıllara nakşedendir.
insan duygusuz mu olmalı? duygulu olması duygusuz olmasında daha mı berbattır ki...
duygusal olmanın kimseye zararı yoktur, kendinden başka.
çünkü insanlar mutsuzdur, bu yüzden acımasızdırlar... şüphecidirler ve samimiyetten pek uzaktırlar. keşke fazlasıyla duygusal olabilselerdi her biri ve duygusuz olmak bir ayıp sayılabilseydi.
ama şimdi, duygusal insanı dışlar durumdayız... hemencicik ağlayanı, kinci olmayanı, kendisine yapılan yanlışı unutanı, en ufak şeyle mutlu olanı, sevincini saklamayanı...
bu nadir rastlanan kıymetli zatları nasıl kırabilirsiniz? insanoğlu yapar...
sokak lambaları ise asla... değerlerinin farkına varabilmemiz için bizlere çok uzun bir mühlet verildi. tek isteğim ise, anladığım bu kıymeti aktarabilmektir.