Merhaba hayat
Yoldan geçerken aşkı gördüm
Küsmüştü bana
Sırılsıklam yağmurun altında
Bir damla gözyaşı bıraktım ona
Korktum tekrar elini tutmaktan
Sarılmaktan, koklamaktan
Artık herşey o kadar yabancı ki
Ve yasaklar
Ve endişeler
Nedir alıp veremediğimiz
Duygularımız çırılçıplak
Günahkar bir aziz gibi
Acaba tekrar tekrar soyunsak
iliklerimize kadar
Soğuk bizi yakana kadar
O zaman aşk tekrar
Bakar mı bana
Bendeki hatıralara
Bende sana
Zaman girdabında
Ateşin etrafında
Dönen bir pervaneden var mı farkımız
Söylesene
Biliyorum bunun sonu nereye gittiğini
Ama senin için yanmak
Kavrulmak, tutuşmak ve kaybolmak
Sen olmayınca var mı bunların bir anlamı
Sen, sen sakın korkma
Çünkü ben sevinçle, neşeyle gidiyorum
Ta ki vuslat gecesi
Gelip çatana dek
Ellerimde şimdi bir parça aşk kaldı
Yalnız bırakma, harap olmasın onlarda
Bakma sen bana
Zıtlıkların dünyasında
Yaşıyorum hâlâ travma.
Bu sefer çok fena köşeye sıkıştım sevgilim!
içimdeki canavara bir ışık tut, yansın, külleri everestin tepesinden özgürlüğüne kucak açsın. O vakit seninle mutlak huzur içinde buradan gidebiliriz. Fakat şimdi kalmak zorundayım yoksa duygularım yetim kalacak.
Onları kimseye bırakamam. Özellikle böyle dağdağlı bir vakitte gerçekleri sırtından vurmak, entrikalarla el sıkışmak hiçte akıl kârı değil be azizem!
Hergün hüzün hüzün... bende sevinç naralarıyla sevişmek isterim. Dudaklarımız kurumadan şarkımızı son defa tekrar söyleyelim. Ruhumun en derinlerinden bir ah... aslında bu anlamsız ses herşeyi anlatıyor.
Peki ya ahbablar; ben balkondan düşerken elini uzatıp beni dipsiz kuyuya düşmekten kurtaracak kimse yok mu?
Şimdi nasıl kendimi arındıracağım bu sefih sefahetten.
Birbirine geçirilmiş iç içe iki insan tek bir bedende olmuyor be azizem! ikisinden birinin artık gitme zamanı geldi.
Bang bang ! Vuruldum galiba, duygularım kanıyor, onları kaybetmekten çok korkuyorum.
O vakit duygularımla yüzleşmekten yok başka çare...ya da mantık caddesinde çıplak ayaklarla yeni bir düzeni kucaklamak...
Şimdi gözlerimle dudaklarını süzerek, beni tahrik edecek kelimelerin kulağımı okşamasını, beynime error vermesini şehvetle arzuluyorum...
Gerçek, 1001 boncuklu abaküs tahtasında problem çözerken sürdüğün faytonu koyunlar çekişini izlerken daha hızlı çekmeleri için melemektir. Sonra hafifçe kırbaçlarsın her birini, zırvalamak yok diye haykırırsın üstüne üstelik onlardan kırptığın yünlerle geyik motifli bir kazak yaptırırsın. Sen bütün bunları yaşarken izlandanın en zifiri köşesinden kuzin çıkarda feminist sevgilisiyle sana çivilenmeye gelirler.
Bütün mangırlarını yaftalanmış ürün gibi kodlamaya başlarsın. Sonrasında bütün planktonları Pasifik okyanusunda hayat mücadelesi verdiğini görürken ikinci bilinmeyenli bir denklem gibi kendi gölgeni kovalar durursun.
işte dostum kısaca gerçeklerde bu kadar saçma bir o kadar da çarpıcıdır.