105 yaşında saçları siyahlaşan, 3 yeni dişi çıkan dede. gerçek adı abuş şahin. kendisi bunu 3 aylarda oruç tutmaya ve 9 kez hacca gitmeye borçlu olduğunu söylüyor. allah uzun ömür versin.
teknoloji ve internetin günümüzde insanları sürüklediği en dip nokta, tükeniş. bunun ben de içersindeyim. bu tanımı yapmadan önce birkaç haber sitesine göz gezdirdim ama oralar, internet tarafından tecavüz edilmeden evvel, sabahları okuduğum gazetenin yaprakları gibi kokmuyordu. ilkokulda öğretmenimin verdiği ödevi bulabilmek için ağırlığına bile zor katlandığım ansiklopedilerim de yok artık. google ve wikipedia diye bir şey var. bir bilgiye ulaşmanın sevincini değil, daha fazlasına ulaşamamanın üzüntüsünü yaşıyoruz ve bu bizde sürekli bir mutsuzluk hâli yaratıyor.
kimse elindekiyle yetinmez oldu. gazetedeki 4 haberden 3'ünün konusu tecavüz. google'da en çok aranan kelime sex. öyle asimile olduk ki, anlatmakta zorlanıyorum. bunu ben roma'ya benzetiyorum. oradakiler zorla hristiyan yapılmak isteniyordu. onlar da nevşehir'deki peri bacalarının altına mağaralar yaptılar. böyle kaçmayı denediler. yoksa hepsi kılıçtan geçirilecekti.
peki daha sonra hristiyanlığın başkenti neresi oldu? vatikan. vatikan nerede? roma'da.
söyleyin bakalım: hangisi daha kötü, cehennem mi hiçlik mi?
gereksiz ama doğru bir bilgi. insanın aklı hemen dev boyutta kâğıtlara gidiyor. fakat sonradan anlaşılıyor ki kâğıdın boyu ne kadar büyük olursa olsun, ortadan ikiye kendi boyutunun oranı kadar katlanacaktır. her seferinde ise kalınlık artacak ve 7'den sonra katlanmayacak bir sertliğe ulaşacaktır.
işi nedeniyle travma geçirip hafızasını yitiren ingiliz'in sadece son 48 saatlik bir hafızaya sahip olması nedeniyle yakalandığı hastalık. 48 saatten uzun süre önce gerçekleşenleri hatırlamayan adam cebinde ismi ve adresiyle dolaşıyor. iki günde bir kızı ve eşiyle yeniden tanışıyor.
ciddi bir korku ifadesi. cem yılmaz 2008'de dilimize dâhil olmuştur. örneğin şehirlerarası otobüs seyahatinde verilen molayı, şahıs tuvalet ihtiyacını gidermek için kullanmak ister. otobüsün bekleme yaptığı yerin 100 metre ötesinde ihtiyacını görür. daha sonra da otobüsün konakladığı yere geri döner. bir de bakar ki, otobüsün yerinde yeller esiyor. tam bu sırada ilgili şahsın bir ihtiyacı daha doğmuştur ama bu sefer herhangi bir yere ihtiyacı yoktur.
mustafa kemâl atatürk'ün "bizim devlet idaresindeki ana programımız, chp programıdır. bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. fakat bu prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır." sözlerini konu ederek, atatürk'ün "ilahî kitaba küfür ettiği" iddiasını ortaya atan, aslında ermeni ırkı'ndan olması gerekip, yanlışlıkla türk ırkı'ndan olan insanların oluşturduğu bir facebook grubudur.
ulu önder'in meclis konuşmasında anlatmak istediği ise kuşkusuz şudur: "devlet idaresini yalnızca bilimsel ve akla dayalı yollarda arayın. şüphesiz bizi aydınlığa onlar kavuşturacaktır. ilahî kitapları asla devlet idaresine karıştırmayın." işte bu, eksiksiz bir lâiklik tanımıdır.
kitaplarının içeriği ile değil de ne kadar sattığıyla pek daha bir alâkalı olan yazar. sanırım "içerik iyi ki satılıyor" mesajını iletme çabasında. genellikle kapak tasarımlarını kill bill filminin afişlerini de büyük bir başarı ile tasarlamış olan emrah yücel yapmıştır. hukuk fakültesi mezunudur.
şu düşüncesi ile kalbimde taht kurmuştur:
"bir dönem büyük balık küçük balığı yerdi. Şimdi hızlı balık yavaş balığı yiyor. yakın gelecekte zeki balık, aptal balığı yiyecek. taklit edilemeyen tek kurumsal kabiliyet, kurumsal IQdur. Küçük şirket olabilirsiniz ama asla aptal şirket olmayın."
ahmet şerif izgören'in iş ve yönetim serisinden son bir kitabı. tüm kitaplarında olduğu gibi bunda da kendine has kokusunu hissettirmiş. kitap işle ilgili yazılmış olsa da sanki bir kişisel gelişim setinin devamı niteliğinde. özellikle küçük bir iş yeri işleten ya da büyüyen firmayı daha kaliteli bir yere taşımak isteyen yöneticilerin edinmesi gereklidir. şayet kitapta yazılanlar internet sitelerinde dolaşan anonim hikâyelerden değildir. şirketlere verdiği eğitimler sırasında şerif bey'in öğrenmiş olduğu olaylardır.
içersinden -telif hakkı var ama bir şey olmaz- aklımda kalan gerçek bir olayı paylaşmak isterim:
bir gün müşteri memnuniyetine çok önem veren -man- otobüs firmasını karadenizli bir müşteri arayıp "benim bir top çekim kayıp" diyor. man'dakiler şokta. çünkü önemli bir suçlama, hele kişisel çekiyse ve biri imzalar imzalar dağıtırsa altından kalkamazlar. her yeri arıyorlar, yok. adam "bir top çek bagajdaydı" diyor. allah allah, bagajda çek koçanı ne arar? hem niye almazsın, tamire yollarsın çeklerini? telefonda da zor anlaşıyorlar. karadenizli bir man yöneticisinden rica ediyorlar. adam çok sert, sen konuş, halledersin diye.
alıyor karadenizli yönetici telefonu eline:
- merhaba ahmet bey, ben de karadenizliyim.
- ne cuzel.
- çekler şahsî mi? şirket çeki mi?
- ne biçim soru bu? şahsî çekim.
- yav hemşerum, her şeyi anladık da çekler bagajda ne arıyor?
- müşteriye dağıtıyorum, sağa ne? geri verin çeklerimi.
- yav, müşteri çeki ne yapsun? niye dağıtıyorsun şahsi çekini müşterine?
- yiyor kardeşim, sana vazife mi müşterinin top çeki ne yaptuğu?
anlaşılıyor ki müşterinin bagajdaki bir koli "top keki" araç tamirat için sanayiye gittiğinde oradaki çıraklar tarafından afiyetle yenmiş. herkes rahatlıyor. sonra da müşteriye bir koli top kek alıp gönderiyorlar.
geçenlerde az ilerdeki alt geçitlere engelliler için ne yapabiliriz diye sorduğum devletin bursa'daki en büyük makamı. verilen cevap şok etti. cevaptan ziyade, raporlar bütünü. alt geçitlerin mimarisi uygun değilmiş, bir şey yapılamazmış. toplum olarak vicdansız olmaya davet. kısacası, vicdan yoksa sebep bulunur.