bir istasyoon insani
-22 (nihilist)
on ikinci nesil silik 9 takipçi 79.15 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    nastenkanın orospu olmadığı gerçeği

    1.
  1. Dostoyevski'nin meşhur kitabı beyaz geceler'deki nastenka karakterinin çoğunluğun andığının aksine ahlaksız bir insan olmadığı gerçeğidir.

    Kitap bir çırpıda okunuyor bilmeyenler pdf'sini indirip hemen okuyabilirler.

    şöyle ki, nastenka daha en başından olabilecekleri sezip üstüne basarak bunları söylüyor:

    "asla bana aşık olmayacaksınız, beni sevmeyeceksiniz. eğer kabul ederseniz gelin, etmezseniz gelmeyin. ben dostluğa hazırım ama sevmek, aşık olmak asla olmamalı kabul ediyor musunuz?"

    Bu da nastenka'nın son mektubundaki bir cümle:

    ''kalbim ihanet bilmez; daha dün, bağlı olduğu kimseye bir an içinde nasıl dönüverdiğini gördünüz.''

    evet bu tamamen doğru, nastenka gerçeği söylüyor. kalbi hala o adama bağlıydı. onu görünce kollarına atılması bu yüzdendi. tamamen saf ve masum olduğunu düşünüyorum. zaten daha 17 yaşında. duyguları o kadar değişken ki... sevdiği adam gelmedi diye karamsarlığa kapıldı. içinde bulunduğu berbat hayattan bir an önce kurtulmak istiyordu. kahramanımızla birlikte o da gaza geldi ve hazır onu seven biri karşısındayken onun elini tuttu. ben bir erkek olarak o kızın psikolojisini çok iyi anladım. onun yerinde ben olsam ben de öyle yapardım muhtemelen.

    dostoyevski bile onu bağışlamışken, sizin gibi düşük zekaların, onun yarattığı bu karaktere orospu deme hakkı yoktur:

    ''ama sana kin bağlamak mı nastenka? pürüzsüz mutluluğunu gölgelemek, acı bir sitemle kalbine keder vermek; vicdan azabı duyurarak en tatlı anlarında seni keder çarpıntısına uğratmak; gelin olduğun gün, siyah buklelerini süslediğin narin çiçeklerden bir tekini bile soldurmak... bunu mu yapacağım ben nastenka? asla, asla!''
    1 ...
  2. uludağ sözlük yazarı kadınlardan özür dilemek

    1.
  3. okuyanlar hatırlayacaktır, dostoyevski'nin budala romanında lebedev diye bir kahramanı var. lebedev'in başkahraman prens ile arasında geçen bir diyalogdan örnek vermek istiyorum:

    -bir alçağım ben! dedi. bir alçağım!
    +tiksindirici bir alçaklık sizinki!
    -gerçekten öyle efendim. çok doğru söylediniz efendim!
    +bir alışkanlık mı sizde böyle... tuhaf şeyler yapmak? doğrudan doğruya... ispiyonculuk sizin bu yaptığınız! neden imzasız bir mektup yazıp öylesine soylu, iyi yürekli bir kadını huzursuz ettiniz?

    şeklinde devam ediyor. ben prensin tanımladığı bu alçaklıkları, tuhaflıkları kendimde çokça görüyorum. lebedev'in de, yaptıklarının aslında alçaklık olduğunu bilmesine rağmen kendini durduramayan haline benziyorum. doğru düzgün bir çıkarımın olmadığı enteresan işlere bulaşıyorum, birilerinin canını ne yapıp edip sıksam diyorum ve işin sonunda kendimi onlara bağışlatmak istiyorum. alın işte, yıllar sonra sözlüğe dönüp de yaptığım harekete, soytarılığa bakın!

    (bkz: uludağ sözlük kızlarının abartılmış balon olmaları/#45537769)

    keşke sadece ilgi elde etmek gibi bir motivasyon ile bunları yazmış olsaydım. işin aslı, düşüncelerimin hangileri gerçek hangileri değil onu bile bilemez bir haldeyim. şu akıl yürütmelerimde kullandığım zekamın kıt olup olmadığından emin olamıyorum.

    gerçek olan, insanlar beni terslediğinde, sadece bir kişi bile terslediğinde üzülüyorum. evet trollük yapanların kalbinin olduğunu unutuyoruz. ve bu üzüntülerimin hepsinden biraz hüzün kalıyor geriye. hüzünse, üzüntünün hiç geçmeyen nekahet dönemi gibi. doğadaki plastikle insandaki üzüntü bir ve onu ayrıştırabildiğimiz en son nokta hüzün. ne zaman nüks edeceği belli olmayan, sevincin bile arasına karışabilecek sinsi bir can sıkıntısı olduğu için insanlar nezdinde sevilmez hüzün; bendeki tezahürü bundan bile ötede, köpek balığına yakalanmamak için olanca gücüyle kulaç atan bir sörfçü gibi kaçmalıyım ondan. gel gör ki tam aksini yapıyorum.

    açtığım başlıkta nerelerde hatalı olduğum zaten kendiliğinden ifşa oldu:

    en başta, tıklanma getirmesi için birilerini balonlukla itham eden bir başlık seçiyorum. sonra da yaptığım tanımda onlara bayağı diyerek hakaret ediyorum. devamında, bir sözlük kızının belirttiği cinsiyetçilik yanlışına kapılıyorum. kadınların kaleminin en az erkekler kadar kuvvetli olduğunu belirterek, alttan alta erkeklerin en azından yazarlıktaki üstün olmasına dokunduruyorum. ''aynen abi ya bak dünya edebiyatında doğru düzgün kadın yazar/filozof var mı?'' ayakları yapıyorum. halbuki bu argümanın doğru olması için, tarih boyunca kadınla erkeğin eşit olmadığı gerçeğini yadsımak gerektiğini biliyorum. ''bak işte çıkan kadın yazarlara, virginia woolf'tan, halide edip adıvar'dan ileri gidebilmiş mi?'' diye diretiyorum. ''ayn rand dışında filozof çıkmamış!''

    vallahi biliyorum ahali, bu yaklaşımın yanlış olduğunu. ama bazı mizojinist kaynaklar hala kafamı kurcalamaya devam ediyor. yakamı bırakmıyor. en başta dünyanın gelmiş geçmiş en büyük filozoflarından aristoteles'in kadınların kölelerle eşit olduğunu söylediğini anımsıyorum. sonra, belki de dünyadaki en önemli kaynak olan kur'an-ı kerim'de allah'ın bazı ayetlerini idrak edemiyorum. mirastan eşit pay alınmamasını, evi geçindirmek yükümlülüğünün erkeğe ait olması ile açıklayabiliyorum da, şahitlik mevzuunu pek çözemiyorum. ''tanıdığım kadınlar genellikle çok, boş, yersiz ve lüzumsuz konuşuyordu, acaba bununla bir ilişkisi olabilir mi, allah bizim bilmediklerimizi bildiğinden dolayı mı şahitliğin eşit olmadığını söylüyor.'' diye geçiriyorum içimden. bütün bunları yalanlamam mümkün olmuyor, ama iman da edemiyorum! lev tolstoy okuyorum sonra, kreutzer sonat'ta kadınlardan, evliliklerden bir nebze soğutuyor beni çarpıcı gerçekleri anlatarak. arthur schopenhauer'in alıntılarına denk geliyorum. ''bu adam haksız mı şimdi!'' diyorum. akabinde, 24 yaşıma rağmen daha önce hiç sevgili edinememenin verdiği eziklikle, kadınlardan pek hoşlanmadığımı beyan ediveriyorum. kendimi kandırdığımı bilsem de bu zihniyetten kaçınamıyorum.

    ama zaman zaman kadınlarla denk geliyorum, konu komşudan, okuldan... hasbelkader de olsa onların incelik ve nezaketlerine şahit oluyorum. erkeklerden daha komplike bir canlı olabileceklerini düşünüyorum. neşelerine hayran kalıyorum, dış güzelliklerine kaldığım gibi. yaratıcı bu arzuyu içimize de koymuş, dışımıza da cinsel organ koymuş. the vikings'teki aethelstan gibi kendimi rahipliğe adayarak ya da kurtlar vadisindeki seyfo dayı gibi ''kullanmazsan prostat geçirirsin'' diye alay edilerek, kırk yıllık bakir filminde olduğu gibi kimseye dokunamadan kırk yıl geçirerek, kimseyi sevemeden, teoman'ın söylediği gibi ''hiç sevişmeden daha.'' ölmek istemiyorum.

    yanlışlarımı düzelterek bana yardımcı olup olmamak size kalmış; ama ben başta uludağ sözlük kadınları olmak üzere bütün sözlük üyelerinden özür dilemeyi kendime bir borç biliyorum. alçağım, alçağım, alçak! diyerek başımı öne eğiyorum.
    5 ...
  4. bir istasyoon insani

    1.
  5. Tüm sözlüklerin tüm zamanlarının en iyi yazarı. Goat. Bendeniz. Elbette uludağ sözlük'teki yeri ayrı. Troll olarak bilindiği dönemleri geride bırakan, ciddiliğe kavuştuğunu söylemenin de pek mümkün görünmediği, islam dinine dönmeyi tasarlayan ancak somut bir adım atmayı öteleyen, kendine göre yirmi birinci yüzyılın en iyi fakat başkalarına göre çöp bir mecranın alelade bir yazarı. Öykü yarışmalarında hayal kırıklığına uğrasa da kendini bilen, yeteneğinden kuşku duymayan, dostoyevski ve tolstoy(manevi babası) niteliklerini adeta üzerinde toplayan, yirmi dört yaşında, daha önce hiç sevgilisi olmamış (hakikaten yakışıklı olarak anılmasına karşın) kafası stresten çatlayan zavallı bir insan evladı. Bir topluluğa aidiyet ihtiyacı hissettiğinden mütevellit yeniden sözlüğe üye olmuştur ve düşen kaliteyi yükseltme gayesine ek olarak içten içe belki bir kız düşürürüm diye düşünmektedir.
    3 ...
  6. © 2025 uludağ sözlük