1985 yılında Bayburt’ta doğdu. Hayata hep öğrenci hissiyatıyla baktı. “Öğrenci kelime menşe-i olarak talebe demektir, talebe de talep kökünden gelir.” Hayat felsefesi olarak hep bu cümleyi özümsedi. Öğrenci gibi yaşadı, öğrencigibi de yaşamaya devam edip bilgi talep ediyor. Sokakta kitap satarak, Osmanlıca çeviri yaparak, kitap okuyarak ve yazarak geçimini sağladı. Türkiye’nin bütün şehirlerini, Avrupa’nın tamamını ve Türkiye’nin komşu ülkelerini otostop ile gezdi. Gezdiği yerlerdeki kültür, mimari, doğa ve insanların sosyolojik yapısı üzerine gözemlerde bulundu. Gri şehrim dediği ve hayatına şekil veren, ‘Ankaracı yazar’ olarak anılmasına vesile olan Ankara’da uzun bir süre yaşadı. 10 Kasım 2016 tarihinde istanbul’da yerleşik hayata geçti, 3 Mayıs 2017 tarihinde evlendi. Bir kamu kuruluşunda ‘Sosyolog’ olarak görev yapıyor. Bir üniversitede ‘Sanat Tarihi’ öğrenimi görüyor. Hâlâ Ankaracı, hâlâ öğrenci, hâlâ yaşamak telaşının izinde...
--- (gbkz: alıntı) ---
Öykü’nün öyküsü, mahalle maçı ve deliler kahvehanesi isimli romanların, benim şiirim yalnızlık isimli şiir kitabının yazarı.
Hiçbir zaman anlayamadık, anlamayacağız.
Eğer biraz anlamış, sahip çıkmış olsaydık kurmuş olduğu ilerici cumhuriyet böyle gerici bir hale gelmezdi. Çok arıyoruz seni paşam!
‘Yaşamak
iyileri ve kötüleri
ikiye bölmemektir
Ölüme çare buldum
insanları sevmek
Hiç ölmemektir’
Dizeleriyle ölümsüzleşmiş, istanbul’un yüzü, birçok şiir kitabı olan büyük şair.
onlarca ülke, yüzlerce şehir gezmiş birisi olarak şunu söyleyebilirim şehirlerin en asilidir.
-Ankara cumhuriyettir, Mustafa kemal Atatürk’tür.
-şehrin resmiyeti hissedilir.
-şehirde mutlak gri hakimdir.
-meydanları kalabalıktır ama insanlar yalnızdır.
-şehirde insanlar birbirine (korkuyla karışık) saygılıdır.
-şehri entelektüel birikimli insanların yaşam alanıdır (siyasi partiler ben TBMM dahil değil)
-insanlar bütün yalnızlıklarına rağmen birbirine sığınırlar.
-eylem ruhu yüksek bir şehir.
-sokaklarında var olan kitapçıları, sokak sanatçıları kolay kolay yer değişmezler.
-şehirde tiyatro, konser, sergi, müze, vs gibi sanatsal etkinlikler çok fazla yapılıyor.
-tiyatroları çok güzel.
-meyhaneleri güzel.
-balıkçıları güzel.
Bu liste uzar da gider, özetle: şehir de içinde yaşayanları da çok güzeller.
neyzen tevfik’i ucundan kıyısından bu coğrafyada, hatta çevre coğrafyalardaki komşulara varıncaya kadar herkes tanır; kimi küfürlerini, kimi serkeş hayatını, kimi içkiye düşkünlüğünü, kimi nüktelerini, kimi dörtlüklerini, kimi felsefesini, kimi hikayelerini...
“takvimler 24 mart 1979’u gösterir, neyzen tevfik’in 100. doğum yılı. ptt bu vesileyle hatıra pulu çıkarır, trt’de çeşitli programlar hazırlanıp yayınlanır, unesco’nun kararı üzerine türk diyojen’i (neyzen) bütün dünyada çeşitli törenlerle anılır...” özetle, baskısı olmamasına rağmen nadir kitap ve sahaflardan bulma ihtimaliniz var, kitaplığınızda olmazsa olmaz eserlerden biridir, neyzen’i aslında hiç tanımadığımızı, onun halkında duyduklarımızın güneşin saçıntısı birkaç ışın olduğunu anlayacaksınız...
mahzar osman’ın bilindik bir anısı vardır,
-elindeki ne neyzen?
-rakı.
-hani söz vermiştin, içmeyecektin. hem de kiloluk, utanmıyor musun? dök onu hemen!
-dökemem doktor.
-neden?
-yarı parasını ibrahim verdi doktor, yarısı onun.
-o halde yarısını dök.
-dökemem doktor.
-neden?
-alttaki benim...
efsanesinin diğer kahramanı ibrahim çallı’nın da devrim büyük ressamlarından birisi olduğunu hatırlamak gerek.
neyzen “kırk hovardası olan bir orospuyum” derken tam da bunu anlatmak istemişti, o devrinin en yüksek makamlarındaki siyasilerinden, en ünlü sanatçılarına kadar, en fukarasından esrarcısına kadar hepsiyle dostluk kurmuş bir entelektüeldir.
Ömrü meyhane masaları ile tımarhane duvarları arasında geçmiş, delilik ve velilik arasındaki çizginin müdavimi bir hiç.