bilincli egoist
195 (mavi jojoba tanesi)
on birinci nesil yazar 17 takipçi 194.25 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    stephen hales

    1.
  1. Bu adam hakkında nasıl bir başlık açılmamış şaşırdım. Stephen Hales Yaz aylarının Tanrısı'dır, o bir mesihtir. Kısacası Vantilatörün mucididir.

    Stephen Hales (d. 17 Eylül 1677 - ö. 4 Ocak 1761) Royal Society üyesi ingiliz fizyolojist, kimyacı ve mucit. Hales eğitim hayatı boyunca hava ve suyun, hayvan ve bitki tedavisindeki etkileri üzerine çalışmalar yapmıştır. Hales hava ve suyun bitki tarafından kök ve yapraklar vasıtasıyla açıkça emildiğini kanıtlamıştır. Aynı zamanda önceden solunmuş havayı teneffüs etmenin zararlarını ortaya koyan Hales bu yolla ilk kez vantilatör denen aletin de icadını gerçekleştirmiştir. Stephen Hales'in bu icadı o dönemde hastane, hapishane ve gemi gibi dar alanlarda taze ve serin hava sıkıntısı çeken insanlar tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Kömürden ya da öteki organik maddelerden yanıcı bir gaz elde edilebileceğini ilk fark eden kişi, ingiliz rahip Stephen Hales'tir.
    0 ...
  2. zayıflığın tiranlığı

    1.
  3. Bugün heryerde zayıflıkla karşı karşıyayız. Zayıfız ya da sanki farklı görünme korkusuyla hareket ediyoruz.

    Kendinden emin olmak ya da kendi veya diğerleri veya bir şeyler hakkında bilgi sahibi olmak artık moda değil. Bunlar artık modası geçmiş görünmekte ve adeta kötü bir tat vermektedir. Bir şeyleri düzgün yapmak için artık herhangi bir çaba sarf etmiyoruz ve bununla yapmayı tercih ettiğimiz şeyleri ne pahasına olursa olsun yapmaya inandığımızı kastediyorum. Bunları mantığın kendisine karşı, berbat, yüzeysel ve detaylara önem vermeden yapıyoruz. Tabii ki, tam olarak bu zayıflıkla övünmüyoruz, ancak onun arkasına saklanacak bir çeşit perde olarak kullanıyoruz.

    Böylece bizler bu yeni, hızlı yayılan efsanenin köleleri haline gelmiş olduk. Burada yapmak istediğimiz ‘güç’ hakkında konuşmak değil—ki ‘güç’ de hiçbir zaman bir çeşit gizli zayıflıktan başka bir şey olmamıştır—aksine bu duruma açıklık getirmektir. Bu, yaşamak ve düşmanlarımıza saldırmak için kazanmamız gereken değerlerin ayaklar altına alınması ve araçların tahrif edilmesi meselesidir. Bugün hüküm süren model, kaybedenin mücadeleden vazgeçmesi, bırakması ya da en basitinden hız kesmesidir. iktidar yapısının bu eğilimin devam etmesini görmekteki çıkarı büyüktür. Artık çok zor düşünüyoruz ve çeşitli bilgi kanalları tarafından yayılan mesajlara pasif ve yetersiz bir şekilde boyun eğiyoruz ve konuşmalarımız bu yönde oluyor. Tepki vermiyoruz.

    Aptallar ile pul koleksiyoncuları arasında bir yerde bir kişilik inşaa ediyoruz. Çok az anlıyoruz, ancak çok şey biliyoruz: ayrılıklara yol açan lüzumsuz bir sürü şey, cep ansiklopedisi bilgisi.

    Aptal, cahil ve kaybedenler olmaya hakkımız olduğuna ikna edilmişiz.

    Etkiyi düşmana geri çevirmiştik, bunu iktidar mantığına ait bir modelmiş gibi düşünerek. Ve bu doğruydu, bir zamanlar kaçınılmazdı. Sınıf düşmanına zarar vermek söz konusu olduğunda, işe gitmemek ve işe karşı olmak doğruydu. Ama şimdi bu duruşu kendi içimize yansıttık ve bu rövanşı kazanan düşmanımız oldu. Kendimiz ve gerçekten istediğimiz şeyler söz konusu olduğunda bile pes ettik.

    Ve böylece, pek işe yaramayan ve açıkgözlülükten yoksun modeller olan oryantal felsefe, alternatif ürünler ve farklı düşünme biçimlerinin kelebek yakalayıcılarına döndük. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, onları tek tek çektik. Şimdi mutluyuz ve dişsiziz.

    iktidarın laboratuvarları bizim için yeni bir vazgeçiş modeli programlıyor. Sadece bizim için, elbette. Kazanan azınlık ‘içeridekiler’ için, model halen agresifliktir ve fetihtir. Artık, bir zamanlar ayaklanmalarda ve kontrol edilemez isyanlarda patlayan kana susamış, öfkeli barbarlar değiliz. Bizler, bıkkın ve züppe, eyleme inancı olmayan, hiçbir şeyin filozofları haline geldik. Dilimizi ve beyinlerimizi daralttıklarının dahi farkına varamadık. Artık diğerleriyle iletişim kurmak için önemli olan yazmakta bile zorlanıyoruz. Artık konuşamıyoruz. Bizler iletişimi görünür bir şekilde kolaylaştıran, ama gerçekte onu alçaltan ve iğdiş eden televizyon, spor ve kışla tarzı gazetecilikten gelen bayağılıklardan oluşan bodur bir jargonla kendimizi tanımlıyoruz.

    Ama daha kötüsü, artık herhangi bir şey yapmak için bile çaba sarfetmemiz çok zor. Kendimizi adamıyoruz. Bir kaç zaman sınırı, yapılacak bir kaç şey, ama okumak yok. Bir toplantı, orda burda bir eylemle yere serilir ve bitkin düşeriz. Diğer taraftan saatlerimizi, içerikten yoksun müziklerle (hiçbir şey anlamadan), anlamadığımız dillerdeki şarkılarla ve fabrikayı, yarış arabalarını veya motorsikletleri andıran gürültülerle harcarız. Hatta doğa konusunda derin düşüncelere dalarak (ondan kalan şeyler hakkında) kendimizi kaybettiğimizde bile gerçekten yürüyüşe bile çıkmıyoruzdur. Kapitalizmin ekolojik ve natüralist modeller (yeni alternatif versiyonunda, elbette, ondan önce gidenden bile daha kötü) gibi bayağılıklarla karşımıza çıkmasını kabul ediyoruz. Ancak sırf derin düşünme değil, sorumluluk ve güç, saldırganlık ve mücadele gerektiren doğayla gerçek bir ilişki konusunda herhangi bir deneyime sahip değiliz.

    Ve bana toleranslı bir davranışı geliştirmemiz gerektiğine karşı olarak saldırgan kapitalist davranışlar hakkında bir şeyler söylemeyin. Kapitalizmin veya Paris-Dakar rekabetindeki iştirakçilerin saldırganlığının ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum. Ben bundan bahsetmiyorum. Aslında ben sadece saldırganlıktan da bahsetmiyorum. Kelimeler bizi aldatabilir. Gemiden alevler yükselirken birilerinin zamanlarını aylaklık ederek harcamadan eylemlerini gerçekleştirmeleri gerektiğinden bahsediyorum.

    Geniş kapsamlı değişimlerin gerçekleştiği konusunda ikna edildik veya edilmedik. Kapitalizm ve iktidar, on yıllardır iyiliğimiz için mevcut yaşamlarımızın keyfini kaçıracak olan bir dönüşüm geçiriyor. Şayet bu konuda derinlemesine ikna olmadıysak, o zaman gramer ve dille aramıza makul bir mesafe koyarak, hayallerimizin kelebeklerini, budizmin efsanelerini, tedavileri, Zen felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu, zevk aldığımız herşeyi kovalamaya devam edebiliriz.

    Ama şayet ilk varsayıma ikna olduysak, özellikle kendi zincirlerimizi görme olasılığından bile bizi yoksun bırakan kültürel bir köleliğe indirgemeye meyilli bir proje olduğuna dair ikna olduysak, o halde mücadeleyi bırakmaya veya terketmeye tolerans ve eğilim göstermelere artık katlanamayız. Ve burada bahsettiğimiz şey, devrimci yükümlülüklerini çoktan geride bırakmış ve şimdi yeşiller, portakallar, Budistler ve benzeri topluluklar arasında epeyce sakin bir şekilde otlayan yoldaşlar için gereklidir. Ayrıca burada kendilerini halen devrimci olarak tanımlayan ancak günden güne fiziksel ve zihinsel kirlenme trajedisini yaşayanlara gönderme yapıyoruz.

    Bu basit bir eylem çağrısı değildir. Mezarlıklar bu tarz çağrılarla dolu. Bizler sermayenin laboratuvarlarında çalışılan ve şimdi kusursuz bir şekilde işleyen bir projeden bahsediyoruz. Bu projenin amacı bizim mücadele kapasitemizi azar azar ve acıtmadan etkisiz hale getirmektir. Bu proje sermayenin derinlemesine yeniden yapılanmasıyla el ele yürüyor. Bizimkisi bir gönüllülük çağrısı, veya isterseniz, çölde bir çığlık değildir. Bu, kısıtlı ve benzer olsa da, çevremizdeki dünyada gerçekleşen derin değişikliklerin anlaşılmasına küçük bir katkıdır.

    Alfredo M. Bonanno
    2 ...
  4. gerçek yoldaşlık

    1.
  5. gerçek yoldaşlık, sokakta yürürken karşına çıkan köpeği sevdikten sonra, o köpeğin, yol boyunca seninle yürümesiydi.
    4 ...
  6. enflasyon yalanı

    1.
  7. enflasyon diye bir şey yoktur. enflasyon politikacı ve zengin sürülerinin kendi zenginliklerine zenginlik katmak için insanları ucuza kullanmak amaçlı yarattığı bir düşüncedir. çalışan insanlar maaşlarında hakları olduğu zammı isterken, o zammı vermemek için bir bahane, bir duvar olarak önlerine koyarlar. politikacının en az 10-15 bin TL alırken, 45 bin lira kira öderken enflasyondan söz etmeyen bu parazitler, çalışanlar ufak bir zam istese hemen ''enflasyon! enflasyon!'' çığlıklarıyla psikolojik olarak karşı tarafı bastırır. eğer bastıramazsa ülkenin çöküşe geçeceğine, insanların açlık ve sefalete sürükleneceğine, hatta çok daha ileri gidecek olursa dinin bile biteceğine kadar getirebilir konuyu. yeter ki binlerce lira olan aylık gelirinden ve rahatından ufak bir şey kaybetmesin. enflasyon yalanı kalkarsa insanlar bu parazitlere muhtaç olmayacaktır, bu parazitler bunu bildikleri için her sıkıştırıldığı yerde enflasyon lafını kullanır. insanların bu yalanı unutmaması için tekrarlamaları gerekir ve işlerini sağlama almak için bir süreliğine kendileri kriz yaratırlar ve işini sağlama alırlar. bu yaratılan kriz ''zam falan istemeyin, halinize şükredin ve aç kalmaktan kurtulun.'' manasına gelir. insanları sadece aç kalmakla korkutarak insanların aç kalmama düşüncesine odaklar ve enflasyonu sorgulamaya izin vermez. Bu yüzden de insanlık sürünür...
    1 ...
  8. şarapizm

    1.
  9. Yoo hayat hikayemi falan anlatmayacağım size,
    Zaten tarih abdestliğini ve kutsallığını kaybetmişken
    Böyle aptalca bir şeyi beklemeyin benden sarhoş olsam da
    Ben şarap içerim, şarap
    Günde beş vakit namaz niyetine
    Leyla ile Mecnun adına içerim.
    Bilir misiniz tadını,
    Aman nerden bileceksiniz yahu , gece kıyafetiyle pek tat vermez ki.
    Sigara da içerim elbet bol bol
    Yaşlılığımı boşuna hayal ettiğimi de bilirim
    Otuz beş, hadi taş çatlasın
    Otuz altının başında ölürüm, kesindir bu
    Çünkü, izmarit artı ispirto eşittir ölüm.
    Nasıl ve nerde öleceğimi de bilirim.
    Ben şarapçıların şahıyım, ben her şeyi bilirim.
    Psikoloji, sosyoloji, bokoloji, aklınıza gelecek veya gelmeyecek,
    Son iki hecesi loji ile biten bütün mantıksızları bilirim.
    Anlamlarını bilmesem de her yola girerim.
    Kapitalizm, sosyalizm, ahlizm vahlizm
    Ama en güzeli benim yolum olan şarapizm
    Her adımımda yanımda olan, tek dostuyumdur kendimin.
    Bilirim hiç biriniz beni sevmezsiniz,
    Alacağım hırkamı gideceğim zaten buradan.
    Ama bilmezsiniz ki, sizi gidi aptallar sizi
    Bu dünya benim adıma yaratıldı,
    Benim adım ile döner durur, deliler gibi kendi etrafında.
    Ama siz güneş etrafında döndüğünü sanırsınız hah.
    Yoldan geçen, permalı röfleli, burmalı yosmalı
    Tamperli tampersiz bütün kadınlar benimdir benim.
    Bütün şarkılar benim adıma yazılmıştır.
    Bütün şiirler benim adıma okunur,
    Tek yalnızlık tanrıya mahsus, işte oda bana dokunur.
    Lanet olsun…
    Güneş doğsun artık, hırkam nerde, ben gidiyorum…

    Halis Tekel - Mülteci oyunu
    3 ...
  10. kutsanmış ekmeği sindir

    1.
  11. Dünya tarihi bizleri acımasız biçimde hırpaladı ve tin her şeye egemen bir güç haline geldi. Sen benim paralanmış ayakkabılarıma değer vereceksin, çünkü bunlar senin çıplak ayağını koruyabilir, benim kullandığım tuzu önemseyeceksin, çünkü onu kullanabilseydin, patateslerine lezzet katabilirdin, benim görkemli saltanat arabama saygı duymalısın, çünkü ona sahip olabilseydin bütün sıkıntıların sona ererdi; ama sen onlara el uzatma hakkına sahip değilsin! insan birçok şey arasında özellikle ‘’kendi başınalığına’’, kendi ayakları üzerinde durabilmeye çok değer vermelidir, ama kendi başınalık onun yaklaşamayacağı, erişemeyeceği bir yerde olmalı, onun eline verilmemiş olmalıdır. Kişinin kendi ayakları üzerinde durabilmesi üstün bir meziyet olarak tanınmalı, buna saygı duyulmalı! Ama insan onu elde etmek için elini uzatırsa, vay haline! O zaman ona ‘’eli uzun’’ derler.

    Ne kadar da fakirleştik, hatta elimizde hiçbir şey kalmadı denebilir! Her şey bizden uzaklaştırıldı, eğer elimize vermezlerse hiçbir şeye uzanma cesareti gösteremiyoruz. Biz artık verenin lütufkarlığı sayesinde yaşayabiliyoruz. izin almadan yerden bir iğneyi bile kaldıramazsın. Bu izni kimden alacaksın? Saygıdan! Saydığından! Eğer senin saydığın, onu sana malın diye bağışlarsa ve sende onu malın sayarsan, o zaman onu alabilirsin. Ve eğer ahlaklılık, akıl ya da insanlık adına görevlendirilmediysen, salt kendi adına düşünce üretemez, söz söyleyemez, bir edimde bulunamazsın. Ey arzularla dolu o insanın hiçbir kayıt ve şarta tabi olmayan mutluluğu! Seni kayıt ve şartların sunağında kurban etmek için ne kadar da acımasızca uğraşıyorlar!

    Bu sunağın üzerinde bir kilise kubbesi yükseliyor ve duvarları giderek daha geniş bir alanı içine almak üzere ta ilerlere doğru kaydırılıyor. Bu duvarların içinde kalanlar kutsal sayılıyor. Sen artık onlara ulaşamazsın, onlara dokunamazsın. Bu duvarların çevresinde açlıktan kıvranarak, haykırarak dolaşacak ve dışarıda kalan birkaç dünyevi, cismani parçayı toplamaya çalışacaksın. Giderek kilisenin çevresinde daha geniş halkalar çizerek koşturacaksın. Bir süre sonra kilise bütün dünyayı içine alacak ve sen en ücra uçlara itileceksin. Bir adım daha attığın anda kutsallık dünyası, zaferi kazanmış olacak ve sen uçuruma yuvarlanacaksın. Haydi, henüz çok gecikmeden kendine gel ve çoraklanmış cismani ortamda dolanıp durma! Cesaretini toplayarak kilisenin kapısından içeriye dal! Eğer kutsallığı kapıp midene indirebilirsen, onu kendine mâledersin, artık o Senindir! Kutsanmış ekmeği sindirdiğinde, dışkınla birlikte ondan da kurtulmuş olursun! Kutsanmış ekmeği sindir ve ondan kurtul!

    Max stirner - biricik ve mülkiyeti
    1 ...
  12. müziğin otoritesi

    1.
  13. Müzik ruhun gıdası mı, yoksa insanın üzerindeki en büyük otorite midir? Bence otoritedir. Müzikler ritimleriyle, sözleriyle hal hareketlerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi kontrol ediyor. Bir müzik hızlıysa tempomuz artıyor, yavaşsa tempo düşüyor, duygusal ise duygularımızda depreşme yaşatıyor ya da geçmiş düşünceleri düşündürtebiliyor. insanların bu ritme karşı koyması ya da bu müziğin verdiği duygu ve düşüncelerin dışına çıkması neredeyse olanaksız. Metal bir müzikte yavaş bir tempo sergilemeyeceğin gibi türkü çaldığında da çılgınlarca kafa sallayamazsın. Bence müziğin çıkış amacı insanların ruhunu dinlendirmek değil duygularını, düşüncelerini, davranışlarını kontrol altına almaktır. Müzikler insanları robotlaştırmanın da en etkili yollarından biri bence. Toplu yerlerde çalınanlar gibi. Düğünler, konserler buna örnektir. Düğünde ya da konserde ne tür müzik çalarsa herkes aynı ritme bürünüyor ve herkes aynı oluyor orada. Farklı davranış sergileyen yok. Kurgulanmış robot oluyor o anda herkes. Müzikle istediğini yaptırabilirsin o kalabalığa ya da bireye. Bu yüzden müzikler otoritedir.
    2 ...
  14. finaller yaklaşırken

    1.
  15. korku filmi önerim

    1.
  16. 'ilahiyat fakültesi' sınırları içerisine girin ve korku filmini yaşayın...
    1 ...
  17. tıp okuyan oda arkadaşım

    1.
  18. oda arkadaşım tıp okuyan ama insana da ''ulan bu nasıl tıp kazanmış'' dedirten bir tiptir. çocuk okul zamanları günde rahat 10 saat, tatil günleri ise 12-15 saat lol oynayan, arada lol oynayabilmek için okula bile gitmeyen, iki çift laf etmeye kalksan oyuna daldığından dolayı cevap vermekten aciz, iki çift laf ettiğinde de iki lafı bir araya getiremeyip muhabbetin içine sıçıp sıvayan, kitap okuyor musun desen yanından geçmez, sosyalleşme sıfır, sabah akşam oyun muhabbetinde dönen, film izleme desen spider-man, captan america, iron man tipinde filmlerde yaşayan, benim söylemem üzerine fight club'u açıp izlerken filmin felsefesinden gram anlamayıp, filmi yarıda kapatan bir çocuktur. çocuk 500'e yakın fotokopinin yüzünü bile hiç açmazken, ben merak edip her gün bir sayfa tıp fotokopilerini okuyorum lan. Buradan da ebeveynlere sesleniyorum : ''Her tıp fakültesini kazanan zeki, kafası çalışan insan olmuyormuş.''
    10 ...
  19. makine köleliği

    1.
  20. Gün geçtikçe teknoloji çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Teknolojinin gelişmesiyle insan yaşantısını kolaylaştıran yeni teknolojik makineler de piyasaya çıkıyor. Peki bu teknolojinin gelişmesi çok mu iyi? Gelişen bu teknoloji gelecek zamanda insanların yaptığı tüm iş yerinde var olacak ve insan gücüne dayanan iş kalmayacak. insanlar parasız olmayacağı ve yaşanılamayacağı düşüncesiyle bütünleştiği için kendilerine para için iş lazımdır. Her işi makinelerin yaptığı, insan gücüne ihtiyaç kalmadığı bir dünyada insan ne işi bulabilir? Tek bulabileceği iş sanırsam makinelerin bakımıdır. (Tabi bu makinelerin bakımı için robot falan yoksa) Artık vakit insanın-insana köleliğinden, insanın-makineye köleliğidir. Yani insan kendi yarattığı şeyin kölesi olacak, kendi yarattığı, geliştirdiği teknoloji ile kendi sonunu hazırlayacaktır.
    2 ...
  21. george orwell vs aldous huxley

    1.
  22. George Orwell ve Aldous Huxley

    Gözümüzü 1984’de dikmiştik. Oysa Orwell’ın uğursuz öngörüsünden başka bir öngörü daha
    bulunduğunu unutmuştuk: Bu değişik kehanet, Aldous Huxley’ın biraz daha eski, biraz daha az
    bilinen, ancak aynı derecede ürkütücü olan Brave New World’uydu .

    Okumuş insanlar arasında bile yaygın olan inancın tersine, Huxley ile Orwell’ın kehanetleri aynı şeye ilişkin değildi.
    Orwell’ın uyarısı, dışarıdan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir.
    Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır. Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitaplari yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimse kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsu bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki alemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. Huxley’in Brave New World Revisited’de belirttiği gibi, tiranlığa karşı direnmek üzere daima tetikte bekleyen kamusal özgürlükçüler ile rasyonalistler, ’ insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığı’nı hesaba katamamışlardı. Huxley, 1984’te insanların acı çekerek denetlendiğine dikkat çekerken; Brave New World’da insanlar hazza boğularak denetlenmektedirler.
    Kısaca Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.
    9 ...
  23. 2014 de türkiye de en çok okunan kitaplar

    1.
  24. 1)Uğur Koşar - Allah De Ötesini Bırak = 290.000 adet

    2)Uğur Koşar - Bana Allah Yeter = 230.000 adet

    3)Sinan Yağmur - Aşkın Gözyaşları = 220.000 adet

    4)iskender Pala - Mihmandar = 200.000 adet

    5)Kahraman Tazeoğlu - Yaralı = 200.000 adet

    6)Ahmet Batman - Sabah Uykum = 180.000 adet

    7)Orhan Pamuk - Kafamda Bir Tuhaflık = 180.000 adet

    8)Ayşe Kulin - Handan = 150.000 adet

    9)Ayşe Kulin - Hayal = 150.000 adet

    10)Canan Tan - Pembe ve Yusuf = 150.000 adet

    11)Ahmet Batman - Soğuk Kahve = 145.000 adet

    12)Soner Yalçın - Kayıp Sicil = 125.000 adet

    13)Metin Hara - Aşkın istilası = 120.000 adet

    14)Uğur Koşar - Rabbin için Sabret = 117.000 adet

    15)Sinan Yağmur - Aşkın 7 Hali Bişnev = 100.000 adet

    16)Yılmaz Özdil - isim Şehir Artist = 100.000 adet

    17)ismet Orhan - Atatürk'ü Ben Öldürdüm = 100.000 adet

    18)Kahraman Tazeoğlu - Bukre = 58.000 adet

    19)Zülfü Livaneli - Kardeşimin Hikayesi = 52.000 adet

    20)Azra Kohen - Fi = 51.000 adet

    Bir ülke düşünün adı Türkiye. Çok kitap okunmayan, ama okunan kitapların da çoğu anlık duygusal tatminlerden ya da manevi tatminlerden ibaret olduğu kitaplar seçiliyor. Yazar olarak Uğur Koşar zaten para kazanmanın en karlı yolu olan dini ticarete dökmeyi denemiş ve görüldüğü gibi gayette başarılı olmuş. Ahmet Batman, Kahraman Tazeoğlu gibi kitap yazanların da insanların en zayıf noktalarından olan 'duyguları' görüp o duyguları temel alıp, sadece ama sadece para kazanmak için insanların duygularıyla oynamakla duyguların nasıl paraya dönüştürülebileceğini göstermiş ve bu kitaplar yüzünden de yapay duyguların oluşmasına temel atmıştır. Tolstoy, Nietzsche, Dostoyevski, Wittgenstein, Kafka, Darwin v.b gibi saymadığım birçok yazar bir kitabı yazmak için yıllarını harcasın, gerçek duygularını ortaya döksün, para kazanma amacı gütmesinler, insanlığa fayda sağlayacak araştırmalarla yazsınlar ve çok az bir okuyucuya sahip olsun. Sonra Ahmet Batman, Uğur Koşar ve bu tip götüyle kitap yazanlar piyasaya çıksın sahte, yapay hislerle 6-7 ayda bir kitap çıkarsın ve bu üstadlardan daha fazla okuyucuya sahip olsun.

    Konuyla alakalı son olarak da şunu demek istiyorum : Sana doğan güneşi sikeyim türkiye
    5 ...
  25. savaşlar ve halk

    1.
  26. Kendi çıkarları için savaşlar yaratan politikacılar; halkın duygularını, psikolojisini din, vatanseverlik, şehit gibi birçok kavramlarla altüst edip, basın yoluyla size dayattıkları bu kavramların fanatiği olmanızı sağlayarak savaşa hazır hale getiriyorlar. Mesela Devlet bahçeli gibi birinin yıllardır 'şehitler ölmez vatan bölünmez' 'intikam alacağız' gibisinden atarlarla halkı savaşa sürükleme çabasına kendisi niye katılmıyor. Yiyorsa kalksın o deri koltuğundan ve savaş mevzilerine gitsin. Akpli politikacıları zaten saymıyorum, ki çoğunluğu zaten çürük raporlarıyla askere gitmemiş. Onların yaptığı atarlar, giderler yalnızca size bir savaş dayatmasıdır. Asıl salaklık halkta. Senin bu ülke sınırları içinde tek bir toprak parçan yok(olanlar da zaten borcunu ödemek için bocalıyor) senin olmayan bir şeyi kendininmiş gibi görüp canın pahasına onu savunmak nedir? Bu ülke, bu toprak şu an hiçbirinizin değil. Kendinize ait olan bir şeyi başkasına borçlanarak ya da hesap vererek kullanmazdınız. Kendinize ait olan bir şeyi satına alamazsınız, kirasını ödemezsiniz, haracını(vergisini) ödemezsiniz. Siz sadece zenginlerin mallarını koruması, zenginliklerine zenginlik katmak için çıkarttıkları ama bunu farklı kavramlarla sizi doldurarak öne sürdükleri bir savaşa giriyorsunuz. Askerliğe gitmeyin, savaşı reddedin. Tek bir hayatımız var onu da başkaları için ölerek harcamayalım.
    0 ...
  27. pist diye seslendiğin kedinin seni umursamaması

    1.
  28. Bir kediye pist diye seslendiğinde hemen panik halinde sana diker gözlerini. Arada öyle tipler çıkar ki bir kaç defa seslensen bile dönüp bakmaz. Bir kedi tarafından siklenmemek çok tuhaf bir histir. Yaşamayan bilemez...
    6 ...
  29. © 2025 uludağ sözlük