bakalım... benim için baba yadigarı zekasıyla ya da ana yadigarı güzelliğiyle şişinenden bir farkı yok. mesela bak alakalandırılsa yanlış olmaz, memesi güzel olup da göğüs dekoltesiyle dolanan kız ile, gözleri yeşil olup da göz kapaklarına yeşil kalem çeken kız arasında da fark yok. alakalandırdın mı? alakalandır.
bazen, sözlük yazarlarının hepsinin egolarını bir kovaya doldurduğumu hayal ediyorum. böyle kocaman bir kova dolusu katran gibi siyah... yapış yapış bir bulamaç. içlerinde pütür pütür halde yalanlar, samimiyetsizlikler, heyecanlar gözüküyor. döküyorum hepsini sonra yere. yeşil yol daki john coffey ye hastalığını devretmiş hapishane müdürü karısı gibi rahatlıyor herkes. yüzler ışıldıyor.
sonra oturup çorba içiyoruz hep beraber. ezogelin çorbası. mis gibi böyle.
rejim yapıyorum da bir yandan. hayalle açlık karışıyor birbirine mecbur.
ülkemizde yaklaşım on yıldır sahnelenen ve yamulmuyorsam (bunu dedim ya allah belamı versin) devlet tiyatrosunda 2 yıl önce sahnelenmeye başlanan oyun. başlığının açılmamış olması yanlış tabii. uktesi verilmiş en azından. hemen dolduralım.
terörün ortaya çıkma nedenlerinin, uygulanışının, gelişiminin hatta sonlanışının bile ne kadar manasız olduğunu gözler önüne seren hatta gözümüze gözümüze sokan bir oyun. kafadan kontak acımasız bir yüzbaşının; kedisinin öldürülmesi üzerine köyüne gelip dehşet saçmasını konu edinmiş.
oyunculukları teker teker değerlendirdiğimde de, bütün olarak oyunu değerlendirdiğimde de tatmin olamadığımı söylemem lazım. bence, büyük bir beklentiye kapılıp gitmeyin. ben ekşi de "dt nin en kaliteli oyunu" ibaresine kanıp gittim (allah bin kere belamı versin) siz ona kanıp gitmeyin. hatta hiç gitmeyin. bişeycikler demem.
gerçi her yerde söylüyorum: "antigone" den sonra hiçbir oyun sıkıcı gelmiyor bana artık. antigone ye dayanan bir tiyatro seyircisinin bunu oflaya poflaya izleyeceğini hiç sanmıyorum. ama etkilenmeyeceği de yüksek ihtimal.
espriler oldukça yavan. çok fazla kesme-doğrama-parçalama-ve-dolayısıyla-kan var. çok fazla silah patlıyor. hatta son sahnede silah izleyiciye çekiliyor "oha bana da mı silah lan" oluyosun. bunca gerilim niyetine rağmen pek fazla da gerdiği söylenemez. açıkçası ben kadın-erkek ilişkisini konu edinen üç kişilik oyuncu kadrosu bulunan "kurban" da çok daha fazla gerildim. ki onda sahneye çıkan silah da bir kere patladı. her şey kuru sıkı değil.
şu tarih itibariyle oyundaki kısa saçlı kız çocuğunu oynayan kadının ve patrick in babası rolündeki adamın da değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. bazı bazı hakikaten.... bir kısım dt oyuncusunun kadroya nasıl girdiğini merak ediyorum. utanmadan ediyorum.
zaten ben kedi sevmem anasını satiim. ölü kedi hiç sevmem.
yıl olmuş 2013 ve zannedersem sözlükte başlığı açılmamış bunun. çok şaşırdım.
kadıköy-mecidiyeköy beşiktaş ve keyap ta şubeleri bulunan, özellikle sütlü tatlılarıyla aşmış, yılların tecrübesi.
bunun fırın sütlacı aşktır.. hayattır... dö biiirrss.
ferhan şensoy ve derya baykal ın tasarımcı kızı. büyük tasarımcı ama. öyle böyle değil.
bir lego parçasının üzerine taş yerleştiriyor yüzük diye satıyor. lego adamların ortasından renkli ip geçiriyor bileklik diye satıyor. oyuncak arabaları süslüyor böyle... müttüş bişi. ben böyle tasarım görmedim.
tabii şimdi diyeceksiniz ki, anasını neydi ki kızı ne olsun. haklısınız. banyo terliğine çiçekli kılıf ören bir kadın yavrusu olduğunu düşünürsek başarılı bile sayılabilir.
allah ıslah etsin, hemen tasarımcılık idealinden vaz geçirip evinin kadını çocuklarının anası yapsın inşallah. her şeye rağmen güzel bir bayan.
pink in yeni şarkısı. klibi alışılmış pink klipleri kalitesinde olsa da şarkı biraz iddiasız gibi duruyor. hanfendinin sermayeden yeme niyetinde olmadığını umut ederek kendisine yeni projelerinde başarılar diliyoruz. bunu saymıyoruz.
aramaya inandım ancak alakalı başka başlık bulamadım. var ise entrynin yönlendirileceğinden şüphem yok tabi.
bir türk dili edebiyatı mezunu ve her şeyden önce 11 yaşından beri envai çeşit türkçe sorusuyla karşılaşmış biri olarak iddia ediyorum: tüm kpss tarihinin en zor türkçe sorularıdır. yani ösym bundan sonraki yıllarda bunun üstüne nasıl çıkar çok merak ediyorum. çağdaş türk lehçelerinden falan sorabilir bundan sonra artık.. yakutça çuvaşça falan. uygurcaya dönebilir. göktürk alfabesinin 11. harfinin şeklini sorabilir. uyanık olmak lazım. onlara da çalışmak lazım.
paragraflar oldukça zor. nefes aldıran, kolaylıkla çözülebilen soru sayısı 5 i geçmez. uzun ve karmaşık cümlelerle anlam iyice gizlenmiş ve gereksiz yere insanların kafasının karışması amaçlanmış.
dilbilgisi soruları ise dehşet verici. fiil çatısıyla ilgili olarak "aşağıdaki kelimelerden hangisi çatı bakımından incelenemez" denmiş. yani isim soylu fiillerde çatı aranmayacağı belirtilmek istenmiş. üst düzey bir bilgi.
bir başka soruda "tıpkı" kelimesinin zarf olduğunun tespit edilmesi beklenmiş, üstelik kurallı olmayan bir cümle içerisinde.
cümle yapısında "bileşik cümle" ve "sıralı cümle" kavramlarının çok afedersiniz mına koyulmuş. sadece kavramları bilmek yetmez, cümle içerisindeki diğer öğelerin de iyice özümsenmesi lazım.
sıfat olarak değerlendirilmesi gereken kelime de "kırmızı, güzel, büyük" gibi insanların alışık olduğu türden değil, "yakacak, gözlenen, özümsenmiş" gibi sıfat-fiil özelliği taşıyan türden hazırlanmış.
şimdi bunların üçü beşi bir arada olsa, yine ses çıkarılmaz, türkçe de elenmesi gerekenler elenmiş denir.. ancak 20 si birden aynı sınavda ardı ardına sıralanır mı kardeşim?
burada bir noktanın altını çizmek lazım, bir seçme sınavında önemli olan, mantık dışı bir şekilde adayların kafasını bulandırıp sınavın herhangi bir noktasında söz konusu adayların gardını düşürmek değildir. olmamalıdır. her sınavda paralel olması gereken standadın tutturulamamasını geçtim, amaca uygun bir seçimin önüne geçer testin bir bölümünü bu derece kazık yapmak.
amacım konu hakkında uzman ya da bilir kişi olduğumu ima etmek değil. sadece türkçe sorularına ister istemez aşina olduğumu belirtmek istiyorum. ha ben berbat bir dilci de olabilirim. doğrudur. tartışmam. ancak alelade bile olsa, bir edebiyat mezununun ve bugüne değin osym nin herhangi bir sınavında tek bir türkçe yanlışı bulunmayan birinin 3 yanlış yaptığı bir sınavda siz bir matematikçiden, fizikçiden, mühendisten, tarihçiden ne bekliyorsunuz?
sözlük formatından dolayı değil de, makama saygımdan dolayı ağır konuşmamaya çalışıyorum da siz fiillerin morfolojisiyle ilgili 3 kazık soru sorma yoluyla, tam olarak hangi kadronuza, hangi alanlarda kalifiye olan, hangi yapıda bir eleman alacaksınız? hayır madem bir tc memurunun her alanda uzman bir seviyede olmasını bekliyorsunuz, o zaman o matematik soruları o anayasa soruları nedir? nedir alanlar arasındaki bu adaletsizlik?
hiçbirinizin umrunda olmaz tabi de, şu sorulara genel bir bakış attıktan sonra kendinizi başarılı bulabiliyorsanız, mesleki anlamda hiçbir şekilde rahatsızlık duymuyorsanız ben de şu halimle sizin kurumsallığınızdan, profesyonelliğinizden, ülke çapında kullanılacak bir sınav için soru hazırlamaya muktedir olup olmadığınızdan şüphe ederim. daha başka şeyler edip daha başka şeyler de söyleyebilirim yine şu basit halimle ama... dediğim gibi; makama ve mesleğe saygı, kendime olan saygımı yansıtır. bu sepeple çirkinleşmemek gerekir diye düşünüyorum.
hak yemek için sadece soru vermek gerekmez. hele ki bu zorlukta olan soruların birkaç yüz kişi tarafından çalındığı düşünülürse.. böyle sorular hazırlamak sadece kopyacı zihniyete ilimi peşkeş çekmek olur ki.. kimbilir... belki birilerinin de amacı odur zaten.
üzerinden yüz yıllar geçse de etkisini kaybetmeyecek uyum. böyle bir kıyafetle sokağa çıkıp salınanların her zaman daha mütevazı, daha hanım, daha sağlam olduğunu düşünürüm.
uygulamaya konmuş ve elbette ki kpss' sidir, lys' sidir bilimum sınavlarda sorumlu tutulacak olan yeni kurallar şu şekilde:
1. "içeri, dışarı, ileri, şura, bura, ora, yukarı, aşağı gibi sözler ek aldıklarında sonlarında bulunan ünlüler düşmez."
örnek: eskiden burda, şurda, ilerde diyebiliyorduk. artık dememiz yanlışa sebebiyet veriyor. burada, şurada, ileride vs. şeklinde kullanmalıyız.
2. "dört ve dörtten çok rakamlı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve araya nokta konur."
efenim bu kural eskiden beş ve beşten çok rakamlı sayılarda uygulanıyordu. artık sınır dörde indi. yani:
örnek: eskiden 3042 şeklinde yazabiliyorduk, şimdi 3.042 şeklinde yazmamız gerekiyor.
3. "bir cümle içerisinde birden fazla zarf-fiil eki almış kelime var ise birincisinin ardına virgül koyulabilir."
eskiden hiçbir şekilde, zarf fiil eki almış kelimenin ardına virgül koyulamıyordu.
örnek: iyice düşünüp, sonuçlarının telafi edilemez boyutlarda olmayacağını umarak işe girişti.
tabii bu kuralı etraflıca uygulamanız için ısrarla bakınız: zarf-fiil ekleri
4. "özne olarak kullanılan bu, şu, o zamirlerinden sonra virgül konur."
söz konusu kelimelerin işaret sıfatlarıyla karışmasını önlemek için eklenen bir kuraldır.
örnek: o, gerçekten yeri doldurulamayacak bir insandı.
5. ikiden fazla eş değer öğeler arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir
tdk burada "konabilir" diyerek kuralı biraz opsiyonel hale getirmiş ancak bence noktalı virgülün bu tip durumlarda kullanılması şarttır. virgül bir cümlede; hem es vermek-vurgu katmak, hem de eş değer öğeleri birbirinden ayırmak için kullanılacaksa birini noktalı virgüle çevirmek cümleyi sağlamlaştırma ve anlamı pekiştirme açısından gerekli.
yukarıdaki cümlede bir örnek verdim gibi ama tekrar örneklemek gerekirse:
hele şöyle bir durum var ki onu da kesinlikle belirtmem gerek:
"yiğit, mert, çalışkan, zeki bir insandı." cümlesinde acaba bi adam var da, kendisi yiğit mert çalışkan zart zurt biri midir; yoksa karşımızda yiğit isimli bir delikanlı var da, kendisi mert çalışkan ve zeki bir insan mıdır? yani cümlemizdeki özne yiğit midir yoksa üçüncü tekil şahıs gizli özne midir belli değil. bu belirsizliğin giderilmesi için de yiğit ten sonra noktalı virgül kullanımı şarttan da ötedir. farzdır. zorla kullanın nebleyim.
6. "özel veya cins isime ait ek, ayraçtan önce yazılır."
örnek: eskiden yunus emre (1240? - 1320) nin şeklinde yazmamız gerekiyorken, şimdi yunus emre nin (1240 - 1320) şeklinde yazmamız gerektiği belirlenmiş.
7. "özel akım, dönem, çağ isimlerine gelen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır."
örnek: eski çağ'ın, türk edebiyatı'na, yükselme dönemi'nin
bu da uzun süredir tartışılan, kavgalara sebebiyet veren bir kuraldı. nihayet değiştirilmiş.
8. "avrupa birliği" sözüne ek getirildiğinde kesme işaretiyle ayrılır.
buna ekstra örnek veremiyorum. yorum da yapamıyorum. sağlık bakanlığına derken ayıramıyoruz ama avrupa birliği'ne derken ayırmak zorundayız. avrupa birliği diğer kurumlardan daha özel bir isim demek ki. neyse.
9. "sonunda 3. tekil kişi iyelik eki olan özel ada, 3. tekilden başka bir iyelik eki getirildiğinde bu ek kesme işaretiyle ayrılmaz."
örnek: boğaz köprüsü'ne kullanımı doğrudur. ancak "boğaz köprümüze" dediğimiz zaman eki ayırmıyoruz.
10. "belirli bir tarih bildiren ay ve gün adlarının ilk harfi büyük yazılır ve gelen ekler kesme işaretiyle ayrılır."
örnek: eskiden "7 temmuza az kaldı" denmesi gerekiyordu ancak şimdi "7 temmuz'a az kaldı" denmesi lazım diyor tdk. temmuzların t'si de büyük. sözlük yapısı gereği yazamıyorum.
11. "cümle içinde makam veya unvan görevi gören sözler büyük harfle başlar."
yani,
"uzak doğu'dan gelen heyeti vali kabul etti" cümlesinde valinin v'si büyük yazılmalıdır.
ancak "büyüyünce vali olacağım" cümlesinde geçen valinin v'si küçük olmalı.
12. numara sözünün kısaltması da kelime gibi okunduğundan getirilecek olan ek okunuşa göre getirilecektir.
"allah ın işi" olarak nitelendirebileceğimiz bir garip tesadüf.
dikkat ettim; cafe, restorant, berber, tekel bayi (allah allah), gibi halkın iç içe olup kaynaştığı ortamlarda izlenilen televizyonda, fiks olarak samanyolu kanalına bakmak durumunda kalıyor insanlar. ikinci sırayı ise kanal 7 alıyor.
ha bu iki kanal da açık değilse muhakkak bir karadeniz yerel kanalı kendini gösteriyor. başka bir alternatifi yok kardeşim. üçünden biri kesin.
en az, hava muhalefeti televizyon kanallarının yayınını etkilediği zamanlarda stv nin ve kanal 7 nin ayna gibi çekiyor olması kadar şaşırtıcı. ulvi.
white and grey stones
lying lazy in the flickering water
white and grey
white and grey stones
soft and shy like home-baked break
warmest mouthful
let me have just a taste
when was ı last home
white and grey stones
if ı find bones along my way
ı might feel a little less alone
not so blue
but since ı can still recall your features
how can ı complain
bütün dersleri 60-70 civarlarında gezinen öğrencinin, çocuğun adeta bir einstein olduğuna yürekten inanmış velisi, bir hışımla toplantı odasına girer:
+ hocam!
- buyrun?
+ hocam bu ne dil anlatımı 40 bu çocuğun???
- beyfendi bize bunun gelişi böyle. maalesef. yapıcak bişey yok.
***
daha önce bir kez sınıf tekrarı yapmış öğrencinin velisi, iki elinde yaklaşık yedi çocukla gelir:
+ hocam görüyosunuz.. bu öküz dışında 8 çocuğum daha var benim. (sekizmiş lan eksik saymışım. biri en büyüğünün sırtındaymış) kendim zaten bizzat kamyon sürüyorum. şehir dışında. sizden ricam; bu çocuğun üzerine düşelim. hatta siz daha sert düşün. şiddetle düşün.
- beyfendi ben şiddete karşıyım prensip olarak.. eğer siz evde.. (evde uyarırsanız, derslerini takip ederseniz deme amacındaydım burada)
+ tamam ben evde döverim. siz okulda uyarın. öyle şeyapalım. her gün döverim hocam.
***
yalan söylemeyi hayat düsturu edinmiş öğrencinin velisi, acı gerçekle karşılaşır:
- revire gönderdim serkan ı ben, astımım var hocam ilacım evde diince.. ben de eve..
+ ney? astım mı? serkan ın mı?
- öyle söyledi.
+ dur sen ben eve gidiim.. onu götünden astım etmezsem..
- hanfendi.. (salonu bir gülme alır tabi) biraz daha sakin olursak..
+ beni neden aramadınız peki sormak için? söylerdim ben size?
- ben arayacaktım da annem yatalaktır telefonu açamaz dedi. belden aşağınız felçliymiş.
+ orospu çocuğu!!
- hanfendi..
yeni yazar. zannedersem ismi eda. ki zannederim. hiç bakmam.
şayet ismi edav sa çok şahane bi durum olur lan. soyadı inci.. birleştir da vinci.. hayatımın anagramı olur allah seni inandırsın.
neyse. hoşgelmiş. saygılar. şahane bir nick gerçekten.
belli ki yurt dışına yaptığı sayısız geziden sonra kafası gayet karışmış olan, belki de bir kısım kendini bilmez şakacı güruh tarafından keklenen turisttir.
italya ya gidince de aşk çeşmesinin musluğuna çaput bağlayabilir. ispanya da boğanın önüne geçip domates koyabilir. belli olmaz.
postmodern romantikle ilişiğe girmekten daha büyük bir hata varsa o da postmodern romantik sevgiliden ayrılmaktır. ya da ayrılmaya çalışmaktır. öyle diyeyim ben sana.
yaşanılan her andan kendisine bir drama yaratmasını beceren, iki üç fransız kökenli kelimeyi bir araya getirerek insana ağzının ortasına üst üste 6 tokat atılmış hissi veren yeni sürüm postmodern romantikler bence ne ilişki kurmasını ne yürütmesini ne de yeri geldiğinde o ilişkiyi bitirmesini becerebilirler.
çünkü esasında adamın ilişki yaşadığı yine kendisidir. etrafındaki herkes onun için araçtır. varsa yoksa kendi iç dünyasıdır. kendi hisleridir. yok sabah yolda giderken dokunduğu kedidir. yok akşamına dışarda yağan yağmura karşı simit yerken dişine takılan susamdır. o susamdan hareketle yaptığı yaşamsal tespitlerdir. adamın osuruğunun kokusu bile o an senin düşüncenden daha hayati önem taşır onun için. ertesi gün gireceğin sınav, postmodern sevgilinin aldığı duş kadar manalı değildir. hayat sadece ona hayattır. sahne onundur. başrol odur. kalanlar dublördür. sistem bu kadar açık ve net. hiç değişmez.
hasılı heriften ayrılmaya çalışırken de onun senaryosuna küçük de olsa müdahale ettiğin için muhabbet iyice mala bağlar. replikler unutulur. senaryo dışına çıkılır.
+ sezer artık ayrılalım dayanamıyorum ben.
- hepimiz birbirimizden ayrı değil miyiz zaten?
+ onu demiyorum. aramızdaki ilişkiyi diyorum.
- sen benle bir arının kola bardağıyla kurduğu ilişki kadar ilişki kurdun aslında.
+ çok gamsızsın. beni hiç dinlemiyosun. sürekli lafımı kesi..
- biliyo musun insanoğlunun sözleri, söylendikten sonra uzayda bir yere kaydoluyormuş.. düşünsene tarih yeniden biçimlenir bu kutsal ve radikal kayıt deposuyla.
+ şimdi konuyu saptırmazsak..
- böğürtlen çayındaki tadı kaşarlı makaronda bulamıyorum.
+ efendim?
- tamam ayrılalım. her neyse. hayat bi merdiven.
şimdi orda ayrılan sensindir esasında. ama yine öyle bi yere getirir ki sen kendini sümüklüböcek gibi hissetmekten öteye geçemezsin. alttan alta suçlanırsın. ama tüm suçlamalar "hümanizm" adı altında önüne geldiği için ses çıkaramazsın.
yok, kendisi kesinlikle ayrılmak istemiyorsa zaten ayrılamazsın tam olarak.
"ayrıldık tamam" der 3 gün sonra "sevgilim" diye mesaj atar.
"lan biz sevgili değiliz ne diyosun" dersin.. "iki kişi bir an bile gözbebeklerini seviştirmişse o iki kişi ebediyen sevgilidir" der.
"olm ne sevişmesi saçma sapan konuşma allaınsen" dersin.. "senle ben.. küçük çocukların öpüştürmeye çalıştığı barbie ve ken gibi.." der.
aradan bir yıl geçer "ben seni özledim su çiçeğim" falan der. hayatın sillesini sağlam yediği için duygusal olarak her daim keş gezen elemanlardır bunlar.
ayrılık sonrası süreci de sakat geçirirler. ekseriyeti sizi başkalarına kötüler. duyarsın hesap sorarsın, niye böyle dedin diye sorarsın.. paralel evrenden girer toplum ahlakından çıkar. aristo dan örnek verir sokrates le karşılaştırır. en sonunda düşünceleriyle empati kurup aslında bunu senin istediğini asıl suçlunun sen olduğunu iddia eder.
istisnaları kaideden hariç tutarak.. şu söylenebilir: bunlar sayesinde artık karaktersizliğin adı psikoloji bozukluğu olmuştur. tutarsızlık postmodernizme bağlanmıştır. sen de kalkıp gıkını çıkaramazsın. öyle bir düzen. önüne geleni düzen.
velhasıl kelam, zor iştir. böylelerinden uzak durun derim. ha oldu da uzak duramadınız.. sakın ayrılmayın. bırakın o ayrılsın.
bu "farkındalık" dediğin şey nedir biliyo musun azizim? yüzyılın vebasıdır. toplumların afyonudur. hatta afedersin sik gibi bişeydir. gerçekten. afedersin. sinirlendim.
farkındalık düzeyi yüksek olan adam gidişata göre pozisyon alır. çevresinde gelişen yeni akımlara hemen ayak uydurur. ve elbette kendine fayda sağlar. çıkarımlar yapar. kullanır. uydurur. değiştirir. mutasyona uğratır. anında.
şimdi bu behzat ç dizisi tutulduğundan beri; erdal beşikçioğlu kitlelerin idolü haline geldiğinden beri, her şeyin "farkında" olan türk erkeği hatunlara yaklaşımını bu dizinin felsefesine paralel çekmeye başladı. iç ters-dış ters açılarını eşitledi. iki doğruyu kesen bir üçüncü doğru çizdi. kenarlara dik indirdi vesair..
ve dişi alemine işkence başladı mirim. vallahi bak. farkında değil misin?
arıyorum şimdi adamı, açıyor saolsun iki-üç aramamdan sonra. halbuse hiç yaptığı bişey değil daha önce:
+ ha! (ha mı? ha?)
- eee.. ercan?
+ ha!
- ercan noldu iyi misin hayatım?
+ ya bi saçma sapan konuşma la.
- ercan bak iki saattir tel.i açmıyosun, açıyosun kafasına kürek yemiş fok balığı gibi davranıyosun. beni zıvanadan çıkartma!
+ ha işim var benim!
- ne işin var lan!
+ abimle görüşücem.
- senin abin mi var?
+ ha kapat sen şimdi sonra ararım seni. ha!
lan bu nedir? hayır yani telefonu "ha" diye açmak furyası nerden türemiştir birdenbire? behzat amirine yakışıyodur, uyuyodur o ayrı mevzu. da yani saçları jöleli, her daim bakımlı gezen, metroseksüel bi duruşu olan, ayrıca her perşembe semt pazarına annesi tarafından zorla götürülen; brokolisidir-lahanasıdır-kuşkonmazıdır taşıyan bir adama telefonda racon kesmek yakışır mı? bence yakışmaz abi. olmaz. iğreti durur.
millet resmen koptu realiteden allah seni inandırsın. takip edemez hale geldim:
- biz yapamayız biz. olmaz. biz beceremeyiz.
+ neyi beceremeyiz ercan?
- yok biz kavga ederiz. tartışırız. polemiğe gireriz.
+ ercan şimdi oturmuş tenis müsabakası seyrediyoruz sakin sakin.. niye tartışıcaz? tamam ben de nadal ı tutiim?
- yok yok biz.. mutsuz oluruz biz. mutsuz ederim ben seni.
+ e iyi ayrılalım o zaman.
- nasıl anlamadım?
+ abi mutsuz olacaksak ayrılalım ne uğraşıyoruz?
- ha.. ben senle mutsuzluğa da varım demicen mi?
+ yo demicem? niye diim olm mazoşist miyim ben?
- dünya nın ekseni 12 cm kaydı falan?
+ ercan bak kaymak maymak burdan cinsel çağrışım yaptırıcaksan..
- ha. ha yoh la tamam. bira var mı?
+ ne birası sen içki içmezsin ki.
- bahçada yeeeşil çığğğnaar.. booyun boğğyuma uyaağğğrr.
şimdiden uyarıyorum. kız arkadaşlarına hesap vermeyen, telefonunu bir hafta açmayan, sonra evlere gidip sorgusuz sualsiz sırnaşmaya çalışan gamsız erkek modelleri etrafımızı saracak. "ideal ilişki" nin açılımı değişecek. romantizm denen olgu hak getirecek. sağlıklı iletişimin esamesi okunmayacak. ilişkilerde mutsuz olmak kar sayılacak. deri ceketlerin satışında da patlama olacak. hazırlayın kendinizi.
hayır niye mutsuz oliim kardeşim... genç insanım. hayret bişey ya.
My home has no door
My home has no roof
My home has no windows
It ain't water proof
My home has no handles
My home has no keys
If you're here to rob me
There's nothing to steal
A la maison
Dans ma maison
Cest là que jai peur
Home is not a harbour
Home home home
Is where it hurts
My home has no heart
My home has no veins
If you try to break in
It bleeds with no stains
My brain has no corridors
My walls have no skin
You can lose your life here
Cause there's no one in
sanki böyle kolunu az çiziyosun da, ince bi kan akıyor aşağıya gibi. rahatlıyosun gibi.
er kişi için karizma unsuru olması büyük ihtimaldir. böyle "o senin değil benim olcek tamam mı" "seni var ya yolarım" "sen kim oluyosun da böyle samimi nickaltı giriyosun darkboy_94 e??" gibisinden nidalarla saç baş birbirine giren kızları izleyen darkboy_94 psikolojisi vardır ya.. heh.. aynısı.
yalnız sözlük yazarları bunun biraz daha.. efenim nasıl desek.. hafifletilmişini ve kendilerince ya da kapasiteleri yettiğince kalitelisini icra etmeye çalışırlar. şu şekil:
"daha dün evinde kola içtiğim yazardır"
"kolaya ilaç atarak 239 tane kızı kafalamış yazardır. ihihih"
"hayır efendim ne münasebet ben onun evine gelen ilk kızımdır. yani onun evine ilk gelen yazar.. yani iyi yazardır"
"herkese benzer yalanları söyleyen yazardır"
"kimileri tarafından çekilemeyen yazardır"
"ay çekilememesini bilmem de çok iyi çeken yazardır. yirin"
hoş ya. var ya ciddi karizmatik. darkboy_94 de arada çıksa "yapmayın etmeyin kızlar diyen yazardır" tarzı entry girse falan..
rabbim cümlemize nasip etsin. amin.
olm cevap veresim yok.. hiç cevap veresim yok. valla bak.
saat 11.30 u geçmiş, şimdiden 10 tane falan mesaj geldi. daha bir tanesine karşılık vermiş değilim. içimden gelmiyor. cidden.
yani bu.. bir yıl boyunca arayıp sormayan adamlar, kalksam arasam "baba naaabıyon" desem ismimi bir anda çıkaramayacak insanlar (gerçi baba naaaabıyon desem babam bile çıkaramaz ama neyse konu o değil) kalkıp satır satır niye mesaj döşeniyorlar?
tamam hadi bayramdır, adettir diye atıyosundur, ona da saygı duyarım da 500 karakterlik mesaj yahu. "yeryüzünün kalbine güneş gibi dolan nur" dan başlıyosun, "birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde" diye devam ediyosun "...dan dolayı senin ve ailenin ve tüm islam aleminin ve tüm insanlığın.. barışın.. sevginin.. adaletin.. somalili kardeşlerimizin" diyene kadar telefonum çöküyor abi. cidden bak. hafızası az bi de benimkinin. yapma etme allasen.
toplu mesajlar. birinden kopya edilmiş ifadeler.. belli ki rehbere sırayla bakılarak gönderilmiş. sıra "bifincancay" a geldiğinde "lan kimdi bu bifincancay" şeklinde iki saniye bile düşünülmemiş. öylesine gönderilmiş. cidden.. telefona kontör yüklediğimde (ben kontör diyorum abi eski kafalıyım) gelen "hattınıza şu kadar kontör yüklediniz. şu kadar bedava mesaj kazandınız. şu kadar bedava dakika kazandınız. güle güle kullanın. köftehor siziiii" tarzı gelen otomatik mesajlardan hiçbir farkı yok bunların. bir anlamı yok.
abi bayramın mübarek olsun aklıma bişi gelmiyo öyle kutluyom yaz gönder.. yemin ederim çok daha makbule geçer.
aha bi tane daha geldi: "bir araya gelme şemayülünde olan tüm kalplerin aynı anda çarptığı bu güzel günde.."
şemayül ne lan? mideye "miyde" yazan adamsın. şemayül ne?