bi nick bulamayacak kadar mal
46 (uyuyan dev)
sekizinci nesil silik 1 takipçi 18.20 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    alternatif kız tavlama teknikleri

    223.
  1. kız tavlama tekniğinin en can alıcı noktası sosyal olmaktır. kız tavlamak istiyorsanız sosyal mekanları seçmelisiniz. örneğin;

    alışveriş merkezleri veya sinema salonları kız tavlamak için en ideal yerlerden bir kaçıdır. bunlar gibi insan potansiyelinin fazla olduğu mekanlara gidin.

    kendim kullandığım ve başarılı olduğum bir yöntemden bahsedicem. deneyin yüzde yüz çalışıyor.

    evden çıkmıştım bir hafta sonu. hiç plan yapmamıştım. zaman geçirmek, eğlenmek için en yakındaki alışveriş merkezine gidip bir kafeye yerleştim. bir iki kahve içerek kafede bulunan dergilere göz attım. kahvemden son yudumu alıp sigaramı söndürerek sinema salonunun yolunu tuttum.

    sinema salonunun önünde yalandan gösterime giren film afişlerine göz attım. aslında hangi filmi izleyeceğime karar vermemiştim. sadece güzel bir kızın herhangi bir filme bilet almasını gözlüyordum. bir süre bu şekilde gösterimdeki filmleri inceledim. nihayetinde iki kız kader ajanları isimli filme bilet almak için gişe kuyruğuna girdi. ben de peşlerinden sıraya girdim. tam arkalarındaydım. önce ikisini arkadaş sandım ama gişe kuyruğunda hiç konuşmadılar. birbirleri ile alakasızdılar. ben de ikisi arasında güzel olan kıza yazılmayı kafaya koydum.

    bilet almak için sıraya girdim ben de. sıra önümdeki seçtiğim dünyalar tatlısı kıza geldi. oturacağı koltuk numarasını öğrenmek için resmen ajanlık yaptım arkasından. bu bileti alıp girişe doğru ilerledi. sıra bana geldi. gişedeki hatuna daha önce gözüme kestirdiğim kızın yanındaki koltuktan bileti alacağımı söyleyip koltuk numarasını verdim. orayı istiyorum dedim. kız bana gülerek baktı. karşılık verdim tebessümle. niyetimi anlamıştı. teşekkür edip mısır almak için yola koyuldum.

    gidip büyük boy mısır aldım ve koltuğuma doğru yola koyuldum. koltuğuma geldiğimde o güzel kız filmin başlamasını bekliyordu. ben de merhaba deyip hemen yanındaki koltuğa yerleştim. film başlamıştı.

    herkes büyük bir keyifle koltuklarına yaslanıp filmi izliyordu. ben ise filmde tartışmaya açık sahneleri hafızama kazıyordum bir yandan mısırımı yerken. kıza mısır ikram etmemiştim ilk başlarda. film başladığında havaya girmesini bekledim. film başladığında mısırımdan almasını teklif etseydim yok teşekkürler deyip teklifimi geri çevirecekti. bunun için filme kendini kaptırmasını bekledim. ve dediğim gibi de oldu. mısır için teklif sundum ve kabul etti. bu çok iyi bir başlangıçtı. devamı gelmeliydi. (şöyle bir salaklık yapabilecek adamlar var aramızda. mısırdan alırken ellerin birleşimi romantik olur diye kızın eline temas etmeyin. kız ekşici piçler gibi filmi yarıda bırakıp çıkabilir. ince düşünün, olgun davranın).

    ve devamı geldi. filme bir süreliğine ara verilmişti. herkes sigara, tuvalet ihtiyacını gidermek için kalkıp çıkışa ilerlerken, ben de yanımdaki sevimli yaratığa, "kahve içmeye gidiyorum, sıkılacağınızı düşünüyorsanız bana eşlik edebilirsiniz. hem film hakkında konuşuruz" diyerek teklif sundum. güvenini kazanmıştım. samimiydim ve olgunluk gösteriyordum. bu durumda yapması gereken tek şey vardı, teklifimi kabul etmek. ve etti de.

    alışveriş merkezinin terasına giderek sigara ve kahve içebileceğimiz bir yere oturduk. birbirimizin hakkında hiç bir şey bilmediğimizden dolayı konuşacak bir şeyimiz yoktu. ama o film sahnelerini boşuna hafızama kazımamıştım. zaten birbirini hiç tanımayan iki insanın ortak noktası aynı şeyi gözlemlemekten başka bir şey değildir. kahvemizi yudumlayarak oyuncuların performanslarını, sahneleri, diyalogları tartıştık kahvemiz bitene kadar ve sinemanın yolunu tuttuk tekrar.

    filmin ikinci yarsının başlamasına az bir zaman kala içecek soğuk bir şeyler isteyip istemediğini sordum. fazla yük olduğunu düşünmüş olmalı ki teşekkür ederek istemediğini belirtti. ben de şiveps aldım bir tane ve geçip ikinci yarıyı izlemek için koltuklarımıza yerleştik tekrardan.

    filmin ikinci yarısı başladı ben yine beyin bedava hesabı sahneleri hafızaya yüklüyorum tabi. film boyunca kafamı çevirip bakmadım. tek kelime etmedim. sadece filmin bitmesini sabırla bekledim. ve nihayetinde bitti.

    kalkmak için hazırlandığımızda montunu alıp giymesi için ona verdim. (giydirmek için yardım etmeyin sakın) hazırlandık ve beraber sinemadan çıktık.

    tekrar kahve içmek için ona, "ben bir kahve daha içip gidicem. eğer zamanınız var ise bana eşlik edebilirsiniz. hem filmin ikinci yarısını da değerlendirmiş oluruz" diyerek yüzümde o masum tebessümle gözlerinin içine bakarak bir teklif daha sundum. o da, "yanlız bu seferkileri ben ısmarlamak şartı ile kabul ederim." diyerek bir kızdan beklemediğim bir davranış sergiledi. kahvelerimizi içmek için yine aynı mekana doğru yola koyulduk.

    kahvelerimizi yudumlayıp filmin ikinci yarısı hakkında konuştuk, filmle ilgili beğenmediğimiz sahnelerle dalga geçtik, kısacası eğlenceliydi onunla tanışmak. film hakkında konuşacaklarımız bitmişti. artık kendimizden bahsetme zamanı gelmişti.

    gözlerinin içine bakarak, "sizin hakkınızda hiç bir şey bilmiyorum." diyerek lafa girdim. o da, "ne öğrenmek istiyorsun?" diyerek sorusunu yöneltti. ben de, "mesela isminiz, isminizi bilmiyorum" diyerek ismini sordum. sonrasında ben de kendimi takdim ettim. (hiç bir zaman yeni tanıştığınız insana tanıştığımıza memnun oldum demeyin. onun yerine şunu söyleyin, tanıştığımıza memnun oldum demek için henüz erken ama sizinle geçirdiğim şu sürede her şey çok güzel ilerledi. bu daha samimi gelir kızlara)

    birbirimiz hakkında ufakta olsa biraz bilgi edinmiştik. kendimizle ilgili ufak hikayelerle az çok kim olduğumuzu vurgulamıştık birbirimize. şimdi sıra ayrılmaya gelmişti. bir çok insanın kaybettiği nokta burasıdır.

    ayrılmak için kalktığımızda ona hesabı ben ödemek istiyorum diye söyledim. kabul etmedi. en azından ortak olalım diye üsteledim. yüzünde tebessümle ısrarla hayır diyerek bana bir şans daha vermemişti. hesabı ödeyip kafeden ayrıldık.

    sen ne tarafa gidiyorsun, ben ne tarafa gidiyorum derken ayrılma noktasına geldik. artık ya bir şansım daha vardı ya da yoktu. durup ona döndüm ve, "film çok güzeldi, ama en güzeli kendimi yanlız hissettiğim şu günde konuşacak birisi olarak karşıma çıkmandı." dedim. o da bana, "asıl ben teşekkür ederim her şey için, güzel vakit geçirdim." dedi. onu söylediği anda bir şansım daha olduğunu düşündüm ve peşinden, "bir ara tekrar yapabiliriz müsait olursan" dedim gözlerinin içine bakarak. gülerek "olabilir" dedi peşinden, "o zaman yarın akşam gösterimdeki diğer filmlerden bir tanesini daha izleyebiliriz beraber. tabi herhangi bir işin veya randevun yoksa" diye devam ettim. o da, "hayır bana uyar. son zamanlarda pek çıkmıyorum. kafam dağılır en azından" diyerek teklifimi kabul etti. ertesi akşam buluşmak için saat ve buluşacağımız mekanı ayarladıktan sonra ayrıldık.

    ve dört aylık bir birlikteliğin temelleri atılmış oldu.

    şimdi, "ahahahh salak telefonunu almadın" diye ekran karşısında gülenlere söylüyorum. ilk tanışmada telefon istemek umutsuz ve kalitesiz görünmenizi sağlar. kaybedersiniz.
    1 ...
  2. paco rabanne ile sinek öldürmeye çalışmak

    1.
  3. avusturyadan hediye gelmişti bana bu parfüm, kıyamıyordum sıkmaya. bir gece pc başında armin van buuren dinleyip, poker oynuyordum. orospu çocuğu sinek geldi vıızzz vızzz başımda dolanıyor. söverek ayağa kalktım peşinden koşturuyorum odada. bir türlü yakalayamadım ibneyi.

    allahtan salak bir hayvanmış. baktı bu adam beni sikecek acil kaçmam lazım düşüncesi ile gitti pencerenin camına çarptı mal. aldım çakmağı kanatlarını felan yakmaya çalıştım. amacım öldürmek değildi, süründürmekti. yakamadım piçi. ne yapayım, ne edeyim derken aklıma parfüm geldi. gittim parfümü aldım, geldim baktım hala cam kenarında. bastım parfümü ibneye, yaklaşık beş saniye boyunca elimi çekmedim parfüm şişesinden. pompaladıkça pompaladım parfümü. en sonunda kokain kullanmış bir keş gibi ayaklarımın dibine yığıldı. naaşını not kağıdına yükleyip pencereden dışarı attım. peşinden bir sigara yaktım baktım keyfime. parfüm kokusu hala odamdan çıkmadı. ölüm kokuyor resmen. bana da ölümü hatırlatıyor her sıktığımda.
    0 ...
  4. vasıfsız işçi

    20.
  5. diğer bir adı hamal veya amele olarak geçer. genelde iş yerleri eleman aradıklarında bu kalıbı kullanıyorlar. amele veya hamal kelimesinden daha az aşşağılayıcı olduğunu düşünerek.
    0 ...
  6. nihat doğan a maruz kalmak

    1.
  7. tedavisi mümkün olmayan nido isimli bir virüsün vücudunuza girmesi ile sonuçlanacak olay.

    bu virüsün insan vücudundaki başlıca belirtileri şunlardır, kalıcı hafıza kaybı, kendini baskı altında hissettiğinde saçmalama, kişilik parçalanması, çevreye karşı saldırganlaşma, sosyopatlık.

    cern laboratuarlarında bulunan bilim adamları ve profesörler yapılan deneylerde bu virüse panzehir geliştiremediklerini açıkladılar. bilim adamları virüsün sadece televizyon yolu ile bulaştığını ve insanların televizyondan uzak durmalarını sözlerine eklediler.

    bu açıklamadan sonra dünya kamuoyu bilim adamlarının bu virüse panzehir üretmemelerinin nedenini şöyle açıkladılar, bilim adamları savaşı seviyor, bunun içindir ki nido isimli virüse panzehir üretmiyorlar. insanlık tehlikede. acil önlem alınması gerekir.
    1 ...
  8. hayatın ne kadar ibne olduğunun anlaşıldığı anlar

    385.
  9. şöyle sakin bir kafa ile oturup bütün yaşamını göz önüne aldığın, geleceğin ile ilgili değerlendirmeler yaptığın bir anda aslında insanın hiç bir isteğinin gerçekleşmemesi ve olanında elinin altından gitmesi sonucu varılan kanı.

    bir de, iş yerinde sigaranı yakıp kahveni yudumlamak için dışarı çıktığın anda gelen misafir yüzünden keyfinin kaçması. ibne işte, piç anuna koyim. bilerek yapıyor murphysine sıçtığım.
    0 ...
  10. sobalı evde büyüyen çocuk

    528.
  11. henüz kalorifere geçiş dönemi yaşadığımız doksanlı yıllarda ve öncesinde çocuk veya yetişkin olanların içinde bulunduğu güruh.

    dışarısının buz kestiği, karın tabiat anayı bir gelinlik gibi örttüğü günlerde mahallenin çocukları ile karda kayar, kardan adam yapar, o soğukta kendimize eğlence yaratırdık. nede olsa eve gittiğimizde annemiz sobayı yakmış olacaktı biz üşümeyelim diye. biz de sobanın arkasına geçerek sıcacık boruyu küçücük parmaklarımız kavrayacaktık ısınmak için.

    akşam baba gelecekti işten elinde kestanelerle, sobanın üstünde onları bir güzel kavurup yiyecektik ailecek. sonra patates koyardık sobanın içine, patatesin sıcaklığından dolayı ellerimiz yanardı ama közde pişen patatesin tadınada doyum olmazdı. yatardık sonra sobanın arkasında. uykunun en güzeli halidir dışarıda buz gibi, keskin bir soğuk olduğunda sobanın arkasında uyumak.

    böyle geçerdi bütün kış. sıcak yuvanın tanımını oluşturan en güzel örneklerden biridir sobalı ev. soba bir sevgiliydi bize, bir anneydi, bir kardeş, bir çocuktu. soba, sürekli ilgi isteyen şımarık bir çocuktu.

    bir annenin çocuğu gibidir soba, her daim beslenir, altı değiştirilir ve ilgi bekler.
    1 ...
  12. entourage

    50.
  13. ari gold'un boşanmasını dört gözle bekliyordum ve olacak galiba. umarım ilerleyen bölümlerde bekar olarak vincent chasein grubu ile takılır.

    bence en başından itibaren bekar olmalıydı ari. onsuz dizinin keyfi olmuyor. dizide rolunun hakkını veren bir tek ari gold olmuştur dizi başladığından itibaren.
    0 ...
  14. sözlükten hatun kaldırmak

    212.
  15. bir liselinin hazin sonu

    1.
  16. malum biliyorsunuz bu otobüs duraklarında bekleyip, otobüs durunca binermiş gibi yapıp ayakkabı bağlayan mal insanları. işte o şakayı iett şöförüne yapan liselinin hazin sonu.

    http://inciswf.com/liselininsonu.swf
    5 ...
  17. aşk beklemez

    3.
  18. nazan öncel'in 1994 yılında çıkardığı albümde yer alan bir şarkı.

    sözleri şöyledir, ''misafir ol gel bana, börekler açayım sana, param pulum yok ama, borç yazdırırız bakkala''.

    böyle değil miydi yoksa?
    1 ...
  19. camfrog sönmez

    10.
  20. o kadar içten, o kadar samimi, o kadar yürekten küfür ediyor ki yüreğimi dağlıyor.

    bir videosunda pkk yandaşı kürdün birine ettiği küfürü aktarıyorum. "sizin varya, kara amlı bacılarınızı sikeyim, sizin varya on üç yaşına gelmiş bütün çocuklarınızı sikeyim, çünkü on iki günah, on üç sevabı büyük amına koduğumun militanları".

    bu adamı her dinlediğimde kızıl deniz gibi yarılıyorum yemin ederim. seviyoruz seni piç sönmez.
    14 ...
  21. bi nick bulamayacak kadar mal

    23.
  22. her daim özgürlüklerden bahsedip insanların düşüncelerine saygı göstermeyen, kendi içinde çelişen, başkalarının başarılarını kıskanıp çekemeyen, ne istediğini bilmeyen, mizahtan anlamayan, iq seviyeleri 60larda sürünen ve yaratıcılıktan yoksun malların eleştirdiği yazar.
    0 ...
  23. bir erkekte öncelikle zeka arayan kadın

    1.
  24. kızlar genellikle kendilerinde olmayanı arar karşı cinste. bundan dolayıdır ki bazıları erkeğinin zeki olmasını ister.
    5 ...
  25. israfil in dünyayı yok etme planı

    1.
  26. sene, zaman kavramının keşfedilmediği bir zamandı. adı israfildi. israfil suudi arabistan'ın riyad kentinde asgari ücretle, sigortasız çalışan bir babanın oğluydu. aslında hiç istenmeyen bir çocuktu. babası prezervatif parasını biraya yatırıp aynı gece annesine kayınca olanlar oldu. annesi ile babasının günahı olarak dünyaya geldi.

    henüz çocuk olduğu dönemlerde babasının eve sarhoş gelip annesi ile ringde boks yapan iki sporcu gibi kavga etmeleri sonucu şiddet ile tanıştı. ara sıra babasını sarhoş yakalayan israfil bu durumdan faydalanarak babasına tekme tokat dalardı. babası çocuk işte deyip oğluna yumruklarla karşılık verirdi. mutlu mesut bir hayatları vardı. ara sıra evde bıçaklama gibi durumlar olurdu ki bunlar hayatın rutinliğine eğlence katan aktivitelerdi. hepsi çok mutluydu hayatlarından. taki o büyük ekonomik krizle karşılaşıncaya kadar. sert kışların yaşandığı, eksi elli dereceye varan soğuğa rağmen babası hal de muz sandıklarındaki böcekleri temizleyerek aldığı yüroları oğluna ve eşine koklatmadan alkole yatırmak için gece gündüz çalışırdı. evde yalan rüzgarı esmeye başlamıştı artık. marimar binbir türlü entrikalar, dalavereler çevirmeye başlamıştı.

    israfil suudi arabistan çöllerini kasıp kavuran bu ekonomik krizin fakında olacak ki babası bir gece eve sarhoş geldiğinde oturup konuşmak için telefonla arayıp randevu aldı. baba randevu saatini vererek salonda toplantı yapmak istediklerini israfile bildirdi. israfil odadan salona geçerek babası ile el sıkıştıktan sonra köşede duran deri koltuğa oturdu. babası israfile, ''ekonomik kriz kapıda, bütçede kısıtlamaya gitmemiz lazım. acil önlem paketini meclise sunup krizden en az hasarla çıkmamız lazım'' dedi. israfil siki taşşağına denk bir şekilde babasına tebessüm ederek sehpanın üzerinde duran viski bardağını eline alıp, kübadan sipariş verdiği purosunu ateşledi ve babasına, ''babacığım, babacığım merak etme sen, kriz bizi teğet geçecek, krizden en az seviyede etkileneceğiz allahın izniyle'' dedi babasının gözlerindeki o umutsuz bakışa rağmen. babası, ''nasıl olacak amk'' diyerek olayın bütün dramatikliğine son veren o soruyu sordu. israfil babasının o şefkat dolu sorusuna karşılık olarak, ''babacığım ben de çalışmak istiyorum, ayakkabı boyacılığı yaparım, simit satarım, mendil satarım senin sırtındaki yükü azaltırım'' diyerek babasının tekrar o dramatik havayı yakalamasını sağladı. babası başını iki elinin arasına alıp mahsun kırmızıgül'ün daye daye tikimane şarkısı eşliğinde ağıtlar yakmaya başladı. babasının bu durumuna üzülen israfil ayağa kalkarak yaşlı gözlerle kollarını açarak babasına sarıldı. o anda kapıdan evin hanımı bunları sarmaş dolaş görünce kocasına dönüp, ''allah belanı versin senin, bunuda mı yapacaktın bana'' diyerek ağlaya ağlaya toplantıdan ayrıldı. karısının bu durumunu gören kocası odaya gidip yataş marka yatağın üzerinde ağlayan karısına, ''karıcığım, canım, bitanem sen bizi yanlış anladın biz sadece arkadaşız ve bu bir iş toplantısı'' diyerek teselli etmeye çalıştı. karısı zaten salak olduğu için hemen kandı bu duruma ve kumsalda ibrahim tatlısesin hülya avşara kavuşma sahnesinde olduğu gibi koşa koşa birbirlerine sarıldılar ve o gün öyle bitti.

    ertesi gün sabah namazından sonra ailecek kahvaltı etmek için masaya oturdular. israfil çalışmak istiyordu ekonomik krizden dolayı. kendi okul masaflarını karşılayabilecek kadar ekonomik özgürlük istiyordu babasından. babası, '' hayır sen okumalısın'' diyerek sadece okul masraflarında biraz kısıtlama yapacağını söylüyordu israfile. o güne kadar fakirlikten dolayı okula beslenme çantası götürmeyip kantinden hamburger yiyen, diğer arkadaşlarının aksine doğan görünümlü şahinle değil de mercedes e-250 kompresör ile okula giden israfil bu durumdan bayağı şikayetçiydi. ama yapacak bir şey yoktu. bunun adı hayattı ve hayat çok zorlu bir mücadeleydi.

    israfil kafasına koymuştu. bir şeyler yapmalıydı. ne yapmalıyım diye düşünürken birden aklına bir fikir geldi. tabiri caizse ak parti'nin ampullerinden biri israfilin kafasının üstünde yanıp sönmeye başlamıştı. ampuldeki bu yanıp sönme, cılız ışık, aslında pek parlak fikirler olmadığının belirtisiydi. biraz daha bekledi ve istediği şey oldu. ampul artık bakılamayacak derecede parlıyordu. ve aklına gelen fikir italya'nın floransa şehrine gidip sokak şarkıcılığı yapmaktı. ilk okulda aldığı flüt derslerinde sınıfın en iyileri arasındaydı. bunu iyi değerlendirmeliydi. çünkü israfil bir sike yaramaz flüt çalmaktan başka. oturtacaksın bir köşe başına, inleyen nameler çalacak.

    kafasında bu fikrin belirmesi ile yüzü güldü. çünkü sokaktan gelen para ile ailesine bakabilirdi. bu heyecanla eureka eureka diye bağırarak eve doğru koşmaya başladı. yoldan geçenler, ''sezercik kafayı yedi, vah vaaaahh'' diyerek şaşkınlıkla israfilin arkasından bakakaldılar.

    israfil eve vardığında bavulunu hazırlamaya başladı. koluna takacak sevgilisi olmadığı için burberry marka çantasını alıp kimseye gözükmeden evden sıvıştı.

    israfilin evden çıktıktan sonra yapması gereken tek şey kalmıştı. ilkokulda müzik dersine giren rönesansın ünlü flütçülerinden raffaello santiye ulaşmaktı. bu düşünce ve heyecanla rafaeli aradı ve yanına gelmek için hocasından izin aldı. artık her şey tamamdı. ilk uçakla italyaya uçması gerekiyordu. sabiha gökçen havaalanına giderek cam kenarından bir bilet ayırttı. her şey tamamdı artık.

    öğleden sonra bavullarını uçağa yerleştirerek cam kenarından ayırdığı koltuğa oturdu. uçak havalanmaya başlamıştı. uçak yükseldikçe israfilin kafasında da düşünceler belirmişti. geride bıraktığı gözü yaşlı anası ve siroza yakalanmış babası. bu düşüncelerle birlikte gözlerini kapattı ve uyumaya başladı.

    uçağın tekerleklerinin yere değmesi ile uykusundan sarsıntılı bir şekilde uyanan israfil geldiklerini anlamıştı.

    uçaktan indiğinde müzik öğretmenini karşısında buldu. o sevinçle birbirlerine sarıldılar ve rafaelin evine gitmek için taksi tuttular.

    eve vardıklarında israfil olayı bütün detayları ile rafaele anlatarak bir an önce işe koyulacağını belirtti. rafael yemekten sonra floransa belediyesine gidip ona bir caddede flüt çalması için kiralık köşe başı ayarlayacağını belirtti. yemeği yiyip biraz kestirmek için israfil kanepeye uzandı. rafael de belediyeye gidip ona bir yer ayarladı.

    diğer taraftan arabistanda israfili havaalanında gören bir tanıdığı olayı israfilin annesine haber vermişti. kadıncağız oğlunun evden ayrıldığını duyduğu andan on saniye sonra kansere yakalanmış, john hopkins hastanesine kaldırıp kemoterapi tedavisine başlanmıştı. zaten siroz olan baba her iki üzücü haberi aldığı anda siroz krizi geçirerek hayata gözlerini yummuştu. israfili havaalanında görüp kadına haber veren aynı kişi kocasının öldüğünü hastanede kemoterapi gören kadıncağıza anında ulaştırarak kadınında ölmesine sebep olmuştu.

    arabistan bu haberlerle çalkalanırken israfilde ilk iş gününe başlamıştı. henüz öğlen olmasına rağmen bayağı para kazanmıştı. zaten ailesine iyi bir yaşam sunmak için onlardan ayrılma durumunda kalan israfil öyle efkarlı çalıyordu ki, dinleyenlerin ciğerlerini dağlıyordu resmen. hele ki ibrahim tatlısesin anaaamm anaaaammm, garip anaaaamm şarkısını flütle çaldığında bütün floransa ağlamaya başlamıştı.

    israfilin akşama doğru gülerek üstüne doğru gelen biri dikkatini çekmişti. sanki bir yerden tanıyordu onu. evet evet tanıyordu. bu aynı semtte oturdukları hayriye hanımdı. ne işi vardı acaba orada? hayriye suratında o sikimden tebessümle israfile yaklaşarak, ''nber lan dürzü'' diyerek selam verdi. israfil, ''iyi hayriye teyze. saol. senden ne haber'' diyerek selamına cevap verip peşinden hayatı boyunca pişmanlık duyacağı diğer soruyu sordu. senden ne haber?. hayriye, ''ben iyiyim ananla baban dün öldü'' diyerek peşinden yavşak yavşak gülmeye başladı ve arkasını dönüp arabistana dönmek için yola koyuldu. yok koyulmadı. daha israfilin ölmesini bekleyip haberi arabistandaki diğer akrabalarına iletip onlarında ölmesini sağlayacaktı. kadın tam bir psikolojik tetikçiydi.

    israfil olayı duyduğunda vitesteki arabanın marşına basılmış gibi sarsılarak yere yığıldı. ölmek üzereydi artık. son kez flütü ağzına götürüp çalmaya başladığında yerle gök sarsıldı, bir çığlık, bir çığlık ki aman allahım sormayın. olayı duyan hocası rafael, israfilin ağzındaki flütü almaya yeltendi ama israfil direndi. rafaelin son bir hamle ile ile birlikte ağzından çıkan, ''ver lan şu flütü amına koduğumun çocugu hepimizi öldürmeye mi çalışıyorsun'' cümlesine karşı israfil direnememişti. ama söyleyecek son bir şeyi vardı. o da şuydu;

    ''şimdi beni iyi dinleyin göt verenler. şu an bu flütü çalarak sistemin, kapitalizmin, sizin, hepinizin amına koyardım ama dua edin hocam rafael santiye. o olmasaydı hiç biriniz sağ çıkamazdınız bu dünyadan. ama henüz bitmedi. belki ölüyorum ama daha sağlam bir plan yapıp geri gelicem. taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacağım. bu kulağınıza küpe olsun. biliyorum aranızda ergenekon savcıları var ama boşuna uğraşmasınlar. ben ak parti ile gülen cemaatini bitirme planı yapmıyorum, dünyayı bitirme planı yapıyorum. ben şimdi gidiyorum. kendinize iyi bakın. her şey gönlünüzce olsun. sizi seviyorum, flütümü de tabi.'' diyerek hayata gözlerini yummuştur.

    çok önemli bir not: ergenekon savcıları israfilin dünyayı yok etme planını araştırmak için biraraya geldiler. savcılar israfilin planında nasıl bir ezgi kullanacağı üzerine çok önemli araştırmalar yapıyorlar.

    kaymak: sikiwerdi.
    3 ...
  27. musa yı görünce gülmekten yarılan kızıl deniz

    1.
  28. sene, geçen sene. dağların insanların üzerine kalkıp, "üstünüze düşeyim mi lan ibneler" deyip taşşak geçtiği, kuşların insanların kafasına taş atmasının, sıçmasının moda olduğu zamanlardı. kuraklık ve kıtlıktan insanların sürekli mısır tükettiği bu coğrafyaya mısır adını vermişlerdi. bu coğrafyada önceleri iki samimi arkadaş olan firavun ve musa isimli iki genç yaşarmış. bu iki gençten ismi firavun olan velet çok yaramazmış. sürekli apartmanların ziline basıp kaçmalar, mısır tarlalarına zarar vermeler, mahalle bakkalından cips çalmalar, kahvede hesap ödemeden kaçmalar felan çok yaramazmış. musa ise daha ağır başlı, özgün müzik dinleyen, aile terbiyesi görmüş, anadolu çocuğunun üniversiye gitmiş haliydi.

    bu iki arkadaş taa çocukluktan itibaren mahallelinin deli hayriye ismi ile andıkları kadından olma sıdıka isimli kıza aşık olmuşlar. işte olaylar bundan sonra cereyan etmeye başlamış.

    aynı kıza aşık olan bu iki arkadaş zamanla birbirinden tiksinmeye, kavga etmeye, geçinememeye başlamışlar. sürekli bir kendini ıspat etme çabasına girişmişler kızın karşısında.

    mahalleli kızın firavuna varmasını istemiyordu. firavun ile bir ömür geçmez, yazık olur düşüncesi ile kızın musaya varmasını istiyorlardı.

    musayı devre dışı bırakmak isteyen firavun kendi kafasına göre plan yapmıştı. bunun yanında musa ailesinden kızı efendi gibi istemeyi planlıyordu. firavun bu durur mu?

    önceleri kapı komşusu olan, daha sonra dolandırıcılıktan tutuklama emri çıktığını öğrendiğinde o bölgeden kaçan deniz isimli yakın akrabasını aramış. deniz zayıf, uzun boylu,şişman, sarışın, kumral, mavi gözlü, kırmızı saçlı, kahverengi bileklere sahip bir gençmiş. deniz'e bu durumundan ötürü kızıl lakabını takmışlar ve adı kızıl deniz diye bilinmeye başlanmış. onu deniz diye tanımazlarmış. ama kızıl deniz dediler mi akan sular dururmuş, herkes tanırmış.

    firavun bir gece aramış kızıl deniz'i, "yav kardeş senden bir ricam olacaktı" demiş. kızıl deniz de devam etmesini söylemiş telefonda. firavun, "hayırlı bir iş var. bir kızı kaçırıcam senin yanına gelicem" demiş. sonra da eklemiş, " bu kızın bir takıntısı var tam bir baş belası, amına koduğumun çocuğu kızın peşini bırakmıcak. bu konuda da senden yardım istiyorum kardeşim" demiş. kızıl deniz ise firavunun isteğini kabul edip eklemiş, "yanlız bir hafta kalabilirsiniz evimde, haftaya manita gelcek, yanlız kalmak istiyorum" diye eklemiş. firavun "tamam" deyip telefonu kapatmış. sinsi sinsi gülerek ellerini ovuşturmuş ve hazırlıklara koyulmuş.

    musa ise anası ile bu durumu oturup detaylı bir şekilde konuşmuş. musa kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir insandı. hayatta tek kazanacağı şey bu kızdı. zaten mısır işinide bırakmıştı. borsa işine girecekti tahtakalede. o gece uyuyamamış kızın onun olacağını düşünmekten. heyecanlı, arzulu bir şekilde kızı hayal edip iki posta atmış.

    ertesi gün güneş ışıklarının yeryüzüne vurduğu dakikalarda iki arkadaşta yataklarından kalkmışlardı. ikiside akşamki planlarının heyecanı ile güne başlamışlardı. zaten işsiz olan bu arkadaşlar kahvaltıdan sonra mahalle kahvesine gitmişlerdi. birbirlerine selam vermeden ayrı ayrı köşelerde oturup çay eşliğinde gazetedeki chp kurultayını okumaya başlamışlar. heyecan artık maksimum seviyedeydi ikisindede. bir süre sonra kahveden ayrılmışlardı. aman tanrım o da ne? firavun yine çayın parasını ödemeden kaçmıştı.

    akşama doğru musa eve gidip takım elbisesini çekmiş, bir saat sonra kızı istemeye gittiklerinde nasıl davranacağını, ne konuşacağını düşünmeye başlamıştı.

    firavun ise, fırından aldığı bir adet un torbası, bir adet mendil ve eter ile yola koyulmak için hazırlanmıştı. ocağı, muslukları, sigortaları kontrol ettikten sonra kapıyı kilitleyip yola koyulmuştu. musadan önce halletmeliydi bu işi. ve öyle de olacaktı.

    firavun kızın odasının camından gizlice bakıp ortalığı kolaçan etti. sıdıka ve ailesi musa ve garip annesi için hazırlık yapıyordu. bir ara kız üstünü değiştirmek için odaya girdi. firavun tam zamanı deyip camdan tıpkı bir yılan gibi sessizce odaya süzüldü ve olaylar cereyan etti. kızı eterle bayıltıp torbaya attığı gibi kızıl deniz'in yolunu tuttu.

    musa ve ailesi henüz sıdıkaların evinin yakınındayken bir feryat duydu, bu deli hayriye idi. ama bir şey olduğuna ihtimal vermemişti. çünkü deli hayriye bunu hep yapıyordu. yavaş yavaş eve yaklaştıklarında deli hayriye onu sakinleştirmek isteyenlere bıçak çekerek ortada bir çocuk olmamasına rağmen, "yaklaşmayın, yoksa çocuk ölür" deyip duruveriyordu. kafayı yemişti resmen. musa olanı biteni sıdıkanın bir akrabasından öğrendiğinde biri gelip başından aşağıya kaynar sular dökmüştü. havanın zaten kırk derece olmasından dolayı kaynar suyu başından aşağı döken lavuğa elinin tersiyle bir tane vurup telefonla konuşmak için uygun bir yere geçmek için oradan ayrıldı.

    nihayet firavun kızıl denize varmıştı. selamlaşma, sarılıp öpüşme, el şakaları derken firavun'un cep telefonu çaldı. arayan musa idi. firavun, "ne var lan göt" deyip telefonu açtı. musa, "sıdıkayı bulana veya getire yüz bin lira vericem" deyip hüngür hüngür ağlamaya başladı aşkı için. firavun, "ne diyon yarram sen" deyip musayı kendine getiren soruyu sordu. musa elini yüzünü yıkayp tekrar devam etti, "nerdesin lan piç sikicem geçmişini, öldürücem seni" diye tehditler savurmaya, klavye delikanlılığı yapmaya başladı. hoparlörü açık olan telefondan olanı biteni duyan kızıl deniz telefonu firavunun elinden alıp musayla kendi konuşmaya başladı. musaya artistlik yapmamasını, delikanlıysa karşısına çıkması söyleyip adresi verdikten sonra telefonu kapadı.

    musa biraz göt korkusu ile, biraz da erkekliğe bok sürmemek adına verilen adrese gitmek için hemen yola koyuldu.

    evde musayı ellerinde döner bıçakları ile bekleyen firavun ve kızıldeniz sıkılmış olacaktı ki dolaptan birer tane bira alıp yudumlamaya başladılar kapının eşiğinde.

    biraları bitmek üzere iken uzaktan elinde beyzbol sopası ile musanın silüeti belirdi. biralarındaki son yudumu içtiklerinde artık musayı karşılarında bulmuşlardı. firavun olayın ciddiyeti ile ve kızıl denize olan güveninin getirdiği rahatlık ile "demek geldin he yarrağımın kafası" diyerek musaya selam verdi. musa da tırstığını belli etmemek için biraz alttan alarak, "bak güzel kardeşim. ben 17 yaşındayken ailemle birlikte bir trafik kazası geçirdik. bir ben sağ kaldım ve kırılan sol kapının camından takla atmış arabadan sürünerek çıktım. yüzüm gözüm kan içindeyken arkamdan siyah takım elbiseli bi gurup adam ve onların başı olan muhammet abiyle karşılaştım. bana artık sen benim evladımsın, bu arabanın içinden canlı çıkmak için üstün bir kemik ve kas yapısına sahip olmak gerekir dediğini hatırlıyorum. sonra beni mekanlarına götürdüler. ailemin acısıyla hırsa bürünmüştüm, yaratıktan bi farkım kalmamıştı. muhammet abi benim bu insan üstü vucut yapımdan yararlanmak ve bu gözü karalığımı kullanmak için uzak doğuya tüm dövüş tekniklerini öğreniyim diye göndermişti. tam 10 sene orda belirli dersler aldım ve robokoptan hiçbir farkım kalmadı. arabistana tekrar döndüm ve bana kızıl deniz denilen adamı bulup tek tokat atarak öldürmemi söylediler. bende bi internet kafeye gittim ve bir masaya oturdum. tam kızıl deniz yazıcakken akinsoft açılıp tekrar kapandı. uzaktan tamam abi açtım masanı dedi kafenin sahibi. ya sabır çektim. bende o arada enter a tıkladığımda kızıl denizi aratmışım. sonra bu adres çıktı karşıma. adresinizi gördüm ve inan anam avradım olsun deliye döndüm. sen ne kadar orospu çocuğu ne kadar siktiğiminin piçi, ne kadar kaşarın doğurduğu bi insansın. ve kızıl denizden vazgeçip senin peşine düşme kararı aldım. seni bir tokatla değil, seni sikerek öldürücem bunuda böyle bilesin." diyerek tehdit savurdu.

    bu tehditi duyan kızıl deniz alkolun etkisi ile gülmekten yarılıp olduğu yere yığıldı iki parça halinde. ve firavun o anda ortadan kayboldu.

    olayın gerçek yüzü yıllarca bizden saklandı. yıllar süren araştırmalarım sonucu olayın iç yüzünü öğrendim ve ilk defa burada paylaşıyorum.
    9 ...
  29. uzun zaman sonra aldattığını söyleyen insan

    1.
  30. bir menfaati olduğu için uzun zaman saklayıp sonrasında sıkıldığı için veya karşı tarafın durumu anlaması ile itiraf etme durumudur.

    -ayrılmamız gerek mübeccel.
    -ne? neden ama?
    -aldattım.
    -ne yaptın ne? inanamıyorum sana, bana bunu mu yapacaktın? bunu mu hak ettim ben?
    -hayır sen beni yanlış anladın.
    -ne demek şimdi bu.
    -diğer kız arkadaşımı seninle aldattım ve bu durum bayağı uzun zamandır böyle. yıllar sonra ona da açıkladım. o yüzden ayrılmamız lazım.
    -(bir anlık şok, sessizlik ve göz yaşları sonucu söyleyecek söz bulamamak ve sonu gelmeyen bir boşluğa düşüp kaybolmak)
    0 ...
  31. inilen otobüse tekrar binememek

    1.
  32. binilen otobüsün doluluğundan dolayı kendi durağında inmek isteyen insana yol vermek adına otobüsten indiğinizde, tekrar bineceğiniz sırada kapının kapanıp, otobüsün hareket etmesi ile diğer otobüsü bekleme durumudur.

    bostancı durağında bu durum benimle birlikte bir kaç insanın başından geçmiştir. böyle otobüsün tıka basa dolu olduğu bir gün yol vermek için otobüsten indim, sonra binemedim. sinir oldum otobüse arkadan sövüp saydım, tekme attım otobüse. ama ben otobüsteyken bir başkasının başına geldiğini gördüğümde güldüm. komik olduğu için dedğil, benim başımdanda böyle bir şey geçtiği için kendimi o adamın yerine koydum ve yaşadığım o an aklıma geldi. otobüsün arkasından ettiğim küfürleri hatırladım onlara güldüm. artık kimseye yol vermek için otobüsten inmiyorum. bu da sakat bir durum aslında inerken birileri götünüze elleyebilir. arkanız dönükken sürtebilir. onun da çaresini buldum. inen bayansa arkamı rahatlıkla dönüp onun inmesi için pozisyon yaratabiliyorum. ama eğer inen erkekse erkekliğimi dikip onun geçmesini bekliyorum. ''amına koduğumun ibnesi madem inip bizi zor durumda bırakıyorsun, şunun da tadına bak'' düşüncesi ile davranıyorum. ( şaka lan öyle piçlikler aklımdan geçse de yapmıyorum, çok ayıp)
    0 ...
  33. alternatif çocuk isimleri

    8.
  34. kız ise – cyrborggül xz7f
    erkek ise – cyrborgcan xz8f
    daha sonra doğacaklar için 9, 10, 11 seri numaraları eklenebilir.
    0 ...
  35. tecavüze uğrayana şükret diyen insan

    6.
  36. karşısındakinin ''şükürler olsun en azından anal değildi.'' demesini bekleyen insandır.
    0 ...
  37. konuştuğu kadının göğüslerine bakan erkek

    32.
  38. kadının elbisesi karşısında erkeğin savunmasız kalmasıdır. konuşan kız'ın bunu o elbiseyi giyerken anlaması gerekir. hangi erkek vardır ki mini etekli kadının bacaklarına bakmayan? veya göğüslerine bakmayan?

    en basit örneğini vermek gerekirse;

    gittiğim bir davette derin gögüs dekolteli bir hatunla tanıştım. aynı dertten muzdaripti. bana, ''bu gece elli kişi gögüslerime baktı'' dedi. ben de, ''benimle birlikte elli bir oldu ve şu yanımızdan geçenle elli iki oldu'' dedim şaka ile karışık. bırak baksınlar keyfini çıkar diye ekledim.

    kadının cinselliği çağrıştıran uzvuna hiç bir erkek kayıtsız kalamaz. erkeğin savunmasının kırıldığı tek nokta kadının cinselliği çağrıştıran uzuvlarıdır. yadırgamayın yani.
    1 ...
  39. hayvan gibi sevişen insan

    1.
  40. sevişirken ''hadi bana kötü şeyler söyle'' diyen bir insan varsa ortada çok doğal karşılanması gereken bir durumdur. insanlar birbirlerinin yataktaki davranışlarına göre hareket etmelidir. bazen çok sevimli, bazen sıcak, bazen ise çok ateşli şekilde sevişirsiniz. tıpkı bir hayvanın avının peşinde koşup onu kıskaca alıp, bir hamlede parçalarmışcasına sevişilen zamanlar vardır. bazen ise kadının bacaklarında, memelerinde, kasıklarında vecd içinde dolaşan bir sofi gibi ufak, hafif, hiç bir şekilde incitmeyecek şekilde davrandığınız zamanlar da vardır.

    insanın hayvan gibi sevişmesinin nedeni partnerinin yatakta nasıl bir performans veya o anki ruh haline karşı nasıl davranacağını bilmemesidir. acemiliktir. ne istediğini bilmemektir.

    bir kadın size ''hayatım seni çok seviyorum, seninle çok mutluyum'' gibi cümleler kurup, ufak ufak dokunarak sizi tahrik ediyorsa ona size davrandığı gibi davranmanızı bekliyordur. ona güzel şeyler söyleyip, vücudunda parmaklarınızı, dudaklarınızı gezdirip sevişmeye başladığınızda bir level ileri götürüp hayvanca davranmanın manası yok. sevişmeyi başlattığınız tempoda sonlandırmanız partnerinizin istediği bir şeydir.

    bunun yanında uzun zamandır görmediğiniz kadınınızın evine gittiğinizde, kapıyı ilk açışı ile bacaklarını size sarıp kollarını boynunuza dolaması ve ''seni çok özledim, her dakika seni arzuladım'' demesi sonucu ateşli dakikaların sizi bekliyor olduğunu bilmelisiniz. yatak odasına gittiğinizde ateşler içinde kalmış bir vücudun titreyerek ve sizi çekmesi ateşli ve bir o kadar da sert bir sevişmenin sizi beklediğinin anlamıdır.

    eğer partnerinizin yatakta ne istediğini bilmeyip kafanıza göre sevişirseniz karşınızdaki insanı mutlu edemezsiniz.
    1 ...
  41. dedenin ölmesi

    134.
  42. henüz ölümün tam olarak ne anlama geldiğini bilmediğim bir gün hayatta en sevdiğim, örnek aldığım, yaptığı işlerden onun kadar gurur duyduğum, zeki, ilerisini gören ve yaptığı her işi kusursuz bir şekilde yapan dedemi kaybetmiştim bundan yıllar önce.

    o torunları arasında en çok beni severdi. yaşlı olmasından dolayı kimsenin ona ayak uydurmamasından şikayet ederdi. ben ise her dakikamı onunla geçirmenin verdiği hazzı yaşıyordum. ayrılmak istemiyordum ondan. bir çok şeyi bana o öğretti diyebilirim. hep onun gibi olmak isterdim. sokakta yürüyüşünü bile örnek almaya çalışırdım. çünkü tapılacak bir insandı ve bunu benim görmeme rağmen çocuklarıda dahil kimse göremiyordu. hep kızardı çocuklarına yaptıkları yanlışlardan ötürü. ben ise yorum yapmadan ne olup bittiğini öğrenmek, anlamak için onun söylediği hiç bir şeyi kaçırmıyordum. hep beni bir kenara çekip hayatın zorluklarından, karşılaşılacak olumsuz şeylerden bahsederdi. bilmezdim onun ölümü de bu olumsuzlukların içinde olduğunu. gül yüzlü, güleç yüzlü dedemdi. ona nasıl ölümü yakıştırabilirdim ki? kimse yapamazdı bunu, sevdiği insanın ölümünü düşünemezdi. belkide bu yüzdendir sevdiğimiz insanın bir gün ölmesi ile yıkılışımız.

    ölüm; çaresi bulunamayan bir hastalık. birden gelir ve alıp götürür. öyle olmuştu dedemin ölümü, aniden. ona balık almaya çıkmıştım bir kış akşamı. balığı çok severdi. hastaydı ve ben onun her istediğini yerine getirmek için elimden geleni yapıyordum. bir an önce iyileşsin, başımı okşasın diye boş zamanımı hep ona harcıyordum. arkadaşlarımla bile zaman geçirmeyi istemiyordum. bütün zamanım dedemin olsun diye çabalıyordum. o da zamanının büyük bir bölümünü bana ayırırdı ve ben karşılığını vermeliydim. veriyordumda. o günü hep onunla geçirdim.

    dedem o gün daha bir iyi görünüyordu. gülüyordu ve ben mutlu oluyordum. canının balık çektiğini söylediği gibi ''bir koşu alıp gelirim dede'' dedim ve evden kendimi dışarı attım. çarşıya yürüyordum balık almak için o kış günü, insanın yüzüne taş atar gibi esen soğuğa rağmen balık alıp eve dönecektim. giderken yolda arkadaşıma rastladım o da çarşıya doğru gidiyordu. pür neşe muhabbet ede ede beraber yürüdük balıkçıya kadar. oradan ayrıldık, halletmesi gereken işler vardı, ve ben de geri dönmeliydim. yaklaşık yarım saatliğine çıkmıştım evden. apartmanın önüne geldiğimde teyzemi panik halinde gördüm ve ne olduğunu sordum. dedem aniden rahatsızlanmış ve kartal eğitim araştırma hastenesine kaldırılmış haberini aldım. babamı, amcamı aklıma kim gelirse yanında bulunabilecek aradım. hiç birisi telefona cevap vermiyordu. kötü bir şey olacağını telefonu açmadıklarında anladım. onlarda panik halindeydiler ve telefona cevap verecek zaman ve durumda değillerdi. bir on dakika apartmanın önünde ne yaptığını bilmez bir şekilde dolandım. biraz kendimi toparlayıp eve çıktım.

    eve çıktığımda annemin de onlarla gitmiş olacağını düşünmüştüm ama gitmemişti evdeydi. ve o da benim gibi haber bekliyordu. balıkları mutfağa bırakıp telefona sarıldım tekrardan. kimsenin cevap vermemesi evin içinde küfürler savurmama neden olmuştu. odaya, mutfaga, salona kufurler savurarak volta atmaktaydım. bir ara dışarı çıktım telefon elimde. ekranına baka baka, her an haber gelmesini bekleyerekten sigaramı içtim. hiç kimse aramıyordu. bir sigara daha yaktım. sanki sigara yakarsam birisi arayacakmış gibi bir inanç bürümüştü benliğimi. aramamıştılar. biraz dolandım apartmanın önünde düşünceli düşünceli. çünkü en sevdiğim, örnek aldığım insanın yanında zor zamanında bulunamamak delirtiyordu beni. bu sinirle eve çıktım.

    eve çıktım ve daha kapıdan girdiğimde annem ile teyzemin ağladığını gördüm. bir korku sarmıştı bütün benliğimi, ''ne oldu niye ağlıyorsunuz'' dedim. hiç bir şey bilmediğimden ve beni kimse aramadığından. onların sadece dedemin kötü durumda olduğuna ağladıklarını düşünüyordum. ilk onların haberi olacak diye düşünmüyordum. öyle olmuştu. ilk onların haberi olmuştu. koltuğa oturdum ve annemin ağzından çıkan ''o öldü'' lafına odaklanmıştım. ölmek? ne ki? diye düşündüm bir anlık şok ile. yavaş yavaş bütün benliğimi ölümün o acı hüznü doldurmuştu. yıkılmıştım. gözlerimdeki yaşlar o şok anında yanaklarıma düşmüştü ben anlamaya çalışana kadar. kaybetmiştik onu. ben onun gittiğine hiç bir zaman inanamayacaktım ama gitmişti. bir gün geri dönecek diyordum ama dönmemişti. en çokta o son anlarında yanında olmadığım koymuştu bana. belkide öyle olmasını istiyordu. rahatsızlığının farkındaydı ve ben öyle bir an yanında olmayayım, daha fazla üzülmeyeyim diye beni balık almaya göndermişti. bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğim ama onun gibi bir adamın bunları düşünebileceğine ve bu şekilde davranabileceğine inanıyorum. belkide o yüzdendi beni göndermesi.
    0 ...
  43. haftanın ilk iş günü

    1.
  44. işe gitmek için kapıdan adımınızı atıp durağa doğru yol aldığınızda, alacakaranlıkta asık suratlı, yorgunlukları her hallerinden belli olan insanlar, ürkütülmüş, taş atılmasına maruz kalmış bir köpek gibi oradan oraya koşuşturmalarını gözlersiniz sabahın ilk ışıkları ile birlikte.

    bütün o görüntüyü geride bırakıp servise binersiniz, ''günaydın'' yerine, ''başınız sağolsun'' demek geçer içinizden o asık suratlara, neşesiz bakışlara karşı. hiç bir şey söylemeden oturursunuz. radyoda hayatın bu çilesine tuz biber olacak şarkılar çalar. (sokucam bu gebze fm'e, ve o itici sese sahip dj'lerine)
    ''radyoyu değişir misin asım abi'' demeye korkarsınız. servistekilerin kınayan bakışları gelir bir an gözünüzün önüne.

    sanayiye girmek üzere(gosb) her sabah olduğu gibi iğrenç peynir kokusu, yağ kokusu gelir burnunuza ülkerin fabrikasından. mideniz bulanır o ağır koku karşısında. hava kirliliğinin sanayinin üzerine bir kabus gibi çökmesi sonucu duman altında kalmış olan bölgeye, gizemli bir odaya girermiş gibi hissedersiniz. o duman, o is altında iş yerine değil, sonsuzluğa gittiğinizi düşünürsünüz.

    iş yerine gelinip servisten hızlı hızlı inen insanların aksine yavaş yavaş iner, adımlarınızı küçük küçük atarsınız. geri dönmek gelir içinizden. o kadar asık suratlı insanla güne başlamak insan psikolojisinin amına koyar amına. onlar yüzünden siz de kendinizi kötü, huzursuz hissedersiniz.

    köşede kendi halinde duran köpeği görünce, sanki o insanlar hakkında benimle aynı düşüncedeymiş gibi geldi bana. önünden geçenlere yattığı yerden öyle taşşak geçer gibi bakıyordu ki, ''ben mi çalışayım penisimin delikleri'' der gibiydi. köpeğin o halini görüp ona doğru yaklaştığımda ayağa kalktı ve sanki bana tebessüm eder gibi gözlerimin içine baktı. bir nebze olsun rahatlamıştım. kafasını okşarken dilini dışarı felan çıkarıyor, ayaklarımın dibine kıvranıyor. o insanları gördükten sonra o köpeğin görmek, bana kendimi cidden iyi hissettirdi. bir köpek o insanlara rağmen yüzümde tebessüme sebeb oldu. (bazen onları insanlardan çok seviyor ve değer veriyorum) bıraksalar hiç o insanların yanına gitmezdim. akşama kadar o köpekle oynayabilir, yemeğimi suyumu paylaşabilirdim.

    biraz köpekle oynayıp zaman geçirdikten sonra içeri girmek için yola koyuldum. iş yerinin girişi ile personel girişi arasında yaklaşık elli metre var. o sıra yavaş yavaş ilerlerken personel girişinden giren insanlara gözüm çarptı. baktığımda korktum. sanki kocaman bir dev'in sabah kahvaltısı için insanları peynir, zeytin gibi yediği, çiğnediği geldi gözümün önüne. bu düşüncelerle girdim içeriye. kahvaltı yapıp, gazeteyi bitirince başladım işe. kendimi işe vermem bazı düşüncelerden arınmama sebep oldu. çok güzel iyi de oldu.

    batan güneşin kızıllığının yeryüzüne düştüğü saatlerde iş bitmiş, herkez eve gitmek için hazırlanıyordu. bir sigara yakıp servis hareket saatini beklemeye başladım. yine sabahki o dev'in görüntüsü geldi gözümün önüne. kahvaltısını insanla yapan o dev'in bütün gün öğüttüğü o insanları bir bok, bir kusmuk gibi dışarı attığını düşündüm. bir an önce gidelim diye sigaramı yarıda söndürüp servise bindim. eve gidene kadar ''bu amını siktiğimin hayatı hakkında daha fazla kötümser olma'' diye kendi kendime söylendim.

    eve gidip odama kapanınca gerçek dünyama döndüğümü hissetmeye başladım şu son zamanlarda.

    iki gün sonrası da aynı bu şekilde olacak. değişecek bir şey var mı? yoook.
    0 ...
  45. olmak isteyip de olamadıklarımız

    1.
  46. hayalindeki işi yapamayan insan olaraktan başlığa yazma gereği duydum. bir çok insana çocukluk döneminde ''büyüyünce ne olacaksın'' gibi klişe bir soru sorulmuştur. bana da böyle sorular soruldu. ama hiç bir zaman ne olacağıma karar veremedim o yaşlarda, çünkü hayatı tanımıyordum ve karşıma ne çıkacak bilmiyordum. taaki ergenlik dönemine kadar. ergenlik döneminde insan bir çok şeyi anlamaya başlıyor. etrafında olan bitene yavaş yavaşa anlam vermeye başlıyor. ve bununla birlikte ne istediğine karar verme yetisini de kazanıyor. bilgiye aç bir ergen olarak öğrenmek, denemek ve bazı başarısızlıktan sonra yapmak üçlemesini öğrenmiştim. farklı tatlar arıyor, diğer insanlarda gördüklerimi deniyordum. ama hiç bir zaman onlar gibi olmak istemiyordum. bir çok şeyi anlatılarak değilde, yaşayarak öğrendim. hayatın anlatılan hikayelerde olmadığı, yaşanılan sokaklarda, mahallelerde olduğunu farkettim.

    etrafı iyi gözlemlemeye ve analiz etmeye başladığımda, ağaçtan düşen bir yaprağın yer çekimi kanunu ile süzüle süzüle toprağa doğru ilerleyişinden tutun, yanımdan soluk soluğa koşarak geçen adamın şakağındaki damarın atışına kadar her şeye dikkat eder olmuştum. -ki hala öyleyim- bu şekilde hayatın anlamını doğanın kanununu ve insaların yaşayış biçimine en ince ayrıntısına kadar dikkat etmeye başladım. bir kuşun uçuşunu, gittiği istikamete kadar her şeyini derinlemesine irdeliyordum. ve yaptığım bu şeyden zevk alıyordum. hayatın ayrıntıları ile ilgilenmek hoşuma gidiyordu.

    hayallerimi o dönemde süsleyen bir yazar olma isteği doğmuştu bende. gördüğüm her şeyi hayal gücümünde bir şeyler katması ile kağıtlara aktarmak ve yaşadıklarımı, yazdıklarımı tekrar o anı yaşamak adına yazmak isteği belirmişti. ama kime bahsedeceksin hayallerinden? ailene mi? kıt akıllı arkadaşlarına mı? hayır. hiç birisi senin isteklerinle ilgilenmezler. aile desen okuyup iyi bir iş sahibi olup monoton bir hayat sürmen için elinden geleni yapar. başka bir şey söyleyecek olsan, ben hayallerimin peşinden gideceğim diyecek olsan. ''sikerim hayallerini, oku adam gibi bir iş sahibi ol'' tepkisi ile karşılaşacaksın, bunu biliyorsun. hayallerinden bile bahsetmek, onlar hakkında birilerine bir şeyler anlatmak zoraki bir durumdu. anlatamazdın. sabit fikirli olmak biliyorsunuz ki eski kafaların adetidir.

    bu durum kötü bir eğitim görmeme neden olmuştu. yapmak istediklerimden yavaş yavaş kopmaya başlamıştım. kimsenin desteğini bulamaz olmuştum. artık bu hayallerimden yavaş yavaş uzaklaştığımı farkettim. en ince ayrıntısına kadar ilgilendiğim hayat artık bana hiç adil davranmıyordu. bunu farkettim ve hayata küstüm. kapitalizmin adama akıllı oturduğu dünyamızda artık hiç bir şey yapamayacak bir hal içindeydim. yazma isteğimi bir türlü bastırmam gerekiyor diye düşünmeye başlamıştım, kendi kendime hikayeler, hayal gücünü zorlayacak yazılar yazmaya başladım kağıtlara, defterlere. belki ileride biriktirip bir tane de olsa bir kitap çıkarırım diye düşünmeye başladım. çıkan kitap'ın satılmasının önemi yok. sadece ben okusam bile yeter bana diye düşünmeye başladım şu son zamanlarda.

    yaşadığım çevreyi bırakıp, insanlardan uzak bir yerlere gidip, eski, ahşap, üzerinde yılların izini taşıyan sigara yanıkları ile dolu, izlerle dolu bir masanın üstünde şarabımı içip kitabımı yazmayı düşünüyorum. (bkz: into the wild) yapıcam bir gün bunu. belki ölmeden önce yapılacak son şeye bunu yazmadım ama 90 yıl da yaşasam, bir dan brown, peter straub, bir stephen king gibi olacağım. umut ediyorum.
    0 ...
  47. komşuya mektuplar

    1.
  48. sevgili komşum;

    cumartesi günleri beni ankaralı namık ile uyandırmana katlanabiliyorsamda, şu kuruyemişleri, fındık, fıstık vs.. şeyleri günün her saatinde döşemede kırma. karını dövme çok ses oluyor. karınada söyle sen evden çıktıktan sonra çocukları dövmesin.
    bir de akşamları eve geldiğinde karını alıp kocaman eşyaları döşemede oradan oraya sürükleme, işten dönerken yanlışlıkla bizim zile basma.

    sevgilerimle. eğer bunları yapmaya devam edersen ağzını yüzünü sikerim. hadi eyvallah.
    0 ...
  49. her şeye alınan kadın modeli

    1.
  50. her lafa kırılır. her sözde ima arar. bir şey söylemiş olsan ''bir şey mi ima ettin?'' der. sanki camdandır, dokunsan kırılır. o sıralar aranız iyiyken birden arayıp sormaz olur, ne oldu diye merak edersiniz, tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali incir kabuğunu doldurmayacak bir nedenden size darılmıştır, ama sizin haberiniz yoktur. işi ile ilgili olarakta çok hassastır. diyelim seyrettiği dizide bir hemşire var ve ameliyathanede doktor neşter isteyince şaşırıp makas veriyor. eğer o da bir hemşire ise ve o sahneden alınmışsa yarrağı yediniz orayı terk edin. ''haksızlık bu, biz böyle değiliz'' der. bunu bağıra çağıra söyler bazende ağlar. hiç çekilmez. yanında hep alınacak diye rahat edemezsiniz. temkinli yaklaştığınızda bu seferde ''niye benimle doğru dürüst ve derin konularda konuşmuyorsun'' der ve bunada alınır. ''hayatım nasılsın'' demek istersin ama ''sen bana sağlıksız görünüyorsun''demek mi istedin gibi çıkışacağından korktuğunuz için soramazsınız. bu seferde ''sen beni sevmiyorsun'' der. göte gelmişsin oğlum kaç kurtar kendini.
    0 ...
  51. bir çirkine aşık olmak

    3.
  52. aşık olan kişinin karşısındakinin hatları ve kusurları ile ilgilenmemesinden doğan bir şeydir.. insan iki güzel söz söyleyen en çirkin yaratığı bile sevebilir.

    kendimi çok yanlız hissettiğim bir gün başıma geldi böyle bir olay. yeni tanışmıştık, birbirimizin hikayesini dinliyorduk. zaman kavramı yok olmuştu sürekli telefonlarla görüşmeler, hayattan beklenti hakkındaki fikir paylaşımı, dertleşme vs.vs en yakınımda hissetmeye başlamıştım o kişiyi;

    bir gün tesadüfen karşılaştık, haberleşmeden, ayak üstü biraz sohbetten sonra zamanı olup olmadıgını sordum. kahve içmeyi teklif ettim peşinden.

    zamanı iyi değerlendirmek adına gittiğimiz fazla iyi sayılmayacak bir mekandı. kahvemizi yudumlarken onu inceledim. güzel birisi değildi ama anlaşıyoduk, paylaşıyorduk. bir ara onu incelerken kendi kendime düşünmeye başladım. bilirsiniz dünya'da pek çok kadın vardır. bunlardan bazıları da çok güzeldir. ama karşımdaki insanın bir çizgisi, hatta bir kırışıklığı yaşamımın en güzel, en tatlı anılarını taşıyan bir yüzdü. sonsuz acılarımı, üzüntümü, sevinçlerimi, yerine konma olasılığı bulunmayan kayıplarımı bile o yüzde buldum. o ''güzel'' yüzünde okudum benliğimi, varoluşumu.
    2 ...
  53. yaptığı işi sevmeyen insan

    1.
  54. mesleği ile bütünleşmiş insanın tersine bu insanın işi ile işi olmaz. işini bilmez. bilse bile severek yapmaz. ya ailesinin ısrarı ile ya da parası iyi oldugu icin o meslegi secmiştir. belki de üviversite puanı boşa gitmesin diye hayatı boşa gitmiştir. sonuçta mutsuz, işini böyle kabullenen ve yapmayarak insanları mutsuz eden bir tip peyda olur. çünkü onun için her sabah uyanmak, işe gitmek ölüm gibi gelir. ayakları geri geri gider. her şey ona angarya gelir. daha pazartesi günü hafta sonu tatili planları kurmaya başlar. düzeltmek için bir şey yapmak yerine devamlı eleştirir, şikayet eder.

    yollarda gördüğümüz yorgun, asık suratlı, öfkeli ufacık bir streste bağırığ çağıran insan işte o'dur. kişi varlık sebebini gerçekleştiremediği için kendine güvenmeyen, işe yaramadığını düşünen, yaşam arzusunu kaybetmiş hem kendisine hem de çevresine zararlı bir insan olur.

    bunun yerine insanlar işlerine ''yahu o kadar eğleniyorum, zevk aldığım şeyi yapıyorum, bir de üstüne para veriyorlar'' düşüncesi ile gitse, iş, iş olmaktan çıksa ve bütün dünya buna inansa, bir inansa hayat bayram olsa.
    1 ...
  55. evlenilecek kadın

    248.
  56. el ele dahi tutuşmayan, gerçekten seven, sevdiğine ikna eden, her türlü kaprisi çeken, sorumluluk duygusu yüksek, iyi bir işi olan evine sadık olabilecek kızdır. bütün vaktini hep müstakbel eşinin yanında geçirmek ister. kaçamak yapmaz. çok gülmez, espri yapmaz ama espriden anlar.

    bu kızlar evlenecekleri kişiyi şöyle seçerler.

    örneğin; ''murtaza, senle tek bir ortak yönümüz yok, seninle hiç ama hiç eğlenemiyorum, zaman geçiremiyorum. şimdiye kadar bir tek esprine bile gülmedim. yahu insan bu kadar mı huysuz, bu kadar mı somurtur, bu kadar mı bu kadar olur. arasan bulamazsın, ama ben buldum. senden hiç hoşlanmıyorum murtaza, evlen benimle'' gibi.
    1 ...
  57. nihat doğan ı somali ye yardım olarak bırakmak

    4.
  58. bir kaç sözlük yazarının da bu kampanyaya dahil edilmesi gerekir.
    0 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük