Dün gece izlediğim ve izlerken ağladığım yetmezmiş gibi hala her aklıma geldiğinde gözlerimin dolduğu film.
Çocukların masumiyeti, kardeşlik duygusu ve çaresizlik daha iyi anlatılamazdı sanırım.
Mutfakta işi kolaylaştırıcı hiçbir araç gereç kullandırmaması.
yemek için soğan, domates doğrayacağım; tahta kullanmak yasak elde doğranacak.
pilav için bardakla ölçeceğim; o da yasak göz kararı olmalı.
sarma için düz bi yere koyup sarayım ince olsun diyorum; olmaz elde yapmayı öğrenecekmişim. bi gün bi yere gidermişim bunların hiçbirini bulamazmışım yapmakta zorlanırmışım.
canım anam sayesinde uzayda bile olsam yemek yapabilme kabiliyetindeyim sanırım.
Bugün onkoloji koridorunda sıra beklerken insanlara baktım da; hayatta hiçbir şey çaresizlik kadar berbat değil. Her şeye alışır insanoğlu; parasizlik, yalnızlık, mutsuzluk... ama bu çok farklı, çok acımasızca.
herkes bunu söyler ama gerçekten de hiçbir şeyi ertelememek lazım şu hayatta. sevdiğin insanlara sımsıkı sarılman lazım, değer verdiğin kalpleri kırmaman lazım.
Bunlar da kendime not olsun. baktığımda bugünü hatırlayayım, aslında ne kadar aciz olduğumu kendi kendime yüzüme vurmuş olayım.
tüm yolu/kaldırımı kullanmayı kendisine hak gören, ayak-kol-bacak dinlemeden çarpıp özür bile dilemeden çarpıp geçen sürücüsü olur genelde, görüldüğü anda mecburen yol verilir.
içinde sevimli sevimli sırıtan ufaklık da olmasa çekilir şey değil.
Gece 12'de gelen maile karşılık sabahına istifa etmişliğim vardır. patron olmak çalışanının zamanına hükmetme hakkını vermez kimseye.
ama o zamanlar ek iş olarak yaptığım bir şeydi; istifa etmek çok etkilemedi o yüzden. çalışmak zorunda kalınan bir durumda böylesi insanlarla karşılaşmaz umarım hiç kimse; tahammül etmek zor olsa gerek.
yıllar sonra kar gördüm bugün; birçok insan için bu mevsimde sıradan olan şey benim için mutluluk kaynağı oldu.
sürekli ağlayan çocuğa, ha bire muhabbet sürdürmeye çalışan tiki kıza ve kaynağı belirsiz ayak kokusuna rağmen yolculuğun 15 dakikasında bikaç cm kar gördü diye mutlu olan insanları üzmeyin be.
o değil de, "durdurun arabayı kardan adam yapacağım" diyebilmeyi çok isterdim; çünkü benim kardan adamım 7 yaşımda kaldı.
gözlüğümü evde unuttuğum bir günün akşamında evi bulamayıp kaybolmuşluğum vardır; eziklik demeyelim de hayata heyecan katan bulanıklık hâli denebilir miyopluk için.
ailemin evinden daha temizdi, çünkü ev arkadaşım temizlik hastasıydı. Çamaşır suyu kokusu alamazsa pis hissediyordu evi, domestosun mucizelerini öğrenci evinde anladım ben.
bol ağlamalı, bol kahkahalı, bol dedikodulu evdir kız öğrenci evi, bitince de en çok özlenendir. bir yıl sonra giyilen montun cebinden o zamana ait alışveriş listesi çıktığında duygusallaştırandır aynı zamanda.
Çok güzel salağa yatıyorum. duyduğum şeyleri hiç duymamış gibi, anladığım şeyleri anlamıyormuş gibi, bildiğim şeyleri bilmiyormus gibi yapıyorum. insanların tepkileri, davranışları ve yaklaşımları o kadar değişiyor ki.
çok önceden kendime milat olarak belirlediğim yaştır. o zamana kadar çırpınmaya devam ama az kaldı, 25 olduktan sonra elveda hayalcilik, merhaba realizm...
"Seni hatırlayan son kişi de öldüğünde hiç var olmamış olacaksın" sözünü insana benimseten sıcacık film.
animasyon filmi olması yanıltmasın, benim gibi bünyeleri salya sümük ağlatır.
evimde ailemle olmak istiyorum ama dönüp dolaşıp geri geldiğim şehirdeyim yine.
niye burdayım bilmiyorum ama bi sebebi olmak zorunda. Tüm bunlar boşuna olamaz.
para harcamamam lazım dedim ya, hem telefonu düşürüp ekranını kırdım hem de bilgisayara su döküp klavyeyi bozdum.
beni teknolojiden uzak bi dağın tepesine ışınlayın da kendi kendime takılayım bence oralarda.
ha bi de, ben de tek derdimin mezuniyet elbisemin rengi olmasını çok isterdim. pırıl pırıl kafalar valla, en temizinden.
küçükken renkli gözlü insanların etrafı da renkli gördüklerini düşünürdüm, çünkü babaannemin koyu renk camlı gözlüğünü takınca etraf koyu görünürdü. kendimce çıkarımlar yapardım böyle böyle.