ay'ın aydınlık tarafındaki Alphonsus krateri açısal izdüşüm olarak dünya'ya bakmaktadır. dünyamızdan ne kopmuştur ki bu denli büyük bir krater oluşmuştur?
hepimiz yıldız tozu, hepimiz sonsuz hiçliğin bir parçası mıyız?
ve aşk herşeyi affeder mi?
herkese eşit şekilde tanınan hak ve gösterilen muamele midir?
bu şekilde inanan varsa, bu tiyatronun masum bir piyonudur..
adalet, devletlerin halkı için uydurduğu, kitlesel olarak dile getirilip inandırılan, zamana yayılmış sineye çekme afyonudur.
stabil düzeyde yaşam sürdüren bir birey için adaleti devlet tesis etmiştir. gözüne çarpan veya sağdan soldan, sosyal medyadan duyduğu eksikleri dillendirip, "burada şu olsaydı daha iyi olurdu" ya da "bunun hakkı bu olmalı" gibi tespitlerle "zedelenmiş Adalet'i tekrar sağlama düşünceleri vardır.
ancak,
canı ciddi anlamda yanan aynı birey bu sefer haykırarak "adalet" ister. mahkemede "Türk adaletine güveniyorum" der.. bu sefer aranılan, daha fazla beklenilmeyen bir adalet isteği doğar. çünkü ömür kısa, yaşam hızlı. ve kapağı açılmamış ama içinde "geç gelen adalet, adalet değildir" yazan sandık başucumuzda..
odalar dolu dosyaların olması, ülkenin hukuk altyapısının davaları hızlı çözümleyememesi mazeret değildir.
eksikliktir.
aylarca hatta yıllarca görülen davanın sonucu adalet midir? öyle kanıksanmıştır ki, yıllar sonra sona eren mahkeme sonucunda "hak yerini buldu" adalet tecelli etti" gibi cümleler duyarız söyleriz. sebebi basit; örümcek ağına dönen adalet ve hukuk sistemini kabullenişimizdir.
halbuki inanın, günümüz teknolojisi, kamera ve internet yaygınlığı adaletin daha erken dağıtılmasına muazzam yardımcıdır.
kaldı ki Osmanlı dönemindeki hukuk sistemi tüm teknoloji ve imkanlardan uzak olmasına rağmen şer'i hukuk ile Müslümanlara, kamu hukuku dışında da kalan davalarda Müslüman olmayanlar kendi dini kurumlarında en hızlı şekilde yargılanırlardı.
hatta ve hatta Avrupa devletleri, Osmanlıdaki hukuk ve yargı sistemini benimseyip, günümüze kadar revize ederek taşımışlardır.
peki sizce, bizce, hepimizce soruyorum. twitır mahkemesi diye birşey oluştu. hepimiz biliyoruz. polis gözaltı yapar, savcı sorgulayıp geri bırakır, twıtırda trend topik olup, konu ayyuka çıkarsa savcı tekrar yakalama kararı verip, tutuklayıp cezaevine gönderir. bu durumu defalarca yaşamadık mı? yaşadık.
bizler adaleti, ve hızlıca sonuca ulaşılmış adaleti twıtırda sosyal medya da mı aramak zorundayız?
bugün başladım okumaya. 56. sayfaya kadar soluksuz geldim. cezaevlerindeki karakterleri, yaşadığı ikili ilişkileri, ve ruh analizleri ile muhteşem bir hatırat. dinlenip devam edeceğim.
soru şu: 1970 ler cezaevleri ile günümüz cezaevleri arasındaki uçurumun, insan haklarını kavrayamamış bir düzenin getirisi mi olarak yorumlamak gerekir, yoksa ekonomik ve sosyal yapının zayıflığı mı?
çık gel hadi.
bırak geride ne varsa.
seni üzen seven sevindiren ağlatan ne varsa.
vedalaşmadan gel.
bir gece yarısı
isimsiz bir şehrin, otobüs terminalinden
Bir başka isimsiz şehre doğru,
ışıkların aydınlatmadığı, yamalı asfaltların üstünde,
pencereden bakarken çok uzaklardaki silüetlere,
Diline dolanan o türkünün sözcüklerinde,
hayata dair.. aşka, sana ve bana
ne varsa biriktirebildiğin
zihnindeki vuslat, ve gözlerindeki cümlelerle gel..
su faturasına "500 lt. insani su hakkı ücretsiz" yazdırıyorsun, sonra habersizce sessiz sedasız su litre fiyatına 0,45 krş giydiriyorsun. totalde %13 zam yapmış oluyorsun.. olmadı bu. yakışmadı.
biz seni ötekilere benzemiyorsun diye seçtik. hani şeffaflık? hani kandırılmayacaktık?
aklıma ilk gelen Kenan Evren'in bir röportajındaki sözü;
"...bir sağdan bir soldan astık. ayrımcılık yapıyorlar demesinler diye..."
insan hayatının hiçbir değerinin olmadığı, faili meçhul cinayetlerin, gasp ve yağmanın kol gezdiği, siyasi otorite ve yerel yönetimlerin kendini de yönetemediği kaos dönemi.
öyle ki insana trajikomik geliyor dinlenilen hikayeler, yaşanılanlar.
Dönemin solcusu babam, okuduğu gazeteyi katlaya katlaya külotunun içine sokup eve gelir, evde perdeleri kapatıp ve dahi kapıları kilitleyip öyle okurmuş. sabah evden işe gidince akşam eve dönme garantisi olmayan bir zaman.
darbe ertesi abd istihbaratı "bizim çocuklar başardı" demiştir. şimdilerde farklı değil esasen. osmanlı'nın çocukları ile cia'in orospu çocukları sürekli bir pasif/soğuk savaş halinde.
kimin kimlerin yüzü suyu hürmetine bu devran dönüyor, nasıl bir imtihandır bu anadolunun üstünde bitmek bilmiyor, anlayamıyorum.
tüm imtihanların, dünyadaki sergilenen global tiyatronun ve dağıtılmış rollerin özeti;
musa'nın çocukları planlayor, isa'nin çocukları uyguluyor, muhammed'in çocukları zulüm görüp ölüyor.
Toprakla başlar serüven, yoğrulur beden.
Sözler verilir kâlu bela'da, ruh giyer bedeni, sormaz neden?
Bir rol biçilmiştir hayata dair, ona uyar kişi.
Senaryo ki; din, dil, mezhep, isim ve cinsiyet
Senin adına seçtik, haydi devam et..
Kimi formasyon almadan, ama öğreti alarak dalar hayata,
Kimi 1-0 önde başlar, kimi zenaat ustası olur çocuk yaşta..
Devrile devrile yürür gider, yıllar ve dünya meşgalesi,
Ev, araba, evlat mal mülk zannedilir hayat gailesi.
Halbuki bilir de, yüz çevirir. Zor gelir gerçekleri görmesi.
Ozan da değilim, şair de. Garip bir beytullah'ım.
Görevlerini bilip de Yapmaya üşenen hakir kullardanım.
Affet allahım.. Gönlümü senden ayırma. Bırakma beni Yalnızlığıma.
Sağ omzumdaki melek yazsın hep yaşantımı,
Cennetine layık gör allahım beni, pınarımı, çocuklarımı..
vücudunuzda ayrı bir cumhuriyet kurup kafasına göre kazan kaldırıp isyan çıkaran viral kaşıntı hastalığı.
yeni tanıştım. yaklaşık 1 hafta önce. yatmadan hemen önce kollarımda başlayan kaşıntıyı alerjik bir durum sandım. gece yarısı uykudan uyandığımda belden yukarısı komple ele geçirilmiş vaziyetteydi. her tarafım bedava sürülmüş tarla gibi. tırnak izi kızarıklık ve kabarıklık.
doktora gittim. 'ürtiker' dedi. (grip - nezle olmuşsun der gibi önemsemedi.)
'allerset' yazdı. kullanıyorum.
öğrendiğim kadarı ile ömür boyu bu ürtiker'le yaşayan insanlar varmış. kafasına göre tetikleyen.
baharatlı yiyecekleri, stres ve üzüntüyü, soğuğu severmiş.
yaşamayı öğren dediler.. ne zor kabullenmek anlatamam.
Ayda bir kez uzaylılar konusunda bizi uyaran, "dikkat edin yerimizi çok belli etmeyin, uzaylının götü yere yakın olur, bunlara pek güvenmeyin" diyen, sevgili Stephen Hawking.
Bundan sonra insanlığı uyarma görevi bende, huzur içinde yat.