Yazı yazmak için bir alan düşünüyordum ve en sonunda WordPress tabanlı bir site açmamla son buldu bu düşünce. Şu anda sadece sinemayla (ki hep sinema olacak sanırım) ilgili çok amatörce, mutlak doğru hiç olmayan, kendi izlediklerimden yola çıkarak gördüklerimi yorumladığım bir site açtım. Tek başıma olacağım için pek aktif olamayacak site o yüzden siteye bazen bakmak isteyecek olanlar şimdiden kusuruma bakmasın lütfen.
ilk film eleştirisi/analizi: The Revenant
Eğer arada bakmak isterseniz (ki ben olsam bakmam) buyrun bu da link: http://www.gezer.xyz/
not: Yazım Kuralları ve Noktalama işaretleri eksikliğinin kusura bakmayın.
Eskiden Trt 2'de ( sanırım Trt 2 idi.) Atilla Dorsay ile bir sunucu birazdan yayınlanacak film ile ilgili, konusuyla ve yönetmeniyle ilgili güzel bilgi (15 - 20 dakika kadar) verirdi, ben çok severdim. Şimdi artık o anlayış yok galiba. Aslında her kanalda olması gerekir ama nerede o sinemaseverlik..
bugün arkadaşımın rüyasını öğrendim: Rüyasında counter'da dust2 oynadığını görmüş, tam rush yapacak, bir bakmış takım arkadaşlarının hepsi kız. Kızlardan biri; ''ben aynaya bakmadan rush yapmam.'' demiş. * yaklaşık iki sattir bu rüyaya gülüyorum. iki ay daha gülebilirim, o yüzden aynaya bakmadan rush yapmayan tatlı qıslar eqlesin. :P
Henüz oluşturulan sinematek.tv projesi ile ilgili:
sinematek.tvprojesi, 1980 yılında kapanmış olan, ancak Türkiyeli sinemaseverler için hala tarihsel önemini koruyan Sinematekin dijital ortamda yeniden canlandırılmasını hedeflemektedir. Ancak bu yeniden canlandırma, elbette ki Sinematekin aynısının dijital ortamda yeniden kurgulanmasını değil, yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı olanaklarla onun temelindeki fikrin yeniden canlandırılmasını ifade etmektedir.''
Gönüllülük esasına dayaranarak oluşturulmuş, güzel emek verilmiş site.
Aziz Kedi'nin ''Başarı ve Mağlubiyet'' konuşması benim için çok ayrı bir yeri olan, TED'in en iyi konuşmasıdır. ikinci olarak, Ken Robinson'ın ''How schools kill creativity.'' adlı konuşmasını beğenirim.
diziyi yeni bitirdim. sıcağı sıcağına yazmak, sinemayı bildiğim kadarıyla analiz etmek istiyorum ama olmayacak. istiyorum ama yazamam çünkü şu an ağzımı bir saniye kadar kapatıp açsam 1000 övgü kelimesi çıkar o yüzden salt övgü olan bir yazı yazmak istemiyorum. iki kelime mekanik yazsam devamı mutlaka ''çok sevdim seni breaking bad'' olacak. bildiğin seviye, derinlik hak getire bir durum. gerçi fark etmeyecek ve ben 80 yaşıma dahi gelsem breaking bad ile ilgili yazamayacağım. yalnız en azından dizinin değeri açısından yorum yapayım yoksa içimde kalacak; kesinlikle dizi (aslında sinema da olur) sektöründe (sektör doğru kelime mi emin değilim ama kullanıverdim) ayrı bir kulvar olması gereken yapıt. ''breaking bad ve diğer diziler'' diye bahsedilecek kadar kült bir yapım. ben çok küçük yaşlardan beri sinemayı sevip, takip etmeye çalıştım ve dizi klasmanında bunun hakkı gerçekten ''10 puan'' dediğim bir eser olmadı Breaking Bad ile karşılaşıncaya kadar. ilk defa diziyi izlerken, yavaş yavaş ve tarafsız bir şekilde karar verdim ''mükemmel'' olduğuna. oysa, diziye başladığımda ''işte yine güzel bir dizi izliyorum.'' diye başlamıştım ilk iki sezon. şimdi ise, Breaking Bad öncesi dizilere bakışım ile Breaking Bad sonrası bakışım çok farklı. hayatımın dizisi diyebileceğim 4 dizi (House MD, Friends, Seinfeld ve Simpsons) vardı. Breaking Bad 5. oldu olmasına ama ben yine onu ayrı tutuyorum çünkü her yönüyle mükemmel. saydığım diğer dizilerde; House MD, karakter odaklı ve yarattığı karakterle de Breaking Bad karakterlerini (Walter White, ki ayrı bir efsane) bile kapışabilecek/geçebilecek seviyede ve senaryo çok öte bir başarıya sahip. Seinfeld, Friends ve Simpsons durum komedilerinin (simpsons animasyon komedi) atası sayılan karakterleriyle ve senaryolarıyla yine muhteşem. Breaking Bad'in diğer bütün dizilerden farklı kılan şunlar; bir bölüm için dahi ''bu bölüm gereksiz olmuş'' denildiğini düşünmüyorum. (diğer sevdiğim dizilerde gereksiz bölüm söz konusu değil çünkü bölümler birbirinden bağımsız) dikkat edilirse, ''bu bölüm mükemmel değil denilmemiştir'' demiyorum. bir dizi bu kadar bölümler arası bağlantısı noktası noktasına uyan, taşı taşına oturan olamaz. ben açıkçası nereden nereye geldiğimi düşünüyorum. 1. bölüm ile 62. bölüm arasında evrim geçirmiş olabilirim ve hiçbir bölüm için bence şöyle gitseydi veya şu olsaydı/olmasaydı daha iyi olabilir veya dizinin daha gidişatına uyar demedim ben. (sanırım bir çok insan benim kadar düşünmese de çok beğenmiş ve benimsemişki şu an itibariyle imdb'de ''300.523'' kullanıcıdan aldığı oy ortalaması ''9,5''.) her bölümü o kadar güzel onun dışında genel olarak bakınca da zaten senaryo, kurgu, konu, karakterler, olay örgüsü, akıl oyunları bir bütün halinde ''muhteşem''. (sanırsın Tanrı diyeceğim ama demeyeyim zaten çok abarttığımı düşünecek okuyanlar ama en azından Vince Gilligan, Tanrıyla yazmış bence *). ve evet, her bölümü de ''mükemmel''. bu arada ben ''şimdi diziyi yazmayayım çünkü överim çok'' diye başlamıştım di mi? yine nereye gelmişim. başta Vince Gilligan olmak üzere tüm ekip çok güzel insanlar, helal olsun valla hepsine. ayrıca, Vince Gilligan ''senaryo yazımı'' ile ilgili kitap yazsın. kesin yazsın hem de.
not: çok kez ''mükemmel''''muhteşem'' dediğimi yazarken de fark ettim ama yapacak bir şey yok. bu kadar duygu yoğunluğuyla aklıma kelime gelmiyor. gelse bile kullanamam illa en basit şekilde öveceğim.
bu harlem shake zımbırtısı nedir allasen. müzik, geceleri baykuşların içten çıkardığı bıgbıglama sanırsın 1500 baykuş toplu halde bıgbıglıyo. dans, yıldız tilbe sallanması.
homeros'un ilyada'sında Tanrılar ve insanlar kendi aralarında savaşırlar ve soru şudur; Tanrıların kendi arasında savaşının sonuçları ile insanların kendi aralarında savaşının sonuçları arasındaki fark nedir? Tanrılar için savaş bir oyundur, kaybedecek bir şeyleri yoktur lakin insanlar arası savaşın sonuçları; trajiktir, kaybedilen şeyler azımsanmayacak ölçüdedir. güncel bir benzetme ise; savaş çığlıkları atan devlet yetkilileri savaşı başlatsa sonuçları ne olur? doğru cevabı veren kişinin savaş çığlığı atmaktan, daha dikkatli düşünme ve değerlendirmeye geçmesi beklenir.
maç heyecanından mıdır nedir anlamadım ama tam uykuya dalmaya çalıştığım sırada bir çok gs taraftarının evin salonuna girdiğini gördüğüm rüyayla aniden uyandım. bu böyle 5-6 kez oldu, ardından mahmut hoca'nın ''bunu yapan maalesef benim eski bir öğrencimdi...317 şeref..'' repliğiyle uyandım. yani salondakileri 317 şeref mi organize etmiş? benim bilinçaltım nerelere koşuyor böyle.
Emre Kongar'ın 21. Yüzyılda Türkiye kitabı sayfa 229'da Sivas Katliamının Ardında Yatan Nedenler başlığı var. Orada şöyle diyor Kongar, ''Toplumsal olaylar durup dururken, birdenbire ve hiçbir işaret vermeden ortaya çıkmazlar. Ayrıca her toplumsal olayın ardında birden çok neden ve birden çok belirleyici öge vardır. bu her iki öge, sivas olaylarının çözümlenmesinde de geçerlidir. Edebiyatçılar Derneği olay üzerine yayınladığı kitabın arka kapağında şöyle diyordu:
Hiçbir Şey Birdenbire Olmadı
Önce ezanı Arapçaya çevirdiler.
Dinlediniz.
Sonra 'siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz' dendi.
Demokrasi sandınız.
Sonra çığ gibi büyüyen Kur'an kursları,
imam Hatip okulları açıldı.
Din dersleri anayasal zorunluluk oldu.
Kabullendiniz.
Tesettür arttı,cami sayısı okulları geçti,
inanç özgürlüğü sandınız.
Giyim kuşama müdahale ettiler,
oruç tutmayanı öldürdüler.
Şaşırdınız.
Daha sonra bilim adamı ve yazarları vurdular.
Milletvekili ve gazetecileri parçaladılar.
Şairleri ve dansçıları yaktılar.
Kimin yaptığını düşünüp durdunuz.
En sonunda kapınızı ÇALACAKLAR,
size kendinizden başka yardım edecek kimse KALMAYACAK!'' (Edebiyatçılar Derneği,1994)
şimdi, bu çok değerli sanat eserlerinin olduğu müzeler soyulmasın diye filmlerde gördüğümüz kırmızı/kızıl ışınlar var hani kızılötesi derken onu kastetmiş..bu serdarda soyguncu aşk çalacak müzeden ama tam ışınların arasından binlerce dansöz gibi kıvrılarak eğilip bükülerek geçmeye çalışırken yaralanmış ama yaralı ayağını çekerse ışının üzerinden yani hareket ederse alarmlar çalacak, yakalanacak ve aşkı elde edemeyecek. bence evet böyle. benim aklıma yattı.