cnn türk ekonomisti emre alkın aldığı son dakika haberi sonrası ''ben ne doları ne borsayı ne altını konuşmak istemiyorum. sabırlar taştı'' dedi. başbakanı kadar soğukkanlı! olmamasını ise kendisine yakıştıramadık...
imf türkiye temsilcisi mark lewis'e gösterilen protestodur. mark lewis'in çevik bir şekilde kürsüye sığınması olası görüntü kirliliğinin önüne geçmiştir.! ''yumurtayı severmişte üstü kirleniyormuşmuş'' bak yaw.
hafızalara, bünyeye, mideye her yere saplanır. çıkmaz.
gün gelir bir hafta evden çıkmazdım. hani kendi kendini depresif ilan etme durumları. polyannacılıkla da pek ilgilenmiyorumdur o vakitler. anne baba da diş gıcırdatma olayındadır. ciddi ciddi evde fazlalığımdır. camışlar gibin hiç kalkmadan yatsam anca o gadaa mutlu olurumdur. bunun nedeni yıllarca ağır bir üniversite eğitiminin ardından dinlenme değil tabii ki de. çoğunun inek bağlasan bitirir dediği bölümden mezun olmuşumdur ve işe başlamam için sınava girmem gerekiyordur. ben henüz kendimi sınava hazırlanma aşamasında görmediğimden böyle hayalete bağlamışımdır.
işte böyle bir ruh halinde tanıdım osman'ı.
sınıfa ilk girdiğimde kafayı kaldırdığım an gördüm onu. o kadar ışıltılısını görmedim görmemde. bu kadar delici bakış anca hafif animasyonla elde edilir. iyi ki sürekli bakamıyordu. utangaç olması karşıdakinin bu etkileyici bakıştan kurtarıyordu. kendime döndüğüm an içimin burkulduğunu hissettim. osman'dan gelen yoğun hisler beni köreltmişti. gülümsüyordu çoğunlukla ama yine de merak uyandırıcı bir bilinmezi vardı. acılı bilinmeyen.
o aralar daha kalkmamıştı şu sarı dosya zımbırtısı. teneffüste açtım dolabı tek tek okudum herkesi. osman'a geldiğimde mıhlandım.
mardin'li.
anne baba ayrı.
anne mardin'de, baba izmir'de.
amcasıyla yaşıyor osman.
amca oğluyla (mahmut) aynı sınıfta. onun dersleri çok iyi osman'a nazaran.
dokuz yaşında osman ama. mahmut'tan daha küçük bünyesi.
ve mahmut sıcakkanlı , konuşkan. osman'ın cümleleri bitmiş gibi çoktandır, dondurucu.
on güç geçmişti ama ben alışamamıştım hala. okuldan döndüğüm an tek konu vardı osman. osman'ın bügünkü attığı gülücük sayısı, osman'ın derslerden alamadığı ödülleri ona türlü bahanelerle vermem. hatta evlat edinmek için yapmam gerekenler!. bu durum annemde ''bıraksa işi de yatmaya devam mı etse'' düşüncesine kapılmasına yol açmıştı ama ben ciddiydim kendimce.
bir gün beden eğitimi dersinde tek başına dolanan o'na gittim. gülümsedi ama gözleri yine habersizdi bu gülücükten. konuştum durmadan. ona cevap hakkı vermiyordum. bu durum hoşuna gidiyordu. derken konuyu ailesine getirdim.
- annem yok. babam izmirde. bir kere beni de götürdü izmir'e, dedi. bu sefer gözlerinde birkaç belli belirsiz yıldız gördüm.
+ denizi gördün mü, dedim.
- evet, dedi. ilk defa yüzüme baktı ve içten gülüyordu.
işte o an ağzımdan çıkanları ben de onunla duydum.
-bundan sonra hep yanındayım osman. ne zaman istersen yanında olacağım. seni hiç bırakmayacağım.
o son cümleden sonra koşarak ayrıldı yanımdan osman. arkadaşlarının yanına gitti ve mutluydu hissettim.
öğle arası verildiğinde yerime başka biri oturmuştu. kıl oldum hatuna. 3/a nın yeni öğretmeni dediklerinde başım uğuldamaya başladı. görev sürem bitmişti. ne bok yiyeceğimi bilmez halde sırıtır gibi yaptım.
ben önde o arkada sınıfa girdik. bişiler saçmaladım. yeni öğretmeniniz bla bla... kadını yalnız bıraktım ve dışarı çıktım. titriyordum. kendimle tartışıyordum. kadını sevmedim, soğuktu. yakından ilgilenemezdi ki osman'la. ben napmıştım; güvensizlik tohumlarını tekrar yenilemiştim.
derken kadın vedalaşmam için sınıfı boş bıraktı. girdiğimde herkes kırgındı bana. en çokta osman. sağanak halindeydi. gözyaşlarını saklama gereği hissetmiyordu. çocuk olmanın en büyük kozunu kullanıyordu ve ben hiçbir şey yapamadım.
5 sene geçti. ana baba yoksunluğu üstüne bir de ben attım kazığı ona. brçok görev yaptığım yerden iz kaldı hayatımda ama hiç böylesine acı iz yaşamadım - yaşatmadım.
3 arkadaş girdiğimiz eczaneden
ben 455 tl
arkadaşım 300 tl
diğeri 180 tl vererek çıktı.
neymiş cilt ve saç testi yaptırtcakmışız.
büyüteçle yansıttığı ekranda görülenlerden sonra ne istese verirdik zaten!
ben en son girdim teste o ana kadar dalga geçtim hepsiyle.
ama sıra bana geldiğinde ekrandan kafa mı kaldırıp hatuna öyle içli bakmıştım ki bana;
-ablam ben sana vercem bişiler merak etme sen hemen düzelcek suratın, dedi.
ben de çıkardım verdim 455'i.
eve geldik. aynaya baktım. sonra bizimkilere baktım.
beyazatlinick: kim gaz verdi bana?
a: ya acelemiz vardı ya tam bakamadıkta baksana ben de kaç para verdim.
b: kızım memnun olursunuz ürünlerden ben daha öncede kullandım ama hiç bedava bişi vermedi bu.
a: tamam yarın gidip bikaç krem alalım bedavaya.
beyazatlinick: o değilde benim suratım o ekrandaki gibi mi ya doğru söylen, işe yarar demi kremler, hıı?
okuduğu sınıfın bir hayli üstünde gösteren fiziki yaşı ile yine de çocukça hareketler yapmaktan kendini alamayan her derste ben de bu sınıftayım dercesine yaptığı hareketlerle beni çileden çıkaran,aniden yaptığı mimiklerle de ürkütücülükte üstüne tanımadığım öğrencimdir kendisi. geçen sene okuma yazmada zorluk çektiği için üstünde fazla durmamdan dolayı bu sene de ona ayrı alaka görmemi isteyen hürriyet, dün ona 'hürriyet sen gerçek misin?' diye sormamı da sağlamıştır.(ne gelişim ne de eğitim psikolojilerine uygun davranmıyorum ama ne yapayım o da yaşına göre davranmıyor. freud onun için yeni bir kuram çıkarırdı,çıkarmalıydı)
metin tamamlama etkinliği yapacaktım ve yaklaşık beş dakika boyunca başlık yerini boş bırakın,tamamladıktan sonra kendiniz başlık koyacaksınız, paragraf başı yapın diye uyarılarda bulundum. tam başlayacakken bir parmak kalktı.
hürriyet: öğretmenim başlığa ne yazacağız?
geçen dönem sosyal bilgiler dersinden sınav yapıyorum. sınavın başlangıcında soruları tek tek açıkladım. bir kaç kez anlamayıp tekrar soranlar oldu bütün sınıfa tekrar anlattım. sorular; test ve boşluk doldurmadan oluşuyordu. kağıtları dağıttım ve yerime oturdum. defteri doldurdum. sıraların arasında dolaştım. artık sınavın bitmesine az kalmıştı. yerime oturdum. kafamı kaldırdım sırıtık ifadesiyle (ki biliyorum sırıtma kelimesi hürriyetle birleştiğinde feci sonuçlar doğuruyor) gelen hürriyet'ti.
beyazatlinick: evet hürriyet, noldu?
hürriyet: öğretmenim ben bu soruyu anlamadım.
boşluk doldurmaları yapamamıştı anlattım. ''bak yukarda kelimeler var. bunları aşağıdaki yerlerden uygun olanlara yazacaksın.'' tamam dedi ve gitti.
ben biliyordum bu tamam, bildiğimiz tamam değildi. bir kez başladı mı arkası da gelecekti bu gelişlerin.
dakikalar geçiyordu. pencereden dışarı bakıyordum. o an sırtımda bir ürperti hissettim. döndüğümde karşımda yine o'nu gördüm.
kafamı kaldırmamla;
hürriyet: öğretmenim ben bunu yapamıyorum!?
zaten yapsan şaşırırdım der gibi elindeki kağıdı aldım.
hani ağlamakla, gülmek arası ne idüğü belirsiz bir duygu vardır ya, hani ben nerdeyim? - burası neresi dersin?.. dünya durdu sadece hürriyetle kaldık. bunu fark etmek bile beni uyandırmaya yetti. yüzüne baktım, baktım ve otur dedim. başka diyecek bir şey bulamadım. sen buraya fazlasın, ikimize burası dar, diyemedim. sen dur ben gideyim, diyemedim.
sınav kağıdının sonuna ''başarılar...'' yazmıştım. hürriyet o noktaların olduğu yere koyacak bir kelime bulamamıştı, haklıydı.
milli eğitim bakanlığının 40 bin ithal ingilizce öğretmeni getirmeyi planladığı söyleniyor. yani henüz iddaa.
buyrun haberi okuyun. http://haber.mynet.com/de...-ogretmeni-geliyor/561791
evet bu iddaa gerçekleşebilir mi? ahha neden olmasın. hem de ne güzel olur. hatta ithal tarih öğretmenleri?! gelsin bence o daha iyi olur.
nimet, valla ne diyim ya.
edit: doğruymuş. nimetim söyledi. 4 yıl içinde yavaş yavaş dedi. eğitimin içine yavaş yavaş etmeye devam dedi. durmak yok yola devam dedi.
bir abi ya da abla olarak kardeşin sizde oluşturacağı asit baz etkisi.
dakikada dokuz doğurma ihtisasına sahip, evham hakkında doktora tezi bulunan garip anamın bu özelliklerinin kalıtsal olduğu benim kartlaşmam sonucu ortaya çıktı.
geçen yaz annem, babam ve ben gece yatma hazırlıklarına girişirken durduk yere aklıma kardeşim geldi. anneme; bugün görüştünüz mü?, dedim. hayır, dedi. tabi annemin o dakikadan sonra kardeşime konsantre olacağını unuttum. ben yatağa gittim. saat o ara 1 falan. derken uykumun arasında bir nefes hissettim. gözümü araladım. annem oda da dolanıp duru.
beyazatlinick:anne?
annem:...nihad'ı arıyorum açmıyor.3 saat oldu.
beyazatlinick:nasıl? uyuyodur, yani?
annem:içim acıyor...
hemen fırladım. aldım elime telefonu. sanki ben aradığımda açacak gibi. o dıııııt sesinin bu kadar iğrenç olduğunu o an daha iyi fark ettim. yok, yok, yok. kardeşimin camış gibi uyuduğunu ve uyku ağırlığının eziciliğini bilirdim ama aralıksız aranan telefonlara balgam çıkarma efekti de olsa bir ses verdiğine çok şahit olmuştum.
annem'in bir kaç kilo verdiğini ve bir kaç yaş da yaşlandığını fark ettim. ağlamıyordu ama sürekli bişey var diyordu. ona bakmamaya özen gösteriyordum. babamsa kaşlar çatık saati kesiyordu. bir ara annemi elinde toz beziyle banyodan çıkarken gördüm.bir anda aklıma bunun manitası geldi.
beyazatlinick:anne, kız arkadaşını arayalım.
annem:aradım. önce çalıyordu şimdi kapalı.
vay anasını. zaten gözüm tutmamıştı o gızı. iyice kıllanmıştım. artık ne oturcak ne de ayakta duracak halim vardı. uzandım elimde telefonla. nefesim ise sürekli içerde bir şeylere takılıyordu. midemde gergedanlar tepişiyor, öksürüyordum. annemin 'sen yat beyazatlinick' dediğinde gözlerim fotoğrafında elimde de hala telefon vardı.
nihad:alo.
beyazatlinick:hayvan.
nihad:noldu be?
beyazatlinick:nerdesin?
nihad:uyuyordum. oha, ahmet abiyi de mi aradınız?
o bunları söylerken ben klazote çökmüş kusuyordum. binbir hevesle yediğim sarmaları.
ahmet abi: polis olur kendisi. babam onu aramış. bu telefonu açtığı sırada devriye arabsı gelmiş kapının önüne.
ertesi gün ***
beyazatlinick: ne biçim adamsın sen yaa?
kardeşim: bütün karakollara haber verseydiniz, az polis geldi.
beyazatlinick: hayvan annem acayip oldu. ben ee (oha ağlıcam) öhüm midem ağrıyo yaa.
kardeşim: o değilde fotoğrafıma baktınız demi? ahahaha
beyazatlinick: sus!!
kardeşim: çerçeve düşüp kırıldı mı? ahahaha
beyazatlinick: çata..
işte o gün bugündür üzülsem, heyecan yapsam mideme oturur bir gergedan aman aman. kusasıyaca rahatlamam.
akşam yemeklerinin yemekteyiz programı ile aynı dakikalara denk gelmesi ile yaşananlar ve yaşanması muhtemel olaylardır.
x: beyazatlinick
y: ev arkadaşım
x: bu ne?
y: brokoliiii?
x: neden canlı bu? yerken viyaklıyo?
y: şokladım.
x: haşlamadın yani.(geçen bölüm yemekteyizde hatunun biri haşlamadan sıcak su-soğuk su brokoliyi zombi yapmıştır)
y: ya haşladım da az haşlamışım galiba. ama rengi ne güzel demi yemyeşil ehuehue.
x: asdfghasdfgasd.
y: beyazatlinick blender alalım eve.
x: hö?
y: sebze çorbası yapcam.
x: çorba yapmak için blender?!
ev arkadaşla birlikte manava gidilir. iki tarafta hiç yememiştir avakadoyu. ama bir hafta yarışmacılardan biri avakadolu salata yapmıştır, çok güzel olmuştur?!
y: avakado alalım hadi?
x: hadi bakalım.
x: napıyosun? al birini işte bi de seçiyo tey allam.
y: yumuşak olanlar güzel oluyomuş.
akşam***
ev arkadaşı soyup ağzına atmıştır bir parça.
x: nasıl?
y: sen de ye söylemem.
x: danalaşma söyle be?
y: ı ı sen de ye.
ağza atılır, sonra tükürülür.
x: yuh yaa.
y: yüzüne sür. seda sayan her sabah bunla temizliyomuş yüzünü.
x: aha yaaaaaaaaaaaaaaa.
cengiz (13)
mehmet(12)
semra(10)
selma(9)
yeşim(7)
gülçin(5)
songül(3)
kader!!(1)
yarım kalmış bir ev...
*1.50 var ya da yok. kapladığı alan önemsiz. yeşil gözleri onu diğerlerinden ayırmıyor belki ama ardında bıraktıklarında da hep onun bakışları var, yemyeşil. ne şimdiki ne de geniş zaman artık.
a: zaten zorla evlendirdiler.
b: ben dört çocuk getirdim sonra onu evlendirdiler.
- o zaman otuz bile değil daha?!
a: yok hoca çok gençti daha.
*yaşam denilen kavram yaştan türediyse onun için yaşam farklıydı. yaşı yoktu ki daha ne yaşasındı!
c: zaten ev yapıyorlardı. bu kadar yorma dedim kendini ama...
ağıtlar arasında girdiğim evin tavanı naylon kaplıydı. toprak dökülmesin diye herhalde. topraktan yapılı evin içinde süren hayatta göze kaçacak kum tanesi sinir bozucu olmalıydı. gerçeği göze sokmak gibi.
iki odadan diğerine ilişti gözlerim. bir yatak vardı içeride, yorganı yarı açılmış. anı uyutmak için olsa gerekti uyutabildiği yere kadar.
b: zaten hep hastaydı.
ölecekti yani. ölümünü bile bile mi bu kadar ağır yükler yükledi peki küçücük omuzlara?
adalet ya da söz hakkı, onun sözlüğünde yoktu. düşünmek yasaktı. amaç: çalışmak ve çocuk doğurmaktı. gecelerin karanlığı yeni sorumluluklara gebeyken, amaç zevkten çok geceyi doldurmaktı. çocuklar arasındaki yaş farkı ne kadar azsa skor o kadar kuvvetliydi.
zaten bir aydır elimden bırakmadığım mendilim bugün gözlerimi siliyordu. buğulanan gözlerimle ağıtların ev sahibi acılı! anneyi gördüm. hınçla doldu yüreğim. kızının cansız bedenine ağlamak gereksiz be kadın, elinizle mahvettiniz hayatını diye tısladım dişlerimin arasından. ancak onunda bir kadın olduğunu hatırladım ve döndüm içime.
cengiz (13)
mehmet(12)
semra(10)
selma(9)
yeşim(7)
gülçin(5)
songül(3)
kader!!(1)
yarım kalmış bir ev...
...annemi getiriyorlarmış öğretmenim, artık burada kalacak.
o yaprak kıpırtısı gözleri sarar mısın diye söyleyemedim. 'annenin artık yemek borusu yok semra. annen senin bildiğin sıfattan çıktı. yemek yiyemiyor ki 45 gündür senden alsın yemek yapma işini'
...sadece cengiz ve mehmet gördü ölmeden bikaç gün önce annelerini. tanıyamadılar. getirdiklerinde ise rahatlamış bedenini feryatla inlettiler köyü.
silik başladı hayata fikriye. ardında sekiz çocuk bıraktı. yarım yarım sekiz hayat. en küçüğünü doğurdu öyle yattı hastaneye. onun ilerde yaşayacakları hiçbir zaman tam olamayacak çünkü göremedi bile dokuz ay taşıyanını.
hee bir de yarım bir ev var tabii. başka silik hayatlara gebe...
küçük bir çocukken babanın sessizliğiydi korku, annenin ise çakmak çakmak gözleri ile terliği eline alıp kullanmadaki gösterdiği üstün başarı.
biraz büyüdükçe derinlikte büyüdü. mekanizmanın hızlı çalışması o yaşın getirilerini yerine getirmenin çabasıyla birleşince korkuda büyüdü.
aslında çokta gizli işler çevirmedim ben. bu da annemin çakallığından kaynaklı tabii. öyle bir yetiştirmiş ki hatun beni. daha avlu kapısının açıldığı anda başlardım anlatmaya. ''öğretmen şunu dedi, bunu dedi. zeynep oyuna sokmadı beni. bestamiye kestane dedim diye beni öğretmene şikayet etti'' falan. e konuşma aralarındaki teklemeler annemin gözünden kaçmazdı tabi. noldu? neden sustun? başlardım anlatmıcam dediğim olayı tekerleğin icadından anlatmaya. yaş ilerledikçe. sırlar arttı.
annemle paylaştıklarım gitgide azalmaya başladı.
lise-üniversite ve iş hayatı.
kendi ayakları üzerinde durabilecek düzeyde olabilmecek miyim korkusu sanırım ilk 2007 aralık ayında saplandı beynime.
24 saatlik uzakta tek başına olmak. anlatılanlar farklıydı. dil sorunu dediler, ulaşım sorunu dediler, güvenlik sorunu dediler. korkmamalıydım. hissettirmemeliydim. annemin ve babamın titreyen çenesine karşın dik durmalıydım. önyargılı değildim. en kötüye alıştırmıştım kendimi.
işte o zamanlar korku,bunu karşıdakine hissettirmekti.
en kötünün boyutunu yaşamadan bilemezmiş insan. geçiş bölgesi ?!, aynı sınıf içinde sadece benimle değil birbiri ile bile anlaşamayan öğrencilerin olması?!, bir saatlik mesafenin üç saatte alınması?!
annemle artık burdan birşey paylaşmıyorum. anlıyor tabi. o paylaşıyor benimle. sezin teyzenin bugün günde neler dediğini. yalancı muhabbetler belkide. ama o anı kurtarmak ve sesimi sağlıklı bir şekilde duyabilmek onlar için kafi.
ilk geldiğim sene bir arkadaşına söylerken duyduğum cümle beni onu üzme korkusuna gebe bıraktı.
-her gece yatağa girdiğim an ya onu sabah duyamazsam korkusuyla çoğu gece uyuyamadım-
şimdi korku, nefes alan canlı ile özdeş benim için. kimin neden ve ne şekilde neyi savunduğunu anlamıyorum. anlam vermeden sıçtıkları ülkemi harcatmaya niyetim yok.
hiçbir ayrım gözetmeden verdiğim eğitimin puf diye kaybolduğunu biliyorum.
adım adım yok olan değerlerimin hala inşaatını yapıyorum.
birçok defa yaşamış olmama rağmen bu durumu, yine de ah kafam eşşek kafam deyu duvarlara vurmayalı çok olmuştu demek.
bilenler iyi bilir. bilmeyenlere de anlatalım. doğuda iki üç hanelik köylere yapılan okullara, lojmanda yapılır. kiralık mülk düşüncesi saçmalıktır. okul ve lojman bitişiktir. tek çatı altında. öğretmen okul ve lojman arasını çabuk katetsin, fazla etrafa bakıpta gurbeti yad etmesin, zaten ilçeye ile ulaşım yok kıçını kırsın otursun hesaabı. her neyse okuldan eve gelmişim ama getirmem gereken beyaz kağıtları dolabımda unutmuşum. hemen bayırdan aşağıya seyirten sınıfımın en çalışkan öğrencisi cansel'i yanıma çağırdım.
-cansel al bu anahtarı. bak bu anahtar bizim sınıfın dolabının anahtarı. bunu hede öğretmenine ver. beyazatlinick beyaz kağıtları istiyor de hadi bakayım.
cansel'in gözlerinin ferinin gittikçe yok olduğunu görmemle,
-cansel sen bu anahtarı hede öğretmenine ver. beyaz kağıt de. beyaz kağıt.
***
üç dakka bilemedin dört dakka sonra sınıfımın en cin öğrencisi ömer kapıyı çalmaktadır.
ömer: öğretmenim hangi dosya??
beyazatlinick: hee. beyaz kağıt oğlum. dolabın içinde beyaz kağıtlar var onları getir.
ömer'in cin gözleri bana başaracağımızı işaret ediyordu sanki. ta ki kapıyı kapatana dek.
kapıyı örtme eşiğindeyken;
sessiz ve derinden. öğretmeninin yüzünü kara çıkartmadan bu işi halletme hevesiyle sayıklar gibi;
ömer: mavi dosya-mavi dosya- mavi dosya.
hemen, geçecek olduğu mutfak penceresinden;
beyazatlinick: ömeeeeeeeeer dosya değil beyaz kağıııııt.
ömer: öğretmenim siyah??
***
kıssadan hisse: öğrenciler öğrenmekle yükümlüdür. kendi işin için o naciz bedenleri yormak insafsızlıktır. kendi işini kendin görmek bedenen ve zihnen!! sağlıklı yapar.
canlı para denen yarışmanın denk geldiğim tüm bölümlerinde 2 kardeşin mutluluğu ve hüznü paylaşmasıdır. tabii ki herşey sahtedir. asgari 25 yıllık ömrün, yine asgari 10 yılını kardeş denen şahsiyetle paylaşanların yarışma ortamında ''sana güveniyorum'' - '' olsun yarışmakta güzeldi'' gibi cümlelerle geçirmesi akılları dumura uğratır. biran kendi kardeşcağızımla katıldığımı düşündümde;
engin: evet öncelikle şıkları görüyoruz. hafize - cemile - feride. danişmentlilere gelin giden türk büyüğünün kızının adı nedir?
kardeş: ee neydi soru bi sn?
beyazatlinick: arkanda yazıyo ya saf. hep hazırcılığa alıştırdı zaten annem seni.
kardeş: sus be. şii baksana şu öndeki kız kesiyo lan beni. neyse ben bilmiyorum moruk bunu.
engin: evet 20 sn.
beyazatlinick: cemile sanki.
kardeş: amaan koy gitsin hepsini yaa. bitsin şu yarışma işim var benim.
***
engin: vee 100 tl kazandınız alabilirsiniz paranızı.
beyazatlinick: yihuu biliyordum zaten. inanın hiç şüphe etmedim cemileden.
kardeş: (ağız elle kapatılarak)tipe bak yaa. hep yalan dolan be hayatın. hiç şüphe etmiyormuşmuş. tey allam bi sus yaa.
beyazatlinick: ben olmasam bir hiçsin kapa çeneni.
kardeş: bak soru bilemeyip bana bakarsan ağzımı bile açmam, yüzüne tükürürüm şimdiden söyleyeyim.
***********************
muhtemelen eve küs dönerdik. kazansakta kazanmasakta. ama ertesi günlerde birlik olup enginle dalga geçerdik.
programların altından hızla geçen, konuk olan uzmanın bilgilendirmeleriyle izleyenlere yeni ufuklar! açan sorulardır.
biraz önce babamın yok artık ifadesiyle dikkatimi çeken ve ağzımız bir karış açık olarak tekrar tekrar okuduğumuz bu az sonra sorusunu sizinle paylaşmaktan kıvanç duyarım.
-gen haritasıyla oynayarak ölüm algısı değişir mi?
*** ölüm algısının değişmesi??
öldüğünün farkında olmamak yani.
farkında olduğu şeyden etrafındakilerinin de farkında olmaması tabii ki.
cevabını dinlemedim tabi arkadaşım. tavuklar gibi kafa kesildikten sonra bikaç dakka zıplıcaz mı anasını satim.
akşamında belimin yarım ay şeklinde ağrımasından ötürü hiç sevmediğim olay olan muayene durumuna isteksiz gitmeye karar vermişimdir. korkum böbrekte taş felan çıkmasıdır.
a: 80 yaşında olduğunu sandığım ancak duvardaki belgesini incelediğimde (en sevdiğim şey: doktorların duvarlarını ditmek) 54 doğumlu olduğunu öğrenip dumura uğradığım, sol gözü kısık, konuşmaya mecali kalmamış kişi, doktor. (bence sol gözden başlamış onun ölüm)
beyazatlinick: korkusu diline vurmuş insan.
a: evet, şikayetiniz.
beyazatlinick: dün akşam çok kötü ağrıdı buram. (sağ taraf böbrek-boşluk-göbek deliğine kadar ki alan)
a: önceden de ağrıyor muydu?
beyazatlinick: yani kışın da çok ağrıdı ama ben sıcak tutup geçiriyordum! (doktor da kimmiş) soğuk algınlığı diye düşünüyordum yani ehuehu (saman beyin)
a: hmmm. peki idrar yaparken yanma var mı?
beyazatlinick: hayır.
a: peki büyük tuvaletiniz?
beyazatlinick: (içses: sen haftalarca sıçama gel burda sıç işte) yani evet oluyor. ama ben onun psikolojik olduğunu düşünüyorum. (doktor da kimmiş 2)
a: hehehe. (gülmeye çalıştı) sol göz açılmaya çalışıyor.
neyse muayene edilir. nefes al - ver.
a: peki o zaman kan-idrar tahlilleri. böbrek karaciğerden röntgen istiyorum.
***
a: hmmm. böbrekte kum ve aşırı kansızlık var.
beyazatlinick: ama ben ilaç kullandım bikaç hafta boyunca normale döndü demişti doktor. (sana inanmıyorum bayım)
a: ama dönmemiş. (sinirlenme eğilimi)
a: eveeeeeet. (röntgene bakar) gazdan dolayı görünmüyor. yazacağım ilaçları kullan.
beyazatlinick:hee öle diyosunuz yani. ''ama ben gazında psikolojik olduğunu düşünüyorum demeyi istedim evet ama doktor beyin içindeki delikanlı ağız burun dalabilirdi tırstım.
edit: sadece subjektif bilgiler içeriyor diye silinmiş entrye tanım ekledim. objektifleşmiştir umarım.
uzun zamandır tanık olduğum, binbir umutla pür dikkat okumak için açtığım başlıkların fos çıkması durumu.
bkz. için o piti piti yapıp sol baştan seç koçum.
çok samimi olduğunuz, yediğiniz ettiğiniz ayrı gitmeyen kadim dostunuzun, evlenip kurduğu barkı yerinde görmektir.
siz; ehheey evlenmek mi hayır tabii ki. kendimi hazır hissetmiyorum ya da hissettiklerim hazır değillermiş triplerindesinizdir.
ancak kapıyı kapattığınız anda karşılaşacaklarınız korkunçtur. kusmuk dolu sorular vardır mesela ardı kesilmeyen.
- bırak artık asi tavırları ne zaman evleneceksin?
- bak yaşın geçiyor söyleyeyim. benimkinin bi arkadaşı var tanıştıralım mı* seni?
- yoksa korkuyor musun hala evlilikten?
bu sorular armudun sapı üzümün çöpü atasözü ile son bulur.
eğer şanslı değilseniz karı-koca arasındaki şakalara fransız kalırsınız. bir hayatı çift yaşamak tüm çekiciliği ile karşınızdadır. hele bir de çocukları varsa enkaz yığınısınızdır.
sağlığınız için evlenen arkadaşla tüm bağları kopartın.
şuan ki aldığım en sıcak bilgiye göre hala sıralamayı açıklamamakta ısrar eden meb hacklenmiş ve sıralanma açığa çıkmıştır.
fason olma ihtimali olsa da kpss mağdurları arkadaşlarımın bilgilenmesini istedim.
buyrun link: http://cepkpss.blogcu.com...rans-siralamalari/8717029
karşı komşumuz bahar ablanın sevaptır diye beslediği kedilerin mutfağımızı yağmalaması sonucu oluşan durumdur.
mübarek ramazanın şu günlerinde oruç bünyeye küfür ettiren, türlü işkencelerle kedileri öldürmeye sevk eden bahar ablanın neyi amaçladığını ailecek anlamamışızdır.
bu şeref yoksunu kediler, benim burnumda tüten yemekleri, hem g.tü üç buçuk atarak * hem de ne götürürsem yanıma kar mantığı ile mideye indirmesi olacak iş değildir.
balkonda topladığımız kızarmış butlara mı yanayım?
o enfes mercimek çorbasına mı?
neyin peşindesin bahar abla?
türlü işkence metodları ile hafızanızı şenlendiren karakterlerdir. her daim karşıma çıkarlar. o an gözlerimi kapatır. hemen hayali bir ring kurar rockynin onun beynini dağıtışını zevkle izlerim.
bir alışveriş merkezindeyim. arkadaşım spor ayakkabısı almış, onun ödeme yapmasını bekliyor, bir taraftan da etrafı izliyorum. derken kulağıma bir bey sesi geldi.
bey: hayatım kredi kartımı verir misin?
evet beyefendinin kartı eşindeydi. eşi minyatür bendenizdi. biraz asabi ancak dominant tavrıyla kıçıma benziyordu. etkilediği tek kişi karşımdaki minyatür beydi. ödemeyi yaptılar ama beyin aklına bişey gelmiş olacaktı ki görevliye bir şeyler anlatıyordu. geçenlerde aldığı ayakkabısı fazla esneme yapmıştı ve içine kalıp koymak istiyordu. ancak ıkındığı bir durum vardı. ben ve görevli merakla bekliyorduk konu neydi. derken o mükemmel soru geldi;
bey: hayatım ben kaç numara ayakkabı giyiyorum?
minyatür bendeniz: 41 canım.
nefes alamadım. kendimi dışarı attım ve o emektar görevliyi alnından öpmek için çıkmalarını bekledim.
yorum: adamın tipine özellikle dikkat edilmesini istiyorum. ülkenin ne hale geldiğinin bariz örneği.
sakalına tüküreyim senin herif ne biçim fantazilerin vardı. ***
4 yıllık üniversite hayatım boyunca ev arkadaşımdı kendisi. o zamanlar saf burçindi.* hakkaten saftı çünkü. erkek arkadaşı ile kavga eder 'daha doğrusu erkek arkadaşı buna kavga eder' eve gelir, bize meramını anlatır, bizden de şamarı yerdi. onun bu haddinden fazla olan saflığı ve alttan almaları beni çıldırtırdı. ****
kahvehane de oturan erkek müsveddesinin onu azarlamalarını mı anlatsam, binmesi gereken dolmuş yanlarından geçerken sevgilisinin 'burçin saf saf bakacağına elini kaldırsana' demesini mi.
tek istediği mutluluktu diye düşünürdüm. karşı cinsten alacağı biraz saygı. gözlerindeki hüznü gördükçe lanet ederdim onu anlamayan takozlara. dostumdu çünkü benim.
derken okul bitti. bizim ayrılmamız imkansızdı. evlerimiz de yakındı çünkü. ama tuhaftır hayat bekleneni vermez. benden de hep en sevdiğim dostlarımı almıştır.
sevgiliden ayrılmak koymadı hiç bana. sebep-sonuca bakar öyle devam ederdim çünkü. * ama dostluk başka. çok başka. herkes gider ama o kalır...
bir gün sessiz sedasız çekip gitti saf burçin. kapattı tüm pencerelerini, kesti tüm bağlarını. çok uğraştım. birine küsmeyi bile beceremeyen burçin benle bağlantılarını koparacak ha imkansızdı.
günler süren uğraşlarımdan birşey elde edemeyince kalakaldım. ağladım. çok ağladım.
hala neden gittiğini bilmem 5 sene geçti.
ve kurduğumuz hayalleri bizsiz yapıyor çoktandır. seni azat ettim artık burçin; olman gereken zamanda ve yerdeydin. şimdi anlıyorum, ben sadece o zamandan çıkamamıştım.
bayanları küçümsemekten çok bağyan katagorisine giren kişilerin neden böyle bir şeye giriştiği anlaşılmayan durumdur. başlıkta anlatılmak istenen sıçmanın boyutu değil tuvaletin kullanımıdır. bayan dediğin görgülü, tertipli, otururken eteğini düzelten, eğilince çatalını saklayan *, kibar, ince ...vs değil midir? iyi de neden tuvaletler de böyle değilsiniz be hey al yazmalılar.
kapı arkasına numaradan tutta, ilginç şekiller çizip, mani yazmak...
alafranga tuvalete pis diye oturmadan üstüne tüneyip sifonu çekmemek...
hele bugün karşılaştığım manzarayla hayatımın bundan sonraki tuvalet dönemini yok sayıyorum.
tabii ki sifon çekilmemiş e haklı kız o sifona pis elleriyle dokunuyorlar. e be hayvan diaresin işte oraya kadar zor tutmuşsun biz bilmek zorunda mıyız?
ama asıl durum şu; ondan sonra giren dişi ise orayı öyle bırakıp içindeki kötü ruhu kapı arkasına çıkarmış.
ikinizide tebrik ediyorum. başarılarınızın devamını dilerim.
edit: yazarın bayan kişisi olduğunun anlaşılmaması şaşırtıcı doğrusu.
(bkz: sapık mıyım lan ben)