beyaz etli prens
1679 (johannes kepler)
dördüncü nesil yazar 17 takipçi 231.28 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    2017

    126.
  1. bugün 3 Ocak 2017... yani berbat geçen bir 2016'dan sonra, büyük ümitlerle girdiğimiz 2017'nin üçüncü günü... peki 2017'nin ilk 3 günü nasıl geçti ?

    1 Ocak 2017: silahlı bir kişi (uzun namlulu silahlardan bahsediyoruz, yani montunuzun altına saklayıp sokakda gezemezsiniz) yeni yıl kutlamaları sırasında istanbul'un en popüler gece kulüplerinden birine girerek kalabalığa rastgele ateş etti. olayda 39 kişi hayatını kaybetti, 65 kişi ise yaralandı. silahlı saldırgan olaydan sonra kıyafetini değiştirerek kaçmayı başardı.

    2 Ocak 2017: cübbeli ahmet hoca (kimdir ? nedir ? ne iş yapar ? belli değil. hiç bir vasfı olmayan bu adam nasıl oluyor da dini konular hakkında sağda solda kafasına göre vaaz veriyor ve söyledikleriyle gündem yaratabiliyor sorgulayan yok. ülkede dev bütçeler ayrılan bir diyanet işleri var ama dini konularda gündemi genel olarak bu adam belirliyor. işin tuhaf tarafı, diyanet işleri de bu duruma dair bir aksiyon almıyor. nesye...) "satranç oynayan lanetlidir." gibi bir laf etti ve yeni bir gündem yarattı. yurdum "twitter solcuları" yukarıda parantez içinde değinilen konuları hiç sorgulamadan, cübbeli ahmet hoca'nın tezini satranç oynarken resmedilen osmanlı padişahlarıyla çürütmeye çalıştılar. böylece aslında dolaylı olarak karşı çıktıları "türk halkının kültürel ve sosyal değerlerinin temeli osmanlı hanedanlığı tarafından belirlenmiştir." tezini fark etmeden desteklemiş oldular. yani laik ve demokratik türkiye'yi "osmanlı halifesi yaptıysa doğrudur ya" diyerek savundular. (bravo !)

    bu arada uluslararası haber ajansları yılbaşı gecesi yapılan saldırıyı ışıd'ın üstlendiğini duyurdular. bu haber türkiye'de çok da yer bulmadı...

    3 Ocak 2017: yılbaşı gecesi türkiye gündemini argoya varan bir üslupla eleştiren, bu söylemini türkiye'ye hakaret ederek bitiren ve bunu sosyal medyadan paylaşan barbaros şansal, yılbaşını geçirdiği kıbrıs'tan döndüğü uçaktan iner inmez bir grup kim olduğu belli olmayan adam tarafından linç edildi. aslında cübbeli ahmet örneğinde olduğu gibi barbaros şansal da hiç bir politik veya siyasi alt yapısı olmadığı halde protest bazı kesimlerin temsilcisi haline gelmişti. (çünkü biz düşünmek yerine popüler karaktleri idolleştirip onların düşüncelerine katılmayı, yani beynimizi outsource etmeyi tercih ediyoruz) bu arada barbaros şansal'ı linç eden adamların apron bölgesine nasıl girdiği de belli değil. zira aprona sadece apron kartı sahibi havaalanı çalışanları ya da özel izin verilen basın mensupları, güvenlik güçleri, diplomatlar vs. girebiliyor. bu özel izni bu adamlara kim, nasıl verdi ? ha gizlice aprona girdilerse bu nasıl bir güvenlik anlayışıdır ? bu adamlar ya terörist olsalardı ?! neyse, tabi ki şu anda bu olay özelindeki tartışmalar genel olarak barbaros şansalın dövülmesini haklı bulanlar ve kınayanlar çerçevesinde dönüyor. daha fazla sorgulayan yok...

    bu arada yıl başı saldırısı gerçekleştiren teröristin taksim'de çektiği selfie videosu bile sosyal medyaya düşerken, saldırgan hala bulunamadı...

    hadi bakalım, 2017 hepimize hayırlı olsun...
    6 ...
  2. fatih terim

    4944.
  3. kendisi euro 2016'da görev yapan teknik direktörler arasında en fazla parayı kazanan 3'üncü teknik direktördür, ki bu paraya reklam ve sponsorluklardan aldığı ücretler dahil değil.

    diğer taraftan 1 dünya kupası ve 1 avrupa şampiyonası kazanmış vicente del bosque ve joachim löw bu sıralamada fatih terim'den sonra yer almaktadırlar.
    5 ...
  4. stockholm

    44.
  5. şu aralar pek bir popüler olan, fakat şehsen biraz abartıldığını düşündüğüm avrupa şehri. ayrıca isveç'in başkenti olur kendisi....

    az buçuk anlatmak gerekirse;

    gezilecek görülecek yerlerin başında gamla stan geliyor. gamla stan isveç dilinde old town anlamına geliyor. velhasıl adından da anlıyabileceğiniz üzere bu bölge 13'üncü yüzyıldan bugüne kadar mimarisini koruyabilmiş ve şehrin merkezi konumundaki bir bölge. içinde kraliyet sarayı ve stockholm katedralini de barındırıyor. açıkçası burası bana orta çağ mimarisini korumayı başarmış diğer şehirlerden çok da farklı gelmedi.

    bunun dışında şehir'de çok da dikkat çekici bir yer yok. park, müze, klise... ha genel olarak şehrin hoş bir manzarası var. insanları sıcak kanlı ve samimi. bir de isveçli ablalar falan var tabi...

    ama açıkçası başlı başına bir stockholm tatili planlamak yerine bir kaç iskandinav şehrini kapsayan bir iskandinavya turu kapsamında stockholm'e uğramak daha mantıklı gibi...
    2 ...
  6. kopenhag

    34.
  7. danimarka'nın başkenti... yerel halkın söylemiyle koopınhaagın...

    ayrıca benim de "vay arkadaş, uçak biletleri ne kadar da ucuzmuş" diyerek görme şansına eriştiğim ve büyük beklentilerle gitmememe rağmen kendisine aşık etmiş şehir. ha ucuz uçak bileti falan dedim ama akıllara düşük bütçeli bir seyahat gelmesin. zira bir şişe suyun yaklaşık 10 TL olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. evet, kopenhag açık ara gördüğüm en pahalı şehir. yine de gezmeye görmeye değer.

    kopenhag'ı seyhat etmeyi planlayanlarınız varsa ilk iş bir copenhagen card almanızı öneririm. bu kartla hem toplu taşıma araçlarından ücretsiz olarak yararlanabiliyorsunuz hem kanal turlarından şehrin önemli müzelerine kadar bir çok aktiviteyi bedavaya getirebiliyorsunuz.

    toplu taşımaya alternatif olarak bisiklet de kiralayabilirsiniz. zira bisiklet zaten şehrin temel ulaşım araçlarından biri. yerel halk arabadan çok bisiklet kullanıyor zaten. ayrıca yollar çok geniş ve bisikletler için ayrı bir şerit var.

    gezilecek görülecek yerlere gelince. malum kopenhag carlsberg'in ana vatanı, hal böyle olunca carlsberg'in eski bira fabrikası olan ve bugün bir müze haline getirilen visit carlsberg'i görün. dünyanın en büyük bira şişesi koleksiyonuna bir göz gezdirin, tur ücretine dahil olan biranızı alıp bir faytona atlayın ve etrafa baka baka biranızı yudumlayın falan...

    visit carlsberg'i ziyaret ederken carlsberg markasının kurucusu jacobsen ailesinin şehrin gelişiminde büyük bir etkisi olduğunu fark edeceksiniz. hatta aileye ait sanat eserleri koleksiyonu "ny carlsberg glyptotek" diye ayrı bir müzede sergilenmekte. tabi müzenin içeriği böyle anlatılınca kulağa biraz tırt geliyor. fakat açık ara ziyaret ettiğim en iyi sanat müzelerinden biriydi. özellikle roma döneminden kalma heykeller bir hayli etkileyici...

    kopenhag'a gitmişken, nyhawn'a yani, limana uğramadan olmaz. burada ince bir boğaz tadı var. limana demir atmış yelkenliler, limanın etrafında restoranlar falan... size biraz tuzluya patlasa da küçük bir bütçe ayırıp nyhawn'da, limanın kenarındaki restoranlarda bir yemek yiyip manzaranın tadını çıkarın derim...

    bu arada ne yenir, ne içilir diye merak edenler için; diğer iskandinav ülkelerinde de olduğu üzere danimarka mutfağında da deniz mahsülleri ön planda. özellikle karidesli salatayı ve ıstakozu bir deneyin derim...

    çok övülen bir deniz kızı heykeli var açıkçası bir numarası yok gibi geldi bana.

    ha bir de mutlaka ziyaret edilesi bir christiania town var. burası kopenhag'ın tam merkezinde bir mahalle. 70'lerde bizdeki gezi parkı direnişi tadında bir toplu protesto sonucunda polis bu bölgeden çekilmiş ve zamanla bu mahalle evsizlerin konakladığı bir yer olmuş. içerideki yıkık dökük evler hala hobo hobo tipler yaşıyor. polis mecbur kalmadıkça buraya bulaşmadığından burası özerk bölge tadında. hal böyle olunca içeride marijuana ve bilimum soft drug satışı serbest. küçük küçük külübelerden alıp semtim tam ortasında pub'larla çevirili alanlarda oturup tüttürülüyor. karışan eden yok. zaten içerisi ana baba günü...

    ancak chiristiana town'ın paspal görüntüsü kopenhag için büyük bir istisna. zira şehir pahalı olduğu gibi, hayat standartlarının da bir hayli yüksek olduğu kolaylıkla fark ediliyor. insanlar çok şık, ve giyimlerine kuşamlarına bir hayli dikkat ediyorlar. bunun altını neden çiziyorum ? çünkü kopenhag'da gece hayatına bulaşıp şehrin gözde klüplerine girmek istiyorsanız kılığınız kıyafetiniz önemli. yoksa tipinize bakıp almıyorlar. bu duruma türkiye'den alışkınız ancak özellikle gece hayatının patladığı orta avrupa ülkelerinde sıkça görülen bir şey olmadığı için beni bir hayli şaşırttı...

    aslında yazılacak daha çok şey var, ama hem anlatmakla bitmez hem de ben yazmaktan sıkıldım. velhasıl mini minnacık brugge'e gidip anlata anlata bitiremiyenler kopenhag'ın mimarisini görünce ağlarlar, o yüzden avrupanın popüler tatil noktalarından biri olmadan gidip görün derim...
    4 ...
  8. zarrab ın hayatı film olsa isim önerileri

    24.
  9. miami vice: tatile diye geldik şu düştüğümüz hale bak ! (80'lerin sevilen dizisi yeni kadrosuyla bir kere daha sevenlerinin karşısında)
    2 ...
  10. zarrab ın hayatı film olsa isim önerileri

    20.
  11. suç ve reza. (klasiklere meydan okuyan yapım !)
    2 ...
  12. brugge

    29.
  13. son zamanlarda eşin dostun instagram fotoğraflarında sık sık arka fonu süsleyen şehir. baya baya trend tatil noktası...

    şehrin en büyük özelliği, 2. dünya savaşı sırasında hiç zarar görmediği için o dönemlerden bu yana mimarisinin hiç değişmemesi. yani öyle apartman falan değil de eski eski taş evler, kanallar, paket taştan yollar falan. genel olarak şehrin en büyük özelliği bu. özet olarak yaldır yaldır ortaçağ mimarisi...

    tabi ki gezilesi görülesi yerleri mevcut ama görülecek yerlerde ortalama bir avrupa şehrinde bulabileceğiniz katedraller, tarih müzeleri ıvırlar zıvırlar...

    şehirde ne yenir ne içilir sorusunun cevabı; çikolata ve bira. brugge bu konuda belçika'nın tamamı gibi eşsiz bir deneyim imkanı sağlıyor. o yüzden abidik gubidik ne kadar yerel bira varsa deneyin. özellikle blonde biralar çok başarılı. çikolata konusunda, şehrin sağında solunda bol bol çikolatacı mevcut zaten...

    gece hayatı pek yok. zaten şehirde gece hayat yok... dükkanların hepsi güneşin batmasıyla birlikte kapanıyor. yerel publar belli bir saate kadar açık. bir de gece klübü var ancak asmalı mescit'te bulabileceğiniz alelade mekanlardan farklı değil. zaten insanlar da öyle bir eğlence anlayışı da yok. içeride kız erkek stand'ların başında birer bira içip birbirlerini kesiyorlar... gitmeyi planayanlar için gloot vlaenderen diye bir cocktail bar'ını önerebilirim. çok şık, çok başarılı cocktail'leri var, ve öyle bir atmosfer için fiyatlar çok pahalı sayılmaz.

    sonuç olarak brugge küçük, şirin, yaldır yaldır tarih kokan, görülesi bir şehir ama 2 günden daha uzun süreli bir tatil planlayanlar için yanlış bir tercih. daha çok belçika, hollanda, fransa taraflarına yolunuz düşerse 1 geceliğine uğranabilecek bir yer...
    3 ...
  14. sürekli ucuz uçak bileti kovalayan plaza insanı

    1.
  15. plaza insanı formatına uygun olarak "yazın şöyle bi güneye inelim" temalı tatillere burun kıvıran ve bütçesi dahilinde yurt dışında küçük küçük tatiller yapıp dönüşünde de ballandıra ballandıra anlatmanın peşinde olan insan.

    her gününün minimum 1 saatini skyscanner.com'da geçirir. yer yer, "abi amsterdam'a 60 euro'ya bilet buldum, gidelim mi ?" benzeri çıkışlar yapar. onun için tatilin planlama aşaması ve tatil sonrası gezilen görülen yerleri anlatması da en az tatilin kendisi kadar eğlencelidir. zira bir plaza insanı için tatil hiç bir zaman sadece tatil değildir.

    bir kere o uçak biletlerinin fotoğrafı paylaşılır. hava alanından check-in yapılır. gezilen gidilen yerlerin fotoğrafları aylarca ve yıllarca başına bir "tbt" hashtag'ı konularak instagramlara pelesenk olur. ortamda fırsatını bulursa "ya bizi avrupa birliğine almamakta haklılar, bi kere adamlar medeni abi !!" diye anlatmaya başlar.

    ha fırsatını buldukça köşe bucak her yeri gezer ve bu yaptığı itibariyle takdiri de hak eder. ancak tatil öncesi ve sonrasıyla insaların kafasını bol bol ütülemeyi de ihmal etmez...
    3 ...
  16. starbucks

    1267.
  17. saçma sapan bir servis mantığına sahip olan ve bu nedenle oldukça verimsiz çalışan, bir kahve almak için uzun uzun kuyruklar bekleten kahveci. ilginçtir, bu durum sadece türkiye şubelerinde değil dünyanın her yerinde böyle...

    sorun kasada çalışan personel ile kahveyi hazırlayan personeli ayırmamaları. farkındaysanız sorun tek cümleyle özetlenebilecek kadar basitken israrla bir çözüm üretmemelerinin nedeni "ama statbucks'ın çalışma mantığı bu" kafası olsa gerek.

    buna rağmen insanlar hala insanlar (ben de dahil olmak üzere) deli gibi sıra bekleyip dandik kahvelere yüksek ücretler bayılıyorlar. vallahi iktisat derslerinde incelenmesi gereken bir mevzu...
    0 ...
  18. njoy sports club

    3.
  19. aslen profilo alışveriş merkezinin -2'inci katında bulunan ve sanırım 1-2 yıl önce beylikdüzü'nde bir şube daha açmış olan "local" spor salonu. "local" tanımından kastım, merdiven altı spor salonlarından biri olması anlamına gelmiyor elbet, ancak hizmet kalitesi itibariyle hillside veya macfit gibi kurumsal spor salonlarının çok gerisinde kaldığını da belirtmek lazım.

    beylikdüzü şubesini bilmem, ama mecidiyeköy şubesine yazılmayı düşünenler için nacizane görüşlerim şöyle;

    öncelikle üyelik fiyatlarının uygun olduğu söylenebilir. hele hele ağzı laf yapan, cazgır bir tipseniz hunharca pazarlık yapıp 1 yıllık üyelik fiyatını 1.000 - 1.200 bantlarına kadar çekebilirsiniz. açıkçası ben de vakt-i zamanında üyelik fiyatlarına ve evime çok yakın olmasına kanıp üye olmuştum. ancak şimdilerde spor salonlarına olan talep arttığından tüm spor salonları "sürümden kazanırız" mantığıyla fiyatlarını düşürdüler. yani şimdiki aklım olsa kesenin ağzını biraz daha açıp daha kaliteli bir spor salonuna üye olabilirdim.

    peki burasının ne gibi sıkıntıları var derseniz; bir kere çok ciddi bir havalandırma sıkıntısı mevcut. özellikle yoğunluğun fazla olduğu saatlerde soyunma oldaları baya baya ter kokuyor.

    ikincisi çok kalabalık ve müşteri kitlesi biraz sıkıntılı... özellikle hafta içi akşam 7-9 arası mahşeri bir kalabalık oluyor. her alet için küçük küçük sıralar bekliyorsunuz. boş koşu bandı bulmak zaten imkansız. bir de spor aletlerinden bağımsız olarak içeride boş boş dolaşıp geyik yapan, hatunlara yürüyen, rahatsız edici bir kitle var. normalde bu kitle içerisinde spor yapmaya çalışan hatunların bu durumdan şikayetçi olması gerekirken onlar da taytlı popolarına odaklanan bu ilgiyle iyice coşuyorlar. "squat'a falan gerek yok. hatta bu spor salonuna yazıldığımdan beri g*tü iyice büyüttüm, ama erkekler etrafımda fır dönüyor." diyip basıyorlar kahkahayı. sonrasında hemen "haftasonu belgrad ormanında koşuya gidelim" başlıklı organizasyonlar yapılıyor. haftasonu paylaşılan fotoğraflardan bu organizasyonun dev bir pikniğe veya mangal partisine dönüştüğünü görüyorsunuz... böyle ilginç kafalar yani...

    bir süre öncesine kadar personal trainer'lar da bu güruha dahildi fakat sanırım bu konuda uyarıldılar. zira bir süredir yanlarına gidip bir şey sormadığınız sürece içeride etliye sütlüye dokumadan boş boş geziyorlar. bir kaç kere ne tepki vereceklerini merak edip tam önlerinde yanlış yunluş hareketler yaparak çalıştım. birisi de "ya yok o öyle yapılmaz" demedi.

    tüm bunlar bir yana, eğer işiniz itibariyle gündüz saatlerinde müsaitseniz veya haftasonlarınızı spor salonunda geçirmeyi planlıyorsanız njoy sizin için ideal olabilir. zira bu saatlerde içerisi bom boş oluyor. eee fiyatlar da fena değil. bir de yakınlarda bir yerlerde oturuyorsanız mantıklı bir seçim olabilir. aksi takdirde biraz daha para harcayıp eli yüzü düzgün bir spor salonuna gitmekte fayda var...
    0 ...
  20. roma imparatorluğu

    61.
  21. roma şehir devleti'nin 1. yuzyıldan itibaren hem siyasi hem de coğrafi olarak dev bir monarşi haline gelmesiyle kazandığı sıfat.

    her ne kadar tarih kitaplarında "imparatorluk" olarak tanımlansa da roma ve çevresinde bir devlet olarak örgütlenmeye başladığı mö 6'ıncı yüzyıldan itibaren uzunca bir süre cumhuriyet olarak yönetilmiştir. evet bildiğin cumhuriyet...

    söz konusu cumhuriyet sistemi günümüzdeki demokratik yönetim sistemlerine oldukça benzemekteydi. bugünkü meclise eş değer bir senato ve senatoda yasamadan sorumlu senatörler mevcuttu, ki senatör denen kavram da bugünkü millet vekilliğine tekabül ediyor.

    her yıl yapılan seçimlerle senato üyeleri seçilir, seçilen senato üyeleri de kendi aralarında bugünkü bakanlıklara tekabül eden magistra'ları seçerdi.

    seçme ve seçilme hakkı, eşitlik ve insan hakları gibi kavramların ortaya çıkışından yüzyıllar öncesini ele aldığımızdan, söz konusu seçimlerin belirli zümreleri kapsadığını, bu seçimlerde rüşvet ve entrikanın gırla gittiğini söylemeye gerek yok sanırım. ama o kadar kusur kadı kızında da olur. 2015 yılında bile demotratik seçimlerin ne kadar sağlıklı gerçekleştiğini tartışıyoruz sonuç olarak... neyse o başka konu...

    senatörlerin seçtiği magistra'ların quaestor, aedile gibi farklı sıfatlar taşır ve bu magistraların görevleri de sahip oldukları bu ünvanlara göre farklılaşırdı. magistra'ların en yetkilileri ise yürütmeden sorumlu olan ve bugünkü başbakana tekabül eden konsül'lerdi. bugünkü meclis anlayışından farklı olarak görevlerin tek bir kişide toplanmasını engellemek için konsüllerde dahil olmak üzere her magistra'dan ikişer adet seçilirdi. yani başbakan da dahil olmak üzere her bakanlıktan ikişer adet olduğunu düşünün.

    cumhuriyet döneminin başlarında senatörler sadece soylu roma ailelerinden seçilirdi. ancak zamanla soylularla iş yapan, tüccar zanaatkar ve eski lejyonerler'den oluşan plep'ler, yani roma'nın orta direk sınıfı da senato sistemine dahil edildi. bu durum zamanla senato da sınıf ayrılıklarına neden oldu.

    senato roma imparatorluğu boyunca varlığını sürdürse de sezar dönemiyle birlikte yönetim üzerindeki etkinliği azalmıştır. tabi ki bunda sezar'ın ordularıyla roma'ya girerek bir anlamda roma'yı fethetmesi, sonrasında da roma'dan kaçan politik rakiplerini bir bir öldürmesinin yarattığı etki büyüktür. sezar buna rağmen iktidarını senato sistemi içerisinde şekillendirilmiş ve hayatı boyunca senatonun tek konsülü olarak görev yapmıştır. bu nedenle roma'nın ilk imparatoru sezar değil, yeğeni octavius, yani agustus'tur.
    2 ...
  22. rus düşürmek

    3.
  23. öğretmenliğin o kadar da kutsal olmaması

    1.
  24. teoride öğretmenlere yüklenen misyon her ne kadar kutsal olsa da pratikte bu misyonun öğretmenler tarafından layıkıyla yerine getirilememesi sonucunda oluşan durumdur. şöyle ki;

    mini mini birleri 5-6 yaşlarında** öğretmenlerine teslim ediyoruz. zihinleri yeni silinmiş banyo fayansı gibi tertemiz, pırıl pırıl. ne versen, ne öğretsen onu alacaklar ve neredeyse ergenlik çağlarının sonlarına kadar öğretmenlerinin ellerinde olacaklar. bir çoğu anasından babasından çok öğretmenini görecek... evet, bu açıdan bakıldığında öğretmenlerin üzerinde dev bir sorumluluk var. hakkaten kutsal meslek gibi... baya nesil nesil insan yetiştirip meydanlara salıyorlar...

    ama bir de madalyonun diğer yüzü var. bir okul yıllarınıza gidin... herkesin okul yıllarından hatırladığı bir dayakçı hoca vardır. bunlar müdür yardımcısı falan olurlar genelde hatta... tabi okul ortamına çocuğunu "hocam eti senin kemiği benim" diye gönderen bir toplum olarak "ya bazen hak ediyorlar ama" gibi tepkiler verebilirsiniz. fakat aynı adamın okulda değil sokakta bir çocuğu tekme tokat dövdüğünü düşünün. "ya napıyosun kardeşim ?!" deyip araya girmez misiniz ? koskoca adam lan bu. nasıl hastalıklı bir egodur bacak kadar çocuğa ancak döverek laf anlatabiliyor. ben lisede, bayrak törenindeki saygı duruşunda güldü diye bütün okulun ve kız arkadaşının önünde dayak yiyen çocuk gördüm. al sana çocukluk travması...

    başka bir örnek; sapık öğretmen mesela. kız öğrencilere musallat olan, el şakası yapan. her tahtaya kaldırdığında şöyle bir baştan aşağı süzen... o kız henüz ergenlik yaşılarını doldurmadan her tahtaya kalkışında o anlam veremediği bakışlara maruz kalıyor.

    tamam bunlara uç örnekler diyebilirsiniz. ama okul yıllarınızda, hiç mi "ya hocam ben sesimi çıkarmadım arkdaş şeyaptı" falan diye durumu açıklamaya kalkarken boşu boşuna azar işitmediniz. hiç mi "ya bu hoca bana taktı" dediğiniz öğretmen olmadı. iki cümleyi bir araya getiremeyen ama sınavlarda en kazık soruları soran öğretmeniniz hiç mi olmadı. ya benim kendi cevap kağıdını okuyup 50 veren, sonra da "bu ismini yazmayan hangi geri zekalıysa gelsin alsın kağıdını" diyen öğretmenim oldu.bu olayı takiben 1 sene sonra da abisi dönemin il milli eğitim müdürü olduğu için ilin en yüksek puanlı anadolu lisesine tayin olan öğretmenim oldu. eee çok pardon da s*kerim böyle kutsal öğretmeni !!

    dipnot: muhtemelen bu yazıyı okuyan bir takım genç ve idealist öğretmenler eksiyi basacaktır. onlar işlerini layıkıyla yapsınlar da bu yazıyı eksilesinler, sorun değil. ben de bir öğretmen çocuğuyum. baya baya öğretmenler odasında büyüdüm. hatta zengin, kodaman velilerin "ya bizim oğlanı geçiriver hoca" diye teklif ettikleri rüşvetleri kabul etmediler veya son zamanlarda kadrolaşan milli eğitim memurlarına ayak uydurup "inşallah maşallah" demediler diye oradan oraya sürülen öğretmenlerin çocuğuyum. zaten yukarıdaki yazı böyle cefakar öğretmenlere ithafen değildir. ama herkes de mahmut hoca değil ne yazık ki...
    2 ...
  25. tinder kullanmaya izin veren sevgili

    10.
  26. kimse kusura bakmasın, gavattır...

    açıkçası çiftlerin ilişkilerinde birbirlerini fazla darlamaması gerektiğini düşünen biriyimdir, ama akıl var mantık var ! bir kere tinder dediğin, bildiğin sevişme aplikasyonu ! ne yani, tinder'dan ilkokul arkadaşını mı arıyosun ?!
    2 ...
  27. evlilik

    1774.
  28. akraba sayınızda gereksiz bir artışa neden olur...
    5 ...
  29. pragmatizm

    82.
  30. tahminimce matematik dersinde "hocam iyi de bu anlattıklarınız gerçek hayatta ne işimize yarayacak" diye çemkiren ve bu mevzuyu kişiselleştirip hırs yapan birileri tarafından ortaya atılan felsefe akımı. zira pragmatizim bir düşüncenin doğruve yanlış olmasını o düşüncenin gerçek hayatta ne kadar uygulanabilir olduğuyla ölçer.

    adı üzerinde, pragmatizm teorik olanla değil pratik olanla ilgilenir...
    2 ...
  31. kira ödemek vs konut kredisi ödemek

    1.
  32. söz konusu kıyaslama, paranın zaman değeri denen iktisadi zamazingonun günlük hayatımızdaki yansımasından ibarettir .

    malum, düz adam mantığı ile kira ödemek sokağa para atmaya eş değerdir. bu nedenle birikim yapıp ev almak gerekir. en azından annelerin, babaların eli para tutmaya başlayan çocuklarına ilk nasihati bu yönde olur. şimdi bu seçimin ne kadar sağlıklı olduğunu, bir örnek vasıtasıyla inceliylim;

    istanbul'da yaşayan ve aylık geliri 4.000 TL - 5.000 TL olan genç bir bireyi ele alalım. almak istediği ev için 300.000 TL konut kredisine ihtiyacı olsun. %10 faiz oranlı bir kredi ile ödemesi gereken toplam tutar 330.000 TL'ye denk gelir ve bu parayı toplam 10 yıla yaydığını varsayalım. (peşinat meşinat mevzularını ve diğer alengirli banka işlemlerini bir kenara bırakıyorum) yani aylık ödemesi gereken tutar 2.750 TL oluyor. bu arada eve yerleşmesi için krediyi tamamlamasına gerek yok. direk eve yerleşebiliyor, mortgage kafası yani...

    tüm bunlara karşılık, bu kişi şu anda 1.500 TL kira veriyor olsun.

    rakamları basit bir örnek olabilmesi açısından yukarıdaki gibi yuvarlak tutalım, ancak ana hikaye gerçeğe yakın sayılır...

    bu noktada emekli tarih öğretmeni seviyesinde bir risk iştahına sahip bireyler olaya genellikle, "ya biraz dişini sıksın kendi evinde otursun, hem yatırım olur" gibi yorumlar yapabilirler. ancak iktisatçılara göre bu durum biraz daha karmaşık. çünkü 10 yılın sonunda bir ev sahibi olunulsa bile bu tercihten dolayı 10 yıl boyunca kira için ödenen aylık 1.500 TL'ye ek olarak 1.250 TL gibi bir tutarı daha gözden çıkarmak gerekiyor.

    iktisat derslerinde sürekli adını duyduğumuz "rasyonel birey" bireyin bu durumda bir karar almadan önce 10 yıl boyunca her ay ek olarak ödeyeceği 1.250 TL ile 10 yıl içerisinde yapabileceği yatırımların muhtemel getirisinin, 300.000 TL'den daha yüksek olup olmayacağını göz önünde bulundurması gerekiyor.

    olayı biraz daha bilal'e anlatır gibi anlatmak gerekirse; evet insanın maddi anlamda biraz dişini sıkıp bir ev sahibi olması mümkün ancak hayatınızın gezip tozabileceğiniz yıllarını konut kredisi ödemek için heba ettiğinizi veya o parayla kendi işinizi kurabilecekken 10 boyunca elinizde avucunuzdaki her şeyi eve bağladığınızı düşünün... kaldı ki 10 yıl sonra hayata dair beklentilerinizin ve ihtiyaçlarınızın daha farklı olması muhtemel. yani 10 yıl içinde 1 veya 2 çocuğunuz oldu ve daha büyük bir eve taşınmanız gerekti. bunun için elinizdeki kredi borcu tamamlanmamış evi değerinin daha altında bir tutara elinizden çıkarmanız ve yeni bir konut kredisi almanız gerekiyor. falan filan...

    tabi madalyonun diğer tarafından bakıldığında yatırım yaptığınız ev 10 yıl içerisinde acayip değer de kazanabilir.

    velhasıl böyle bir tercihi yaparken bir dünya parametreyi değerlendirmek gerekiyor. yani öyle annenizin babanızın gazıyla yatırım yapmadan önce iyi bir düşünmek lazım.
    1 ...
  33. kapıdan çıkarken son dakika akla gelenler

    17.
  34. "ütünün fişini çektim mi ?" tereddütü... yoldan döndürür...
    1 ...
  35. spacesheep

    82.
  36. aşağıdaki entry'si ile iki arada bir derede sözlüğe giren ofis insanlarının kariyerini tehlikeye atmış yazar.

    (bkz: volfied/#30267287)

    şimdi o exceller, raporlar, mail'ler falan hep bekliyor... neden ? çünkü bizler 80'lerin sonu, 90'ların başında volfied'ı bir çocukluk travması haline getirmiş, volfied karşısında bi çare insanlarız. hayır iş disiplini falan da yok. şimdi odaya patron gelse, "ya bi dakika, şu oyun bi bitsin de öyle konuşalım" derim...

    velhasıl, yapmayın böyle şeyler...
    2 ...
  37. kyoto

    17.
  38. 19'uncu yüzyılın sonlarına kadar imparatorluk japonyasına başkentlik yapmış şehir. yolu japonya'ya düşenlerin mutlaka bir ziyaret etmesi gereken...

    evet japonya denilince akıllara ilk tokyo geliyor ama samurai'lara, katana'lara, geisha'lara falan meraklıysanız bu şehir sahip olduğu tarihi ve kültürel değerler ile sizi fazlasıyla mest edecektir. bu yüzden bir japonya seyahati planlıyorsanız kyoto'ya da mutlaka bir kaç gün ayırın. bir kaç gün diyorum, zira "ya japonya'ya kadar gitmişken 1 geceyi de kyoto'da geçirir oraları da bir görmüş olurum." diyip geçiştirilecek bir yer değil. zaten gezilecek görülecek yerler birbiriyle çok alakasız yerlerde...

    neyse, öncelikle ulaşımdan bahsetmek gerekirse; kyoto'ya gitmek için 2 seçeneğiniz var. birincisi hızlı tokyo-kyoto arasındaki hızlı trenler. ancak bu hızlı trenlerin fiyatı bir hayli yüksek. yanlış hatırlamıyorsam tokyo-kyoto hattı için 400-500 TL gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor. bu nedenle japonya'da bir kaç şehiri gezmeyi planlıyorsanız seyahatiniz öncesinde bir jr pass edinmeniz gayet akıllıca olur. zira böylece 1 haftalık jr pass'a yaklaşık 600 TL gibi bir fiyat ödeyerek tüm hızlı trenleri ücretsiz kullanabilirsiniz.

    bir diğer seçenek otobüs yolculuğu. ancak tokyo japonya'nın kuzeyinde, kyoto ise güneyinde yer alıyor, yani aralarındaki mesafe bir hayli uzun. hızlı trenle bu iki şehir arası yaklaşık 3 buçuk saat sürüyor. otobüs yolculuğu ile bu süre 6-7 saate çıkıyor ve hızlı trene kıyasla pek de konforlu bir ulaşım seçeneği değil. ancak iyi bir zamanlama ile otobüs yolculuğunu geceye denk getirip bir gecelik konaklama parasından kotarabilirsiniz. seçim sizin...

    kyoto'ya geldiniz; öncelikle kendinize kalmak için bir ryokan, yani tarihi japon hanlarından birini bulun. tokyo'da bunlar bir hayli pahalı. kyoto'da ise fiyatları biraz daha uygun. içerisinin dekorasyonu ise tam olarak böyle;

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1024736/+

    gezilecek görülecek yerlere gelince;

    fushimi inari taisha kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri. özetlemek gerekir. küçük küçük tapınaklardan oluşan ve bir dağ boyunca devam eden, tori adlı kapılarla kaplı bir patika. ziyaret etmesi 3 saat falan sürüyor, hatta daha fazla. bu 3 saat boyunca dağ tepe tırmandığınızdan sonlara doğru bir hayli yoruluyorsunuz. ama kesinlikle deyiyor. şahsen hayatım boyunca gördüğüm en etkileyici yerdi...

    yolculuğun sonunda, sağda solda gördüğünüz seyyar satıcılar vasıtasıyla bir şeyler atıştırabilir, çok yorulduysanız bir kafeye oturup kendinize matcha latte (green tea latte) ısmarlıyabilirsiniz.

    kyoto'da tapınaktan geçilmiyor ve bunların çoğu mimarisi ve hikayesiyle görülesi yapılar ama zamanınız kısıtlıysa bir diğer gitmezsen olmaz noktası da kinkajkuji tapınağı. bu tapınağı diğerlerinden ayıran özellik tapınağın altın kaplama olması evet baya altın kaplama...

    bir de mutlaka bir gece gion'a uğrayın. gion dediğim edo dönemi japonyasının istiklal caddesi. o zamanki atmosferini koruyor. sağda solda irili ufaklı japon restoranları var. hepsi acayip otandik. içeri girip ayakkabılarınızı çıkarıyor ve bir yer masasına oturuyorsunuz. kimonolu ablalar size sakenizi ve seçeceğiniz yemeği servis ediyor falan... turistik bir yer olması nedeniyle fiyatlar biraz uçuk ama yemekler güzel, atmosfer ise eşsiz...

    bu arada gion'da gezerken sağda solda geisha'larla karşılaşmanız mümkün. evet baya geisha ! şimdi, geisha deyince bizim aklımıza eski japonya'daki hayat kadınları geliyor ama olay pek öyle değil. bunların amacı cinsellikten çok size eşlik etmek. yemek yerken sohbet ve hizmet etmek, hatta kalkıp dans etmek falan... neyse merak edenler için sokağın başında gion corner diye küçük bir gosteri salonu var. burada geisha gösterileri, kısa bir kabuki tiyatrosu ve kukla gösterilerinden oluşan 1 saatlik bir şovu uygun bir ücrete izleyebilirsiniz...

    kyoto'yla ilgili gezilecek görülecek yer çok ama ne yazık ki daha önce de dediğim gibi ilk gidenler için tokyo seyahatinin yanında bir kaç günlük aperatif olarak kalıyor çoğu zaman. böyle olunca da bir çok yeri görme fırsatınız olmuyor. o yüzden muhtemel bir japonya seyahati öncesinde zamanınızı iyi planlayın ve kyoto'yu geçiştirmeyin derim...
    1 ...
  39. tokyo

    118.
  40. japonya'nın başkenti.

    ziyaret etmeyi planlıyanların önce aşağıdaki önsöze bir göz gezdirmelerini tavsiye edebilirim. zira japonya sadece tokyo değil. çok daha derin bir kültüre sahip.

    (bkz: japonya/#30083651)

    neyse sadece tokyo'ya odaklanırsak;

    öncelikle tokyo'nun inanılmaz bir metro ve raylı sistem ağına sahip olduğunu söylemek lazım. bu nedenle şehir içinde bir noktadan başka bir noktaya geçmek çok kolay. bunu da göz önünde bulundurarak kalacağınız yeri seçerken lokasyondan ziyade fiyatı göz önünde bulundurabilirsiniz. ha illa "ya şöyle otelden dışarı çıkınca gezip tozabileceğim, yemek yiyebileceğim ya da oturup iki bira içebileceğim yerler yürüme mesafesinde olsun" diyorsanız shibuya veya shinjuku'yu öneririm. buralar tokyo'nun beyoğlu, kadıköy tadında yerleri... bir de chiyoda var. burası gelir seviyesi biraz daha yüksek insanların kaldığı biraz daha sakin ancak yine de bir o kadar merkezi bir yer. Buradan da gezilecek görülecek yerlere ulaşmak çok kolay.

    bu arada tokyo'da konaklamak için de farklı seçenekleriniz var. misal düşük bir maliyetle kapsül otellerde kalabilirsiniz. ancak pek konforlu olmadığını göz önünde bulundurmak lazım. bir de ryokan denen geleneksel japon hanları var. yer yatakları, tatami döşemeli odalar, alçak çay sehpaları falan... baya geleneksel japonya kafası. fakat tokyo'daki ryokanların pek bir numarası yok ve gereksiz pahalılar. o nedenle yine en iyisi booking.com'dan eli yüzü düzgün bir otel bulmak.

    zaten "ya ben japonya'ya tarih kültür için falan geldim" diyorsanız tokyo'dan 1-2 gün feragat edip kyoto'ya gidin derim. evet, tapınak mapınak tokyo'da da fazlasıyla mevcut ancak amacınız uzak doğu kültürünü ve tarihini tanımaksa kyoto'yu da görmekte fayda var. neyse bu başka bir mevzu.

    yer işini hallettik, şimdi ne yapılır ne edilir mevzusuna gelelim. öncelikle japonlar acayip planlı programlı insanlar. bu nedenle turistik yerlerden tutun da restoranlara kadar bir çok yer rezervasyon kafasıyla çalışıyor. bunlardan biri de imparatorluk sarayı. saray'ın bahçesi ziyaretçilere açık ancak içini gezmeniz için internet üzerinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. bir başka mutlaka görülmesi gereken ancak gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız gereken yer, robot restaurant. bir de bilen bilir, son dönemde japonya'da owl cafe diye bir trend var. içeride sağda solda baykuşların dolaştığı, bir yandan kahvenizi içerken bir yandan da baykuşları mıncırarak tuhaf kafalar yaşabileceğiniz yerler. çok gitmek istediğim halde rezervasyon ile içeriye aldıklarını öğrenince baya hayal kırıklığı yaşamıştım... velhasıl gideceğiniz yerleri önceden planlar hatta rezervasyon yaptırırsanız iyi olur.

    bir de gitmeden önce şehirdeki etkinliklere bir göz atın. özellike bir sumo turnuvası veya baseball maçı gün içerisinde 2-3 saat zaman geçirmek için ideal. ayrıca içeride güzel kızlar bira servisi falan yapıyorlar...

    illa tapınak mapınak diyorsanız senso-ji ve meiji tapınaklarına bir uğrayın. özellikle senso-ji'nin güneş battıktan sonra bir hayli hoş bir görüntüsü var. hemen çıkışında da yerel bir pazar bulunuyor.

    meşhur bir balık pazarı var. sabaha karşı 5-6 gibi müzayede ile bağırış çığırış balık satılıyor. gece 2-3'e kadar bir barda takıldığınız akşamlardan birinde gece 3 gibi atlayın bir taksiye gidin. zaten müzayedeye giriş için gece 3-4 gibi balık pazarında yerinizi almanız gerekiyor. biraz meşakatli bir aktivite ama görülesi...

    anime, manga kafası yaşamak isteyenler için akihabara cennet. ayrıca electronik town olarak geçiyor. her türden mangalar ve anime figürlerinin yanı küçük elektronik pasajlarında abidik gubidik elektronik aletler bulabilirsiniz. bu arada japonya ve çin'i birbirinden ayırmak lazım. japonya bir elektronik cenneti ancak fiyatlar çin kadar ucuz değil.

    bu arada hazır akihabara'ya kadar gitmişken bir maid cafe'ye de uğrayın.

    gece hayatı için her köşede bir gece kondu odası büyüklüğündeki izakaya denilen meyhanelerden bulabilirsiniz. bir akşamınızı buralara ayırın. yemekler güzel, içeride de bir esnaf meyhanesi havası oluyor. japonlar zaten acayip tatlı insanlar. şahsen ben yan masada oturan adamlara ne yediklerini sorduktan sonra masama aynısından bir tane gönderdiler hemen. velhasıl tek başınıza gitseniz bile çok eğlenirsiniz muhtemelen...

    club falan derseniz roppongi tokyo gece hayatının beşiği. zaten etrafta bolca turist görebilirsiniz. ancak japonların müzik zevkinin berbat olduğunu söylemek lazım. genellikle yanarlı dönerli ortamlarda bangır bangır çalan mtv şarkılarından bahsediyorum...

    biraz yerel barlar için ebisu'yu tercih edebilirsiniz.

    peki bunları için ne kadar para ayırmak gerekir sorusunun ucu biraz açık. zira tokyo'nun dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olduğu gibi bir rivayet var. açıkçası bu tam olarak doğru değil. zira fiyat skalası çok geniş. ben 8.000 yen'e de 800 yen'e de yemek yedim. turistik yerler biraz daha pahalı ama aynı tatları sokak aralarındaki küçük restoranlarda da alabiliyosunuz. velhasıl günlük 10.000 yen gibi bir bütçe gezmesiyle tozmasıyla size fazlasıyla yetecektir.

    tokyo'da yaşayabileceğiniz en büyük zorluk dil. ingilizce bilen çok az. bilenler de berbat bir aksanla konuşuyorlar. ancak insanlar inanılmaz nazik ve yardım sever. misal kayboldunuz. birisine adres soruyorsunuz. öncelikle "piriiiz, ripiiiit egeeeeen." gibi biir cevap alıyorsunuz. ("please repeat again" demek istiyor.) güç bela derdini anlattın, adam gitmek istediğiniz yeri google maps'ten arıyor. evet öyle, "ya bilmiyorum birader" falan yok. sonra sizinle beraber gideceğiniz yere kadar gidiyor. velhasıl ingilizce iletişim kuramasanız bile bir şekilde insanlar size yardımcı oluyor.

    uzun lafın kısası; insanlarıyla kültürüyla falan bambaşka bir gezegen gibi tokyo. daha önce de belirttiğim gibi derin bir tarihi mirastan çok modern, ışıl ışıl hatta biraz da tuhaf bir şehir ve bu özellikleri itibariyle bambaşka bir deneyim sunuyor.

    hadi iyi yolculuklar...
    8 ...
  41. beyaz tenli erkekler

    17.
  42. 1 kasım 2015 genel seçimin tek cümlelik özeti

    70.
  43. scorp

    36.
  44. bir tür görüntülü sosyal medya uygulaması.

    ilk duyduğumda konsepti itibariyle "aaa ! ekşi sözlük'un videolusu lan !!" dedirterek bir hayli ilgilimi çekmişti. Fakat içeriğini biraz kurcaladıktan sonra, kullanıcıların ergen ergen paylaşımları nedeniyle uludağ sözlük'ün videolusu olduğunu fark ettim.

    dipnot: gelinim sana söylüyorum kızım sen anla.
    3 ...
  45. asgari ücretin 1300 tl olması

    49.
  46. japonya

    356.
  47. her insanın bucket list'inde yer alması gereken ülke...

    malum, son dönemde bangkok, phuket, pattaya falan sahip oldukları windows wallpaper'ı tadındaki sahilleri ile bir hayli popüler tatil merkezleri haline geldi. ama maksadınız uzak doğu kafasını dibine kadar yaşamaksa önce bir japonya'yı görün derim.

    kültürü, tarihi ayrı, eğlence ve sosyal hayatı ayrı güzel. ayrıca bilindiği üzere türk vatandaşlarından vize talep edilmiyor.

    ziyaret etmeyi düşünenler için bir küçük tavsiye daha; gitmeden önce hızlı trenler dahil japonya'daki tüm raylı ulaşım araçlarını kullanmanızı sağlayan ve sadece turistlere satılan jr pass adlı (açılımı; japan rail pass) zamazingodan kesinlikle edinin. böylece 1-2 haftada yollarda heba olmadan bütün japonya'yı gezebilirsiniz... bir haftalık jr pass'in bedeli 600-700 TL gibi bir şey, ki bu da aşağı yukarı tek bir hızlı tren biletine eşit...

    ha bu arada, para pul mevzularına girmişken; japonya'nın pahalı bir ülke olduğu kanısı biraz balon. yani tamam, ucuz bir yer değil ama euro ve dolar kurunun tavan yaptığı şu günlerde ortalama bir avrupa ülkesinden daha pahalı da değil.

    neyse, üşenmezsem şehir, şehir gezilesi görülesi yerleri de yazıcam bir ara...
    1 ...
  48. onur air

    129.
  49. rötarları ve berbat hizmet kalitesiyle kendisine yapıştırılan ucuz hava yolu sıfatını sonuna kadar hak eden hava yolu şirketi.

    ha özellikler yurt dışı uçuşlarınız için uygun fiyatlı biletler denk getirebilirsiniz, ama ucuz etin yahnisi size daracık koltuklar, bolca rötar ve asık suratlı hizmet elemanları vaad ediyor.
    1 ...
  50. sevişirken bir anda bu kadar yeter diyen kız

    11.
  51. achtung ! achtung !! standart türk kızı hareketi.

    genellikle ilişkilerin "sevgili miyiz, yoksa sadece takılıyor muyuz ?" evresine denk gelen bir sevişme anında vuku bulur. sevişmenin en hummalı yerinde hanım kızımız "ppff... ya neyse... bu kadar yeter... daha fazla ileri gitmeyelim..." diyerek yataktan fırlar. esas oğlan yüzündeki "pınar nooldu ?!" ifadesiyle olayı idrak etmeye çalışırken, kızımız saldırıya geçer ve "ya biz hep böyle mi olucaz ?! yani bizim aramızdaki şey sadece cinsellik mi ?" falan gibi sanki kandırılmış da erkeğin hain emellerine alet edilmiş gibi konuşmaya başlar. duruma göre ağlayabilir bile...

    bu noktada unutmamak gerekir ki, bir erkeğin en savunmasız olduğu an sevişme anıdır, zira sevişme esnasında kan beyne değil başka uzuvlara pompalanır. bu fizyolojik durumun etkisiyle erkek "ya hayatım ne alakası var. ben de seni çok seviyorum." falan şeklinde durumu kotarmaya çalışırken olayı yanlışlıkla uzun vadeli bir ilişkiye götürebilir.

    böyle bir durumda; "oh ! kapakladım !" düşüncesiyle kendisini güvene alan hatun sevişmeye kaldığı yerden devam eder. hem de ne sevişme... 5 dakika önce "ya ben bilmem ki" modunda kızılaya kan verir gibi mahçup mahçup yatan kızın içinden porno yıldızı çıkar...
    1 ...
  52. sözlük yazarlarının itirafları

    125265.
  53. bilen bilir; çocukluk yıllarımdan beri inceden bir simetri takıntım vardır. bunun bir tık ilerisine obsesif kompulsif bir şeyler diyorlar. tıbbi terminalojisine pek hakim değilim, fakat zaten benim durumum o kadar kritik değil. kaldı ki asıl itiraf etmek istediğim şey de bu değil...

    söz konusu simetri takıntısı yüzünden son dönemde fena halde sinirimi bozan bir mevzu var. memeler... konuya bu kadar hızlı bir giriş yapınca pek anlamlı gelmiyor tabi, fakat anlatacaklarım alelade bir erkek muhabbeti değil. şöyle ki;

    malum havalar sıcak. bu nedenle insanlar daha ince ve rahat kıyafetler giyiyorlar. hanımlar, askılı ve göğüs dekolteli kıyafetleri tercih ediyorlar. sorun değil. sonuç olarak herkesin hayatına kimse karışamaz. kaldı ki bir erkek olarak memelere özgürlük benim de desteklediğim bir ideoloji.

    fakat bazen gün içerisindeki o koşuşturmaca esnasında o memelerden biri (tercihen daha asi olan) sütyenden dışarıya doğru biraz taşıyor ve göğüs bölgesinde orantısız bir görüntü oluşuyor. işte benim için bütün sorun da bu noktada başlıyor.

    normal koşullarda kadınların göğüslerine dik dik bakan biri değilim ama niyetim kötü değil zira orada beni rahatsız eden sakil bir görüntü var. elimden gelse, o memeyi alıp sütyenin içine tam olarak yerleştirmek isterim. fakat bu pek uygulanabilir bir çözüm değil tabi. söz konusu meme sahibini "hanfendi... afedersiniz... memeler... evet biraz kaymış da... evet aşağı doğru... düzeltirseniz..." falan diye uyarsak yine olmaz. tabi ben bunları düşünürken gözlerim istemsizce ilgili memelere odaklanıyor. sahibiyle göz göze geliyoruz, sert bir bakış atıyor falan. "ya öyle değil hanfendi. yamulmuş ondan şeyapıyorum" desen olmaz...

    velhasıl hayat çok zor sözlük... çok dertliyim...
    6 ...
  54. amsterdam navigator

    10.
  55. yüksek alkollü (%8) hollanda birası...

    hollanda'da pek dikkat çekmese de son dönemde türkiye'de popüleritesi bir hayli artmış ve duvel'in pabucunu dama atmıştır. fakat yoğun bir aroması var. sanki biraz şekerli gibi. bu nedenle herkesin damak zevkine hitap etmeyebilir. yine şekerli tadı yüzünden (şekerli gibi hakkaten ama) arka arkaya bir kaç tane içince biraz bayıyor. fakat o kadar kusur kadı kızında da olur...
    1 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük