kedi tanrıçam..gündüz saatlerinde bir odadan bir odaya geçerken bile yolda mola verip tatlı uykulara dalan, geceyarısından sonra patlayan önlenemez bir enerjiyle evin bir ucundan bir ucuna koşan, bununlada yetinmeyip dolapların üzerine çıkıp ne var ne yoksa suratıma manida manidar bakarak pati darbeleriyle teker teker atan, yeni uykuya dalmışken hoplaya zıplaya gelip suratımın ortasına konuçlanıp akabinde derin uykulara dalıp arada bonus olarak gaz çıkaran, haddim olmayarak eve geç gelmişsem eğer bi yandan bacaklarıma dolanırken bir yandan da kendi dilinde homurdanaraktan dakikalarca sayıp söverek beni cezalandıran şirinlik muskam.kedi bebeğim.teşekkürler.beni o rengarenk kısacık öyküne dahil ettiğin için..
--konusmadınız mı?dedim.--
nasıl konuşabilirdimki onun dilini bilmiyordum. birkez de küçük bir kuzey ülkesinin başkentindeki uluslar arası bir
toplantıda gördüm tülsü'yü.... aynı masada çok kısa bir süre karşı karşıya oturduk. yanındaki zencide kocası
olmalıydı.
--kocasi zencimiydi?
--evet tülsü de zenciydi, olağanüstü güzel bir zenci.
--yine konuşmadınız mı?
--sizde 3 sayili bültenden fazla varmı diye sordu bende benimkini verdim.
teşekkür etti....
yıllar geçiyor ben hep tülsü'yü arıyorum
--ama buluyorsunuz onu.
--bulmak ama nasıl?... bir anlık, bir şimşek parlaması görür gibi ancak, birden parlayıp sönüveren, bulur bulmaz yitiyor yine kavusmak
değilki bu. o na kavuşmak için yer yuvarlağını kaç kez dolaştım. bir balkan ülkesinin başkentindekibir sarayda gördüm tülsü'yü...
daha 30 da bile değildi, bense 66 mi geçmistim. iki erkeğin arasında mermerden
parmaklığın küpeştesine yanlamasına oturmuştu. elinde geniş kenarlı bardak, kırmızı bir içki vardı. ayakta duran iki
erkeğin anlattıklarına güldükçe kırmızı içki çalkalanıyordu. saçları kızıl, gözleri koyu siyahtı. 5 yıl önce hiç ummadığım
bir yerde; hep ummadığım yerlerde ve zamanlarda görüyorum tülsü'yü... birilçedeki bir bankaya girmiştim
birde baktım ki az ötedeki bir banka memuruydu konusuyordu. gözleri yeşildi saçlarını topuz yapmıştı.
hemen çıktı bankadan kapıdaki arabaya binip gitti. son olarak geçen yıl gördüm. bir aakdeniz kentinin motelinde
20 yaşında var yoktu,incecik bir fidan. ben odamın önündeki çardağın gölgesinde kitap okuyordum. afedersiniz
saat kaç sesine başımı kaldırdım ki, karşımda tülsü.... yanında bir delikanlı denizden daha yeni çıkmışlar
su damlaları üstünde tomur tomur saati söyledim teşekkür etti. yüreğim duracak sandim. gittiler bir dahada
görmedim o motelde...
şarabımız yine bitmişti.
--bir şişe daha içermiyiz?... diye sordum,
--içelim dedi.
akdeniz esmeri kadın bir şişe daha getirdi.
--kime tülsü'ye tutkunluğumu anlatsam benimle alay ediyor. tülsü orada burada diye beni oradan oraya
göndermeye kalkıyorlar.beni deli yerine koyup aşağılıyorlar. tülsüye tutkunluğumu dinleyipte
benimle dalga geçmeyen bir tek sizsiniz.
--büyük bir acımayla ;
--tülsü'yü bunca sevmenizin nedeni nedir?... diye sordum.
--nedeni pek çok onu arayıp da bulamadıkça bulduğum zamanda kavuşmayınca tülsü'ye tutkum daha da artıyor,
öyle bir tutku ki gittikçe harlanıp yalazlanıp beni yakıyor. içim köz köz oluyor ona hiç kavuşmadan
kendi yangınımdan, kül olup tükeneceğimi biliyorum. tülsü öyle iyi öyle iyiki...
--neden iyi dedin.
--yanlışlıkla kendilerini tülsü sanarak, birlikte olduğum diğer kadınlar gibi benimle kavga etmedi, kavga
fırsatları yaratmadı, benimle ilişkilerinde çıkarcılık gütmedi, ne versem daha da oburlaşan bir gözü doymaz değildi.
seni seviyorum diye ne beni ne de kendini kandırdı, hiç ikiyüzlülük etmedi hiç bir gizli hesabı olmadı,
çünkü bütün bunların olabimesi için paylaşacağımız zamanımız olmadı ki!...
tülsü benim için üçüncü boyutsuz anlık yaşam olarak kalıyor bir şimşek parıltısı süresince yaşayabiliyorum
onu, bu yüzden onu seviyorum, hep seveceğim,tülsü'yü sevmekten başka işim yok olmayacak da....
--bağışlayın dedim. geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz. bir akarınız, geliriniz varmi?
--hiçbirşeyim yok
--nasıl yaşıyorsunuz öyleyse.
--tülsü yü düşünmeme ,sevmeme, aramama bir an bile engel olmayan işler yaparak, engel olmanın tersine
tülsü'yü sevmem önemli ama, yeterli değil tülsü'yü sevdiğimi bütün dünyaya duyurmalıyım. herkes bilmelidir ki,
ben tülsü'yü seviyorum. bunu anlatmazsam yaşamamızın bir anlamı kalmaz. her insan bu dünyada var olduğunu
kendine göre bir yol bulup başkalarına kanıtlamak zorundadır. yoksa anlamı kalmayan yaşam bir saçmalık olur.
anlayamamıştım açıklamasını, --nasıl yani?... dedim.
--bir insanın yaşamakta olduğunu, salt kendisinin bilmesi yetmez, insan tek başına değildir ki... bir insanın
bu dünyada var oldugunu, yaşadığını başka insanlarında bilmesi gerekir. ve bu bunu nice çok insan bilirse,
o insan o denli daha çok vardır... herkesin varolma nedeni başka başka... benimki tülsü'yü sevmek.
ben tülsü'yü severek sevdiğimi de herkese duyurarak var olabiliyorum.
--nasıl yapıyorsunuz bunu...
--herkese anlatarak işte örneğin bu gece size anlattım. şimdi siz de biliyorsunuz ki, ben tülsü'yü seviyorum.
bu yüzden de ben sizin için artık varım, benim yaşamakta olduğumu biliyorsunuz. herkesede bunu anlatmaya
çalışıyorum.eskiden dağlara, boş kırlara çıkıp ormanlara gidip sesim çıkabildiğince bağırırdım
"tülsü seniseviyorum"sesimin yankısını dinlerdim. hep aynı biçimde bağırmak güzel olmadığından
hem sözcüklerin yerini değiştirerek hem de inceltip kalınlaştırarak sesimi değiştire değiştire bağırmaya
başladım. ormanda haykırdığı gibi ama masadakilerin duymayacağı şekilde incebir sesle bağırdı.
--tülsü seni seviyorum.
--seni seviyorum tülsü.
--seviyorum seni tülsü.
--seni tülsü seviyorum.
--sesimi tüm dünyaya duyurarak tülsü'yü sevdiğimi herkesin öğrenmesini bunu herkes öğrenince de yaşadığımı
var olduğumu bütün insanların bilmelerini istiyorum. bunun içinde yollarda, alanlarda kalabalıklarda başladım
şarkı söylemeye." tülsü seni seviyorum "
--pekala sesiniz güzelmi bari?...
yaşlı gözlerle bakarak anlatmaya devam etti.
--dünyayı dolaşıyorum. her gitiğim yerin postanesinden" seni seviyorum tülsü " diye, tülsü'ye telgraf çekiyorum.
--öyleyse tülsü'nün adresini biliyorsunuz.
--hayır nerden bileyim, rastgele bir adres yazıp gönderiyorum.
--bulamayınca telgraf size geri geliyordur.
--sanırım ama bana değil zira benim adresimde uydurma. çokça kaldığım kent postanelerinde artık beni tanıyıp
alay ettikleri için değişik postanelerden çekiyorum telgrafları. alay etsinler ama öğrendiler artık ben tülsü'yü
seviyorum. tülsü'yü sevdiğim ne denli bilinirse ben de o denli varım. o içkili yerdeki masalar boşalmaya
başlamıştı. bizde gece yarısından sonra yalpalayarak yürüyebiliyorduk ama ne ne konuştuğumuzu bilemeyecek
nede konuşulanları anlamayacak kadar sarhoş değildik.
--dört gündür öğleden sonraları 1-2 saat kültür sarayı alanındayım yarın oraya gelin dedi.
--ne yapıyorsunuz orada diye sordum.
--orda tülsü seni seviyorum diye haykırıyorum sesim kısılana dek. hani sen ne iş yaptığımı sormuştun ya işte
bu benim işim. bu işe nasıl başladım anlatayım:son telgrafımı çekmiştim o gün tülsü'ye hiç param kalmamıştı.
o yana bu yana dolanıp dururken kendimi kültür sarayının önünde buldum. gördünüz mü bilmem çok eğlenceli
bir yer orda herkes kendi hünerini sanatını marifetini gösteriyor. kimisi köpek cambazlığı yapıyor kimi tek başına
3 -4 çalgı çalıp konser veriyor, biri çalgı çalıp biri de şarkı söyleyen ikililerde var. kimi isteyenin karikatürünü çiziyor.
bir adam kılıç tutuyor diğeri ağzından ateş çıkarıyor daha neler neler. bunların başına kalabalık toplanıyor
seyrediyorlar. en çok ilgi gören daha kalabalık oluyor numara ve gösteri bitince isteyenler para atıyor onlara.
olağan üstü bir yer orası. bende böyle bir köşede başladım haykırmaya tülsü'yü sevdiğimi anlatmaya!!!....
hiç ummamıştım doğrusu benim başıma da toplanacaklarını ama çok kişi toplandı kimi alay ediyor kimi dinliyordu.
yorulana dek anlattım sustum, paralar atmaya başladılar. öyle çok para ki hemen koşup
postaneye tülsü'ye telgraf çektim. o günden beri öğleden sonraları o alana gidiyorum, isterseniz gelin.
bir taksiye beraber bindiğimizi otelin adını söylediğimizi anımsıyorum, sonrasını hiç bilmiyorum.
demek sandığımdan daha sarhoşmuşum. ertesi gün sabah uyandığımda dün geceyi bir düş gibi anımsadım.
o gün öğleden sonra alana gittim. gerçekten de dün gece adamın anlattığı gibi eğlenceli bir yerdi.
aralarından geçip dolaştım,sonunda onu buldum seni seviyorum tülsü haykırışını duymasam onu bulmam
kolay olmayacaktı. bende kalabalığın arasına daldım, beni gördüğünü hiç sanmam çünkü benim geldiğimde
seni seviyorum tülsü diye haykırıyordu gözleri kapalıydı. aslında oradakiler utanmasalar tüm gücüyle
seni seviyorum tülsü diye haykıracaklar. oradan sessizce ayrıldım ve hemen bir postanaye giderek
seni seviyorum tülsü diye sana telgraf çektim. kimbilir ne kadar şaşırmışsındır telgrafı alınca?....
yeşilin
akşamın gözkapaklarına bir ton sarı
bir ton mavi attığı renkkörü zamanlardan birinde tanıdım seni
bu da bizim ilk hayalkırıklığımız olsun
sever sevmez gördüm
bakar bakmaz
gittin
sen
gidince ardından
avazı çıktığı kadar bağırdı sokak kedileri
çünkü
sen siyah beyaz filmlerde
kırmızı çıkmayı ilke edindin hep
ben
sadece yürüdüm
seni kötü bir cümlede kullanmamak için
her yere her şeye
yürüdüm
şiiirlere romanlara filmlere
tutunup yürüdüm
görkemli bir bitiş tasarlayan karanlığı vazife edinmiş
budala
varlığımı
içime çeke çeke yürüdüm
artık dördüncü cemreydi aşkımız
artık hikayemiz sonlanmış
cehennemimiz başlamamış henüz
bak ikimizde dökmüşüz gözlerimizi
ağlıyoruz
meselemiz malum
aşk
rüyalarımıza giren çocuk prensler
senin mahşer atlısı dudaklarında
yatıya kaldı
ikmale kaldı hayattan
bugün doğan tüm bebekler
ve biliyorsun hiç
ağlamayacaklar
içimizdeki sessizliği içebilmek adına
gönderilmiş peygamberler
bilmem kaçıncı gece vardiyalarından birinde
rahledeki kutsal kitabın arasına sıkıştı kaldı
tanrı buna çok bozulacak
tanrıdan bu aldığımız kaçıncı ihtar
sence
bizi affeder mi
tekrar
bak!
bak!
yağmaktan
çoktan yorulmuş yağmurlar
artık bu mevsim kar sadece
bana yağar
bu gidişle
ne dersin
bu siluete bir kılıf hazırlamak lazım
aşkımızı
bir tekerleme
olarak kabullenmek lazım
çünkü
senaryosu kaleme alınmamış bir film çektik
biz oynamadık
bizi onlar oynattı
anlıyor musun
tek kelime alamayız artık yeryüzünün ağzından
sende
gidersin
bu da benim sana son öfkelenişim olsun
beni
yangında en son kurtarılacaklar arasına kaldırıp
bırak
dünyanın tüm yağmurları yağsın üstüme
ben başıboş serseri bir elektriğim
alelade bir serzenişim bu alemde
nasıl olsa
hem
kaç kere daha ölebilirim ki
bize bu aşktan tavşan çıkmaz
sonumuz belli
cenazemde mein herz brennt
çalınmasında ısrarlıyım hala
dizginlerinden kopan atlar gibi coşkulu
herkes bi anda koşmaya başlayacak ama , unutma
bunu bütün örgütler biliyor
telaşlanma!
bu da benim sana
başarılı bir yalnızlıkla yenilettiğin ömrüne
kendi boş sinema salonunda
izlettiğim
son masalım olsun..
son zamanlarda büyük bir hızla kitleler halinde bölünerek çoğalan, üzerlerine kusup çığlık çığlığa kaçılası, boyunlarına taş bağlayıp denize atılası kişilerdir. zira böyle bol keseden aşırı ve yapmacık şevkat israfına gerek yoktur çünkü samimiyetsizce kullanıldığında oldukça mide bulandırıcı bir hitap şeklidir.
bu dünyadan kopup gitmenin en güzel yolu, sanatın iyileştirici gücü. beyninizde kopan fırtınaları, acınacak halinizi, gözyaşlarınızı, hayallerinizin avucunuzun içinden kayıp düşüşünü kucaklar.zamanla çok şey değişir, sizin gibi sevdiğiniz şarkılar da , sevdiğiniz her şey gibi, değişir. bazıları da değişimin o değişmez gücüne aldırmaksızın değişmez inatla.
müzik.. acıyı notayla dindirme sanatı..
Sadu'lar gerçek yaşamdan kopup yani maddeyi terk edip içsel yolculuğa çıkmış gerçek Hint fakirleridir.
bu fakirlik bildiğimiz fakirlik anlamında değildir, Sadu'lar arasında önceden zengin iş adamları, doktor,
avukat yani üst seviyede ki insanlardan olanlarda vardır ve Hint halkı arasında saygı görmektedirler.
Ateşin külleri ölümü, çıplak bedenleri insanın gerçek hali olan doğum anındaki halini simgeliyor. Külleri bedenlerine sürmelerinin sebebi ise aydınlanmaya giden yolda ölümü aştıklarını göstermek. Hinduizme göre, ruh ölmez ve bedenden bedene geçer. Bu ruh göçü bitmek bilmeyen acıların ifadesidir. Acı çeken ruh, bedenden bedene geçerek acıyı da sürdürmüş olur. işte bu acıyı sona erdirmenin tek yolu aydınlanmadır. Ancak aydınlanan ruh Nirvana'ya geçebilir, acı çekmekten kurtulur ve rahata kavuşur. Sadular, Hindular'a göre aydınlanmaya giden yolda olan dervişler. Bu nedenle tüm dünya nimetlerinden ellerini çekmiş olan Sadular'a devamlı bağışlarda bulunuyor. Sadular, aydınlanma yolunda esrar içerek ilerliyorlardı. Üstelik, yaptıkları hiçbir davranışın suç sayılmadığı bu dervişlere karşı da oldukça dikkatli davranılmalıdır. Her ne kadar bu dokunulmazlık, hırsızlar ya da suç işleyenler tarafından kötüye kullanılıyorsa da, Sadular'ın sahip olduğu yüksek saygınlığa hiçbir gölge düşmüyordu. Aydınlığa kavuşmak yolunda çile çekmeyi de seçen Sadular var.Günümüzde bile çok sert kuralları olan Hindu kast sisteminde, özgün yaşam biçimleriyle en ayrıcalıklı konuma sahip olan Sadular'ın sayıları on binleri buluyor. Sokaklarda anadan doğma gezen, her türlü uyuşturucuyu kullanan bu insanlar suç işleseler bile cezai sorumlulukları yok. Buda'nın Prens Sidarta olduğu dönemde yaşamlarına imrendiği Sadular, bugün sahip oldukları konumu kullanmıyor da değiller. Örneğin cinayet işleyen bir adam, aniden Sadu olmaya karar veriyor ve böylece her türlü sorumluluktan da kurtulmuş oluyor.
bütün solcu kızlar çirkindir genellemesine alternatif bir serbest çağrışım örneğidir.solcu kızların genelde kavruk zayıf ve çirkin olması büyük ihtimalle çirkinler eyleme güzeller hareme diyen, solcuda olsa, neticede erkek mantalitesinin bir getirisi gibi gözükmektedir. ve bir de tabiiki güzel kızların her türlü ortamda kolayca kabul görmeleri fakat çirkin kızların bunun için fazladan birşeyler yapmaya gereksinim duymasıyla ilgili de olabilir.ayrıca hakikaten çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır demeden edememekteyim.sonuç olarak bir elinde cımbız bir elinde das kapital gayet mantıklı ve yerinde bir önermedir, neden olmasındır..
1935 yapımı frankestein'ın devam filmi olan fakat ilkinden çok daha izlenesi olma özelliğiyle oldukça şaşırtan kült korku filmidir.korkuturken güldüren ağlatırken süründüren bu film ölmeden önce mutlaka izlenesiler arasındadır.