insanı zor durumda bırakır, çok az bir miktar olsa dahi.
2009'un sonbaharıydı. iki arkadaş pes oynamak üzere internet kafeye gitmiştik. yanımda para yoktu, arkadaşıma güvendim, nasılsa onda vardır diye. neyse bir iki saat oynadık sıra hesabın ödenmesine geldi. arkadaş usulca paran var mı dedi. afalladım birden sen de yok muydu diyebildim. ikimizde ceblerimizi yokladık ama beş liramız çıkışmadı. kasada oturan adama dedik abi çıkışmadı para bi ara geçerken verelim. olmaz dedi, biriniz beklesin diğeriniz alıp gelsin. yani bir nevi biriniz burda rehin kalacaksınız dedi. arkadaşa sen dur ben çeker gelirim dedim. bankaya gittim, bir miktar para çektim. parayı ödeyip arkadaşımı teslim aldım. ondan sonra anladım ki eğer paran çıkışmıyorsa bir hiçsindir bu hayatta.
önceleri çok yakınırdım neden büyük şehirde doğmadım, neden arkadaş çevrem bu kadar dar diye. gel gelelim üç yıl önce ankara da bir okul kazandım ve ankara'da yaşamaya başladım. artık çevremde birçok insan vardı. fakat bir tuhaflık vardı insanlarda; arkadan herkes birbirinin kuyusuna kazmaya çalışıyor, yan yana geldiklerinde ise can ciğer kuzu sarması oluyorlardı. yanlarına işlerini göreceklerini buldukları zaman diğer kişiyi -ne kadar yakın arkadaşı olursa olsun- hemen satıyorlardı. kısacası tuhaflık arkadaşlık bağlarının olmayışı, insanların birbirlerine menfaat bağıyla bağlanmış olmalarıydı. şimdi anlıyorum ki şehirler büyüdükçe içindeki pek çok insanı küçültüyor.
betonarme'yi türkiye'ye getiren adam. ayrıca anılarını dinlediğinizde bu adam bilimle ilgili, ilgisiz bu kadar çok şeyi nasıl yapmış diye gıpta etmekten kendinizi alamazsınız.
bu tarz karalama kampanyasının neden ortaya çıktığını görmek için bakınız. benim anlamadığım bir şey var ortada bu adam benim sayemde namaz kılan polisler arttı derken ve solcu gençlere işkence ederken kimsenin sesi çıkmıyordu. fakat adam fetullah ve cemaati hakkında kitap yazınca birden işkence ettiği kişileriden birisi haline getirildi. anlamak gerçekten güç. aslında değil herşey açık ve net ama neyse yazmayalım; yazanların başına pek hoş şeyler gelmiyor bu devirde.
sözlük kullanıcılarının hemen hemen hepsi siyasi konularda prof. ünvanı almış kadar bilir fakat herhangi bir link içeren tartışma karşısında sadece eksilemekle yetinirler. işte bu gelişmiş siyaset anlayışının sözlükteki ve ülkemizdeki göstergesidir. link içerdiği için boşta kalmış bazı başlıklar:
(bkz: başbakanın özal dönekliği)
(bkz: evet çabasının sırrı)
bundan yıllar önce özal'ı amerikan uşaklığıyla ve siyonistlikle suçlayan recep tayyip erdoğan birden çark edip kendisi özal aşığı kesilmiştir. bu durumda insana iki tane soru getiriyor:
1- artık tayyip erdoğan'da amerikan olduğu için mi özal'ı övüyor.
günlerdir başbakan diyor ki eğer evet demezseniz ülkemize gelecek yatırımlar duracak diye yırtınıyor, dış işleri bakanı eğer hayır çıkarsa ben bunu dünya'ya nasıl söylerim diyordu. son olarak ab'de evet çıkmasını istediğini açıkça söyledi. peki bütün dünya etik olmayan şekilde bunu nasıl söyleyebiliyor. cevabı oldukça açıktır, değiştirilen anayasa ile stratejik bölgelerin satışının önü açılmış oluyor. örneğin satılacak yerler arasında ilk sırası maden arazileri çekiyor. peki başbakan neden israr ediyor buraları yabancıya satmakta? çünkü çalık grubunun anatolian minerals development ile ortaklığı vardır. neyse lafı fazla uzatmadan size şu linki israrla okumanızı istiyorum: http://www.bagimsizgundem.com/evet-cabalarinin-sirlari.html
ülkemizdeki demokrasi anlayışının ne olduğunun göstergesidir. kömür furyasıyla başlayıp çamaşır makinası dağıtmakla devam eden bu süper demokrasi hizmetine bir yenisi daha eklenmiştir. nasıl ki amerika ırak'a, afganistan'a, pakistan'a demokrasi götürdüyse; akp de türkiye'ye yavaş yavaş demokrasiyi getirmektedir.
son zamanlarda bir furya başladı: fazıl say'a saldırmak. kendisinin söylediklerini tam dinlemeden, sözlerini cımbızlayarak alarak, onlar üzerinden acımasızca eleştiriliyor. yok efendim neymiş türk insanın arabesk yavşaklığında utanıyorum demiş. peki tam olara söylediği nedir derseniz; "arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! etik dışı yalan dolanla doludur. ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar." bu ne demektir: arabesk müzik söyleyen insanlar sürekli acılardan, yokluklardan bahsediyorlar fakat kendileri en lüks yerlerde oturuyorlar, en lüks arabalara biniyorlar. ikinci olarak yok efendim 5n1k programında bale izlemeyenlere gerici demiş. tabi cümleyi burda kesersek abest gözüküyor. işin aslına bakarsak demeye çalıştığı şey; recep tayyip erdoğan bir bale programında bale giysisiniz içindeki kızı görmemek için kafasını yere eğmiş ve programın izlememiş. doğal olarak yirmibirinci yüzyılda insana bakmaktan çekinen insanları et yığını olarak gören zihniyet gerici olarak adlandırılır.
fazıl say'ın da hataları olabilir fakat bir insana bütün ülke yüklenirse elbette onunda bir refleks ortaya koyması oldukça doğal bir davranıştır. bunun yanında birde fazıl say'ın yorumlarında yola çıkarak sanatını aşağılayan, hiçlik olarak ifade eden ve hayatlarında bir kez olsun klasik müzik dinlememiş insanlarda var ki bunların durumu gerçekten içler acısı.
yani ben bir akplinin çıkıp ben statükonun karşısındayım demesine şaşıyorum, aynı zamanda da kıs kıs gülüyorum. statüko nedir, buna bakalım: "uluslararası hukuk terimi olup, belli bir zaman dilim içinde, herhangi bir olay olana kadar var olan, sürmekte olan fiili ve hukuki durum anlamında kullanılır." yani bilinen anlamıyla mevcut durum demektir. peki mevcut durum nedir? akp'nin yıllardır iktidarda olması ve bunu güçlendirmek içinde legal ve illegal olarak sürekli çalışmasıdır. yani statüko akpdir. kelime anlamını bilmeden insanları statükocu diye suçlamak ve statükonun karşısında olduğunu söylemek gerçekten trajikomik bir durum. ama fazlada yadırgamamak gerekir, eğer insanlarımız bilgili kültürlü olsaydı akp zaten iktidar olamazdı.
not: maddi çıkarlar karşılığında akp ile işbirliği yapan bilgili ve kültürlü liboşları tekzip ederim.
bugün ilk defa yanlışlıkla gözüme çarptı. fakat baktım yarışma yarışma olmaktan çıkmış, herkes birbirlerine sitem ediyor, biz sevgiliydik iyi vakit geçiriyorduk neden bizi ayırdınız diye sızlandıklarına tanık oldum. yabancı versiyonunu oldukça başarılı bulduğum bu programında türkiye'ye getirilerek reyting için bu kadar rezil hale getirmek yazıktır günahtır. çakma olmayan survivor'da kimse dedikodu yapmıyor, kendi yiyeceklerini -kah sümüklü böcek olsun, kah çeşitli bitkiler olsun- bulup yiyorlardı ve hiç birisinde bi gram dışardan etki yoktu. -kızların kaşlarının yay gibi olması, bir çiziklerinin bile olmaması- bu programı birazcık izledikten sonra okan bayülgen'e hak vermemek elde değil.
her zaman iyi bişey değildir. sizin evin yalıtımı iyi değildir ve gelen arkadaşlarda pes oynamaya başlar, takdir edersiniz ki bağıracağıra. bu durumda sizi bir telaş kaplar. yaş ortalaması 60 olan apartman sakinlerinden şikayet gelecek diye. uyarırsınız, kar etmez. en son akışına bırakırsınız ve kulaklığı takıp müzik dinlersiniz. ama içinizde de kirada oturduğunuz apartmandan şutlanma kaygısı içinizi kemirmeyi bırakmaz.
ayrıca her üniversite mezunları iş bulacak diye bir şart yok demiş. peki o zaman neden her yere boktan boktan üniversite dolduruyor, kaliteyi düşürüyorsunuz ve o çocukları da boşu boşuna yıllarca okutuyorsunuz.
kendisi normal hayatında hiçbir siyasi olaya karışmamıştır, herhangi bir kitap okumamıştır fakat bilgisayarın başında oturunca herkese ahkam kesmeye başlar. yok efendim generaller istifa etsin, 60'lı yaşlarında general mi olurmuş? yok efendim bunların bir tanesi bile sıcak çatışmaya girmemiş, salon generalleriymiş. öncelikle sen savaş hakkında ne bilirsin? bu konu hakkında kitap okumuşluğun var mıdır? klavye başından şehit veriyoruz demek kolay fakat kayıp olmadan savaş kazanılmaz. o bok attığın generallerden de emin ol hepsi senden daha bilgili ve stratejiden anlayan adamlar. bu insana son olarak ahkam kesmeden önce savaş ve strateji hakkında kitap okumasını -machiavelli,sun tzu vb.- ve son olarak stancey kubrick'ten gelsin; "it is well to dream of glorious war in a snug armchair at home. but it is a very different thing to see it first hand."
şu aralar gündemimde. ilk olarak tutunamayanlar ve korkuyu beklerken'le başladım bu eyleme. bu sıralarda parama kıyıp 34.5 tl ye tehlikeli oyunlar'ı aldım. iki aya kalmaz oğuz'u bitiririm. bana finans sağlayacak olursa bir aya kalmazda biter.
şakirtler çok sıcak kanlı insanlardır ayrıca cemaatlerine bir kişiyi eklemek için sizi hergün evlerinde misafir edebilirler. ne de olsa sonuçta para fetonun cebinden çıkıyordur ve ilerde onun için canınızla başınızla çalışacaksınız. bu insanların özgür iradesi yoktur. bunu da son seçimlerde açık seçik gördük bir haber geldi amerika'dan herkes aynı tip bıyık bırakmaya başladı, zaten giyinim tarzı da aynı herkesin. bunlar insanlık ve özgürlük adına gerçekten utanç vericidir.
facebookta gördüm israil'e savaş açalım diye. bende destekliyorum tankı ben alırım, bizim süleyman abiye de uçağı veririz. süleyman abiyle benim karşı takımda da israil'in hepsi.
