başka bir boka yaramayan kalemini sahte gözyaşları için gözüne sokup yaşartarak medet umann duygu sömürücüsü. üst düzey tanıdıklarım var ve arkadaş yakinimdir kartvizitinin sahibi ibne. "benim de admin coder tanıdığım var"sa feci göt olur. olacaktır, kaçınılmaz. daha güçlü bir tanıdığım yoksa da...ne o, heyecanlandın birden, yoksa sen o musun?
var ulan islam dininde böyle bir şey. resmi ideoloji dayatmalarını yutturmuşlar bazı ot/cenin kafalılara, onlar da diyanet işlerine yasak getirilmiş, hutbelerden okunması engellenmiş 200 küsür ayeti görmezden gelerek demokrasi dedikleri zıkkıma rağmen dayatmakta birilerine. odası modası yokmuş bunun. bilenler bilirmiş ilgili ayet-i kerime'leri. götünü açıp başını kapatanlar toptan bir zümreye mal edilip payelendirilemeyeceğinden bunu yapmak düpedüz salaklıkmış. tıpkı akp'nin tüm müslümanların partisi, f.gülen'in tüm müslümanların hocası olduğunu zanneden mallar olduğu gibi bu da kimi müslümanlarca ahmakları tespit etmek için literetürde bir done haline gelmiş. din iman konusunda ahkam kesenlerin dine dair bilgilenmesi ilkokul din dersi dışında olmadığı halde, abilerinden ablalarından duydukları ile sulu fikri altyapısı oluşmuşların diline pelesenk olmuş bir mevzudur türban. bilen de bilmeyen de hoca alim kesiliyor haliyle. kapanan örtünen sapık mıdır tartışma götürse de, mini etek giyip, makyajla oha dedirtip davetkar bir arz oluşturanın hafifmeşrep olduğu su götürmez bir gerçek. (bak ya yine mini eteğe getirdiler mevzuyu!)
samatya ile bunu al yan yana koy süleyman demirel'le kermit'i aynı karede buluşturmuş olursun. samatya fötr şapkasını bunun kafasına geçirirse bir de var ya, ortaya çıkacak kubizm eserini cezanne, pablo picasso bile kıskanır. bu basit eğlencelik tespitin ardından delişmen bir edayla tepinerek eğlenilebilecek bir diğer konu da bu yazarın ne idiğü belirsiz tavrı tarzı. bunun aslında bruker'den bir farkı/fazlası yok.
en son ekşi'de yeryüzünü allah'ın rengine boyamak başlığını eminim herkesten önce açıp sunmak büyük heyecanıyla yakalamış açmış. altta da tespit yapmış "tüm günleri ele geçireceklermiş. dünya müslümanlara teslim edilmezse oluk oluk kan akacakmış. ifadeler açık." demiş. demiş'in öncesinde yer alan bu iddiayı doğuran söz de şu: "dünya savaşlarında 55 milyon kişi öldü. hz. muhammed'in yaptığı savaşlarda sadece 750 kişi ölmüştü. bu dünya müslümanlara teslim edilmezse oluk oluk kan dökülecek" mustazaf der başkanı da böyle demiş. mustazaf en düz tabirle ezilen demek.
tespitin tespitine gelirsek, mustazaf der başkanının sözü dibine kadar yanlış anlaşılmak konusunda malül. öyle de olmuş. fakat, diğerlerinden zeki olduğunu kndi kelimeleri arasından sunan ve pohpohlamarla da parlatan kişi aklının hakkını vererek şu doğru şekli ile ele almalı (b)öyle bir anlam çıkarmalıydı. islam dini kötünün amelinden önce emelini yok edip düzen getirir. oluk oluk kan akmasını önlemek için yegane gerekli olan yöntem islamın ilkeleridir. varlığı itibariyle islam güçsüzü koruyan, zalimi durduran tavrı neticesinde anlamsız savaşları durdurup oluk oluk kan akmasını engellemek için vardır. dünya bu sebepten, kendi iyiliği için topyekün islamı kabul etmek zorundadır.
öyle de anlayabilirdi, böyle de. o işine geleni anlamış. hani kaşıyacak da prim yapacak ya ordan, ondan. ve bu sadece bir tanesi. avasas, tavır/tarz bakımından ilerlediği yamuk çizginin yamukluğunu bozmamak/korumak konusunda tebrik edilmek dışında hiçbir bir payeyi hak etmiyor. zaten çevresinde toplanmış zihni/beyni boşaltılıp tekrar doldurulmuşların takdirinden başka herhangi bir beslemesi de yok.
o zaman tanrı bilinçtir.(bak gördün mü illa ki bir şeyleri tanrılaştırmak zorundasın)genelde böyle olur zaten. nemrudi, firavuni bir nefs i emmare ile kalp/ruh çatışmasıdır yaşanan. bunların içerisinde en bariz şekilde gözleneni düşünce yetisi merkezinin aşırı yükleme ile kaideden kayması, kendini aşması suretiyle yaratılmışlığı yakıştıramama, araştırdıkça saflıktan uzaklaşarak düzensiz/sapkın kimyasallaşma ve kimyanın bozulup aslına asla rücü edemeyecek hale gelmesidir.
açıyorum:
bugün benim doğum günüm. kendimi diğer insanlardan az da olsa farklı hissediyorum. sanki bir tek ben doğmuşum gibi bir acayip his. sanki istediğim anda/zamanda dünyaya gelmişim gibi hafif bir kudret hissiyatıyla birlikte morukluğa bir yaş daha yaklaşmış olmanın sinir bozucu gerginliği. basit bir doğum günü ama, farklılık yaşıyorum. bu en tehlikesiz olanının yanında devamlı suretle işleyen öğrendikçe/bilgilendikçe soyutlanmayı gerçekleştiren bir mekanizma vardır ki, bu mekanizmanın dişlilerini iblis yağlar. çocukluk yıllarımda(korkma lan otobiyografiye dek uzamayacak)bir yaz tatilinde yapacak başka hiçbir bok olmadığından dolayı okuduğum onlarca ağır kitaptan sonra sosyal çevreme yeniden intikal ettiğimde o içtimai alandan tanıdıklarım/bildiklerim sinek gibi küçülmüştü gözümde. hayata dair felsefi/analitik düzlemde konuşacakları olan küçük bir çocuğum ve akranlarım çelik çomak oynuyor, top sektiriyor, saklambaç oynuyor.(acımı paylaş) onların zevkleri, istekleri, çocuksu basmakalıp inançları ve davranış biçimleri bana çok uzak kaldığından o süre içerisinde çektirmek zorunda kaldığım tüm siyah beyaz vesikalık fotoğraflarımda emo kid profilini sunmak durumunda kaldım.(kalmışım)
çocuksu hal ve ahval terk ettiğim alanın doğrusu olduğu halde bana artık kafi gelmediğinden yeni arayışlarla birlikte içinde bulunmak zorunluluğuna sahip olduğum alandan nefret etmekle beraber bunların saçma, gereksiz, hiçbir işe yaramaz olduğunu düşünmeye başlayarak, kendimi üstün vasıflar sahibi kemale ermiş birey pozisyonuna atayarak çelik çomak, saklambaç, lastik top peşinde koşmak çocuksu gerçekliğinden soyutladım. öyle ya ben hamdım, piştim, yandım. artık bireylerin çocukluk evresi masalı benim için bitmiş, yerini kendim olmaya, benni aramaya bırakmıştı. her bulduğumda yeni öğrendiğim bir başkasıyla yer değiştiren benni yüzlerce kez kaybettim. hayat bu denli basit olamazlarla boğuşup dururken kendimi yüceltmek konusunda aklımı kullandım. o akıl benni yeniden yeniden tanımladı. basitlikler deryasında kulaç atıp gerçekler kıyısına ulaşmaya çabalarken her attığım kulaçta bir kez daha gelişen/artan meziyetlerim sayesinde çevresel faktörleri, inanışları, değerleri, yargıları basitlik seviyesine indirgedim.
sonra büyüdüm;
anladım ki epey yanılmışım. ve daha sonra birileri ile tanıştım. kelamın gücünden başka şeyler de öğrendim. kendi ürettiğimiz ve çoğunlukla içeride sakladığımız ama, fark edilsin ateşiyle yandığımız küçük şöhretlerin ne denli tehlikeli ve bir o kadar da saçma olduğunu fark etmeme yardımcı oldu. bir savaş yaşandığını, hayatın anlamının sadece bu savaştan inanç doğrultusunda galip çıkmak olduğunu, düşündükce düşüncenin dehlizlerinde kaybolunduğunu, aklın tanrılaştığını ve bu sayede ruhun kirlendiğini çözümledim. askıda kalmış kelimelerin zikredilmemesinin, içi doldurulsa keyif vermekten öte bir yarar sağlamayacak soru işaretlerinin öylece kalmasının sakıncasızlığını aldım başucuma koydum. orda duruyorlar sessiz sedasız; ben ibadet ederken.
çok önemli bi detaydır. altı oka gark olmak için elzemdir. vay babam vay...lan sözlük senin işin bitmiş olm. baksana foseptiğe gark olmak üzeresin. e şimdi ben ayar vermeyeyim de ne yapayım. yemişim konseptin diğer sözlük yazarları ile dalaşma yaşanmasına geçit vermeyen o klasik "polemik konusu" şartını/bahanesini. ölüm saatleri önemlidir. gerçekleştirilecek ayin esnasında ikonanın ruhu ile iletişim için olmazsa olmaz şartların başında yer alır. gark gurk yapmayın bana. hayt huyt da yapmayın. öyle düz ara, çalakalem yazıyorum. zaten az önce sözlüğün yaş ortalamasını test ettim 21-24 arası çıktı, canım skılmış, moralim bozulmuş, biçareyim. sağda üstte, reklamlar kısmında atatürk tişörtleri reklamı var. reklam kısmında, "atatürk portreleri ile çok özel tasarlanmış benzersiz tişörtler" şeklinde kısa bir tanıtım yazısı da yer almakta. görmüyoruz sokaklarda atatürk portreli tişört giymiş gençleri; ne biçim kemalistsiniz, nasıl atatürkçüsünüz, tişörtcü batacak bir el atın.
uydurma olmayan, gayet başarılı şekilde neticelenmiş bir provokasyon. arapların da köpeklerine "türk" adını koyduklarını biliyor muydunuz? ben biliyorum, duyduğumda bir tanesini köpeği sudan gelinceye kadar dövdüm. sonra başladık bununla konuşmaya. sopayı yiyince aklı başına geldi tabi, adamakıllı anlatıyor: bu hikaye uzun bir tarihsel mesele. birinci dünya savaşına dayanan, özerklik bağımsızlık temalı provokatif çalışmaların izdüşümü. osmanlı'ya karşı kışkırtmaların neticesinde türklere karşı uydurulmuş ya da abartılmış efsanevi kötü hikayelerin artığı bir cahil tepki, dedi. öpüştük barıştık, hurma gönder dedim dellendi bu. meğer bizim hurma diye bildiğimiz şey orada "kadın, hatun" anlamına geliyormuş. gavat mıyım layn ben!? dedi, sonra izah ettim, anlattım; bırak dedim bizde galatimeşhur olmuş takma dedim. ondan sonra harameyn'e müslüman olmayanları sokmak yasak değil mi, ne işi var bu amerikalıların burada dedim. suudlar onlarla iyi anlaşıyor dedi. suudlar komprador ingiliz uşağı oldukları için şimdi sömürülen, maymun edilmiş bir özgürlüğünüz var, ülkeniz bu yüzden onların adıyla anılıyor, türkiye'de herkes suud demek arap demek zannediyor, dedim. hay ağzını öpeyim gel dedi, ciddiye aldım kaçtım.
ömer hayyam rubailerinde içinde olduğunun/yaşadığının karşısında bir profil çizerek olmadığı/olmak istemediği kişiye serzenişte bulunmak, dini bozmuş olanları afişe etmek niyetiyle tasvire yönelmiştir ve ironi yapmıştır. denilmek isteniyorsa; iyi olanı örneklemek için kötü olanı kabullenmek eblehliğini asıl kendisi yaşamış, bunu ironi zanneden de onun yanında aynı sıfatla yerini almıştır. hayyam ironi mironi yapmamıştır. ortalama bir zeka ile hemen(birkaç yüzyılcık sonra) anlaşılan edebi bir metod ironi olmaktan uzaktır. ayrıca, yaşadığının(iddia edilen) karşısına geçip yanlışı eleştirmek için "içtim şarabı, vurdum mala" denmez. dersen mal olursun, anlamazsan da mal olursun. yine de ebleh fonetik açından hoş bir kelime.
sözlük yazarları yaşamsal tespitler başlığı açıp döktürmeye bayılırlar. yazacak bir şey bulunamadığında can skıntısını giderir. benn hariç. çünkü ben her an her konuda yazabilirim, çizebilirim, oyabilirim!! -bu da paradoks oldu al-
blueğğ hoteaaaaaaağğğğğğğllll derdi bu. hatırladığım kadarıyla seksenlerin sonlarına doğruydu, bir tane patlattığında yanından iki tane daha çıkan sivilcelerimiz vardı. sivilcelere açılmış savaşta kullanılan yegane silah olan kükürtlü sabundan mülhem kayış gibi bir deri sahibi olduğum zamanların şarkıcısıdır. hatıraya bak, çağrışıma bak, chris isaak = sivilce. daha entelektüel kişilerde chris isaak dendiğinde isaac asimov akla gelebilir, oradan da asimo isimli japon robot. japon deyince de shogun ya da bugünler için hattori hanzo kill bill, bunları bill faydalı şeyler hepsi tabi.
yakışıklıyım,
zenginim,
suspansiyonu sekteye uğramayan bir arabam var,
zekiyim,
espriliyim.
bir insan daha ne ister? (bela?)
ilgi alanıma hitap eden, öncelikle doğru etkileşimi ve devamen birlikteliği sağlayabilecek, süresi uzun bir beraberliğin ilk adımlarının atılabilmesi için gerekli olan girizgah kriterlerimi arz ederim(talep edene-edeceğe selam kelam olsun):
*aradığım hatun kişi kesinlikle yeşil gözlü ve sarışın olmayacak. kumral, esmer, koyu ya da açıkkahve göz rengi mümkündür, kabulümdür.
*konuşkan olabilir fakat, geveze olmayacak. bu ikisi arasındaki farkı açmakta fayda var diyenlere: açmıştım daha önce bir yerlerde bulun okuyun okutun.
*çok uzun ya da çok kısa boylu olmayacak. tipik türk kadını boy ortalaması olan 1.62 ila 1.64 üzeri olsun yeter. kısa olursa vaktimizin çoğunu kıyafetlerine uygun uzun topuklu ayakkabı aramakla heder ediyoruz. o uzun boylu olduğunda da bu kez ben yumurta topuk giymek zorunda kalabilirim, nefret ederim, döverim.(oysa kadına el kalkmaz, kalkmamalı)
*zeki olduğunu, hemcinslerinden bazı zeka örneği niteliklerle ayrıldığını asla beyan etmeyecek. ben zaten zekiyim, bunu fark ederim, ödüllendiririm. telaşa mahal vermesin. her şeyi zamanın sessiz dinginliğine bırakırsak vakti geldiğinde çocuğumuz bile olabilir.
*espri yapmak için kasmayacak. ardından zorlama-sahte mini kahkahalar atarak otomatik mizahi atmosfer oluşturma çabasıyla olmayacak şeylerdem medet ummayacak. ben zaten espriliyim, onu güldürürüm, boşuna diyafram gücünü heba etmesin.
*yüzünü gümüşi yakamoza bulanmış bir nehir olan benim gözlerimde gördüğünde helecan dolu çırpınışlara gark olacak ve masum olan ne varsa tüketilmemiş olanın bakirliğini birlikte keşfetmek adına yolc...zzztt! czzt! cozzz! (bana edebiyat yapmayacak!!)
*hesabı ödemeye kalkışmayacak. ben zaten zenginim öderim, çıkar gideriz. "yaa yee n'olur bir kez de ben..." demeyecek. yeminnen bak garsonun önünde pataklar, zorla adisyonu yediririm.(oysa kadına el kalkmaz, kalkmamalı, adisyon yenmez, yedirilmemeli)
*beni kıskandığını belli edecek. etsin ki egom şişsin, şişmiş egomla özgüvenim artsın ve kendisini kolayca aldatabileyim.(şu son kısmı okumasan da olurdu) mülteci bir yapısı olacak; eksikliklerinden, kaygılarından doğan korkularının ardından her daim bana sığınmak isteyecek.
yazarak para kazanabilecekken; eğer başka işlerle uğraşıyorsa sopalıktır. yarısının yarısını yazamayanlar ayda 10.000 doları cebe indiriyor, üstelik şöhret sahibi(gaza gel). ("benn kolay kolay yazar beğenmem" diyecektim ki, "hah lütfettin ukala!" der bu şimdi diye vazgeçiyorum)
+ seni ölesiye seviyorum. sensizlikle ölüm aynı adı taşıyor bende.
- möööö...
+ aşkımmm.
izahat:
şimdi biraz zeki olan okur kişisi "entrydeki inek tasviri olmamış. başlıkta "biri" dendiği için kişi/insan tanımı yapılması gerekirdi." diyecektir. ama aşık idealize eder. onu sen inek olarak görüyorsun. maşuk taşımış onu yücelere, aşkıyla tutkusuyla insandan da üstün eylemiş kendisine. basit bir zoofili de değil ayrıca. devrimiz etten sütten aşklarından birine nazire yaptım lan tamam. ne olmuş ki? bir gecelik olmadı bir iki haftalık aşkların acemi şair(hani terk edilince yazıyorsun ya üç beş cıfıt kelam işte onlar) insanları değil misiniz sanki? inek olmamış/yakışmamış oraya aslında. inek bile masumiyeti nedeniyle fazla bu rezilliğe.(eşek olsa bi derece)
- ben üç yaşımdan beri rock dinliyorum.
+ büyük marifet.
- ne, ha?
+ belli oluyor diyorum.
- duyamıyorum...? lütfen yüksek sesle söyle.
+ (caps lock)belli oluyor diyorum. kulak zarını yırtmışsın mına kodumun gebeşi!(caps lock)
her pekiyi pek güzel tıklamasının ardından "seni seviyıorum"lara, her "ıyyyy iğrenç" tıklamasının ardından da "berbat, iğrenç, yuh, oha" lara maruz kalan sözlüktür. yazık lan, acıdım bak şimdi kendisine.
bu coğrafyanın insanının kanı delidir. dünyada başka hiçbir millette var olmayan düzensiz bir kan deveranı olduğu kesin. öyle olmasa kendilerinden sayıca üstün topluluklara savaşçı genleri nedeniyle karşı koyamaz, galip gelemezlerdi. bu tespiti şuraya bağlamak(altta), ilişkilendirip tarihin bir sayfasına ışık tutmak amacıyla yapmış bulunmaktayım, bilgilerinize.
imdi, bu çorum bir anadolu ili. ahmet hakan köşe yalayıcısının da dediği gibi kırsal dinine türbanına batıdan daha bağlı. bu yüksek sadakat sonucu ve yukarıda bahsi geçen delikan nedeniyle üç beş çorumlu oteli basıp, güsel bilal'i saçlarından tutup sürükleyerek çorum meydanında recm etse ikinci madımak vakası yaşanmış olacaktı. demek ki akıllı insan strateji geliştirip siyaset ve diplomasi de yapabilen kişidir. yok, o bahsi geçenlerle benim işim olmaz. sadece onların hayat stili/görüşü üzerinden akıllılık ölçütlerinden olduğundan konu ettim diplomasiyi vs.
bu durumda türban akıllı işi değil diyen biri zamane kavramları olan olguları da akıllı biri olarak bilmek zorunda. sonucu can yakacak bir duruma dönüşmeye meyyal olduğunda önlemini peşinen almalı. doğru konuşup nabız yükseltmeden fikirlerini paylaşmalı. sonuç olarak akıllılık bunları da gerektirdiğinden(en azından can güvenliği açısından) bu önlemi almayan kişi gerizekalıdır.
demek ki şuymuş; herhangi bir maddeyi/olguyu eleştirirken gösterilen tutumda sonuç hesabını yapmak, mevzuyu olası bir neticeye bağlayarak önlem almak akıllı insanlara has bir davranış olduğundan bunun gerçekleştirilmeyişi düpedüz aptallık.
kimmiş akıllı olmayan?
hanimiş hamiş:
bu söylem "cesur olup doğruyu söylemek" merkezine kaydırılmaya çalışılmasın. orada da aptallığın ispatı vuku bulur çünkü; akıllı kişi cesaretini önem açısından daha üst düzey mevkilerde kullanır. (yani öyle bir çatacaksın ki ağaya beye, öyle bir dokunduracaksınki zulfi yare, helal olsun diyeceğiz hep bir ağızdan)
üniformalar, siyaset elbiseleri çıkar da yazarlar boş durur mu; eğer zall abd destekli bir coder değilse ben de yazar elbisemi çıkarıyorum ade bakem. tanım olmadı tabi bu. dur, olur şimdi: gündemi takip eden sanal yazarın herhangi bir iddiayı ispat durumunda elinde olan yegane değeri ortaya koyması.
edit:
mastar(mek-mak)manyakları için özel: yazar elbisesini çıkarmak. çıkartmak karşı taraf için kullanılır der şimdi de biri, ona da el cevap: tamam, necla'nın yazarlık ve diğer elbisesidir kastettiğim.(e oha)
islamı topyekün olmasa da, kişinin kendi şahsında temsil etmesinin mümkün olduğu haddini aşmama durumu.
said nursi'nin kastettiği de budur(edit: eğer söylemişse. söylediği iddiasının gerçekliği araştırılmamıştır). yani şudur: kişi islam'ı tebliğe kelimeler, cümleler yordamı ile girişir. oysa esas olan kelimelerin acziyetinden istifade yerine kelimeler sahibinin duruşudur. kişi -hatalı bir şekilde- kabul edildiği üzere temsilin parçalarından biri pozisyonunda icra ile yükümlü olduğundan; şahsın tüm iyi ya da kötü davranışları merkeze koyup oradan hareket ettiği fenomen üzerinden değerlendirilir.
vardı buralarda bir örnek bir zamanlar, analoji ile -din dersi öğretmeni örneği- kişiden yollanıp islam'a pay biçilmişti. yanlış olsa da analojide kişi islam'ı dolaylı olarak temsile götürülmüş. insanlar özellikle hatalı davranışlarda hatalı davrananın düşman oldukları alt kimliklerine göndermede bulunurlar.
aynı yavşak din dersi öğretmeninin hatalı davranışları neticesinde hedef alınan olgu; türklüğü, memleketi ya da bir başka kimliği değildir. çünkü, onun din dersi öğretmeni ya da bu sıfatının dışında dışarıda dini savunan biri olarak görünmesi göründüğünü temsile yetkili kılındığı manasına gelir.(böyle bir yetkilendirme mercii olmasa da)
demek ki kişi karşı tarafın algısı üzerinden içinde bulunduğu görüşün temsilcisi haline getiriliyor. o halde temsil mümkün.(unutmayalım bu yönlendirme; kötü, hatalı, yanlış davranışlarda vuku bulur. eğer iyi bir şeyler yapıyorsa ortak kimlikte buluşulur; türklük ya da hemşehrilik gibi)(örn. orhan pamuk ermeni dostudur = türkler ermeniler'i pek sevmez. ama, orhan pamuk nobel'e layık görülmüştür ve bir türk olarak bununla gurur duymuştur analoji meraklısı bizim hergele)
"islam'ın da çok umurundaydı" diyeceğim ama, tanım olmaz. bu yüzden; "islam'da kölelik var, çağdışı", "kadın hakları yok kadın meta, mal", "deterministik saplantı", "dogmatik bütün", "kur'an çağımıza uygun değil", "bilime ters", "kur'an'daki çelişkiler" vs.vs. şekillerde ortaya çıkan kronik kusmuki(kusmuksal desem daha mı hoş durudu ne. hehe)kriz. denilerek tanımlanabilir.
şunlar da yapılabilir; tevrat, incil internet üzerinden okunur ve kur'an ile mukayeseye gidilir. ampül çakar kafada ve dikkat budalası kişi evrekalar eşliğinde koşarak gelir; "kur'an kendisinden önce gelmiş olan diğerlerini nesh eden bir kitap olduğuna göre, oku dediğine göre demek ki tevrat'ta şöyle deyip incil'de böyle dediğine göre o zaman buradaki çelişki. a ha! yakaladım valla" der. der de, bilmez ki bahsettiği kitaplar muharreftir. kişinin kazancına, statükonun emrine amade kılınmak üzre tahrif edilmiş, kralın biri ikinci hatunu alabilsin diye mezhep olgusu üzerinden bireysel çıkara dahi dönüştürülmüştür.
bu nefretten gaye kutlu bir amaçtır aslında. islam dinine mensup milyonlarca kişiye içinde bulundukları büyük yanılgıyı gösterip dünyayı kurtarmak.(ne o? beğenmedin mi?) öyle öyle. aramızda bunu yaşam amacı edinmiş romantik toplum mühendisleri var. islam yeryüzünden silinip gittiğinde ya inandıkları izme ana ve tali yollar açılacak roma'da buluşulacak, ya da yüzyıllardır kimsenin kabul ettiremediğini tuş edip heykel diktirelecek. islamn dinine beslediği nefretle kur'an'da çelişkiler arayan, islam'ın çağa uyumsuzluğunu! ispata soyunan kişi en azından sarf, nahiv, usül bilmek zorundadır. mealden tefsirden arakla olmaz o işler. muhkem, müteşabih ayetleri ve nüzul sebeplerini bilmek, kadınların seçme hakkına örnek teşkil eden biattan haberdar olmak zorundadır. gayrısı felsefe olur. felsefenin de ne olduğu belli. bendeki kayıp benni bulmaya çalışır. onun hiçbir kolu da determinist değildir. bir nicke izafe edilmişliği dahi çözemez de sataşma nesnesi olarak kullanıp kepaze olur(deruni felsefi birikimi olan bir vip şahidimdir)
islam dininden nefret eden kişi öncelikle içinde bulunduğu çağın dejenere, boktan, kokuşmuş yapısına çözüm bulmak zorundadır ki diğerine el atabilsin. islam dininin ilk ortaya çıktığı yıllarda(ayetlerin bir bir vahyedildiği zamanlar)mevcut toplum yapısının çok daha rezili bugün yaşanmakta. islam'dan hemen önce kureyş ahalisinden bir kadının kocası öldüğü vakit üzerine cübbesini ilk atan erkeğe ait olurdu o kadın. şimdi daha kolay; cübbe ceket atmana da gerek yok. çöpçatan kuruluşlar var, anında pazarlıyor, yapıştırıyorlar bir yerlere. kadının özgürlüğü ise meta olması koşulu ile mümkün. ekonomik özgürlüğünü ve karakterini para kazanarak elde edebilirsin denilen kadın her alanda meta. ne kadınlar var para kazanıp şahsiyet sahibi olmak için her tutumu mübah sayan(saydırılan). erkek egemen toplum o günden çok daha bariz ortada. kadının karakterini belirleyen, ona özgür yaşam alanı dediği fenomeni sunan yine erkek. onu karakterize eden ve sömüren, paçavraya çeviren halen erkek ve kadına bunun modernizm olduğu güdüsü yerleştirilmekte. tıpkı islam öncesi kureyş erkeklerinin şerefsizliği gibi.
kölelik sadece şeklen değişti. üç ayda bir ikramiye var şimdi işçiye(suni denge teorisi'nin örneklerindendir. mahir çayan'ı bilen marksist arkadaşlar izah eder dileyene. birsürü var buralarda)islam öncesinde de bugünün işçisine ikame edilebilecek köleler vardı; isyana kalışmasın, daha çok çalışsın diye ödül olarak evlendirilen, küçük bir hane verilen ve çok iyi niyetli bir efendisi varsa özgürlüğü bir belge ile verilip yine mecburen açlıktan ölmesin iyi niyeti ile köleliğe devam ettirlen. nasıl da benziyor değil mi emekli ikramiyesi ve emekliliğe? islam'dan sonra hakları olan kölenin bugünkü adı işçi. (dünyada kaçyüz milyon ölmek üzere olan insan var köleliğe(işçi)razı olacak bir bilsen.) kureyş'in efendilerinin devamı daha zalim kişiler sayıca semirerek gün geçtikçe artıyor. onlara göre para her şey ve paraya giden her olgu, kişi, kurum, oluşum çıkar için kullanılabilir, mübahtır. işte bunlara bu diyarda, bu zamanda lider/önder deniyor. sınırları onlar çiziyor. medya başta olmak üzere her türlü melanetle istedikleri kıvama getiriyorlar toplumu. tezgahlarını bozmak isteyen asileri afişe etmek, hedef göstermek ve sindirmek için de kullandıkları kelimelerin başında şunlar yer alıyor: "yobaz, gerici, mürteci, örümcek kafalı, dinci, devlet düşmanı, anarşist, terörist"
"savaşlar biter islam ve diğer dinler yerküreden silinirse. buram buram barış kokar her yer" yarramı biter, taşşamı kokar! afedersiniz. genlerinde var senin savaş kimi yiyorsun ebleh. yakıp yıkmak talan etmek hoşuna gidiyor. sloganla başlayıp kaldırımları söken, ne alakası varsa esnaf kepenklerine molotof kokteyli sallayan, kamplar kurup milletin sülalesini nüfustan silen, tehcir ve soykırım yapan, gökyüzünü ateşe veren dedemdi o da öldü(yani yakalayıp asamayız onlarca gençle birlikte). diğerlerini bilmem ama, en azından islam bunu ölçülendiriyor. miktarınca kelle al, abartma diyor. gel müslüman ol izzet ve şeref kazan cizye de verme diyor. cizye dedim bak yine aklıma abd'nin kestiği savaş tazminatları geldi. berlin'in ikiye bölünüp hitler piçinin artıklarından yeni teknolojiler elde etmek de savaşa giren rusya ve diğerlerine bonus. berlin deyince de kendisini balkondan atan alman genç kızları geliyor aklıma. niye öyle armut gibi patır patır attılarsa kendilerini balkonlardan, çatılardan...(?) oysa hitler gibi bir tehlike bertaraf edilmiş, özgürlük gelmiş çatmış, festival düzenleyeceklerine terk i alem eyliyorlar.
bugünlerde komunizm tarafında yaşam sürmüş eski tüfek almanlar çok rahatsız. "gençlerimiz başta olmak üzere tüm toplumun ahlakı bozuldu. hayata dair büyük endişelerimiz var. çocuklarımız sözümüzü dinlemiyor, bize saygı göstermiyor. bir başı boşluk almış gidiyor. onları(diğerleri)anlayamıyoruz. dünya çok kötü bir yere doğru sürükleniyor" diyorlar. yahu bakıyorum da "aklı başında üç beş müslümanın şikayetleri ile bunlar ne de çok benzeşiyor" diyor, şaşıyorum.
"islam bilime ters ve karşı" buna gerçekten inanıyorsan eğer, senin ben aklını peynir ekmekle yediğine 3 delil 8 şahit gösteririm. islam'ın küllerinden doğmuş bir medeniyet var ortada. bunu adil olan, düşman düşüncelerden uzak her bilim adamı ve aklı başında az çok okumuş herkes kabul etmek zorunda. edenler de var, inadına etmeyenler de. sözlüklerden ve duvara su serpip "aha lan bu kendine kendine şekilleniyor. demek ki dünya da böyle var olmuş" diyerek islam'a göre mürtedliğe geçiş yapmış, belli bir kesimin alimi hocası olmuş/olacak kişilerden etkilenerek; "yahu islam dünyaya en ufak bir katma değer sunmamış savaş, yıkım, gözyaşı dışında" dersen, ben seni dinlemem. yazdıklarını da biraz okur "oeeeh yine mi aymazlık be" der başka sayfaları çeviririm. bu yobazlığımdan değil, aksine mükerrer kez karşılaştığım diğerinin bağnazlığından vuku bulur. islam'ın bilime katkısını kısa bir araştırma ile herkes kolayca öğrenebilir.
islam asla bilimi ve bilim adamlarını tanrısallaştırmamış, kişiye kazanımlarından ve kazandırdıklarından dolayı ulvi ve kutsi bir derece atfetmemiştir. (önemli not: faydalı eser, buluş patenti islam'da yoktur) bu yüzden olsa gerek; bilim adamı kisvesindeki tanrımsı insancıklar islam'ın kendilerine gereken değeri vermediğini, sadece "allah razı olsun" la yetinmesini salık veren bir din olduğunu, görkemli bir şöhret sunmadığını görüp düşündüklerinden kendilerini idol ilah belleyecek izmlere, dinlere, dinsizliğe yakın olmuş ve kendi zümrelerini oluşturmuşlardır. buradan sonuçla; bu tip bir bilim adamı için ateizm demek ki baskın ego oportunistliğinden başka bir şey değil.
islam'ın da, diğer dinlerin ve izmlerin de gidip geldiği yerler, yaptıkları, eserleri, hülasa tarihe bıraktığı hatıralar açıkca ortada. evet ya, şu islam'a duyulan nefret kolektif bir kıyama dönüşse; islam yok edilse, artık olmasa var ya, dünya çok daha yaşanacak bir yer haline gelecek be(!)(izanına 20.000 volt)
28 şubat postmodern darbesi konulu, 28 şubat 2008 tarihli yayınında türk gençliğinin içinde bulunduğu durumu tastamam gözler önüne sermiş televizyon programı. hani hep negatif eleştirilerle abanılan ve bu bağlamda haksızlık edildiği söylenen gençlik bu işte.
islamcılar ve cumhuriyetçiler kapışması vol.85: burada izlenenler üzerinden islamcıları 3-4 taifeye ayırabiliriz mümkündür fakat, cumhuriyetçiler tornadan çıkmış tek, üniform. iki tarafın da dünyadan haberi yok. konuşmayı da bilmiyorlar. zaten bilseler de konuşacak halleri pek kalmamış. cumhuriyetçiler kantinde biraz gazete okumuşlar belli ve iki üç örgüt kurmuşlar; devrim bekçileri, genç üniversiteli cumhuriyetçiler vs. türünden toplaşmalar işte. belli ki geleceğe dair bir planları, değişim gelişim hesapları mevcut değil. dezenformasyondan doğurulmuş refleksi bir koruma, kollama, savunma ve islamcılarla birlikte ikinci cumhuriyetçilerle de her daim müdafaa savaşında kararlı fikirsiz bir zümre.
islamcılar da nasipsiz. nasipsizlikleri; savunmaya karşı geliştirdikleri kontrsavunma ve saldırı sebebiyle meydana gelen, taleplerini cumhuriyet ve demokrasi çerçevesine oturtmaya çalışarak düşmanının silahı ile silahlanmayı uygun görüp, dar alanda kabul ettirmeye çalıştığı fikri ile anılmasından ve devamla müslümanlığın, islamın sorunlarının sadece türban serbestisinden ibaret noktasına hapsedilmişiliğini fark etmemesinden.
zihinleri, idrakleri iğdiş edilmiş ardından tecavüze uğramış iki farklı grubun içler acısı hali.
dipnotlar:
saat 01:5'te söz alan bir öğrenci "faşizm" dedi çok küçük bir alkış aldı. yandaşı olmadığından değil faşizmin kelime anlamını bilmediklerine emin olduğumdan alkışlanmadı o tombiş.
saat 01 15'te söz olan bir öğrenci "boxerla gelmek istiyorum ben de, hadi bakalım nolcak şimdi" dedi. olmaz, boxer güney asya'da bir yerlerde bir zamanlar yaşamış eşek eti yiyen siyasi bir klikin sembolüdür.
saat 01:30!a doğru söz alan bir öğrenci boxerla gelirim diyen kişiye "kendisi kaybeder" dedi. iki anlamı olabilir:
a) bacaklarını görmüş epey kıllı, sosyal alanı sıfıra iner. demek istedi.
b) üniversitede azgın adam çok tecavüze uğrar, götü kaybeder. demek istedi.
*01:30'a kadar ancak dayanabildim. dudaklarımda alaycı bir gülümsemeyle uyudum.
diğerleri de var da benim en çok ilgimi çeken bu. evden geç çıkıyorum bu aralar. malum sezon henüz açılmadı. kahvaltımı peynir zeytin lerzan mutlu eşliğinde yaparken bu sosyal vakıayı inceleme fırsatım oldu. entryi kişisel yazabiliyorum çünkü, bakınızı verdim yarı tanımdır olur diye rahatım.
"karısını demirle dövdü!" (bu drank! efektli söz diziminin hemen öncesinde lerzan mutlu mini eteği ve spontane çabayla silikonlu görüntüyü yakalamaya çalıştığı dudaklarıyla dans etti önümüzde.)
"karısını kumar borcu için sattı!" (bu acı haberin hemen öncesinde lerzan mutlu "ayh bugün çok mutluyum" diyerek ince saz eşliğinde kıvırdı.)
"borçları yüzünden ölümden döndü!" (sözün sahibi ağlayan adamdan biraz sonra lerzan mutlu shakira dansı yaptı)
bu nasıl bir şeydir lan? vallahi güleyim mi söveyim mi şaşırdım. sonra geçti şaşkınlığım sövdüm, annem kafama tokat attı. kafamı hızlıca kaçırmasam yüzüme gelecekti. koca adam oldum hala hafif de olsa şiddete maruz kalıyorum evet. bakıyorum kafamda güller de bitmiyor, bariz acıyor. oradaki adamların kadınların da acıyor canları belli. herkes yaşamıştır(diyerek entrye denek edeyim sizleri de); çok sıkıntılı olduğunuz zamanlarda yanı başınızdakiler gülüp eğleniyorlarsa sinir katsayınız artar nefrete dönüşür. nefret de sağlıklı karar vermeyi engeller, bir şeylerin üzerini örter ve dost kaybedersiniz acınız anlaşılmıyor, paylaşılmıyor diye.
anneme de durumu böyle izah ettim. "tv karşısında lerzan'a hak ettiği tepkiyi onlar adına buradan ben veriyorum, verirken de 3-5 kötü kelam etmişim çok görme" dedim. "kahvaltın bittiyse defol gözümün önünden" dedi. "ne kızıyorsun dedem de küfür edermiş" dedim. o merdaneyi almaya giderken ben ayakkabılarım elimde merdivenlerdeydim çoktan. kadınları anlayamıyorum.
iddia makamından:
telegram: bir extremiste "bush dünyanın en barışçıl kişisidir" dedirtir.
betatron: küçük bir chiple matadora doğru koşan bir boğayı durdurur.
yanlış anlaşılmış bir kitaptan bir cümle.(roman değil belli)
farklı algı seviyelerini ortak idrak derecesine indirgemek; en münevver olanın bile paçasından tutup aşağı çekmek zorunlu kabule yerleştirilmişlerle mümkündür. "vatan sağolsun", "şehitler ölmez, vatan bölünmez" "bir türk dünyaya bedeldir" ve benzer diğerleri. bu kez uygulanan dezenformasyon değil genel hamasetten türemiş zorunluluktur.
veya:
fikri genel anlamda kültürün içine zerk edilip aydın kılınmış şişirilmişlerin dolduruşu ile "o öyle diyorsa artık söylenecek söz yoktur" seviyesine çekilebilen idrakin güdümlü yanılsaması sonucu oluşan kolektif dandik bilinçtir.
veya:
büyük sözü dinlemeyen, büyük belaya düçar olur.(dur)
bölgesel milliyetçiliğin "memleket nere?" ile birlikte gizliden cevap aradığı sual. sadece tanım olsun, konsept sarsılmasın diye yazdım bunu, oysa derdim başka.
bülent ersoy vs ebru gündeş karşılaşmasının derin analizini yapmama geçit verecek dar girizgahı genişletmek çabasından sonra, sormak istediğim bir sualim var benim de: "hakkari'de yaşayabilir misin ebru?" ve diğer ebru'lar...?
hangi vatan senin ebru? elini attığında ulaştığın her şey sadece senin hizmetine sunulmuş şekli ile memnuniyetini sağlayan kent yaşamının kapsadığı alanlar değil mi? bunu hazmedemiyorum. vatan millet sakarya hamasetini gördük geçirdik anladık da, bu nasıl bir aymazlıktır, nasıl bir kandırmacadır çözemiyorum.
"doğu illerinde konserler verdim ben" der misin? peki okur, sen bunu yer misin? mehmetçik şehit! oluyor. bir daha hayatı boyunca belki kendisinin de adım atmayacağı yerler için. hattı müdafaa de, sathı müdafaa de; ne dersen de, olağandır. tehdit kabul edilmiş, terör vuku bulmuş sindiriliyor tamam.
tamam da, sana ne oluyor be yiğidim aslanım? haritada yerini gösteremeyeceğin yerlerde insanlar ölüyor. bir şeyler uğruna, o uğura vatan müdafası deniyor, savunmada ölene de şehit(bu kavram kargaşaların en büyüğünü yaşar-yaşatır hep)
sen de, biraz komplo teorisi biraz gerçek sayılabilecek bir söyleme karşı umrunda dahi olmadığına emin olduğum ve iddiaya girsek en önemli organımı bahse yatıracağım, ne toprağından ne insanından haberinin olmadığı o coğrafya ile ilgili "oğlum olsun askere gönderirim" refleksini gösteriyor, bülent'in eline veriyorsun?
..."ben yaşayamam eksi bilmem kaç derecede. musluğu açtım mı su akacak, gelemem öyle su taşımalara, hamallığa. toz toprak sevmem asfalttır benim vatanımın yolları. atım yok ki bozkıra süreyim. çöl için üretilmiş cipimle caddelerde lümpen bir havanın esaretindeyim ama, mutluyum. dağ bayır yürümek ne, merdiven dahi çıkamam. kapıcım amadedir o çıkar merdivenleri, zaten anadolu'nun bir yerinden gelmiş alışıktır. dışarı olduğum gibi çıkamam, benim vatanımın şehirlerinde insanlar birbirlerini şahsiyeti ile değil elbisesi ile ağırlar, değer verir, ya da yerer. kablolu tv'den ulaşırım tüm dünyaya, kırık dökük 60 model radyolala hapsolamam, vatanımın enformasyonu geniştir benim. iyi beslenirim, duman nedir solumadım hiç, kombi arıza yapar en fazla benim vatanımda; onun da çaresi telefonun tuşlarında. benim vatanım merhametlidir ama, bilmediğim vatanımın diğer yerlerine yardım götürür; çocuklara muz, şeker dağıtır; ağlarız hep birlikte bu manzarayla birlikte şehit! düşenlere de."...desenize ibneler! itiraf etsenize!
"orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür"
muhtemelen ahmet kaya'nın başına gelenlere benzer, fakat dozajı daha düşük şeyler yaşayacak şahıstır. kişiler değişse de muhatap kalitesi hiç değişmiyor. serdar ortaç gitti, ebru gündeş geldi. (gülelim eğlenelim)
yok, şimdi ben; kadın naiftir. annedir; nezaket, şefkat, güzel olan ne varsa ona dairdir. sevecenliğin ana şubesidir...türünden anaç ya da babacan; klasikliği artık can sıkar vaziyete gelmiş olan düz bir algıyla yaklaşıp, hikayemsi çizgiler çekerek kalıplandırmayacağım.
salaktır, çünkü: jargon öykünmesinde mutsuzdur aslında. hayvanların arasında bile bir dil/beden dili standartı mevcut. sadece saçma sapan şarkılarda bir kedi miyav derken minik fare kükrer galebe çalar falan. içinden geldiği gibi davrandığı yalanına sığınacaktır. beğenilerin deklaresinden doğan hoşnutluktan mütevellit gerçek kılınmış bir yalandır kadının lan lun demesi. yukarıdaki entryleri kontrol etsin; kendi hemcinsleri dışında herkes beğenir bu kız tipini. rahattır ya yanında bizim andaval.
mutsuzluğu da; lanlı lunlu konuşan kızın oynadığı bu durumun içinden türeyen, erkeklerin "bu bizden" yakıştırması neticesinde meydana çıkan "erkek fatmalarla aşk yaşanmaz, adama bundan karı olmaz" düsturunun getirisidir. ha, sen "maksimalistim ben. aşmışım taşmışım. zirvelerdeyim de inmem gayri. insanlarla ilişkimi libido dürtülerini terk ettiğimden bu yana sadece "canlı" bilincinde yürütüyorum" diyorsan eğer, diyeceksen veya; o halde de bu altyapının yansıması lan lun olmaz, kalabalıklar içerisinde uzlet olur.
ilgili şahsın seviyesine inip ona kendi yüzünü göstermek gibi faydalı ve eğlenceli bir eylemi de içinde barındıran, birkaç kısma ayrılmışların etkisiyle gerçekleşen med cezir. biraz yorucu fakat elzemdir. zorunlu olması; sataşılanların artık yok olduğundan, yaşamadığından, var olmadığından dolayı kendilerini savunamayacak durumda olmaları nedeniyle onları savunarak gerçek fazilet ve adalete hakkını teslim etmek, hezeyana bulanmış zihni açıp göstermek suretiyle insanlığa ancak nefretiyle yaşayabilenlerin de var olduğunu beyan etmek borcundandır.
bu bir nevi; bilgi dahilinde yapılan alışverişlerin dışında höykürmelere taş atarak cevap vermektir. bilen bilir; hayatta başka amacı olmamış ezik, herhangi bir fikir kırıntısı olmayan, hayata dair bir çıkarımı vuku bulmamış birileri tarafından sürekli küfürle anılanlardan biri olanın dedesi de fitne fücür için kendisine bulaşan kovulmuşa taş atmıştır. öyleyse inananlar açısından örneğin sağlamlığından yola çıkarak muhatabın seviye ve seciyesine göre tepki vermekte bir beis yoktur.
muhatap siz taşı gediğine koyduğunuzda...tashih: taşı yediğinde ciyaklayacaktır. acı seansı sona erdiğinde tekrar tekrar havlayarak talebini yineleyecektir. susup adam olana, havlamayı kesip varsa bir düşüncesi dile gelip havlamak yerine insanca belirtene/ya da belirtmeye çalışana kadar taşlamak efdaldir.
"gerizekalı" iddiası ile küfür isteğinin kendiliğinden ortaya çıktığı önerme.
birinin inançlarına hakaret etmek, küfür etmek, kötü söz söylemek kendisine küfür edilmesini talep etmektir. saygı duymanın gerizekalılık olduğunu söyleyen biri peşinen her türlü küfürü hak eder. bu durumda talepkarın talebine cevap verilir, arz gerçekleşir, adalet yerini bulur. çeneni kaparsan kimsenin de senin ananla avradınla işi olmaz.
- inanmadığına saygı duymak gerzekliktir.
+ ben saygı duyarım. bana hakaret etmiş oldun, o halde cevap hakkı doğdu: o dediğin anandır, babandır!
- insan ol. saygı duy.
+ siktir lan!
hakarete hakaretle mukabele edildiğinde hiddetli sarsıntılara sebebiyet veren, multiple personality semptomlarını patlatan ışıtan önerme. şu örnekte gösterilen karşılık misal:
ebu cehil(amr ibnül hişam) hz muhammed ve dostlarına ağır küfürler ettikten sonra cevap hz ebu bekir'den gelir: -sen git lat, menat, uzza'nın zekerini em!(hani ebu cehil denmiş ya, örnek olsun deyu şettirdim. devamı da var)
buradan anlaşılan; ebu cehil hızla büyüyen islam birliğine öyle bir hınçla bilenmekteymiş ki; savaşlar, siyasi oyunlar, makam mevki vaadleri de yetersiz kalıp sonuç vermeyince ve bu bağlamda şahsının değişen düzen üzerinden statü yitimi gerçekleşmesi sebepli hiddetle küfüre, kötü söze başvurmuştur. ebu cehil kalıntıları günümüzde halen yaşamakta olup, çeşitli sosyal alanlarda diyare söylemlere devam etmekteler. ciddiye alınıp cevap verilmesi bile değersiz bir zahmet olsa da, söylem makamı burada ve başka mekanlarda defalarca rezil rüsva edilmiş olsa da, kişilik bölünmesinde daha aklı başında olan kısmında yer alana hitap olarak faydalı bir çalışma şeklinde kabul edilip, saygı mefhumunun doğru kullanımı için bir not olabilir:
"insan olduğu için saygı duymak", "fikirlerinden, inançlarından dolayı değil; insan olduğu için saygı duymak" iddia bu.
beyni az çok çalışan herkes inanca hakareti serbest kılan, hoş gören, kabul eden birinin ardından saygıyı "salt insan" ile sınırlandırmaya çalışmasını aciz bir komiklik, biraz işi biliyorsa psikolojik dengesizlik olarak sıfatlandırır.
saçmalamanın daniskası bu fasarya iddia, insanı niteliklerinden koparıp hücreler birleşimi organizma ölçüsünde değerlendirip saygı duymayı salık veriyor olmalı-hihi-. yahu oeeeeh be...yazılacak daha çok şey var, yazılır da bu kadarı yetsin be; saygı insandan sonra var olmuş bir olgudur. ana rahmine ve hemen sonrası dünya ile buluşmaya dönersen yok evet. demek ki bebek'e de saygı duyulmalıdır. bebek saygı bekler mi ki? bir şahsiyeti oluşmamış henüz ama, bekler belki. hmmm "bebek ve saygı". küvozdeki fikirsize saygı duyuyor da, fikir edinmişe duymuyor. saçmalıyor, zırvalıyor gibi görünse de bebekler de saygıyı "saf insan" oldukları için hak ederler. bebek sana saygı duyuyorum. oh bebek, ohş bebek.
not: kaybedenlere yazılmış bir entry değildir. (bebeklere ve ineklere saygı duymuyorum) (bkz: geçirilmiş olsun)
ha unutmadan editi(onu dahi anlamamış olduğundan):
hz muhammed'e o galiz yakıştırmayı yapan benn değil,ebu cehil karaktersizliğinin bu çağdaki yansıması olan ateistliğini hz muhammed'e hakaretle dünyaya getirip, yaşatmak gayretinde olan şerefsizlerdir. bunu yapanlar şerefsizdirler çünkü, hakarete hakaretle karşılık verilmesine müsade kendilerinden gelmiştir.