Son zamanlarda kadınlardan çok sıkça duyduğum kozmetik markası.
Ürünlerini kullanma sansı buldum ve hakikaten de bahsettikleri kadar varmış dedirttirdi. Ürünler kaliteli ayrıca fiyatları da çok çok pahalı değil. Özellikle probiyotikli el ve tırnak bakım setini internet sitesinden sipariş verdim ve öyle güzel bir jest ile karşılaştım ki... Kutusu ayrı bir güzel el peeling'in kokusu ayrı bir güzel. Müşteri memnuniyetine önem veren http://www.cuiqbeauty.com böyle firmalar umarım ülkemizde daha da fazla olmasını ümit ediyorum.
dünya diye adlandırdığımız şirin maviş gezegenimiz, bizden milyarlarca yıl önce var olan ve sonra üzerinde yaşamaya başladığımız evimiz. bizden önce türlü türlü canlılara misafir etmiştir. bazılarını kendi iç dinamiklerinden ötürü yok etmiş bazı türleri ise dış kaynak ( meteorlar ) yüzünden yok olmalarına engel olamamıştır. türlü türlü küçük,büyük yaralar almalarına rağmen hep bir yolunu bulup iyileşmiş ve doğa ile iş birliği içinde yeni türlerin doğmasına yardımcı olmuştur. daha sonra bir tür çıkmış ki 4.5 milyarlık yıllık geçmişi olan gezegene üstelik üzerinde yaşadığı evine zarar vermeye başlamış. bu tür şuan bu yazıyı yazan ve okuyan türdür aynı zamanda.
öyle bir türüz ki yediğimiz kaba sıçma konusunda üzerimize yok. doğayı yok etmek ve yaşamı bizlere en güzel biçimde sunan gezegenimize zarar vermekten usanmadan vazgeçmiyoruz peki ne için? para... ego ve kişisel çıkarlar uğrana...
biz öyle bir türüz ki kendi türümüzü bile yok ediyoruz. bunu yeri geldi mi savaşlarla yeri geldi mi çevreye zarar vermekle yapıyoruz. öyle bencil bir türüz ki bu dünyanın sadece bize ait olduğunu düşünecek kadar da aptal ve ahmak bir yapımız var. binlerce türü yok ettik ve daha niceleri de yok olma eşiğinde. peki ya denizler ve okyanuslar? onları da kirletmekten alıkoyamıyoruz kendimizi. tıpkı iklimi değiştirmekten alıkoyamadığımız gibi. doğa ana dediğimiz o anneye verdiğimiz tahribat akıl alır gibi değil. üzülerek ve türümden nefret ederek bir cümle kurmam gerekirse yani resmen bir seri katiliz. en kötüsü de bile bile bunu yapmaktan keyif alıyoruz ve dur demek için ufak çabalar dışında hiçbir şey yapmıyoruz. biliyorum buraya kadar bir çoğumuz bunun farkında belki de bazılarınız boku çıktı bu dünyanın artık diyorsunuz. peki ya bunun için ne yapıyorsunuz ya da bu zamana kadar ne yaptınız? doğa anayı ve maviş gezegenimizin ölüşünü izlemekten başka...
sanırsam bu güzel gezegenin yeni meteoru bizleriz.
piyasada arayıp da bulamadığım meteoroloji istasyonu oyuncağını bulduğum site. ya hocam koskoca türkiyede bu ürün nasıl olmaz derken vahiy gibi karşıma çıktı. adamlara özellikle arayıp teşekkür ettiğimde kargonun içine bir de not yazmışlar. epey bi hoşuma gitti açıkçası...
özellikle ülkemizde böyle içerik üreten sitelerin azlığından dolayı şikayet edenler için güzel bir keşif gibi adeta...
kategorilerin isimleri oldukça zekice. zeki müren kategorisini görünce bi ne alaka dedim sonra içine girince anladım ki adamlar sanat kategorisinin adını zeki müren yapmışlar. neyse efendim umarım ülkemizde böyle sitelerin sayısı gün geçtikçe artar.
ortalama bir insan ömrünün ilk çeyreğine gelmişseniz eğer bu soruyu kendi kendinize sormaya başlarsınız.
herkesin farklı farklı yorumları olacaktır bu noktada. ağır bir sorudur cevpalaması da öyle kolay olmayacaktır açıkcası ama özetlemek gerekirse hayatın bana öğrettiklerini şöyle sıralayabilirim...
öncelikle hayat bana insanlara güvenmemeyi öğretti. sevgi ve iyiliğin ne kadar güzel bir şey olduğunu, aslında insanların paranın peşinden koştuklarında mutlu olabileceklerini düşünürken sen insanları severek ve iyilik yaparak mutluluğun kestirme yolunu bulmayı öğretti.
hayat bana yalnızlığı öğretti. yalnızlık ise kendimi tanımayı öğretti. hayat bana bu dünyanın ne kadar zor olduğunu öğretti. çocukken büyüklerin söyledikleri nasihatların ne kadar doğru olduğunu öğretti.
hayat bana umudumu kaybetmemeyi öğretti. hele ki artık bitti derken... hayat güzel bir öğretmen aslında. insanlara o kadar güzel şeyler öğretiyor ki... burada iş size de düşünüyor tabi ya öğrettiklerini çabucak kavrarsınız ya da çok çok sonra... merak etmeyin hayat öğretmekten usanmıyor siz anlayıncaya kadar öğretmeye de devam ediyor...
Uber size mobil cihazınızdan şehir içi ulaşım ihtiyaçlarınız için taksi, ekonomik veya lüks araç bulma olanağı sağlayan bir platform. 7 Haziran 2014 cumartesi günü Ars Technica haber sitesinde yayınlanan haber yaklaşık 4 yıl önce kurulan Uber’in aldığı son yatırımla (1,2 milyar ABD doları) teknoloji girişimleri arasında yeni bir dünya rekoru kırdığını ve değerini 17 milyar dolara çıkardığını söylüyordu.
Bunun üzerine üzerine girişimci dostum sevgili Alphan Manas Twitter’da darısı Secure Drive’ın başına mesajını yazdı. Uzun süredir de Uber’in Türkiye’ye geleceği konuşulduğu için ben de hatıralımdakileri yazıya dökmeye niyetlendim.
Secure Drive, Uber’den iki yıl kadar önce ilk olarak Çeşme ile Adnan Menderes havalimanı arasında ulaşım ihtiyacını karşılamak için ortaya çıktı. 2006 yılında Çeşme – izmir Adnan Menderes havalimanı arasında taksi ücreti yaklaşık 180 TL iken biz sponsorumuz Axess’in desteği ile 45TL’ye yolcu taşımaya başladık. ilk iş taksiciler bize karşı ayaklandı. Onlara işin yasal boyutunu anlattıktan sonra işe devam ettik ve Çeşme’li taksicilere de bir proje ortaklığı teklif ettik. Ancak bizimle bu işi yaparlarsa gelirlerinin artmasının yanı sıra her işe fatura düzenleyecekleri için gerçek usul vergi mükellefi olup daha fazla vergi vermeleri gerekeceğinden önerimize sıcak bakmadılar.
SecureDrive
Bu arada Ulaştırma Bakanlığından bir yetki belgesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir A grubu seyahat acente belgesi aldık. Ayrıca istanbul Büyükşehir Belediyesi’nden istanbul’da çalışan araçlarımıza için de turizm güzergah belgesi aldık. Tüm araçlarımızda zorunlu trafik sigortası dışında kasko sigortası, zorunlu karayolu taşımacılık sigortası ve zorunlu koltuk kaza sigortaları var. Tüm şoförler ticari taşıt kullanma belgeli ve psiko teknik testlerden geçiyor. Hiçbir şoförün 15’ten fazla ceza puanı yok. Araçların tümünde çocuk koltuğu, ücretsiz kablosuz internet ve tablet var. Her transfer sonrası faturayı tanzim edip kurye ile gönderiyoruz (işin en pahalı kısmı fatura göndermek). 2010 yılında e-fatura kanunu çıkınca Türkiye’de onca uluslararası kuruluş, hayatını sürdürülebilir ekonomiye adamış onca şirketten önce e-fatura düzenleme izni alan 8 şirketten biri olduk. JCI bizi yaratıcı genç girişimci ödülüne, European Business Awards yılın girişimcisi ülke temsilcisi olmaya layık gördü. Geldiğimiz noktada Avrupa kıtasından en büyük 3 oyuncudan biriyiz. Birçok banka ve 4 havayolu markası bizimle işbirliği yapıyor.
Geçtiğimiz yıl bir gelişmeye daha imza atarak araçlarımızı daha az karbon salınımı için Blue Motion araçlarla değiştirmeye başladık.
Peki ama yukarıda Uber’den bahsediyorduk, niye şimdi bunları anlattım?
Yazının sonrasında bunlardan bahsedeceğim;
Bizden Uber çıkmaz çünkü:
– işi anlattığınız herkes size neden ve nasıl yapılamayacağını anlatır
– Devlet eFatura için düzenleme yapar ancak sonra sadece eFatura sistemindeki şirketler birbirine ve benim sistemim üzerinden kesebilir der. Bu nedenle de sokaktaki 70 milyon bireye veya eFatura sisteminde olmayan yaklaşık 500 bin şirkete faturayı eski usul basar, zarfa koyar, kuryeye verir teslim edilmesini beklersiniz. Bu arada mahkeme eposta ile yapılan iletişimi delil kabul eder ancak faturayı tarayıp gönderirseniz yasal olarak kabul edilmez.
– eFatura sisteminde olduğunuz için faturanın basılı kopyası üretilmemelidir. Ancak taşımacılık kanunu gereği faturanın kopyası araçta bulunmalıdır. Denetim görevlisi; taşıdığınız yolcunun çalıştığı şirketin merkezinin ingiltere’de olduğunu rezervasyonun 8 saat önce Londra’dan istanbul’daki merkezinize geldiğini, hizmetin de bu 8 saat içinde Antalya’da verildiğini ve doğal olarak faturanın buraya ulaşmasının olanak dışı olduğunu kabul etmez. Yazar size 500 TL ceza.
– Tüm araçlarınızda internet ve tablet vardır ancak yolcu listesi basılı olarak, imzalı ve kaşeli değilse emniyet yazar size 500 TL ceza.
– Taksiciler sürekli şikayet ederler ve bu nedenle polis araçlarınızı durdurur, denetim yapar. Polise göre taksici haklıdır. Taksi plakası istanbul’da 1.3 milyon TL olmuştur. Biz ise 70 bine aldığımız araçlar ekonomik, konforlu ve çevreci hizmet sağlarız. Taksiciye göre bu haksız rekabet. Hiçbir taksi sahibinin götürü vergi için yıllık üst seviye olan 24 bin TL’lik kazanç limitini aşmamasını(!) kimse sorgulamaz ve haksız rekabet olarak ele almaz. Yazıyı okuyan yatırımcılar bu hesapla taksi plakasına verilen 1,3 milyon TL’nin geri dönüşünün en az 100 yıl süreceğini hemen hesaplamıştır sanırım.
– Özel olsun, kamu olsun havalimanı işletmesi ”ne güzel bu şirket/şirketler havalimanına yolcu getiriyor, biz de bu yolculardan para kazanıyoruz” demez. Güvenlik komisyonu toplanır, terminalin önünde yolcu indirme/bindirme yasak denir. Yolcu indirilemeyen o yollar niye yapıldı ise artık!
– Bu kadar iş yapılır, devlet girişimciye Bağkur’lu olma zorunluluğu getirir ancak Bağkur ödemeleri ”kanunen kabul edilir gider” olamaz. Girişimcinin SSK’lı olması halinde giderler deftere yazılabilmesine rağmen.
– Hükümet toplanır, bir gecede bir torba yasa ile araçlarınızın statüsünü değiştirir. Otomotiv firmaları dahil kimsenin haberi yoktur. Bir anda araçlara ödediğiniz Motorlu Taşıtlar Vergisi 10 kat artar. Daha da kötüsü yeni tanıma uygun araç üretimi yoktur ancak kimse girişimciyi umursamaz.
– Siz yüzlerce kişiye bordro açarsınız, çalışır didinirsiniz. Kamudan bir Allah’ın kulu işinizi kolaylaştırmazken üzerinde güneş batmayan imparatorluk ingiltere’den defalarca davet alırsınız ”Bu işi bizim ülkemize de getirseniz bu sayede daha az araçla daha çok yolcu taşınmış olur. Hem ekonomiye katkı sağlarsınız hem de çevreye” diye. Üstelik de bu teklifi bakanlar yapar defalarca. Daha dün bağımsızlığını ilan etmiş Kosova’ya gidersiniz yatırım ajansı size ”Yatırım yapmak istiyorsanız bize yazılı olarak taşımacılık kanununda nasıl bir tanımlama istiyorsanız iletin gerekli yasal düzenleme yapılsın” der.
– Türkiye yılda 65 milyar doları (4 tane Uber almıyor olsa da) enerji satın almak için başka ülkelere öder. Şehir içinden yolcu alan bir taksi havalimanına gider ve yolcu alamadan döner. Bu iki araç da, tüketilen yakıt da ithal ediliyor olmasına rağmen havalimanından şehre giden iki araç olur… O taksici, havalimanından yolcu almak istese bile havalimanındaki meslektaşları zor kullanırlar. Lübnanlı bir turistin Bodrum marinasından bindiği taksi ile havalimanına eşini karşılamaya geldiğinde havalimanı taksicileri ve polis zoruyla araçtan indirilip eşini aldıktan sonra havalimanı taksisine binmeye yönlendirildiğini kendi gözlerimle gördüm.
– Ülkenin %7-8’i engelli olduğu halde devlet taşımacılık yapan tüm araçlara engelli donanımı şart koşar. Nüfusun içindeki engelli oranı kadar engelliye uygun araç bulundurmayı kabul etmez.
– Ülkemizde rekabet sadece daha ucuz fiyat teklif etmek sanılır. Piyasaya yeni giren sadece “Ben de filancanın yaptığı işi yapıyorum bir farkla dada ucuzum” der. Böyle olunca kimse sürdürülebilir işler kuramaz.
– Taşımacılık için kullandığınız bir araç için devlet en az 30 bin TL vergiyi alırken, iki yıl çalıştırma süresince en az 6 bin TL, bu sürede aldığınız yakıt için de 30 bin TL vergi ödersiniz. işletmeniz %15 EBITDA için çalışırken sizin bu işiniz sayesinde cironuzun %30’u devlete gider ancak yaranamazsınız.
– ingilizce sözlükte yer almayan SecureDrive ismini bakanlık size tescil etmez. Ancak mahkeme kararı ile 3 yıl uğraşıp tescil ettirebilirsiniz.
– Uber benzeri şehir içi lüks taşımacılık işi Türkiye’de ihtiyaç olmuştur. 1986’dan bu yana nüfusu yaklaşık dört kat büyüyen istanbul’da yeni taksi plakası tahsis edilmemektir. Böylece de yaklaşık 10 bin korsan taksi doğmuştur. istanbul Büyükşehir belediyesi lüks taşımacılık lisansı vermeye karar verir;
Önce lisans alacak şirketlerin en az 25 adet 1900 cc ve üzeri motor hacmi olan araç almasını söyler. 6 şirket bu tip ekonomik araç bulur ve filoyu kurar. Ancak sonra bu uygulamadan vazgeçilir ve E segment 25 araç alınması koşulu gelir. 6 şirketin bir yılda ekonomik kaybı yaklaşık 1,5 milyon TL olur.
Lisans alan 12 şirketten 8’i sadece ” taksiden ucuza satarsa yaşayabilecek” şekilde yapılandığından üçüncü kez yapılandırılan kilometre fiyatı, geçerli taksi fiyatının en az 2 katı olmalı koşuluna ayak uyduramaz ve 4 şirket daha çöker gider.
1,5 yıllık uygulama sonrası kalır bize 3 şirket, onlara da seçimler nedeniyle lisans yenileme yapılmaz. Bu işe yatırım yapan 12 şirketin yaptığı 50 milyon TL çöpe gider.
Neyse ki bu uygulama sadece istanbul’da yapıldı. Zira ülke genelinde her belediye yapsa çöpe attığımız kaynak yarım milyar TL’yi geçecekti.
– Yolculuk paylaşımı için bir sürü uygulama veya platform çıkar ancak polis sizin arabanızı durdurur ve yan koltukta oturanın yolculuğa para ödediğini (yakıt maliyetinin altında bile olsa) öğrenirse arabayı 60 günlüğüne bağlar, şoföre ve araç sahibine ikişer bin TL, yolcuya 250 TL ceza yazar.
– Tüm dünya odağını yaşanabilir bir dünya için ”paylaşım ekonomisi” ne çevirmişken biz de yasaktır.
Şimdi siz ne düşünüyorsunuz? Türkiye’den Uber ya da WhatsApp çıkar mı?
not: Bu makale Murat Şahin tarafından kaleme alınmıştır ve yaşanmış hikayelerden derlenmiştir.
bir güzel soyduğun mandalinayı ağzına atarsın ki bir bakarsın o güzelim mandalinanın içinde çekirdek vardır. dişlerinde uyguladığın basınç ile ezilmiştir. ağzındaki lokmayı çıkartırsın hem mandalina mundar olur hemde mandalina yeme zevkin.
böyle bir şey vardı bizim zamanımızda... hala daha var mı böyle bir şey bilmem ama nasıl etkilemişse beni dün gibi hatırlıyorum... daha körpecik çocuklardık biyoloji dersinde hoca göz keseceğiz önümüzdeki ders demişti hiç unutmuyorum... o dersin gelmesini dört gözle beklemiştim. laboratuvara girmiştik sınıfça, bizi 4 gruba böldü. 4 göz çıkarttı masaya koydu. 4 göz abi 4 tane ya... o zaman anlamıştım 4 gözle beklemek deyiminin nereden geldiğini... nereden buluyorsun bu gözleri hocam? sorusunu sormak istemiştim hep ama bir türlü soramamıştım kendisine. neyse bizim gruba da kirpikli mirpikli bir göz düşmüştü. dana gözü bu dedi hoca. dana gözü müydü bilmiyorum ama bu devirde burger king bile at etini bize kakalıyorsa o gözün ne gözü olduğundan hala daha şüpheliyim.
küçük neşterlerle gözü kesmiştik merceği falan naptımızı pek hatırlamıyorum ama kokusu hala dün gibi burnumda... iğrenç bir kokuydu cidden tam bir leşti... sınıfın manyağı vardı bir de gelip gözünü çıkarcam olm bak şimdi diye lönk diye neşteri vurmuştu gözbebeğine.
çocukluk hayalleri insanların hayatlarını süsleyen bir gerçek. küçükken iki büyük hayalim vardı biri nasa'da çalışmak diğeri ise ajan olmak... belki filmlerin etkisi midir bilinmez ama çok istiyordum ajan olmayı. tipimde ajan olmak için müsaitti. yakışıklıydım, yani yüzümde ben falan yoktu, gözler atmaca gibiydi, atletik ve sportif bir vücuda sahiptim. sonra büyüdük işte önce tipimiz kaydı sonra gözlerimiz okumaktan bozuldu derken bizim hayallerde yalan oldu.
güzel hayaldi hala daha ara sıra tozlanmış hayalimi tazelerim beynimde... hayaller kurmaya devam ederim, küçük ajancılık oyunlar oynarım beynimde kendimce...
bildiği üzere dünyada milyarlarca arazide çürümeye bırakılan zararlı çöplerimiz mevcut. bunların sayısı da her geçen gün birikmekle birlikte küçük dünyamızda büyük bir yer kaplıyor. üstüne üstlük dünyanın yörüngesinde bile uzay çöpümüz tehlikeli seviyeye yaklaşıyor. peki bu durumda ne yapabiliriz ?
büyük bir uzay mekiği yapıp, içine bütün çöpleri atacağız ve ardından o uzay mekiğini venüsün yörüngesine doğru yola çıkaracağız. bildiğiniz üzere venüs çok sıcak ve nasıl bir yer olduğu halen daha tam anlamıyla çözülebilmiş değil... tek bilenen çok sıcak olduğu... venüsün çekim kuvvetine giren mekiğimiz içindeki çöpü venüse doğru fırlatacak ve merkez kaç kuvveti ile tekrar dünyamıza dönecek... böylece o çöpler aşırı sıcak ile eriyip gidecek hem de dünyamız daha temiz bir yer haline gelmiş olacak.
he biraz maliyetli ama en azından uzun vadede her türlü daha cazip ve uygun...
zengin koca bulayım oh tamam biraz da akıllı olsun, kafası falan çalışsın yani der 24-25'li yaşlarında... bu kızların 18-20'lik çıtır hallerinde ise kaslı yakışıklı erkek avcısı olarak evrimleştiği için fazla yadırgamamak lazım.
soru cümlesi olmasa da soru cümlesi tadında düşündürür.
tuvaletteyken işim biraz uzun sürdü ee tabi doğal olarak bende her zaman ki düşüncelere daldım derken aklıma bir an '' acaba uzaylılar bizleri nasıl görüyor neler düşünüyor hakkımızda...? sorusu geldi.
ilk defa aklıma gelişi değil elbet ama gecenin bu saatinde bunun aklıma gelmesi çok tuhaf bir olay... hayır sifonu da çektim kafa yapmış olamaz bu işin içinde bir bokluk var ama anlamadım neyse konuya dönelim...
lan bu uzaylılar hakikaten bizim hakkımızda ne düşünüyor acep? bbg evi gibi izleniyoruz da acaba evlerinde oturmuş bizleri mi izliyorlar bizim hayvanlar belgeseli izlediğimiz gibi...
ortadoğuda yaşanan gelişmelerden sonra bölgeye en yakın güç olan türkiye bu zamana kadar resmi bir faaliyette bulunmamıştı. bir kaç uçak saldırısı dışında ki bu da bize saldırılar gerçekleştiği içindi, yani bir nevi nefsi müdafaa...
ama gelin ne olduysa şu G-20 zirvesinden sonra oldu... liderler büyük bir toplantı gerçekleştirdi... ve tüm dünyanın gözü buradaydı ki o sırada fransa saldırısı oldu ne tesadüf ki...
ardından ışid ile savaş planı çıktı masadan derken rusya türkiye'nin hava sahasını işgal ettiği için uçağı düşürüldü... ve nur topu gibi bir kriz ortaya çıktı rusya-türkiye krizi...
ruslar gereksiz yere tansiyonu yükseltirken amaçları aslında uçak falan değildi... derken hemen s-400 ler suriye'ye konuşlandırıldı ve gemileri ve denizaltıları akdenize doğru yola çıktı... türkiye haliyle önlem almak istedi ve natoya durumu bildirdi... nato destek birlikleri desteğe geldi. bir yandan türkiye askeri alanda strateji oluştururken ticari anlamda da hamlelere hazırlandı. Ne yaptı hemen gitti katar'a... neden katar ? çünkü adamlar doğalgaz satışında dünyada 3. ülke... ardından gitti hemen azerbaycan'a... bu zamana kadar yakın ilişki içinde olduğumuz ülkeler bunlar dikkat ettiyseniz. burada tek bizi yanıltan iran oldu. peki bu sırada ne oldu suriyede ışid ile mücadele yerini başka amaçlara bıraktı... rusyanın bu hamlesini gören abd gitti esad rejimi vurdu ingiltere oyunun dışında kalır mı ? tabii kalmaz hemen parlementosunu toplayıp akdenize filo gönderme kararı aldı.
her ülke kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ediyor ve dünyanın enerji deposu olan ortadoğudan ne koparırsam kardır mantığında ilerliyor. eee doğal olarak da ortadoğuya en yakın olan ülkelerden birisi olan türkiye de bu oyunun bir parçası olmak istiyor.
beni en çok şaşırtan israilin şuan suskunluğunu koruması. ilerleyen safhalarda israilin de oyuna gireceğini tahmin ediyorum...
kek mi lan bu dedirttiren olaydır. ya abi bırak isteyen istediği gibi düşünsün bunu size anlatırken ooo sen öylesin o zaman deyip hemen insanları yargılamayın gözünüzü seveyim.
oturun sakince aklınızdaki o önyargıları yok edip dinleyin...
öyle kukla ve kofti Müslümanlık değil dediğim. gerçek Müslümanlık saf ve temiz olan insanlar tarafından yönlendirilmemiş Müslümanlıktır. kısacası kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim'deki Müslümanlık'dır.
bir an için böyle bir şey olduğunu düşünsene... gözlerini bir açıyorsun ve bugün son gün. en son gün ya... tüm binlerce yıllık insanlık tarihini geç milyonlarca yıllık geçmiş toz bulut olacak... egolar, savaşlar, çıkarlar hepsi bir son bulacak. en güzeli de ne biliyor musun hikayenin en sonunu görmek. happy ending ile cennete mi yoksa sad story bro sorry ile cehenneme mi onu görmek...
öyle işte sözlük kafamda deli sorular yani anlayacağız...
uçak düşürüldüğünden beri putin'in aslında karizmatik bir liderden daha çok liseli yönünü görmemiz sebep olmuştur.
yok vizeleri tekrar getirelim, yok oradaki vatandaşları ülkemize çağıralım, türkiyeden ithal edilen kalemlere sınırlama falan ne bileyim harbi delikanlı adam sanardım putini adam tam bir ergen çıktı ya la...
atletizmde dopingli madde kullanımında birinci sırada olduğumuzu görünce işte bu ya işte bu diye zafer nidaları attım... sonunda bizde yavaş yavaş bir şeylerde birinci olabiliyoruz...