"Kral John' a karşı ayaklandık, hayır aslında boku başkası yedi, benim üzerime kaldı, yiğitliğe de bok süremiyoruz. Eyvallah isyancı benim diyorum. Şimdi yol kesip haraç alıyoruz, şarap karı-kız takılıyoruz ama yaşı küçük olduğu için bu kadın olaylarını kavrayamadığından yardımcım küçük john tutmuş aldıklarımızı fakirlerle bölüşelim diyor.
Lan oğlum sus, milleti galeyana getirip durma, ne güzel geçiniyoruz işte diyorum zırlamaya, ağlamaya başladı.
Neyse dediğini yaptık şimdi de adımız çıktı fukara babasına iyi mi? Kimse de fakire yardım fikrinin yardımcımın fikri olduğunu bilmiyor günlük çaktırma bir sen biliyorsun, suus"
(Robin hood - Sherwood Ormanlarından)
Samsung markasının s9000 serisinden bir önceki serisinin tv üretimidir.
Tv den daha çok uzay makinesi gibidir.
Sese, yüze ve harekete duyarlı bir cihazdır.
Tv donanım ve yazılım türünde öncülük yapmaktadır.
Fen ve teknoloji bizim alanımız olduğundan mütevvellid bu alan bizim ilgimizi celbeder.
Hatırlarsınız bir zamanlar bir masal vardı; Kırk Haramiler.
Baş karakter Ali baba tenhadaki mağaranın girişindeki bütünleşik kayayı "açıl susam açıl" cümlesi ile açardı.
Akıllara onu getirir, masaldı gerçek oldu.
2 yıl öncesine göre eski tazeliğini koruması açısından kritik ve klişe bir karardır. Bu kararı sözlükte yok diye koyuyorum, elinizin altında artık, istediğiniz an ulaşırsınız.
24 Haziran da başlayan ve 26 Haziran'da Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisinde imzalanan bir karar tasarısına göre;
Türkiye'mizin;
* Güneydoğu'su Kürdistanmış,
* Türk Ordusu Güneydoğu'da işgalciymiş,
* Türk Ordusu G.doğuda Kürtleri katlediyormuşuz,
* Kıbrıs'da Türk Askeri işgal kuvvetiymiş,
* Asker Faşistmiş,
* Ülkemizde Azınlıklar sorunu varmış,
ve bu tasarının altına kendilerini Yeminli Türk Düşmanı olarak adlandırılan;
Kimmiş görelim, evvet o şanslı çocuk, Türkiye' den meclisten hem de.
Türkiye'nin iktidar Partisi Tarafından Hakkımızın Savunulması için Atanan Temsilci Ve Aynı Zamanda Türk Grup Başkanı Akp Milletvekili; MEVLUT ÇAVUŞOĞLU bu kararı imzalamıştır.
iMZALAMAYANLAR iSE ;
ABBASOF isimli Azeri Milletvekili ve Prof.Dr.Hakkı KESKiN isimli Alman Milletvekilidir.
AYRICA ;
TÜRKiYE CUMHURiYETiNE AiT EGE ADALARININ RUM iSiMLERi iLE KULLANILMASINA iMZA ATAN TÜRK MiLLETVEKiLLERi:
* Mevlüt ÇAVUŞOĞLU - AKP Antalya Milletvekili
* Ruhi AÇIKGÖZ - AKP Aksaray Miiletvekili
* Lokman AYVA - AKP istanbul Milletvekili
* Mesude Nursuna MEMECAN - AKP istanbul Milletvekili
* Özlem Piltanoğlu TÜRKÖNE - AKP istanbul Milletvekili
* Mehmet Sayım TEKELiOĞLU - AKP izmir Milletvekili
* Mustafa ÜNAL - AKP Karabük Milletvekili
* Erol Aslan CEBECi - AKP Sakarya Milletvekili
iMZALAMAYANLAR iSE ;
* Yıldırım Tuğrul TÜRKEŞ - MHP Ankara Milletvekili
* Ertuğrul KUMCUOĞLU - MHP Aydın Milletvekili
* Vildan KELEŞ - CHP istanbul Milletvekili
* Haluk KOÇ - CHP Samsun Milletvekili
Ak parti döneminde yaşanan ilklerdir. Tabi bu bir iddia ve iddia sahibi bunu wordpress' te yayınlamıştır, alıntılıyorum kısaca, devamını vereceğim linkten okuyabilirsiniz.
Sizin görüşlerinizi alalım, onursuzluk tümcesi ağır bir tümce lakin bu tümceyi yok sayarsak bu yazılan ilklerde getirilen eleştirilerde haklılık payları yok mudur?
Samimi din- i islam inanırları ya da Ak partiye yakınlığı olanlar da konu hakkında özellikle fikir beyanında bulunurlarsa başlığı onların da katkısıyla geliştirebileceğimizi düşünüyorum.
Sevgiler ve saygılar.
işte Türkiye üzerinde Akp ilkleri :
ilk defa ilköğretim kitaplarında devlet eliyle misyonerlik faaliyeti yapıldı.
ilk kez Yunan Kilise Bankası Türkiyede banka aldı.
ilk defa kamunun kamuya olan borcu piyasadan borçlanılarak ödendi.
ilk defa bir Başbakan çiftçilere Gözünü toprak doyursun dedi.
ilk defa bir Başbakan Bir dönem dini kullandık dedi.
ilk defa iletişim sektörünün tamamı yabancıların kontrolüne geçti.
ilk defa bir Başbakan Türkiyeyi pazarladığını açıkça itiraf etti.
ilk defa bir başbakan birçok önlemin alınmaması ve ihmaller zinciri nedeniyle göçük altında kalan ve hayatını kaybeden madencilerin ölümünü, mesleğin kaderinde var şeklinde değerlendirdi.
ilk defa TBMM tarafından tezkerenin red edilmesine rağmen Dışişleri Bakanlığı genelgesi ile savaş araç ve gereçleri Türkiye üzerinden Iraka aktarıldı.
ilk defa bir Milli Eğitim Bakanı, yayınladığı genelgeyle, israil ürünlerinin boykotunun engellenmesini istedi.
ilk defa bir başbakan acısından tepki gösteren, feryat eden şehit yakınlarına yaygara yapıyorlar dedi.
ülkemizin teknisyen yardımcılarının haber sitelerine sendikalar aacılığıyla verdikleri ilandır.
çalışanların yorumları hayvan yerine konuluyoruz şeklindedir. köle sıfatındayız diyorlar.
aynı sorun diğer kurumların teknisyen yardımcılarında da var olduğu söylenmektedir.
çevre ve şehircilik bakanlığı teknisyen yardımcıları kadrolarından tutun da eğitim bakanlığına kadar.
kopça ve sütyen muhabbetinden vakit bulursanız ülkemizin bu iç ve iş sorununa da göz atın, yorum yapın.
Bozkır' ın üç atlısı kitabının yazarıdır.
Bozkırın üç atlısına ne makedon iskender, ne fatih mehmet, ne başka milletten biri girebilmiştir.
O' na göre bu atlılar atilla-cengiz-timur' dur.
Profesör dr. Saffet solak' ın dile getirdiği hikayedir.
Müslümanların hareketleriyle sözlerinin çelişkide olduğunu vurguladığı, bu yüzden islam' ın yaygınlaşmadığını anlatır.
Bir uzakdoğulunun erdeminin biz islam toplumlarının islam ile bile o erdemi alamadığını göstermesi açısından ders niteliğindedir.
Prof. Dr. Saffet Solak anlatıyor :
Amerika'da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi .
Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu. Yemekhanenin kapısında "Take what you, need. Eat what you take" (Yiyeceğin kadar al, aldığını da ye) diye yazmakta idi.
Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım, denemek için dedim ki:
- "Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın."
Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü :
-"Her Çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç ton pirinç yapar, Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur." dedi.
Yine denemek için dedim ki :
-" Şu anda Çin'de değil Amerika'dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin'i değil, Amerika'yı zarara uğratacaktır.
Bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi :
-"Yaşadığım ülke olan Amerika'yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz."
Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim. islam dininin bu konudaki, "Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" buyruğunu açıkladım.
Çok hoşuna gitti.
Tam o sırada, Ürdünlü Müslüman bir arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı. Bunu gören Çinli arkadaş ürdünlü'yü göstererek :
-"O Müslüman değil mi? dedi."
Yunanlılar ve Romalılarca Homerite Krallığı olarak adlandırılan asıl Himyar krallığı olan antik arap krallığıdır. M.Ö. 115 - M.S. 525 arasında var olmuştur.
Bu dönem köşe yazarlarının ortaya çıkardıkları sorunsaldır.
Hilafet çok sağlam bir kurumdu, atatürk yıktı efendim demekteler.
Hilafet nedir?
Hz. peygamberin vasiyeti üzerine, yeni kurulan ve genişleyen ve merkezi medine olan medine islam devleti' nin kendi vefatından sonra başsız kalmaması için bir yönetici çıkarılmasıdır. peygamber vefat ettikten sonra osman dönemine kadar içsel bir sorun yok anlaşıldığı kadarıyla, lakin osman döneminde hz. osman' ın hilafetini kabul etmeyenler var, öldürülüyor. Osman' dan sonra Ali hz. leri geçiyor, Ali' nin de hilafetini kabul etmeyenler var, Ali' yi de öldürüyorlar. Görüldüğü üzere daha peygamber öleli çok olmadan kendi içlerinde birbirlerinden taraflarla ayrılmış, suikastler olmuş, makam için kan dökülmüş.
gelelim emevilere onlar başa geliyor. islam' da saltanat anlayışı haramken, veliahd olmazsa ülke bütünlüğü bozulur denilerek, muaviye, oğlunu daha sağlığında veliahd ilan edip, islam ahalisine biat ettiriyor.
böylece ilk fitne ve ikinci fitneden sonra hilafet nasıl yara almışsa, 4 halifeden sonra zaten herkes baba-oğul halife olduğundan hilafet üçüncü darbeyi de alıp zaten o gün bitmişti, yani emeviler döneminde.
emeviler bitmiş iken iber yarımadasında endülüsler, arap topraklarında fatımiler ve abbasiler eş zamanlı halifeliklerini ilan ediyorlar, hangisi halife?
burada da halifelikte ayrılmalar kesinleşiyor, abbasi halifesini fatımiler, fatmilerinkini endülüsler tanımıyor.
halifelik gel zaman git zaman elden ele dolaşıyor en son osman oğulları mısır zaferinde halifeliği alıp coğrafyada çok başlı halifelik veya ikililiğe son veriyorlar.
halifelik osmanlı ya biçilmiş kaftan gibi oturuyor. ta ki 20. y.y. tüm islam topraklarının tümünün ya yarı sömürge ya da tam sömürge olmasına kadar, bir etkisi var. ancak o karanlık bulut halifeliğin saygınlığını bitiriyor, 1. topyekün savaş' ta da cihad çağrısı sökmeyince halifeliğin kurumlardan değil ama gönüllerden silindiği anlaşılıyor.
özetle atatürk hilafeti yıkmadı, o müthiş kurum 4 halifeden sonra zaten yıkılmıştı. yani hilafet 4 halifeye kadar hilafetti, sonrası saltanat. posası kalmak derler ya affedersiniz ama gerçekten de atatürk' e gelene kadar halifeliğin posası kalmıştı. o kurum mahvedildi araplar tarafından.
Şimdi yazar taha akyol diyor ki ; "bugün nasıl ingiliz kraliyet kurumu ingiltere' de sembolik olarak var, keşke hilafet de sembolik olarak kalsaydı, atatürk kaldırmasa ne olurdu?"
taha ağabey, hilafet, ingilizin kraliyeti ile karşılaştırılamaz, onunla denk tutulamaz, onların gavara kurumu gibi sembolik duramaz, duracaksa sembolik olamaz, sembolik hilafet olacaksa eğer o da hilafet olamaz.
hilafın özü ne sembolize edilir ingiliz kraliyeti gibi, ne de siyaseten tecrit edilir. bu şekil korunmasını istiyorsun ama bu da korumak olamaz.
hilaf, siyasidir, sembolik değil biiir, güçlü isen çok iyidir, zayıfken seni mahvederler, o kurum aracılığı ile (ingiliz oyunları bilirsiniz) ikiii.
Son dönem alternatif tarih yazmacılarının ortaya çıkardıkları sorunsaldır.
Osmanlı' yı atatürk yıktı denilmektedir tezlerinde özetle. Bunu söyleyen güya osmanlı aşıkları osmanlı soykırımcıdır demekten de geri durmamaktadırlar (bkz: onu diyen bunu da dedi) lakin konumuz içinde bu yok.
Osmanlı' yı kim yıktı?
Osmanlı avrupa' nın en güçsüz döneminde, yani 30 yıl savaşlarının, 100 yıl savaşlarının yaşandığı, (aynı tarihte olmaları önemli değil) mezhep savaşlarının çok canlar aldığı, siyasi birlikteliğin hemen hemen olmadığı bir ortamda fetihler yapmıştır. istanbul' u aldığında bile ankara savaşından 50 yıl geçmis olmasına rağmen bizans, istanbul' dan dışarı adımını atamamış gayri resmi istanbul' a sıkışmış kalmış yıkılmaya ramak kalmış köhnemiş eski şaşalı dönemleri eskide kalmıs bir bizans vardı.
Lakin kendisini ankara' da yenen timur altınorda' yı da yıkmış moskov knezliği' ne gün doğmuştu.
Uzun zaman geçer artık köhneleşmiş bizans yerinde kendisi vardır osmanlı' nın. kendisi nasıl yıktı ise şimdi sıra kendisindedir şimdi öyle yıkılacaktır,hani derler ya acı ve gerçek kurt kanununda düşeni yutmak kanundur. Artık kocamıştı koca kurt.
Son 250-300 yıl boyunca osmanlı avrupa' ya karşı yaptığı savaşların hemen hemen hepsini kaybetmiş, affedin ama şamaroğlanìna dönmüştü, kuzeyde de neredeyse bütün savaşları kaybettiği rusya vardı. Bu mağlubiyetler osmanlı halkına padişaha isyan çıkartılmasın diye zafer olarak sunuluyordu. Almanya yenildi diye yenilmiş sayılmak, plevne savunması zafer diye yutturuluyordu.
işte böyle yıkıcı ve zor dönemde osmanlı milletleri bağımsız olup ayrıldılar. Balkan milletleri buna örnek gösterilebilir. Son radde arap yarımadasında oldu araplar da osmanlı' yı istemeyerek ayrıldılar. Rumlar, ermeniler, herkes..
Atatürk şunu düşündü herkes osmanlı' yı terk etti, sırp, rum, ermeni, bulgar, arap bir biz kaldık, biz türkler osmanlı' ya karşı bağımsız olacağız, biz de osmanlıcılık fikrinden (ki bu fikir prens sebahattin fikriydi ve tutmamıştı) ve osmanlı' dan ayrılıp, bağımsız diğer halklar gibi bağımsız olacağız. Atatürk' e göre zaten diğer halklar birer yüktü, öz vatanda bir türk devleti kurulmalıydı ve şarttı.
O sebeple ki osmanlı' yı yıkan atatürk değildi, 5. Murat masonken, kimi sultanları ingiliz aşığı, kimileri de fransız aşığı olup olaylara fransızken, itc liderleri alman hayranı iken yıkılmaması zaten inanılmaz olurdu.
Acı ama hakikat durum bu.
--spoiler--
birisine altdan altdan farkettirmeden anasina soversin ya , ha iste bu baslik entry tamda bu.
--spoiler--
bugüne kadar bunlar nette yazılmadı mı arkadaş?
yazıldı.
inanan oldu mu?
oldu.
bunları yazanlar eleştirilmiyor da zatıaliniz bunlara kafa yorup uzun uzadıya bu yazılanları deşifre edip, miili anneye sahip çıkıyoruz diye şimdi biz mi suçlu olduk?
islâm halifesi olan Ali bin Ebu Talib'in kısa halifeliği sırasında irad ettiği hutbelerinin, emirlerinin ve mektuplarının toplandığı kitaptır.
Nehc'ul Belağa, 239 hutbe, 79 mektup ve 480 kısa sözden oluşur. Bu sözleri bu ad altında hicrî beşinci yüzyılın başında biraraya toplayan ve Seyyid Râzî adıyla tanınan Şii âlimi Muhammed bin Hasan Musevî' dir.
Aslı Arapça olan kitap, bin yıl boyunca ingilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Urduca ve Türkçe gibi birçok dile tercüme edilmiştir. Farklı bölümlerinin uslûbu tektir.
Şia'da çok önemli olan bu kitap, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah' ın sözünün altında olarak görülür, sünnilerce derleyeninin * hz. Ali' ye bağlı kalmadığı kendinden bir şeyler kattığı görüşündedirler.
her kedere, her sürgüne ilmek oldum bir zaman
poyrazların yamacında bendini aşan sel benim
kuşatıldı ufuklarım, lal da kaldım bir zaman
ormanların kuytusunda gizli açan gül benim
kalktığım yerde çığlık, düştüğüm yerde mayın
kelepçenin çeliğine rehin düşen can benim
aşk oduyla tutuşup göğe döndüm bir zaman
kurşunlarla delik deşik yama tutan ten benim
unutmadım upuzun öfkelerin kısa hayatlarını
yakılan köylerden göçe uzun, ince yol benim
hangi hüznün buğusunu silecek zaman
en dilsiz dağları da bombalanan yurt benim
sonra ölüm dağları yaptılar, kirle yazıldı tarih
bilmediler, atası vuruldukça şaha kalkan tay benim
rus sinemasının minimalist akımının temsilcilerinden olan sinemadır.
tarkovski modern çağın son dervişi, son uleması sayılır.
filmlerinde hep tanrı' yı aramıştır, aynen kitaplarında tanrı' yı arayan dosto gibi veya o' nu sorgulayıcı ve arayıcı eserler veren nietzsche gibi.
sinemasından anlamayanlar genelde abd sinemasına alışkın olanlardır. oscar da zaten sinemanın amerikanlaşmasından başka bir şey değildir. tarko' nun hiç oscar' ı olmadı ama hiç bir oscarlı oyuncu ve yönetmen onunla baş edemedi.
tarkovski sineması ve oscar ilişkisi veya denklemi eğer oscar alan iyi yönetmen alamayan kötü yönetmen denklemiyse baştan parametreleri veya modülleri yanlış kurulmuş denklemdir, oscar bir değerse alınmalıdır yok değersizlikse alınmasının da bir değeri yoktur.
aynen nuri bilge üstad gibi onun da oscar' ı yoktur ama cannes film festivali neredeyse o' na bağlanmıştır, hatta onsuz jüri de kurulmamıştır geçen dönemlerde.
oscar-sinema ilişkisi tarafsız bir ilişki değildir hep bir tarafın, ucuz yönetmenlerin ödül aldığını da gördük, siyasi sebeplerden ödül verildiğini dahi gördük.
oscarlı yönetmen iyi yönetmendir anlayışı ne kadar doğru ise nobelsiz yazar o kadar kötü yazardır anlayışı işte ancak bu kadar doğru olabilir. mesela nobel alan iyi yazardır anlayışını savunanlar tüm zamanların en iyi yazarlarından dostoyevski' nin nobelsiz olduğunu hep gözden kaçırmaya çalışırlar ya da laf ona gelince dansöz gibi kıvırtmaya başlamaktadırlar. sahi ya nobelli orhan pamukla nobelsiz dostoyevski' yi karşılaştırdığınızda ne cevap vereceksiniz? dosto' nun hiç nobeli olmadı ama bugüne kadar çoğu nobel ödüllü yazar onunla daha baş edebilme yollarını bulamadılar. nobel ve edebiyat ilişkisi ödül alan iyi alamayan ya da almayan kötü denklemi ise gerçekten ucuzluktur, basit, sığ mantıkla yola çıkmak ve yolda kalmaktır.
hani dosto her şeyin kitabını yazabilirse tarkovski de her şeyin filmini yapabilir derler ya işte tarko öyle biridir, sinemanın dosto' sudur.
şimdiki gençlik onu anlamıyorsa sebebi yeşilçam' ın da şimdiki sinemamızın da dahil olmak üzere daima çakma amerikan sineması ürünleri ortaya koymasındandır. daima kötü bir taklitçi olduk, hiç orjinal olamadık. o yüzden şimdiki gençlere tarko' yu anlamadıkları için kızmam, kızamam sebep onlar değil çünkü sinemamız. yalnız son dönem gelen eleştirilerde bazı zengin bebelerin iddia ettiği gibi ''o * bizim düğünü bile çekemez'' durumu yanlış ve haksız bir durumdur.
tarkovski baskıcı sovyet yönetimi döneminde sinema için, sinema üretmek için ölmüş bir adamdır. sinema için baba yadigarı arazi ve evini satacak ve ortada beş parasız kalacak kadar büyük özveri vermiş bir adamdır.
''ben insanları süperman filmleriyle aldatacak kadar aptal yerine koyan yönetmen olamam'' demiş bir adamdır.
''ilkelerimi kaybettiğim zaman doğa ile saf ilişkimi de kaybederim.'' demiş birisidir.
solaris' i abd' ye cevap olarak da görmemiş bir büyük adamdır.
''güzel gizlidir, bulmak lazımdır.'' demiştir bir sözünde.
''her sanat amacını niçin bu dünyada olduğumuz yönünde kurmalıdır.'' demiştir.
şair olan babası arseni tarkovski' nin sanat hakkında güzel bir sözü vardır ; ''sanat, dünyanın kötü kurulmuş olmasından doğar.''
biz de paragrafımızı bitirmeden bu söze de yer verelim ve bu şairi ve bu şairin oğlu olan yönetmeni, bu iki adamı anlayalım.
tarko sinemasından anlamayan ya da dikkatli izlemeyenler için sinemasından parametreler verelim de bitsin :
dökülen sütler, yanan evler, açlıktan ağlayan bebekler, çaresizlikten kıvranan kadınlar, teknolojinin ezdiği sevimli hayvancıklar ve tam karşında şaha kalkmış umut veren, direnen bembeyaz bir at.
evimizde atari yokken, bugünkü gibi ps ve internet kafeler oluşmamışken henüz, çocukluğumuzun müdavimi olan, jeton alarak oynadığımız salonlardır. daha sonraki dönemimiz bilardo salonlarına rastlayan dönemdir.
uzak doğu prodüksiyonlarının bruce öldükten sonra çakmalarıyla dünyaya sunduğu tiplerdir.
uzak doğu yapımlarının 80 sonu 90 ortalarına kadar iyi bir küsme sebebidir.
ingiliz Hayvan Deneylerinin Yasaklanması Birliği'nin * sekiz ay süren çalışmaların ardından, Hampshire'daki Wickham Laboratuarında gizlice çekim yaptı.
Tavşanlara yaklaşık 30 saat yiyecek ve içecek verilmiyor. Daha sonra mengeneli metal kutuların içine konulan tavşanlardan bazıları ölüyor.
halkın diline dolanan efsane sadri baba repliklerdir.
Hepimizin hayatından olan ofsayt Osman' ın, rıdvan kaptan' ın, bizim yerimize bazen yalnızlar rıhtımımızda kontes güner' e fısıldadığı, bazen düşmanımız olan zekeriya' ya ''insan zekeriya'' olarak haykırdığımız bazen siyah-beyaz filmde bazen filmin renkli kendimizin renksiz olduğumuz dönemlerimizdeki repliklerimizdir.
Başlıyorum :
Beni ararsan fabrikanın en fiyakalı koltuğunda oturmakta, atlastan fistan dokumakta ve de james bond romanları okumaktayım.
insanlığını kaybeden abisinin ''insan'' denen canlı olduğunu hatırlatmak için küçümsercesine :
''insan zekeriya'' demesi
Ve ah müjgan ah
sevgimizin bir tanesiydin müjgan.
saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür,
elleri ufacık, gözleri dört defa lacivertti.
ve de her ne hikmetse o da bana gönüllüydü.
öyle bir sevdim ki müjgan ı,
dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim,
evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar,
fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten
gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonrada çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik elden düşme;
aynalı konsolumuz
topuzlu karyolamız bile olacaktı.
müjgan ın her an her bi daim yanında olacaktım
ama olmadı gitti.
nereye mi ?
paraya gitti abicim paraya
nasılda sevmiştim yıllarca ben seni
her akşam bekledim yollarını
elbet bir gün biz yuva kurarız derken
duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın
nikah resimlerimizi de çektirdiydik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin
kayınbiraderine borç ederekten
nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama müjgan takmadı bunu
takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
müjgan ın gelinliğini hususi diktirmişler,
benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar yani
öyle sevindim ki.
mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim hergece
sonramı ne oldu
müjgan gibi bende
birbirimize ettiğimiz sözleri
ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi müjgan, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa daymış dediler.
zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler,
unuttum bende unuttum
hiç aklıma gelmedi.
hatırlamıyorum Müjgan ı
hatırlamıyorum şimdi
Bu şiiride ben yazmadım zaten
Unuttum abi bende unuttum
Hatırlamıyorum şimdi
Müjganın gözleri ne renkti *
bebeklerin eşyaları tanımak için ağzına götürmesini bile oral seksin başlangıcı ve tanımı olarak bakan bugün psikoloji biliminde antitezleri çooktan oluşturulmuş tezlerin sahibi freud.
ilk rahibeye papaz sormuş :
-hiç ilişki yaşadın mı?
rahibe :
-bakireyim.
papaz demiş ki :
-buna cennetin altın anahtarı verilecek.
papaz ikinci rahibeye sorar :
-hiç ilişki yaşadın mı?
-bir kere ama kocamı aldatmadım.
papaz der ki :
-buna cennetin gümüş anahtarı verilecek.
son rahibeye papaz sorar :
-hiç ilişki yaşamadın mı?
rahibe :
-evet hem de çok, kocamı da çok aldattım.
papaz cevap verir :
-buna benim odamın anahtarını verin.
Bulutla yer arasındaki elektrik yükü farkı arttıkça aradaki havanın da delinmesi kolaylaşır ve belli bir değerden sonra havanın delinmesiyle oluşan iletken kanal boyunca buluttan toprağa veya topraktan buluta elektriksel boşalma başlar.
Bulutla bulut arasında olan elektriksel boşalmaya şimşek ve bulutla toprak arasındaki elektriksel boşalmaya ise yıldırım denir.
Kaynak wikipediadır.
yani toprağa düşen yıldırımdır, toprağa düşen şimşek yoktur.
örneklersek : yıldırım lionel messi' dir, şimşek ise hamit altıntop' tur. Birisi gerçekten golü sokar diğeri ise kaleyi bile tutturamaz *
ermeni diasporası tarafından mahallenin kötü çocuğu ilan edilmiş, *
ölüm tehditleri almış,
ermeniler bir türk boyudur diyecek kadar bizi ve bu ülkeyi belki bizden daha fazla sahiplenip, sevmiş, *
osmanlı ve türkiye sevdalısı,
atatürk' ün ne mutlu türküm diyene vecizesini ırkla bağdaştırmayıp ben türk' üm ve türk milliyetçisiyim demiş,
Fatih sultan mehmet hayranı,
sonradan islamiyete geçtiği rivayet edilen, osmanlı' da yaşasaydı millet-i sadıka olarak nitelenebilecek ama türkiye' de yaşadığı için milliyetçiler tarafından bile yalakalıkla suçlanmış iki tarafa da yaranamamış, değerli yazar.