ermeni soykırımı da tam olarak kabul edilmedi. obama sözlü olarak kabul etmeyeceklerini söyledi. buna rağmen ankara'ya göre bir türk'ün "washington'a ayak basması" kabul edilemez. önceleri verilen bu tepki doğru olsa da, şuan abd ile olan tüm köprüleri atmak, ipleri kesmekten başka bir işe yaramıyor. washington hükümetiyle olan tüm toplantıları iptal etmek, ettirmek bunun çözümüymüş gibi davranılıyor. fakat tarihten ders alınmıyor değil mi? 1972 yılında fransa lyon'da ermeni anıtı açılmasına izin verilmişti. o günün büyükelçisi ilk uçakla türkiye'ye dönmüştü. 2 yıl Paris'e büyükelçi gönderilmemişti. paris'in bu durumu taktığı yoktu. sonra türkiye büyükelçi göndereceğini haber verilmişti. paris'se "keyfiniz bilir." demişti. tıpkı bugünkü durum gibi. tabiki türkiye'nin eli böyle bir iddia karşısında armut toplamıyor. fakat başbakanın ortalığı yakıp yıkması dış siyasette değil ancak iç siyasette ona puan sağlar. dış siyasetteki durumsa "paris'e büyükelçi göndermek" le eşdeğerdir.
edit: fransa'daki ermeni anıtı hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler yalçın doğan'ın yazısını okuyabilirler.
ikinci meşrutiyet döneminin türk akımı ve türk halkçığının önemli yayın organıdır.
adından da anlaşılacağı gibi "halka doğru" dergisinin amacı aydınlarla halk arasında bir bağ kurmak olmuştur. yani istanbul ve anadolu arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır. bu derginin okuyucuları aşağı sınıflar, işçi, emekçi, köylü, esnaf sınıfıdır. dergi bu kesimin sorunlarına çözüm aramayı, seslerini tüm yurda duyurmayı, halkı bilinçlendirmeyi amaçlamıştır. her zaman bu kesimlerin haklarını ve çıkarlarını savunmuştur. derginin dili basit ve anlaşılırdır.
başbakanın söylemlerine karşılık, köşe yazarlarının verdiği tepkidir. fakat son derece mantıksızdır. çünkü aylardır başbakanı yere göğe sığdıramayan yandaş köşe yazarımtrak köşe yazarları da 360 derecelik bir dönüşle bu metni imzalamaya karar vermiştir. başbakanın destansı yanlarını hergün gözümüze sokanlar, bugün ona karşı cephe almışlardır. çünkü başbakan bu sefer tüm köşe yazarı patronlarına seslenmiştir. bugün bu metni imzalayacak olan yandaş köşe yazarları, daha birkaç gün öncesine kadar "tekel işçileri" için böyle bir imza kampanyası çıksaydı atarlar mıydı acaba? ya da geçen ay oktay ekşi'ye "gaz veren köşe yazarı" denildiğinde ağızlarını açıp "bakın kalemlerimizi ele geçirmek istiyor hadi kağıt imzalayalım" dediler mi? yalçın doğan'a laf atıldığında tındılar mı? hayır. ama bu sefer herkes bir imza toplama saçmalığına girişti. çünkü bu sefer başbakan genelleme yaptı. bence köşe yazarları, 360 derece dönen insanlarla aynı kağıda imza atmamalıdırlar. çünkü imza atmak isteyen tüm yandaş medya, kendi canını kurtarmanın peşindedir.
dikdörtgen şekilli, siyah deriden yapılmış, özel şifreler, parmak izleri ya da retina tarayıcısıyla açılan çantalardır. bu çantalar james bond filmlerinin vazgeçilmezidir. fakat bu çanta türk halkında büyük bir çelişki yaratmıştır. 007 bond'un elinde gördüğümüzde içimizin yağlarını eriten bu çanta, gerçek hayatta kullanan birini görünce dalga geçmemize neden olur. şuana kadar az sayıda kişi kullansa da, bende dalga geçme hissinden çok bir hayranlık hissi oluşturmuştur.
komik olaylara sahne olan yerlerdir. en çok rastlanılan durum arabanı parkettiğin yeri bulamamaktır. alışverişten sonra ailecek dönersin ya otoparka, işte o zaman acı gerçekle karşılaşırsın. ailedeki herkes arabanın yerini unutmuştur. tüm aile seferber olur arabanın yerini bulmak için. fazla coşkulu baban, bunu ailecek yapılacak bir etkinlik kabul eder ve " sen, kardeşinle oraya git. bizde burda arıyoruz." diyerek liderlik konumuna geçer. sonuçta on beş dakika sonra arabanın yerini bulursun. kısa günün karı ailecek, bedavadan yapılan otopark etkinliğidir. işte böyledir alışveriş merkezi otoparkları.
yazardan not: arabayı kolay yoldan bulmak için, anahtarı eline al ve üstündeki tuşlara bas. araba yerini bir saniyede belli edecektir.
zor bir durumdur. bu annelerin kafalarında bir sürü soru işaretleri vardır. "neden benim oğlumla arkadaş olmuyorlar? neden onu eziyorlar? benim oğlumun farkı ne? onu neden kabullenemediler?" ve bu anne her gün okulda olan annedir. oğlunun öğretmenleriyle hep diyalog içindedir. hep çözüm arar. en sonunda çaresizlikle ağlar. oğlunu ezen arkadaşları, annenin ağladığını gördükleri halde iki gün sonra çocuğa tekrar sataşmaya başlarlar. insanın aklına "çocuklar acımasızdır." sözlerini kazırlar.
siyah kelimesinin sözlükteki ilk anlamıdır. sözlükler siyah kelimesinin anlamını ilk önce koyu, negatif renk olarak, sonra da negro ve zenci olarak verirler. ilk bakışta hepimize normal geliyor bu. ama sandığımız kadar normal değil. bu iş beyaz adam ve siyah adama kadar uzayıp gidiyor. beyaz kelimesinin sözlükteki anlamına bakacak olursak güzelliği, saflığı, temizliği sembolize ediyor. fakat siyah her zaman kötü, iğrenç ve karanlık. beyaz adam ve siyah adamın ayrımının bittiği iddia edilen şu günlerde, sözlüklerin hala siyahın altına kötü, karamsar renk, negro ve zenci yazması insanın kafasında soru işaretleri oluşturuyor. bunları bana söyleyen ten renginin hala büyük bir sorun haline getirildiği, " özgürlüklerin ülkesi" nden gelen, koyu tenli arkadaşım. o bunun sadece bir örneği. onun gibi olan bir çok "negro" var bu dünyada. bize insan haklarını öğretmeye çalışan bu ülkelerin, bize öğrettiklerini kendilerinin de uygulamaması çok büyük bir çelişki oluşturuyor yurdum insanının kafasında.
genelde yazar olamamanın verdiği trajik ve gözü yaşlı durumdan ve kulaklarda uğuldayan "çaylaksın sen çaylak kal" melodilerinden kurtulmak amacıyla denenecek her türlü şeyin altına sığındırıldığı bahanedir.
her cuma cnntürk'te yayınlanan, sunuculuğunu aslı öymen'in üstlendiği, sinema, tiyatro ve sanat dünyasından birçok ismi ağırlayan kültür-sanat programı.
nazım hikmet'in "yatar bursa kalesinde" isimli şiir kitabında bulunan 48 bölümden oluşan şiir tarzında yazılmış mektuplar. en çok aklımda kalan kısım 48. bölümdü.
48.
italya düştü.
her gün yeni hadiseler bekliyorum.
ağır gidiyor gibi geliyor bana.
mademki dönemeç göründü artık:
daha hızlı, daha çabuk.
rüzgar gibi, kurşun gibi, yıldırım gibi.
-ha, bana bak,
saçlarımı kestirdim diyorsun,
sebebi bit falan mı?-
burda yeni peygamberler türedi birdenbire:
"ben demiştim, ben görmüştüm, ben önceden söylemiştim, bundan da böyle benim dediklerim çıkacak," diyorlar.
nasıl da utanmıyorlar, şaşırıyorum.
ne böyle birşey söylemişlerdi,
ne de çıkası gözleriolup biteni görebilir.
hani bir ayet varmış:
"biz onların gözlerini perdeledik bakarlar fakat göremezler" gibi bir söz,
-böyle bir şey yok da ben mi uyduruyorum, herneyse-
işte onlar bu haldeler ve öyle kalacaklar...
tekel işçilerinin grevinden etkilenen, belli bir kesimin en önemli kalemlerinden olan abdurrahman dilipak'ın imamlara "eğer namaz kıldırma memuruysanız yatsı ve sabah namazlarında fazla mesai hak ediyorsunuz. eğer alamıyorsanız bu iş yerinde grev var dersiniz. sizinde haklarınız var." diyerek imamların da grev hakları olduğunu hatırlatmasıdır.