vücut kendini 7 saatlik periyotlar şeklinde ayarlıyormuş. yani tam 7 saat uyuyup kalkınca uykusuzluk olmuyormuş. 7 saati geçerseniz, 14 saat olana kadar beklemeniz gerekiyormuş.
"abi yine fizikte sıçtık. şurda bir şekil var ama ne lan bu. balkon varmış. topu yerden atmışlar. 0,2 saniye topu görmüş balkondaki. balkonun yerden yüksekliği nedir? iyi de bunun fizikle ne ilgisi var ki?" sonra da kurtarmaya girdim. aynı tas aynı hamam.
oha akp'li "seks" dedi. hecelesene tekrar arınç! ciddi ciddi konuya bakacak olursak arınç yaptığı "dokunaklı" açıklamada bir şeyi gözden kaçırıyor. devlet ne zamandan beri insanların yaşama bakış açılarını belirliyor? ve bunu neden yapıyor? yasalarda da yazmıyor ki: devlet kişilerin hayatın anlamı tanımını belirleyebilir, ortak bir hayata bakış açısı vardır. niye arınç bize hayatın anlamını anlatıyor o zaman?
her insanın beklentisi farklıdır. ve hayatın nelerden ibaret olduğunu kişilerin beklentileri belirler. ama işte onu bile hükümet belirleyip kalın, kırmızı, yanıp sönen çizgilerle sınırlandırmak isteyince farkında olmadan kendini rezil ediyor dünya basınına.
oturdum dünden kalan doğum günü pastamın son kırıntılarını bir güzel yedim. kardeşime bir lokmacık bile ayırmadım ama eve gelip pastayı sorduğunda "babam dün gece kalkıp yemiş aa" demeyi düşünüyorum. bu kadar kaloriyi alıp harcaması gerekiyor tabi insanın ama nerdee? sabahtan beri yaptığım tek enerji harcatan aktivite nefes alıp verirken glikozu aktifleştirebilmek için vücudumun harcadığı 2 atp.
sözlükteki her kadın yazara sarkan, laf atıp egosunu tatmin eden ve kendisine kadınlar tarafından yöneltilen olumsuz eleştirilerle orgazm olan 3.sınıf erkek gerçeği.
bu kızın ilgi alanlarına göre değişir. Hayatımda bana alındığına en çok sevindiğim hediye kapağında Rüzgar Gibi Geçti'nin afişi olan bir not defteri. Birkaç gündür hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum o not defteriyle.
yüzde 7 olumlu bir anlamda kullanılmışsa ülkemiz için imkasız, "borçların, dışa bağımlılığın" yüzde 7 büyümesiyle ilgili bir anlamda kullanılmışsa da gayet imkanlı bir durumdur. türkiye'de üretilsin üretilmesin, ekim alanı olsun olmasın herşey dışardan alınırken ve avrupa krizle sallanırken ekonomimizin büyümesi pek de inandırıcı gelmiyor. türkiye iktidarın dediği gibi olumlu yönde yüzde 7 büyüdüyse, neden borçlarımızın üstüne borç katarak, istikrarlı ve fizikteki düzgün hızlanan hareket grafiğine benzeyen bir grafik çizerek borçlanmaktayız? kısaca türkiye dışa bağımlılık, borçlar ve dış siyasette düşman edinme bakımında yüzde 7 büyüdüğü başarılı bir yıl geçirmektedir. başımızdakilerin ellerinine sağlık.
yazılması için irade gereken entrydir. ne kadar bu son desek de, sonu gelmiyor bir türlü. hepimizde bir yazarlık sevdası aldı başını gidiyor, durduramıyoruz bir türlü kendimizi. en son entrymi iki ay önce yazmıştım. yazarken "bu son" demiştim. ama bugün bir arkadaşımla konusu açılınca tutamadım kendimi, yine buraya geldim. hani korku filmlerinin replikleri olur ya "buraya girebilirsin ama çıkmazsın" diye. burası da öyle. giriş var ama çıkmak zor. o yüzden de son entrysini yazabilen yazar sayısı azınlıktadır.
10 yıl sonra gündeme gelecek ve durumun ne kadar vahim olduğu kafamıza dank edecektir. başımızdaki iktidar (siirt'teki tecavüz olayları için medyayı suçlayan "niye haber ediyorsunuz bunu efenim. olan olmuş bir kere yahu!" diyen, pişkin iktidar diyoruz biz buna)ve niteliksiz ana muhalefet ( "ahlaksız teklifi" açığa çıkaran fakat işsizliği bir türlü gündeme getiremeyen) partisi başımızda oldukça uzun bir süre gündeme gelmez.
insanın hayatının çoğu zamanında yakaladığı ama bir türlü farkedemediği formüldür. bazen keşke "a kare+b kare=c kare" desek ve hopp! mutluluk ayağımıza kadar gelse diyoruz ama bu mutluluk. ne hipotenüs formülüyle bulunuyor ne de kimya denklemleri, redoks tepkimeleriyle. sadece karşına çıkmasını beklemek zorundasın.
o çocuk benim, sensin kısaca biziz. birde benim annem erkek kardeşimin altından zorla külotlu çorap giydirirdi ki bu davranış, o yaşlardaki erkek çocuğuna yapılan en büyük hakarettir.
ermeni soykırımı da tam olarak kabul edilmedi. obama sözlü olarak kabul etmeyeceklerini söyledi. buna rağmen ankara'ya göre bir türk'ün "washington'a ayak basması" kabul edilemez. önceleri verilen bu tepki doğru olsa da, şuan abd ile olan tüm köprüleri atmak, ipleri kesmekten başka bir işe yaramıyor. washington hükümetiyle olan tüm toplantıları iptal etmek, ettirmek bunun çözümüymüş gibi davranılıyor. fakat tarihten ders alınmıyor değil mi? 1972 yılında fransa lyon'da ermeni anıtı açılmasına izin verilmişti. o günün büyükelçisi ilk uçakla türkiye'ye dönmüştü. 2 yıl Paris'e büyükelçi gönderilmemişti. paris'in bu durumu taktığı yoktu. sonra türkiye büyükelçi göndereceğini haber verilmişti. paris'se "keyfiniz bilir." demişti. tıpkı bugünkü durum gibi. tabiki türkiye'nin eli böyle bir iddia karşısında armut toplamıyor. fakat başbakanın ortalığı yakıp yıkması dış siyasette değil ancak iç siyasette ona puan sağlar. dış siyasetteki durumsa "paris'e büyükelçi göndermek" le eşdeğerdir.
edit: fransa'daki ermeni anıtı hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler yalçın doğan'ın yazısını okuyabilirler.
ben de pek bir düşüncesi, yapıcı fikri olmadığı için iktidar olamıyor sanmıştım. hayal dünyasında yaşamadığımıza göre şunu kabul edelim: iktidar çalıyor, soyup soğana çeviriyor. ama yine gerçeklere bağlı kalıp konuşursak baykal'ın gerçekten yapıcı bir adam olmadığı ortadadır. en güzel örnek yargı reformu. yargı reformunun yargıyı çürütmeye yönelik olduğunu, milletvekilinde (aslında lidervekili)olduğu gibi, aslında hsyk'ya olayları iktidarın dümen suyuna çevirecek iktidar adamlarının geleceğini sağır sultan duydu artık. peki baykal ne yaptı? sadece karşı çıktı. "olmaz. bu yargıyı siyasileştirmektir. iktidarın seçimlere az kala paçasını kurtarma çalışmasıdır." dedi. yapıcı bir eleştiri sundu mu? alternatif çözüm önerisi getirdi mi? hayır. işte baykal bundan dolayı kaybediyor. başka açıklaması var mı?
sözlük bende garip bir paranoya yarattı. sözlüğe girmediğim her gün sözlük hiç aklımdan çıkmıyor. beynimin tüm kıvrımları "acaba kimler ne yazdı? acaba nasıl başlıklar var?" gibi binlerce soruyla doluyor. sonra işimi gücümü bırakıp oksijensiz kalan balığın suya kavuşması gibi sözlüğe giriyorum. bunu yaparken de aşka geliyorum. işte sözlük, tüm itiraflarım senin çevrende toplanmış durumda. ha bir de şu var: " itiraf ediyorum birkaç entrymi acımasızca sildim." ve bunu yaparken elim bile titremedi.
ikinci meşrutiyet döneminin türk akımı ve türk halkçığının önemli yayın organıdır.
adından da anlaşılacağı gibi "halka doğru" dergisinin amacı aydınlarla halk arasında bir bağ kurmak olmuştur. yani istanbul ve anadolu arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır. bu derginin okuyucuları aşağı sınıflar, işçi, emekçi, köylü, esnaf sınıfıdır. dergi bu kesimin sorunlarına çözüm aramayı, seslerini tüm yurda duyurmayı, halkı bilinçlendirmeyi amaçlamıştır. her zaman bu kesimlerin haklarını ve çıkarlarını savunmuştur. derginin dili basit ve anlaşılırdır.
"o zaman eskilere yol görünsün" derim ben buna. her yerde olduğu gibi bu sözlüğe de taze kan, kuvvetli kalemler gerekir. ve kimse kusura bakmasın ama hala "eski üyeler cici, yeni üyeler kaka" anlayışıyla başlık açan yazardan kuvvetli kalem, beyin olabileceğine asla inanmıyorum (benim inanç sistemim, yazarın istatistik derecesiyle doğru orantılı değildir.) madem belli bir büyüklüğe ulaştığı düşünülüyor, o zaman böyle düşünenleri moderasyon sözlükten çıkartsın, sözlüğü küçültsün, ve yeni üye almaya devam etsin. işte çözüm yolu. şimdi kim kabul ediyor bakalım?
kişinin kendi içinde verdiği garip bir savaştır. genellikle güzel geçen bir günün bitmemesi için elinizden gelen tek şeydir. uyumazsanız eğer, sanki o gün hiç bitmeyecekmiş gibi hissedersiniz. bir başka nedeniyse rüya görmeyi engellemektir. geç yattığım zamanlar ya da uykuya çok direndiğimde sonuç hüsran olsa da, deliksiz bir şekilde uyuyorum ve rüya görmüyorum. rüya görmek güzeldir ama kötü rüyalar kabustur. her gece kabus görmek yerine uykuya direnmeyi tercih etmelisiniz.
balonun yapıldığı tarihlere göre değişiklik gösterecek sonuçlar doğuran hadisedir. örneğin balo karlı bir kış gününde yapılıyorsa zavallı külkedisinin ayakları ugg'sini düşürdüğü anda üşümeye başlar. balo sıcak yaz aylarında yapılıyorsa külkedisinin ugg'ını düşürdüğü anda ayakları terlemeye başlar. yani ugg'larla kışlar sıcak ve kuru, yazlarsa serin ve esintilidir.
bilgi notu: ugg'lar kışın ayakları ısıtır, yazınsa sıcak hava akımını engelleyerek, ayakların sıcaklamasını ve buna bağlı olarak kişinin bunalmasını engeller.
televizyonda şirinleri izlemek. küçükken en sevdiğim çizgi film şirinlerdi. arasıra televizyon karşısında o günleri hatırlarım. hala da oturup izliyorum gördükçe. "uslu bir çocuk olursan şirinlerin köyünü bulabilirsin." işte bu cümle hala içimi ısıtıyor.
why does it always rain on me?
ıs it because ı lied when ı was seventeen?
why does it always rain on me?
even when the sun is shining.
ı can't avoid the lightning.
ı can't stand myself
ı got my mind on somethin else.
sunny days were are you gone?
bu aralar işinin başından aşkın olduğunu düşündüğüm topluluktur.
nerdesin moderasyon? uludağ sözlüğü kendi haline bırakıp uzaktan izlemeye mi karar verdin? adamlar ateistlere saldırıyor. onlara "namussuz" diyor. "ateist kadınları yatağa atalım, onlar iştahımızı kabartıyor" diyor. sen de buna seyirci kalıyorsun. ve uludağ sözlüğün moderasyonu oluyorsun. ne zaman birkaç ceza verip, bu sözlükte polemik yaratanları cezalandıracaksın? yazarlar olarak yorulmaya başladık derdimizi anlatmaya çalışmaktan. meydanı boş bulan, ona buna hakaret yağdırıyor. tanrının adaleti bile senin adalet sisteminden daha adaletli sevgili moderasyon.
ateist de insan, sen de insansın. o da yaşıyor sen de yaşıyorsun. o da ölecek sen de öleceksin. aranızda inançlarınızdan başka hiçbir fark yok. o senden daha özgür ve daha korkusuz. çünkü yapmadığı çoğu şeyi insanlığından yapmıyor. sense yapmadığın çoğu şeyi "allah öyle istedi" diye yapmıyorsun. yani günah, öbür dünya gibi korkularından dolayı. sonra ne yapıyorsun peki? gelip buraya saçma sapan başlıklar kusuyorsun. sırf ateist senden daha özgür, korkusuz hareket edebiliyor diye ona bok atıyorsun. o da yetmiyor tüm uludağ yazarlarının sana destek olup, o boku bir güzel ateistlerin üstüne sıvayacağını düşünüyorsun. namus mu dedin az önce? namus nedir senin için? bekareti bir erkeğe vermek mi yoksa bekareti bir bayandan almak mı? namuslu olan, senin dinine inanan koyu müslümanların, cemaat üyelerinin küçük kızlara cinsel istismar yaptığını ne çabuk unuttun? imam hatip liselerinde kızlarla erkeklerin çektiği, insanın midesini kaldıran o "namuslu vidoları" izlemedin mi hiç?
dibine kadar müslüman olup da, gözün dönmüş bir şekilde 10 yaşındaki kız çocuğuna dokunabiliyorsan eğer sen namussuzsundur. gecenin bir vakti metroda tek başına duran kadına tecavüz etmeyi aklından geçiren bir müslümansan yine namussuzsundur. ve sen bunları sırf senin dininden olanlar yaptığı için doğal karşılıyorsan eğer namussuzun en önde gidenisindir. ister boşluğa, ister tanrıya, ister dağa, taşa, toprağa inan insanlıktan çıktığın an namusunu kaybettiğin andır. işte namus budur. başka soru?
karel capek'in son eseridir. bu eser antalya devlet tiyatrosu oyuncuları tarafından, defne yalnız'ın başrolü oynadığı bir oyun olarak sahneye konulmuştur.
capek bir çok mesaj vermiş oyununda. oyunda devrim uğrunda kurşuna dizilen peter, peter'ın devrimine ve partisine karşı olan kardeşi cornel, rekor denemeleri yaparken hayatını kaybeden pilot abileri george ve bir hastalığın gizemini çözebilmek için virüsü kendine enjekte eden, hastalığın safhalarını kendi üstünde inceleyen ve ölen doktor abileri andrew'un ölümlerini "boş ölümler" olarak aktarmıştır. oyunun ortalarında ölen karakterlerin ağzından "biz bunları insanlık için yaptık" sözleri çıksa da şu sözleri de duyduk: "şu anda ölümüm bana çok iğrenç, anlamsız geliyor. halkı kurtarmak uğruna beni kurşuna dizdiler. aslında biraz daha yaşamak isterdim." netice ne olursa olsun, bu mesajlar kişiden kişiye göre değişir. fakat benim görüşüm olmayan kısım babalarının savaşta ölmesini onurlu sayarken, devrim uğrunda kurşuna dizilen peter'ınkini yerin dibine geçirmişler. hatta bir bölümde babaları peter'a "şerefli askerler" tarafından öldürüldüğü için kızıyor ve peter casusluk suçlamasına maruz kalıyor. fakat genele bakacak olursa ben de dahil, tüm salonun ayakta alkışladığı bir oyundu.