yani nasıl olduğunu anlatırsam çok utanırım şimdi, yine de kıyısından bahsetmek gerekirse; onu son gördüğüm gece bana, samimiyetinden kuşku duyulamayacak kadar açık gönüllü birkaç düşüncesinden bahsetti. bir erkek olarak, kadınların olabildiğince samimi olmasından rahatsız olurum. hele birde o kadınla en azından bir kaç gece geçirmişsem. sorunların yakıcı ve tahrip edici taraflarını bir kadından duymak kadar can sıkıcı daha ne olabilir ki? arada ki duygusal frekansın cızırdamasına neden olur böyle cüretkar itiraflar.
işte o son gece, saatlerce can sıkan bu tarz sorunlardan konuştuk. daha doğrusu o konuştu ve ben onu dinledim. çalışmak zorunda olduğunu söyledi, bunu biliyordum ama gelmek istediği nokta gayet açıktı. sorun bara gittiğimde ona asılan onlarca vasıfsız sarhoşu göz ardı edip, hiçbir şey yokmuş gibi davranıp, barın köşesinde efendi biri gibi davranıp içkimi içip oradan ayrılmam gerektiğiydi.
evet; bir gece çalıştığı bara gitmiştim, nadiren yaptığım bir şeydi. onun çalıştığı yer gidilesi bir mekan olmasına rağmen orada çalışmaya başladığından beri oraya gitmemeye özen gösteriyordum. bu bir erkek için gurur meselesi olmamalı ama ben yeterince içersem barda ona sarkmaya çalışan her adamın kafasında içtiğim içkilerin boş kadehlerini parçalamak istiyordum. tahminimce o kadar çoktular ki diğer masada ki kadehlere bile ihtiyaç duyabilirdim.
o gecenin akşamı kumarhaneye pokerde şansımı denemek için gitmiştim. hislerime fazlasıyla güvenirim, şanslıydım ve üç kadeh viskiden sonrada kendimi bir parçada olsa akıllı hissedebiliyordum. iki yüz lirayla masaya oturdum. hafta sonuydu ve insanlar masalarda oyun oynamak için neredeyse sıradaydılar. kaybetmek için kuyruk beklenen tek yer kumarhanelerdir herhalde. bu iyiye işaret, en azından o ışıklı tavanın altında gezerken, kazanmadığın sürece kimse birbirine dikkat etmiyordu. ancak kazanırsanız diğerleri sizin isminizi, ne iş yaptığınızı merak ediyor ve ne giydiğinizle, ellerinizin şekliyle ya da saç modelinizle ilgilenmeye başlıyorlardı. bunu ,her seferinde olduğu gibi, o akşam önümde biriken pullarla beraber yanımda ki oyuncuların, kurpiyerlerin ve garsonların bana yönelen ilgi ve meraklarından anlamak çokta zor değildi.
o akşam kazanmama rağmen devam etme arzusu duymuyordum içimde. yanında bol şans dilekleriyle beraber meyveler, tostlar, çeşit çeşit kuruyemiş ve daha bir çok çeşit ikram. oyuncuları oyalayan daha onlarca numara, güzel garson kızların kırmızı minilerinin altından göz kırpan bacaklar ve güzel parfümleriyle ortalıkla dolanan güzel kadınlar. bunların hiç biri beni orada tutmaya yetmedi . beş bardak buzlu viski, önümde duran iki bin lira. bir süre kendimi kandırmaya yetecek kadar para.
diğer dört oyuncuya yirmişer lira şans parası bıraktım, kasada oturan kurpiyere de bir ellilik bahşiş bıraktım, bu suratsız kadını güldürmek için elli lira bahşiş yetiyormuş. tüm oyun boyunca ilk kez bu kadar içten gülmüştü, buna nedense çok şaşırdım ve bir ellilik daha atasım geldi tekrar aynı şekilde gülmeyi becerebilecek mi diye, ardından hemen vazgeçtim bu fikirden. hemen yanımda ki sandalyede, kazandığında mizah anlayışı artan bir adam oturuyordu. bana tuhaf bir bakış atıp şansın var neden kalkıyorsun? diye sordu. cevap vermedim, sadece teselli edermişçesine omuzuna hafifçe dokundum. cevap yeterince açıktı aslında, benim kumar hastalığım henüz diğer tüm uğraşlarımı yutacak kadar büyük değildi. gençtim ve gidip kadınımı görmem gerekiyordu, belki biraz kur yapardı barın arkasından bana ve iş çıkışında onu alıp evine dönerdik. belki bir elli sene sonra neden biriktirdiğimi bilmediğim paramı kumara yatırmayı düşünebilirdim ama şimdilik çok daha hayatı meseleler vardı önümde.
ana kasaya gidip çipleri bozdurdum, kumarhanenin çıkış kapısına doğru ilerlerken birden kalabalık üstüme yürüyen bir domuz sürüsüne dönüştü sanki. onlardan bir an öylesine korktum ki telefonumu yanıma alıp almadığımı kontrol ettim. şansım var ki telefon masada kalmamıştı, telefonumu cebimde hazırda duran bir silah gibi tutup ilerlemeye devam ettim. hafiften sendeliyor olmama rağmen sıkı duracak kadar kendimde sayılırdım. dışarı çıkmayı başardıktan sonra derin bir nefesle kendime geldim. cebimde iki bin liraya yakın parayla tekrar gerçek dünyaya dönebilmiştim.
gidecek yerim yoktu ama cebimde az sayılmayacak miktarda para vardı. bu iş görebilirdi, hem kadınım şimdi bardaydı ve bir yandan alkolleri bardakların soğukluğuna bırakırken beni hayal ediyor olmalıydı. kumarhaneyle bar arası çok uzak sayılmazdı. gidip orada içmeye devam edecektim, kendimi müziğin ilahi tınısına bırakıp bir yandan kadınımı izleyip bir yandan da sarhoş olmaya devam edecektim. hayat tamda böyle ender anlarda gözüme kusursuz gözükür. içkinin o hoş etkisi açık havayla beraber kendini iyiden iyiye belli etmeye başlamştı. yolda yürümüyordum da sanki yol ayağımın altında kayıyordu ve gideceğim yer bana doğru geliyordu.
barda herzaman çalan bilindik şarkı listesinden bir parça çalıyordu. pearl jam çalıyordu ya da gnr tam emin olamadım o an. neyse, üst katta ki girişi kullanıp merdivenlerden inerek barın olduğu kısıma doğru ilerledim. ordaydı, öfkeli ve duyarlı. anlamaya ve öldürmeye hazır gözlerini üstüme çevirdiğinde ayağım sanki bir taşa takılırmış gibi oldu. hemen kendimi toparlayıp barın boş kalan köşesine ki taburelerden birine oturdum. yine oradaydı, avare içicilere içki hazırlıyordu, kumarhanede ki adamlar geldi aklıma. hepsi birbirinden iyi insanlardı belki de ama bunun o loş bar ışıkları, parlak kumarhane avizelerinin altında pek bir anlamı olmuyordu. onlara üzülmek için vakit harcayacak kadar kredi yoktu hayatta. onlarda bu yüzden sadece kendi dertlerine içiyor olmalıydılar. yaptıkları tüm densizliklere eften püften sıkıntıları mazeret göstererek paçayı sıyırmaya çalışan kamyonla insan. sırayla ayna tutsan o yüzlere bir anda boşalabilirdi bar.
bir kadeh buzlu viski istedim, getirdi. nasıl gidiyor, kazandın mı? diye sordu. tanıyordu demek az çok beni, kumarhane insanlarına sorulması gereken asıl soru çok kaybettin midir? . bu çok hoşuma gitti. evet kazandım ve seni özledim dedim. bu tür lafları duymasını istiyordum, kalkıp onunla beraber içki hazırlamam imkansızdı, en azından böyle şeyler söyleyerek bir nevi iş yükünü azaltmak istiyordum onun. ne incelik ama, elbette bir parçada olsa özlemiştim onu hem de kazanırken.
gecenin sonuna kadar orada bekleyip içtim, bir ara bağırıp çağırdım yanımda ki bir adama. kalkıp gitti, birkaç tane patlatır diye ummuştum demek okuduğu üç-beş kitabın hepsi aşk üzerineydi. ne kavga üstüne, ne de bar konusunda tatmin edici bir adam değildi. anlaşamazsanız bile kavga edebilecek cesarete sahip insanlar ne kadar da azaldı.
benim ağzıma girerek söylemeye çalıştığı şeyin; o adamın müşterisi olduğu ve onun rahatsız etmemin yanlış olacağını düşünmüştüm ama o bana yüksek sesle bebeğim demene gerek yok dedi. haklıydı. efendiliğimden çıkmak istemiştim bir an ne olacağını merak ettiğim içim. tahmin ettiğimden de fazlası olmuştu. patroniçe rahatsız olmuştu, bardaklara içki koymak yetenek gerektirmiyordu ama bu onun yetenek gerektiren bir iş olduğunu düşünüyordu.barda içerken meme dekoltesi görünen bir bar kızının sevgilisi olarak orada oturduğunuzda insanların içkiden fazlası için gelmiş olduğunu anlamak, oraya gitmemeye tövbe etmek için yeterli bir sebep olabilirdi.
yarım kalan viskiyi bir seferde kafama dikip bardağı kırmak istercesine masaya vurdum, şanssızlık ki kırılmadı. bana taksi çağır dedim , aradı taksiyi.o esnada patroniçe yarım metre kadar yanımda belirdi...