Sarhoş sayıklamalarını bölüp alt alta yazsak bundan daha güzel kelime kombinasyonları çıkardı heralde. Popüler bir karakter olduğu için kimse bir şey diyememiş mi yoksa popüler olduğu için yazdığı şeylerin gerçekten şiir olduğunu ciddi ciddi düşündüler mi acaba; kaldıki bu şiir denilen kelime kümelerini en az bir editör okumuş olmalı.
televiyonu hayatımdan çıkartarak, özellikle ama haber bültenlerini izlemeyerek.
insanların kalabalık olduğu yerlerden mümkün olduğunca bulunmayarak. Toplu taşıma araçları, gece klüpleri, stadyumlar, vs vs..
Yabancılarla mecburi olmadıkça birebir iletişimden uzak durarak.
Fanatizme gideceği belli olan her türlü konudan uzak durarak. Özellikle siyaset ve futbol.
Teknolojiyi hayatımın merkezine koymayarak.
Haftada bir bile olsa yüksek tempo ter koşusu yaparak.
Kır ve doğa gezileri yaparak.
Fırsat buldukça yalın ayak toprağa basarak.
Bol su içerek, ambalajlanmış bütün ürünlerden olabildiğince uzak durarak.
Fast food ve kola asla tüketmeyerek.
Gereksiz olan her türlü tüketimi kısıp,
Biriken parayı biriken sağlığın ikamesi için dah yararlı uğraşlar için harcamak.
Sevdiğim müzikleri dinleyerek.
Okunmadan ve izlenmeden ölürsem eksik kalacağımı düşündüğüm kitap ve filmlere vakit ayırmaya çalışarak.
Bilmediğim ve merak ettiğim bir konuda araştırma yaparak. (Dil, kimya, biyoloji, uzay vs.)
Olabildiğince az insanla seyrek Aralıklarla görüşerek.
Özel alanıma burnunu sokacak kadar kimseyle yüz göz olmamak.( sevgili ve aile dahil)
Bu liste böyle uzar gider. Yine de bu listeye uymak için bile insanın önce boş vakti be bol nakti olması gerekiyormuş gibi gelebilir. Ben bir senedir böyle yaşamaya gayret ediyorum ve bşr senedir her şey iyi yönde değişmeye başladığını fark edebiliyorum. En önemlisi hele ki Türkiye gibi bir ülkede insanın kendine Zaman ayırabilme meziyetini geliştirmesinde saklı. Hiç birini yapamıyorsanız kesinlikle ilişkilerinizi mimimize edin. Vardı ya bir söz " cehennem başkalarıdır' gerçekten çok doğru, akıl sağlığımıza en büyük ket, bilerek ve ya bilmeyerek, eşimiz dostumuz ahbabımız canımız ciğerimiz dediğimiz kişiler tarafından vuruluyor. insan kendisine ayırdığı vakitle mutlu olmamıyorsa henüz kendini tanıyamamış demektir. Yığınların sizi delirtmesindense bırakın kendi yalnızlığınız sizi delirtsin.
Usta derecesinde olduğunu düşünmüyorum ama türk edebiyatı için kesinlikle lazım gelen bir renktir. Chuck palanhiuk ve celine arasında salınır. Celine' i saplantı derecesinde sevdiğinden bahsetmişti bir söyleşisinde. Kitaplarında sanki hep aynı şeyi yazmaya çalışıyor izlenimi veriyor bana, bunu da üretken bir yazar Olmasına, ve tek perspektiften aynı karanlığa bakmasına bağlıyorum. Chuck palahniuk okurkende aynı hisse kapılıyorum bu yönüyle chuck a daha fazla benZiyor. Celine çok üretken bir yazar olmadığı için ve yazdığı iki kitapta on kitap gücünde ruhundan damıtıp a ve öz yazan bir yazar olduğu için bu tekrara düşmemiştir. Ben Hakan günday' on daha az ve daha öz üretmeye başladığında on kat daha etkili bir yazar olacağına Eminim. Kitaplarında sonuna doğru sanki kurduğu atmosferin kasvetine kendi bile dayanamıyor ve sıkılmaya başlıyor. çözümlemeler hep aceleye geliyor gibi. Özellikle az kitabında son elli sayfa ' artık bitsin' diye bağırıyor cümleler. Her şeye rağmen iyi bir yazardır ve Türk edebiyatı için olması gereken bir renktir. Her yazar gibi en iyi eserini hala yazmadığını düşünüyorum. Umarım bunu başarabilen yazarlardan olur.
her gün kullandığımız şampuan ve sabunların içine ucuz maliyet adına tehlikeli kimyasallar konulduğunu tesadüf eseri öğrenmem ve kısa bir araştırma sonucunda vücudumuza sürdüğümüz o sıvıların içinde hiçte masum olmayan maddeler olduğunu öğrenmem sonucu, evde ki bütün şampuanları ve sabunları çöpe atıp yerlerine bitkisel sabun koyalı yaklaşık bir sene oluyor; cildimdeki ve saçımdaki değişimi günbegün fark ederek, doğal olanın, tıpkı yeme ve içmede olduğu gibi, suni olana göre ne kadar sağlıklı olduğunu bir kez daha bizzat deneyimleyerek görmüş olduğum gerçek temizlik ürünü. Ne kadar pahalı ve kaliteli olduğu fark etmeksizin, piyasada satılan tüm şampuanların içinde, Avrupa'da yasaklı olan sls maddesi ülkemizde hala kullanılmakta. Bu madde şampuan ve ya sabunların daha fazla köpürerek insana psikolojik olarak daha iyi temizlendiği hissini veren, bir temizlik ürünü için gereksiz ve kanserojen içeren bir madde olduğu bilindiği halde, hala kullanımı çok yaygın olarak devam eden ağır bir kimyasaldır. Saç diplerini ve tendeki gözenekleri görünmez bir zar gibi saran bu madde aynı zamanda vücudun doğal ten solunumunu neredeyse durma noktasına getirip saçlarda kepek ve vücutta pullanmalara sebep veriyor. Bitkisel sabun kullanmadan önce bu durumun benim cildimle ve saçlarımla alakalı bir durum zannederken şu an bir yıl öncekine kıyasla on kat daha iyi bir cilt ve saç kalitesine kavuştuğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. bu yüzden gerçekten bitkisel olduğuna emin olduğunuz sabunu gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Piyasadaki deterjan içeriğiyle hemen hemen aynı olan şampuan ve türevleri düşünüldüğünde insanın bedenine yapacağı büyük bir iyilik.
O gece
Yanında
Küçük bir odada
Karanlıkta
Yatakta
Tırmandım sana
Sen bana
Avuçladım sol memenden
Parmağım kalbine çarptı
Oda büyüdü
Sen büyüdün
Yatak büyüdü
Ahh' dedin
Bir ustura kesiği.
Ladies and gentelman, çok sevgili romalılar; karamsarlığa kapılmayalım, dünya çok uzun yaşayabileceğimiz bir yer değil. intihardan uzak durun, sağlığınıza dikkat edin.
Yarım kalmış bir cennetin kıyısındaydı;Zaman,
Önünde uçurum,
Arkasında kızılca toz duman,
ipleri kışlıklarla kaldırmışlar,
Yoksa, kendini asacaktı oğlan.
Bandinii
bitme vakti geldiğininde seZer bunu insan. Aklıyla değil, kalbiyle de değil. Arada kalmış bambaşka bir organdır bunu sezen. Henüz bilim bile bilmiyordur belki, karaciğer olabilir mesela ya da akciğer belki böbreküstü bezleridir, bilmiyoruz... Aşkın narkozu geçer, o güzel rüya biter ve uyandığın halde gözlerini kapalı tutmaya devam edersin, uyandın ama bir ümit der kandırırsın kendini. Zaten hep öyle değil midir, insan en çok kendini kandırırmış. Gerçek oradadır bilirsin; hemen başucunda ki kapalı pencerenin dışında. o boktan hayatla ince bir cam vardır Aranda. Ne olur bir kaç dakika daha ama bilirsin; tekrar girilmez aynı rüyaya.
Bittiyse de bitmiştir. Kabul etmek gerek.
Yorgunum julia,
Sözcükler gürültüyle devriliyor,
Bilmem kaçıncı keZ yazılıyor,
Gece gündüze evriliyor,
Bir buluşma tertibi gibi,
Ama bir taraf hep geç kalıyor.
Asrın A.
Bira severler olarak, ülke şartlarında edinilmesi gereken hobi. internetten kolayca ulaşabileceğini sitelerden makul fiyatlara temin edilebiliyor. Kesinlikle bayilerde satılan biralardan daha güzel bir içim elde edebiliyorsunuz. bir kaç denemeden sonra kendiniz bile şaşıracaksınız. Çok hesaplı ve çok kolay bir hobi türü.
10 yıldan fazla bir zamandır bilgisizliğin, cehaletin, saygısızlığın, rüşvetin, yalakalığın, biatçılığım önemli birer vasıf sayıldığı ülke...
Ülkeyi idealize edecek genç nüfusunu anarşist, terorist, ateist, çapulcu diye ötekileştirip; üretimden, ekonomiden, politikadan bihaber ayaktakımını bu ülkenin geleceğini belirleyecek olanlar olduğu iddiasında olan bu inatçı, ayak direyen ve dediğim dedikçi anlayış a' dan z' ye devletin ve sosyal kurumların bütün kademelerine oturtmuştur. çürük, asılsız, hiç bir teorik açıklaması olmayan iş bilmez kafaların ülkenin sahibi olduğu çok açık bir gerçek. Kim ne kadar inkar ederse etsin; bugün ki görünen Türkiye fotoğrafı maalesef budur.
Bundan 13 sene once bu ulke icin yazabildigin en kotu senaryoyu yaz deselerdi bu partinin sebep oldugu felaketlerin cok azi aklima gelirdi. Hayal gucumun yetemedigi bir işbilmezlik. Takdir edilesi yegane icraatlari budur heralde.
hic bir amerikali fabrika iscisinin degerinin gunde seksen sentten fazla olmadigini haykirdi samuel. ama kendisine, Uc yuz yil once olmus bir italyanin yaptigi bir resme yuz bin dolar ya da daha fazlasini odeme firsati verildigine sukurler ediyordu. hakaretine tuy dikmek icin de bu resimleri, yoksullarin ruhu zenginlessin diye, muzelere armagan ediyordu. muzeler pazar gunleri kapaliydi. " der, allah senden razi olsun bay rosewater kitabinda. Saglam yazardir. woody allen' in bir kac gomlek ustudur edebiyat soz konusuysa.
'' bir gün eve gelmişti çocuk, sabah kaçtı emin değil. ev yeterince sessiz ve çok dağınık. gün doğumunu arkasına yüklenip arşınladığı o delik deşik yollar. red kit' in gölgesinin aksine arkasına da değil, önünde uzuyayıp gidiyordu gölgesi. çizgi filmlerin aksine, hayatta boşluğa bakmasan da düşmeme ihtimali yok. fizik kuralları, ahlak kuralları, yasa ve kanunlar var. ayağın altındaki toprağı yavaşça çürüten tecrübelerle dolu bu hayat. sebebi aşk,para ya da macera bile olsa bir insanı her gün hayal kırıklığına uğratırsanz, eve gittiğinde kalbine ve beynine taşır bağırsak kurtlarını. kötülük tam olarak bu noktada başlar.
çocuk evine geldiğinde yine anlamıştır ki, huzur denilen şey perdelerin arkasında saklanan odada oturmaktır. o bilir ki; evi duvarlar değil perdeler saklar. özel nesnelerdir bu yüzden perdeler. insanı dışarda ki tüm pisliklerden saklayabilir. hayatla araya çok ince ama çok keskin bir şerit çeker. çocuk uyku için uzanır salonda ki koltuğa. böyle anlarda akıl geçen iki şey olur. ya kendi dışında herkesi suçlarsın ya da kimseye sürüşmeden kendini yargılyıp durursun. her ikiside fazlaca tehlikeli. hayat hakkında bilinen herşey patinaj yaptırır adama. çünkü hayat üstünde düşünülecek ve çıkarım yapılacak kadar ciddi bir müesse değildir. bir telefonla, tek bir mesajla, sizle bağlantısız bir tesadüfle bile hayat mahvolmaya hazır hale gelebilir.''
yanıma gelip konuşmasına başladı. sanki başka yere çağırsaydım bana da söz hakkı tanıyacaktı ama onu böyle bir yere çağırdığım için canı sıkılmıştı. evet içerisi bu ciddiyeti kaldıracak kadar resmi değildi ama ne önemi vardı ki?
kendimi iyi hissetmiyordum ama yine de bana kıyasla daha kötü bir manzarada içiyor olmak benim için hayatı ucundan da olsa görmek demekti.
telefon çalmaya başladığında kendimi kusursuz diyebileceğim bir mutluluğun içinde buldum. barda ki insalar o kadar küçüldüler ki tek başıma oradaydım sanki ve kestirmeden bir zafer demekti bu benim için, odama dönebilmek için iyi bir bahane.
telefonu açtım ve nerede olduğumu soran o ses. konuşmamız gerektiğini söyledi. işte bu iyiye işaret. nefes alırken bile çekindiğiniz bir yerde telefon çaldı diye mutlu oluyorsanız bu iyi bir şey olsa gerek. tamam dedim, hafif rahatsızlık duyuyormuş gibi yaparak. gurur elde kalan son şeyse bu tür bir konuşma çokta itici olmamalı.
burada herkes birbirine küsmüş gibiydi. herkes sırayla anlatmaya başlasa acaba kaçı diğerine anlayış gösterebilirdi ki? bu soru gereksizdi, sessizce bir şeyler bekleniyordu, sessizce bir şeylerin pişmanlığı yaşanıyordu. böyle yerlerin kasveti biraz asil gibi görünsede asla tutarlı bir hüzün hali değildir bu. orada oturmuş onlarca ceset, vıcık vıcık bir çaresizlik, insanın üstüne bulaşınca çıkmayan bir umutsuzluk. barın üstüne çıkıp hepsinin üstüne işemek lazımdı aslında. arkadan bakınca başlarını göremediğiniz onlarca adam ve kadın...
bu durum neşelendirdi beni. telefonumu ve cüzdanımı barın üstüne koyup içkiden yudumlamaya başladım. sanki mezarlıktaydım, orada olsaydınız buna çok gülerdiniz, yemin ederim, nefes alan tek kişi bendim ve sert bir yudumdan sonra nefes aldığıma şükrettim.
gerçekten öyle oldu, sağ tarafımda duran dolaptan bir şişe bira aldım. çünkü kimse kimseyele ilgilenmiyordu. sahile inip gidecek yeri olmayan herkes buraya doluşmuştu sanki. fonda ortalama bir bar müziği çalıyordu. bara bakan adam taburesinde ölüymüşcesine hareketsizce duruyordu. içimden ona sağlam bir şaplak atmak geldi. barı götürseler haberi olmazdı. arkadaşa oturmaya gelmiş gibiydi herkes. belli ki adisyon falan tutulmuyordu bu saatten sonra burada. şehrin tüm yolsuzlar oradaydık.
açık bir yer buldum sonunda, kırmızı yüzlü, kısa boylu bir adamın barında korkulup gibi oturduğu o gece yarısı sonrası işletmelerinden. içki bittiğin de bara geçip kendi içkinizi almak zorunda kalabileceğiniz cinsten bir yer. olsun, bu saate insanlardan hizmet beklemek yanlış olurdu zaten.